6 Şubat 2010 Cumartesi
Yeter Colony Capital Yeter...
Hatırlayanlar hatırlar... Ayağımı s.keyim demişti Rıdvan Dilmen NTV'ye ayak bastığında... Üst üste Galatasaray maçlarına yorumculuk yapacağını fark etmiş ve yanılmıyorsam Trömsö maçı devre arasında etmişti bu lafı... Sonra Galatasaray şok şekilde elendi tabii... Rıdvan da rahatladı... Nitekim ayağı uğursuz gelmişti!



Benim de böyle bir problemim var. Son üç ayda ecnebi memlekette dört maç izledim. Henüz evsahibi takımların yüzü gülemedi! Aynı süreçte, yani Fenerbahçe maçından beri, Beşiktaş'ın İnönü'de izlediğim maçlarında da yüzümüz gülemedi... Demek ki, problem bende! O Fener maçında öyle bir enerji vermişim ki takıma, o gün bugündür iç saha takımlarına verecek pozitif enerjim kalmamış!!
En tepeye maç skorunu koydum! 0-3! O kadar uğursuz ki ayağım şu gittiğim dört maça bahis yapsaydım, 10 liraya 14,000 TL kazanabilirdim!

Aslında maç ilk 11'de Türk Milli Takımı oyuncusu Mevlüt Erding'i (evet öyle yazıyor arkasında) görünce şenlendi benim için... Şimdi Erding dedik ama aynı Fransızlar ısrarla benim adımı da Fevzi değil, Fevçi olarak yazıyorlar. Ben anlayamıyorum dertlerini, bilen varsa anlatsın...

Sahadaki bin memleketten futbolcu arasında elbette bir Türk varken, maçta o topçunun destekçisi tek başına kalmıyor. Karşı taraftaki engelliler bölümünde de bir Türk taraftar, açtığı bayrakla Mevlüt'e destek olmaya çalıştı... Esasında anlatacaklarım başka ama Mevlüt'ten bu kadar bahsetmek yetmez... Nitekim maç boyu devam eden inanılmaz protestolar arasında tek olumlu tezahürat alan adamdı Mevlüt! Biraz da sonradan giren Giuly! Oysa Nihat'ın bu sezonki performansına benzer bir futbol oynadı Milli topçumuz... Anlaşılan PSG taraftarında beklenti eşiği dibe vurmuş vaziyette...
Bu eşikten bahsetmişken önce biraz futbol yazayım ki, sonrasında PSG taraftarının asıl derdine dilim döndüğünce, Google Translate bana yardım ettiğince değineyim... Maça PSG iyi başladı ve hatta kanaatimce yan hakemin salakça iptal ettiği bir golle de farklı kazanacağına dair sinyaller verdi. Ancak olmayınca olmuyor, rakip ilk pozisyonunda penaltı kazandı. Arkasından Traore'nin ağırlığından faydalanıp iki gol daha buldular ve 35. dakikada maç bitti... Mevlüt özellikle ortadaki yaratıcı oyuncular Sessegnon ve tabii ki Luyindula'nun güzel paslarıyla pozisyonlara girdiyse de şanssız ve beceriksiz olunca, maç da dönemedi. İkinci yarı ise Beşiktaş - Kasımpaşa maçını andırdı. Sanki biraz daha iten bir takım bu maçı 4-3 alabilirdi ama olmadı. PSG taraftarı da delirdikçe delirdi... En büyük tepkiyi de ağır stoper Traore aldı... Bu tepkileri gördükten sonra kasaba takımlarında oynayıp, "Avrupa'da baskı yok, burada futbol oynamak çok rahat" diyen Türk topçularını falakaya yatırmak gerekiyor tabii... Nitekim Traore'ye yapılanlar insana yapılmayacak şeylerdi... Büyük takımda oynamak dünyanın her yerinde zordur nokta!

Umuda yolculuk
Futboldan devam edersek, PSG ile Beşiktaş'ın benzerlikleri arasında en çok dikkatimi çeken şey kornerler oldu... Her Beşiktaş maçı sonrası, "Bir takım bu kadar korner atıp nasıl bunlardan faydalanamaz, iddia ediyorum dünyada birincidir Beşiktaş karavana kornerde" diye düşünen ben, fikrimi revize etmek istiyorum... Maç boyu paso korner atan PSG bir tane gol değil, pozisyon bile bulamadı. Üstelik neredeyse bütün kafa topları PSG topçularında kalmıştı! Böyle şey olur mu? Oluyor işte...

-Olmadı yine lan bi daha mı korner!
Tabii taraftarın derdi bambaşka... Paris Saint Germain'in büyük ortağı Colony Capital adında bir Amerikan şirketi... Taraftara göre, bu adamlar kulübü yönetemiyorlar. Hatta forumlarında aldıkları topçular için kemik torbasına varan hakaretler söz konusu. Bu hakareti yiyenlerden biri de tanıdık, Mateja Kezman... Söyledikleri şu; "Amerikalılar bu işten anlamıyorlar, bitik topçuları alıp getiriyorlar; biz bunu istemiyoruz..." Maç 2-0'a gelir gelmez de bununla ilgili tezahüratlara başladılar, Amerikalılardan kurtulma temalı pankartlar açtılar... Karşılığında süratle güvenlik kuvvetleriyle yaşanan kavgalar başladı tabii... Bu arada Barrack derken Obama'dan mı bahsediyorlar anlamadım...


Dünyanın her yerinde futbol ve para konusu tartışılırken, sosyalizme bu kadar yakın yaşayan bir toplumda buna karşı bir hareket görmemek olanaksızdı zaten... Onların da derdi ilkesizce yönetilen geleceği olmayan ve içi parayla boşaltılan bir kulüp... Yanımda oturan amcanın söylediği kadarıyla, bütün dertleri eski günlere dönebilmek! Bu uğurda her şeyi yapacaklarını söylüyorlar... O dakikalarda stadın her yerinde büyük kavgalar patlıyor... Nereye kafamı çevirsem kavga! Anlattıklarım ne kadar tanıdık değil mi, sanki İnönü'yü Paris'e taşımış gibi! Durun size Kasımpaşa maçını anımsatan iki tanıdık görüntü daha!

Önce güvenlik görevlileriyle kavga...

Sonra göbek tribünü protesto amacıyla boşaltma!.
Neticede görüntü o ki, para ve duygusal ilişki kurulan futbol takımları arasındaki paradoks özellikle de parayı sportif başarıya dönüştüremeyen kulüplerde büyük problemlere yol açıyor... İşte Paris Saint Germain, işte Beşiktaş... Yaklaşan Manchester United ve ligdeki basiretsizliğiyle Liverpool örnekleri... Futbol kulüplerinden kar edemeyeceğini yeni anlayan Amerikalı şirketler, parasını geri alamayacağını kavrayamayan kulüp başkanları vs... Futbol parayı dışarı tükürmeye başlıyor ve bunu elbette ki en tepelerden değil, aşağılardan ve ortalardan başlatıyor... Bundan on sene sonra nasıl bir futbol konuşacağımızı düşünmemek elde değil... Nitekim yeni bir global kriz sonrası, Amerikalıların ve Arapların büyük paralar yutan futbol kulüplerinden vazgeçmeleri durumunda, pek çok kulübün çöküşünü ya da bu defa Çin sermayesine geçişini izleyebiliriz...

Objektifin çok güzel de, sigara yasak değil mi hocam; başka Avrupa yok!
Etiketler:Yuki The Zorba | 44
Yorum
Gidenlerden...
"Beşiktaş tribünü farklıdır..." Bunu binlerce defa gururla söylemiş bir insanım ben... Bu farkı ortaya koymanın en kolay yolu şampiyonlukların gelmediği senelerdeki tavırdır, performanstır... Şampiyonluğa yaklaşamadığı sezonlarda bile pahalı biletlere rağmen en yüksek doluluk oranına oynayan takımdı Beşiktaş...Beşiktaş tribününü tribün yapan adamlar ise kısıtlıdır... Maalesef böyle. Bunu da en iyi şekilde Olimpiyat Stadı telaşesinde, İzmir'deki Kupa Finali seferlerinde görürsünüz... Fenerliler kendilerine ait olan yeri Beşiktaşlılardan 2 saat önce doldururlar; dahası bir sürü Fenerli kendi tribününe bilet bulamadığından, Beşiktaş tribününden bilet alır... Nitekim internet satışlarını hatırlarsanız, Fenerlilerin ucuz biletleri üç gün önceden biter İzmir seferlerinde, Beşiktaşlılarınki ise gişeye gelir... O yüzden her konu açıldığında söylerim; Beşiktaş'ı Beşiktaş semti dışına çıkaramazsınız... Bunu "Beşiktaş semt takımı mı ulan" diye anlayacaklara bir şey demiyorum artık, antrparantez... Fakat Beşiktaş gidip, Olimpiyat Stadı'nda iki sene oynasın, bakın bakalım Trabzonspor kadar kalıyor muyuz bu işin içinde...
Neticede, gidip Digiturk'un kayıtlarına bakarsanız, İnönü çevresindekiler dışındaki Kartal Yuvası gelirlerini incelerseniz; BJK dergisinin satış rakamlarına ve detaylarına bakarsanız göreceğiniz tek bir şey var. Beşiktaş'ı İstanbul'dan ve semtten uzaklaştırırsanız, kriptonit görmüş Superman'e çevirirsiniz... Bunun sebepleri var...
Anadolu'da yaşadığınızı varsayalım... Hatta İstanbul olsa ne fark eder, o da olsun... Futbola ilgi duyan bir çocuk oldunuz muhtemelen. Burada şunu belirtmek lazım, futbol takımına doğrudan bağlanacak, şehrine geldiğinde koşa koşa gidecek, ürünlerini alacak, parası yoksa idmana gidip, demirlerin arkasından hayran olduğu takımda oynayan futbolcuları izlemekten zevk alacak insandan bahsediyorum... Nitekim yukarıda dediğim şeyin temelinde olan profil budur... Kulüplerin yaşaması için maçına gitmeyen, maçını izlemeyen, ilgi uyandırmayan, para kazandırmayan taraftara ihtiyacı yoktur... Hepimiz evimizde oturup "Ah ne seviyorum Beşiktaş'ı" dersek, Digiturk almazsak, formaya para vermezsek, tribünde "0" taraftar olursa; kulüp bir sene içerisinde kongre üyelerinden toplayacağı yaklaşık 600,000 TL tutarındaki aidata mahkum olacaktır... Böyle bir futbol kulübü de elbette ki aynı hayatı yaşayamaz...
Yukarıdaki varsayımlarla yola çıkarsak, futbol takımı seçerken temelde üç tane kriteriniz var o zaman... Seçerken diyorum... Nitekim, kimse inanmasa da çocuklar futbol takımını seçerler. Baban istediği kadar seni Beşiktaşlı yapmaya uğraşsın, eğer aşağıdaki kriterlerden birini bile tutturamazsan Beşiktaşlı olmazsın... Net...
Birincisi rekabet güdüsü... Sonuçta futbol bu dünyada rekabeti en güzel yansıtan sporlardan biri. İspanya'da 500 Milyon Euro'ya kurduğunuz takım 1 Milyon Euro'luk kasaba takımına yenilebilirken, daha güzel bir spor olabilir mi? Kazanmak ve başarmak sözcükleri sizinle özdeşleşmemişse, sürekli kazanan bir takımın taraftarı olmaktan daha kolay ne var bu güce muktedir olmak için? Pazartesi günü üç kuruş maaşla çalıştığın işyerinde "nasıl da kazandığını" anlatmaktan daha güzel ne olabilir... Baban, abin, amcan rakip takımı tutarken, onlara gidip, "nasıl kazandığını" tartışmak keyifli olmaz mı? O yüzden konu rekabet güdüsü ise beş yüz kilometre mesafede yaşayan bir insan için stadyumun, taraftar profilinin, tezahüratların hepsinin öncesinde sportif başarı gelir... Buraya kendi şehrini, semtini tutan taraftarları da koymamız gerekiyor, nitekim rekabet güdüsü "hep kazanmak istemek"le açıklanamaz... Kazanmanın tadını sonuna kadar çıkarabilecek adam Aydın'da yaşayan ve Fenerbahçe'yi 6-1 yendiklerinde kendinden geçme hakkını elde eden Aydınspor taraftarıdır... Bugün Aydınspor derseniz, size "küme düşme hikayesini" değil, Feneri nasıl 5'lik 6'lık yaptıklarını anlatacaktır...
İkinci kriter hayranlık duyulan bir unsur... Örneğin, Nouma'ya hayran olduğu için takımlarını bırakıp Beşiktaş maçlarını izlemeye gelen, Nouma formaları alan kızlar tanıdım ben... Keza İlhan Mansız için de... Babasına hayran olup, onun tuttuğu takımı tutan insanlar; Çarşı'ya bayılıp, Beşiktaşlı olanlar, Süleyman Seba karakterini Beşiktaş'la özdeşleştirip Beşiktaş'ı sevenler; Hagi'nin ayaklarına hakimiyetini görüp, UEFA Kupası evvelinde de Galatasaraylı olanlar uzağımızda olan örnekler mi? O zaman futbol takımını tutmak zaten irrasyonel ve duygusal bir durumsa, hayranlık da en az rekabet kadar yadsınamaz bir yerde durmakta bizler için...
Üçüncü kriter ise karakter ve/veya mizac... Benim gözümde bu en az etkili olan kriter de olabilir, en etkili olan da... O yüzden biraz karmaşık... Nitekim, Türkiye'de takım tutan taraftarların genelde yukarıdaki iki unsurdan dolayı ayrıldığına dair bir anlayış vardır... Oysa, futbol muhabbeti başladığında bana direkt olarak "Beşiktaşlı mısın" diyen o kadar çok insan tanıdım ki... "Sende Fenerbahçeli tipi var" dediğiniz insanları da düşünün... O yüzdendir ki on dakikalık muhebbetle karşımdakinin hangi takımı tuttuğunu sık sık bulabileceğimi düşünürüm. Özellikle de Beşiktaşlıysa... Nedeni de şu, benim gözlemlediğim kadarıyla; "Beşiktaşlıyım çünkü karakterime uygun olan bu" diyecek insan sayısı parmakla sayılacak kadar az... Nitekim, çocuklukta kendi karakterinize hakim olmanız olanaksız ve dediğim gibi, takımınızı çok büyük istisnalar dışında çocukken seçersiniz... Öte yandan, tuttuğunuz futbol takımının mizacınıza etkisi hayatınızda futbolun tuttuğu yerle eşdeğer... Her gün futbol konuşan bir Fenerbahçelinin bugün medyada lanse edilen Fenerbahçe karakterinden bir şeyler almaması olanaksız benim gözümde. Kısaca özetlemek gerekirse, tavuk yumurta ilişkisine dönüyor bu hikaye... Benim fikrime göre, tuttuğunuz takım sizin karakterinizi etkiliyor; karakterinizin takım seçiminizi etkilemesi ise takım tutma yaşınızla doğru orantılı olarak büyüyen bir ihtimal gibi... O yüzden benim en gurur duyduğum cümlelerden biri de şudur: "Fenerbahçeliyim ama bazen niye Beşiktaşlı olmadım diye düşünüyorum, sanki bana daha çok uyuyor gibi..." İşte bu sözü söyleten takımınızın yaydığı havadır, karakterdir...
Gelelim Beşiktaş için zurnanın zırt dediği yere... Ben aileme hayranlığım nedeniyle Beşiktaşlı başladım bu hayata... Ardından ablalarımın elleriyle diktiği şampiyonluk bayrağını küçümseyen Fenerbahçeli kuzenim yüzünden rekabet güdüm tetiklendi ve biraz daha bağlandım siyah beyaza... Arkasından Ali Tanrıyar çıkıp "Galatasaray'ı sevmeyen ölsün" dediğinde; çocuk aklımla ailemi kaybedebileceğimi düşünüp, gözlerim dolu dolu "niye ölsün ki, niye" deyip, bu beddua eden adama kızıp, daha da bağlandım Beşiktaş'a... Sonra gelen şampiyonluk serisi işi kolaylaştırdı... Arkasından tribünlerden eve dönmez oldum... Semt, dolu dolu heyecanlar, o tribünleri farklı kılan etten-kemikten direkler... Hayranlıklarla dolu yıllar... Artık Beşiktaş bende, ben de Beşiktaş'tayım, bu kolay değişecek bir şey değil... Değişmesin de zaten. Memleketten binlerce kilometre uzakta, şirketimin tepesindeki adam gelip, "Sen Beşiktaş taraftarıydın değil mi" dediğine göre, peşimi de bırakacak değil... O yüzden ben de onu bırakamayacağım... Burası kesin. Ancak, yarın çocuğumu Beşiktaşlı yapabilmek için seçtiğim ve ona sunacağım sebepler birer birer azalmaya, cazibesini yitirmeye başlarken buna sessiz kalmak, buna karşın aksiyon alamamak çok acı... Kongre üyesi olsan ne yazar ki? Memleketi kurtarmak için de oy vermiyor muyuz zaten?
Futbol büyük paralarla tanıştıktan sonra artık eski Çarşı yok, bunu anlamak güç değil. Kafanı çevirip baktığında görüyorsun zaten... Çarşı yoksa, o olağanüstü atmosfer de yok... Seba zaten uzun zamandır yok, akil adamlar kenardan izliyorlar... Takımda dört dörtlük adam zaten olamaz ama, sevilesi çok adam var neyse ki... Holosko, Toraman, Ernst, Fink, Sivok, Ekrem, Nihat gibi... Yine de eksikleri çok hepsinin... Maalesef herhangi bir Galatasaraylı'nın Arda'ya duyabileceği karşılıksız sevgiyi yaşayacağımız topçumuz yok şu anda... Nihat da ıslıklandığına göre, maalesef yok... Stadımız güzel ama hem TV'de hem stadda maç izleyen için konforsuz... Beşiktaş'ı tutmak için birinci sebep olmaktan uzak fakat Beşiktaşlı için aşkın ta kendisi çoğu zaman... Seba dedim ama, bugünkü başkandan ve yönetimden bahsetmeyeyim... Seba'nın otoriter dede imajıyla yanında tuttuğu yöneticiler bu defa bugünün başkanının yanında... O günlerde radyoaktif madde misali bir ayda yarılanan yönetim kadrosunun benzeri bugün kulübün başında... Medyaya baksam popüler değil, aksine daha dün şampiyon olmuş camia adeta sürünmekte... Rekabet desen, yıllardır derbilerde problemin büyük, Avrupa'da başarı yok... Şampiyonluk on yılda zorla 2 kere... Ben Anadolu'da yaşasam niye Beşiktaş'ı tutayım ki? Beşiktaş'ın temsil ettiği değerleri iyi kötü temsil eden şehrimin takımını tutarım daha iyi... Üstelik risk büyüdüğünden, kazandığımda alacağım getiri de daha fazla... Ben bugün çocuk olsam, neden Beşiktaş'ı tutayım peki? Bana bugünden sebepler sıralayabilir misiniz? Ben yapamam, yapamıyorum.. Bulamıyorum... İlkesizce yönetilen bu kulüpte işlerin böyle yürümesi durumunda yarını düşünmek beni çileden çıkarıyor...
Gidenlerden diye başlık attık... Sebebini sonda söyleyelim... Ben Beşiktaş vedası yapmıyorum... Sadece uzaklaşıyorum Beşiktaş'tan... Kilometre olarak... Sevdiğimden, ailemden uzaklara gittiğim gibi, onlardan uzakta kalmakta zorlandığım gibi, Beşiktaş'tan uzaklaşmakta da zorlanıyorum...
İş hayatı yolunda gittiğinden, İtalya'daki merkezimize transfer oldum... Bir kaç yıl burada yaşayacağım... Dolayısıyla beni artık daha ziyade Avrupa deplasmanlarından yazarken göreceksiniz muhtemelen... İçerideki maçlar için ise, TV başındaki taraftarlardan biriyim artık... Elbette elimden gelen maçları yakalamaya çalışacağım, hala kombinem varken o başka bir şey... Ancak, hayatımda Beşiktaş'ın ağırlığı, öncesinde her gün içinde olduğum güzel semte olan uzaklığım doğrultusunda azalacak...
Ekşi Beşiktaş'ı kuran, büyüten, tutturan adam Jessie'ydi... Bu işin lokomotifi oldu... Bundan sonrasında muhtemelen bir kaç kişi kalacağız burada bir şeyler karalayan; bilemiyorum... Dolayısıyla yavaşlayacağız...
Ben ne yazarım bilmiyorum ama içimden Beşiktaş yazmak gelmiyor bir süre... Beşiktaş yazmak istemediğim bugünde bile on sayfa Beşiktaş yazdım, o da ayrı konu tabii... Bugün canlı izleyeceğim Paris Saint Germain - Lorient maçını yazarım belki... Sonrasında uzun süreli misafirliğim süresince ikisine de kombine almayı planladığım Milan'ın ve Inter'in maçlarını yazarım elbette... Keyfimiz yerine gelince, başlarız Beşiktaş yazmaya yeniden... Umarım keyfimiz de yerine gelir...
Etiketler:Yuki The Zorba | 14
Yorum
5 Şubat 2010 Cuma
Temiz Tribün
Tribün gün itibariyle temizlenmiştir. Artık Demirören'e küfür edilmemekte, normal olan gibi "Ananın ..ı Galatasaray" sesleri yükselmektedir tribünden. Daha 1 ay önce birbirini döven adamlar "İyi günde kötü günde hep omuz omuzayız" diye şarkı söylemektedir. Burada "Protesto, kesin" diyen adamlar -ki sayıları kağıt üzerinde 100'leri bulmakta idi- muhtemelen 15. dakikada etrafına bakıp "Abi kimse çıkmıyor yahu boşver" demişlerdir, sonra da gelen gollerle çılgınlar gibi bağırmışlardır. "Takım desteklenir, gerçek Beşiktaşlıyız" diye bağrınan elemanlar Tello'yu ıslıklamışlardır. Bu insanlar gene galibiyette en büyük payı kendilerine çıkaracaklardır, çünkü basın "Beşiktaş taraftarı maşallah hiç susmadı tü tü tü" diye gazlayacaklardır onları.
Benim gibi Beşiktaş'a belirli sebeplerden bağlanan adamlar, normal bir futbol izleyicisi kıvamına dönmüştür. Artık gol olduğunda bağırıp etrafımdakileri korkutmuyorum, iki lafımdan biri Beşiktaş değil. Kim oynamış kim oynamamış umurumda da değil açıkçası. Madem öyle, işte böyle.
Zaten işin daha çok hicivindeydim, tarihindeydim ben; öyle arada devam ederiz yazmaya çizmeye. Ama taraftar ve tribün hakkında bir kelam daha edersem iki olsun. Cacık olmazmış.
Buradan sözünde durup stadı terk eden molozstash'a -ve çıktığını bilmeyip de sonradan öğrendiğim insanlara- teşekkür eder, geri kalan bir haftası bir haftası tutmayanlara da figüranlık hayatlarında başarılar dilerim.
Ekleme (yorum olarak da yazdım da, yanlış anlamanın önüne geçmek lazım):
Her şeyden önce şu yazıyı okumayıp sadece bunu okuyan insan burada anlatılanı tam anlayamaz. İki aşağıda bu yazının öncesi var:
http://eksibesiktas.blogspot.com/2010/02/gercek.html
Sonralıkla, bu yazinin hedef kitlesi bellidir:
1. "Takimi destekleyin, destek kesilmez" deyip oyuncu isliklayanlar.
2. "Kesin cikariz, cikmaz miyiz abi?" deyip de cikmayanlar.
Geri kalanlardan kim alindiysa bos yere alinmis. Onlara laf yok cunku burada. Ya da ben derdimi anlatamiyorum arada oldugu gibi.
Kimi kirdiysam ozur dilerim. Burada maksat protesto yapmayani dislamak degil. Yaparsin yapmazsin, Demiroren'i desteklersin desteklemezsin, takima donersin donmezsin, bana ne?
Benim kirginligimin kime oldugu bariz diye dusundum, degilmis. En bastan beri protestoya katilmayacak adami, ya da laf atip Tello'yu da isliklamayan adami hicbir seyle itham etmiyorum ben. Ne katilmayani Besiktasli olmamakla itham ediyorum, ne de bir tanim yapiyorum. Siz benim yazdiklarima kafanizda benim dusunuyor oldugumu var saydiginiz seyleri ekleyip yorum yaparsaniz yanlis yapmis olursunuz.
Bir de, bu yazida hakaret yoktur. Figuran lafi hakaret degildir. "Cacik olmazmis" ise bence en naif laf sokmalardan birisidir, eger hakaret olarak algilamis olan varsa ondan da ozur diler, lafimi geri alirim. Burada yazilarimi okuyanlar zaten dilimi, uslubumu bilirler. Kendimi surada da anlatmistim zaten, isteyen okur:
http://eksibesiktas.blogspot.com/2010/02/bu-bir-veda-yazs-degildir.html
Saygilarimla.
Etiketler:Beşiktaş Taraftarı,semioticus,Shelbyl | 88
Yorum
Beşiktaş Taraftarına Çağrı
BU ORGANİZASYON, BİR GRUBUN, BİR SİTENİN ORGANİZASYONU DEĞİLDİR!
BİREYSEL BEŞİKTAŞ TARAFTARININ ORGANİZASYONUDUR.
BU ORGANİZASYONDA KÜFÜR, ŞİDDET, HİDDET, YIKICI BİR TAVIR BULUNMAMAKTADIR.
BU ORGANİZASYON, SADECE VE SADECE MEVCUT KULÜP YAPISI İÇERİSİNDE ANA ÖGE OLMASI GEREKEN "TARAFTARLIK" KAVRAMININ
MUKTEDİRLER TARAFINDAN HİÇE SAYILMASI NEDENİYLE ÖNERİLMİŞTİR.
Biz Beşiktaşlıyız
Sizin Olsun Oyunuz
Cuma 20:15'te
Kutlayın Artık Biz Yokuz
Var Mısınız
Yokluğunuzu Hissettirmeye..?
Bir Beşiktaş taraftarı tarafından samimiyetini, aşkını ortaya koyan tüm Beşiktaş taraftarına çağrıdır; bulunduğumuz tribünleri 15. dakika itibariyle terk ediyoruz.
Kapalı Tribün: Eski Açık Tarafında
Eski Açık 1: Kapalı Tribün Tarafında
Eski Açık 2: Numaralı Tribün Tarafında
Numaralı: Bireysel
Yeni Açık: Kapalı Tribün Tarafında yer alıp çıkışa yönelebilirler.
Facebook
Radikal
MedyaBjk
Milliyet
En Son Haber
Biz Böyle Bir Futbol Düzeni İs-Te-Mi-Yo-Ruz!
Bu varsa, biz yokuz.
Biz "Galatasaray'ın kalitesi vardır, bu arkadaşlar Galatasaray'ın geleceğinde söz sahibi olamazlar" diyen zihniyetle de mücadele ediyoruz, Aziz Yıldırım'ın imparatorluğuyla da.
Zira yok bunların birbirinden farkı.
Taraftar Yoksa Futbol Da Yoktur.
Bilmiyorlar, anlamıyorlar.
Nasıl anlatacaksın? Tezahüratla anlatamadın. Konuşarak anlatamadın.
Giderek anlatacaksın.
En ufak bir şiddet göstermeden...
Sessiz, sakin, kendinden emin...
Etiketler:Beşiktaş Taraftarı | 357
Yorum
Elveda Beşiktaş
Başkanlık makamı ve yönetim kurulu bitmiş...
Kongresi bitmiş...
Sportif olarak bitmiş...
Temsil ettiği değerler olarak bitmiş...
ve...
Tribün olarak bitmiş bir Beşiktaş...
Bunlardan tek bir tanesi olsa geriye mücadele edecek bir şey kalmış demekti.
Yıllarca kongre umuduyla yaşadık. Meğer ortada kongre yokmuş
Kongreden sonra "taraftar" umuduyla yaşadık. Meğer taraftar da yokmuş.
Bugün hala "takıma dönelim", "stadı terketmek olmaz", "siz kimsiniz ki?", "reklam kokan hareketler bunlar" diyenler var...
Aferin!
Soruyorum siz hala Beşiktaş'ın attığı gole sevinebilecek mideye sahip misiniz?
Buyrun sevinin o zaman!
Aman protesto etmeyin sezon sonu UEFA'ya gidersiniz. Kharkiv deplasmanı sizi bekler... Belki büyük başkanınız götürür getirir sizi. Ufak hesapların insanları...
Ben bu çarkın içinde yer almaktan utanç duyuyorum artık.
Tepki için değil, sonunda güzel şeyler olacak diye değil.
Kendimi bu zehirden kurtarmak için...
BUNU ANLAYIN ARTIK!
BEŞİKTAŞ
EL DEĞİŞTİRDİ!
Bitti!
Her şey bitti!
Olay bir seçim kazanmaktan ibaret değildi.
2023 yılında saçlarımız beyazladığında sizler bana yaşadıklarınızı anlatırsınız, ben de size.
Hayatımın belki de en güzel sohbetlerini buradaki güzel insanlarla gerçekleştirdim. Ruff'ından, Gökhan'ına, nickini sevmesem de Rogerio Da Silva Bobo'sundan, her gün saat 13:00 civarında gelip bloga neşe katan Pamukk'una, Amerika'dan bizi takip edenlere, bilet kazanıp bir sonraki arkadaşına devredenlere... Webkartalları'ndan "çiçek gibi blogtu, şimdi simsiyah oldu" diyenlere... Ekşi Sözlük'te bizi ve beni takip edenlere, destek verenlere...
Theotheo biraz haklı aslında. Biz burada kendi Beşiktaş'ımızı yaratmıştık. Tüm bu hayal kırıklığı, hayallerdeki "Beşiktaş" ile gerçek "beşiktaş" arasındaki farktan kaynaklanmıyor muydu zaten?
Ntvspor'daki o güzelim programdaki herkese de teşekkür ediyorum. Banu Yelkovan, Bağış Erten ve diğerleri... Sizleri tanımak gerçekten inanılmazdı. Ne diyeceğiz ki artık oraya çıkıp? Mustafa Denizli'nin 26. haftasını mı konuşacağız yüzsüz yüzsüz? Galatasaray'ın yeni transferlerini, 4-3-3'ünü mü konuşacağız? Bir transfer yapmayı beceremeyen yöneticilerin Mehmet Topuz'unu mu konuşacağız, Del Bosque'sini mi... Basının son yıllarda pompaladığı büyük Beşiktaş taraftarını mı konuşacağız. Ne konuşacağız bundan sonra, siz ne konuşacaksınız?
Siz maça gidin, forma alın, stadyuma gelip takıma destek verin. Sizin işiniz bu, misyonunuz bu. Sizler üzeriden milyon dolarlar dönsün, köşe başlarında sakallı ceketli adamlar ceplerini doldursunlar. Siz de hala Beşiktaş'ı destekleyin.
Bu dünyanın her yerinde bu böyledir. Ama söz hakkınız olmasın, olsa da kimse tarafından dinlenmeyin, ağzınızı açtığınızda adamların adamlarının adamları sizi gelip bir güzel dövsünler... İşte bu dünyanın her yerinde böyle değil!
Sözün özü;
Bugün itibariyle sizlere veda ediyorum. Takım galip gelince protesto tezahüratlarını unutanlar, bizlere "siz kimsiniz ki" diyenler, tribünde adam dövülmüş günde Gündoğdu marşını söyleyenler, sitelerinin girişine Uğur Mumcu'nun fotoğrafını koyup forumlarında diktatörlük sistemiyle taraftarlara liderlik edenler...
Siz de bu işin içindesiniz!
Bugün benim gidişimi "siktir git, sen kimsin ki ulan!" diyenler, 5 sene sonra Beşiktaş tribünlerinin haline bakıp beni hatırlasınlar...
20:15 protestosunda da olmayacağım.
Dostlarım "aman dikkat et", "aman ismin yayınlanmasın", "kesin şu an üzerine çullanacak kitle hazır kıta bekliyordur" diyorlar...
Bir başka tribünden arkadaşım, "Bir keresinde bütün tribün benim üzerime yürümüştü, sana bir şey olursa yazık olur" diyor ve ekliyor
"Beşiktaş senden önemli değil abi..."
Bu şartlarda hangi kirli adamla Beşiktaş'ın mücadelesini vereceksin ki? Silah mı çekeceksin, bıçak mı taşıyacaksın yanında? Ne şiddetle, ne hiddetle, ne küfürle işim olmaz.
Beşiktaş aşkıyla yanan sıradan bir taraftarım en nihayetinde. 20:15'te çıkmak için hayatımı mı tehlikeye atacağım? O tribüne gitmeye, Beşiktaş'a aşkla bağlı olmaya devam edecekseniz siz verin mücadeleyi.
Bu beşiktaş için üzülmeye bile değmez.
Ne halin varsa gör beşiktaş ...
Elveda "Beşiktaş"...
Jessie
Gerçek
Bizim memleketin sayısız hastalığından birisi de bu etiketleme/sahiplenme çabasıdır. "Sadece benim dediğim, düşündüğüm doğru; alternatif olamaz." Bu düşünce yapısının dışavurumu ise gerçek kelimesi ile teşkil olur.
Gerçek vatansever, gerçek Uğur Mumcu, gerçek müslüman, gerçek Atatürkçü, gerçek solcu... Vatan sadece "bayrak, din, Sakarya, bıyık" ekseninde sevilir, oğlu bile Uğur Mumcu'yu anlamamıştır, "biz de müslümanız ama biz böyle yapmıyoruz"dur, Atatürkçü olmak için statükocu olmak şarttır, 1990 sonrası dinamiklerine adapte olmuş solcular asla solcu olamazlar... Bunlar ilk aklıma gelenler.
Sadece siyasette de geçerli değil bu fenomen, günlük hayatta da var. Otobüs firmalarını hatırlarsınız: Koç, Hakiki Koç, Öz Hakiki Koç. Hayır, Koç'un amiyane açılımını bilmesek koç olmak iyi bir şey sanacağız. (yazar burada iğrenç ilkokul esprilerine selam veriyor)
Herhalde anlattım meramımı, fazla uzatmadan konuya girmek istiyorum çünkü. Bu "Dünya iki boyutludur" temalı, engizisyon mahkemelerini kıskandıracak düzeyde saçma düşünce tarzının bir başka tezahürünü izledik hafta boyunca. Piyesimizin adı: "Gerçek Beşiktaşlı."
Neymiş efendim: Gerçek Beşiktaşlı böyle protesto yapmazmış, gerçek Beşiktaşlı takımı bırakmazmış, gerçek Beşiktaşlı kongre üyesiymiş, gerçek Beşiktaşlı ekmeği üç defa başının üstünde çevirirmiş vs.
Nedir birader bu gerçek lafı ile empoze etmek istediğiniz? Herkes sizin gibi Beşiktaşlı mı olsun istiyorsunuz? Düşünmesin, maça gitsin gelsin, lisanslı ürün alsın, her koşulda "Abilerimiz, büyüklerimiz biliyordur" desin... O da yetmezse, gerçek bir Beşiktaşlı gibi çıkıp adam dövsün, tükürdüğünü yalasın, iki hafta önce salladığı başkan ile kolkola resimler çektirsin, bir televizyon kanalına tav olsun.
Birader, biz bireyiz. Güdülmeden, talimat almadan, biat etmeden hareket edebilme yetisine sahibiz. Herkesin kafası da, kendi muhakemesini yapacak kadar çalışıyor. Bir kereliğine bırakın size buyurulanları, birey olduğunuzu hissedin. "Gerçek değilsin" diyenlere "Plato'nun idealar dünyasındaki gölgesin sen" deyin, bırakın kafası karışsın puştun. Aşkı, sevgiyi, bağlılığı, tarafarlığı size söylendiği gibi değil, sizin istediğiniz gibi yaşayın.
Size neyin gerçek olup neyin gerçek olmadığını söyleyenler gerçek Beşiktaşlı değil, ancak ve ancak gerzek Beşiktaşlıdırlar. Gerçek Beşiktaşlılık yoktur, hissedilen Beşiktaşlılık vardır ve herkes aynı hissiyata sahip olmak zorunda değildir.
üç buçuk saat sonra, aradaki binlerce kilometreye karşın manen aranızda olacak olan dostunuz burak tekin, aka shelbyl.
Etiketler:Beşiktaş Taraftarı,Hiciv,semioticus,Shelbyl | 3
Yorum
4 Şubat 2010 Perşembe
Onlar yokken sen vardın
Beşiktaş yenildi mi gazete dergi okumayan, TV'deki maç yorumlarından kaçan, futboldan tamamen kopan biri olarak yazıyorum bu satırları... ben bunları yapıyorken bu takım için koşulsuz kafa patlatan, gecesini gündüzüne katıp tuttuğu takımın taraftarına bir şeyler sunmak adına blog yürütmeye çalışan adam mı bırakacakmış Beşiktaş'ı, onun blogunu?
Kimi kime bırakıyosun? Bugün var olup yarın illaki gidecek onlar değil mi? Takım mı değiştireceksin, voleybol mu izleyeceksin, Barcelona forması mı giyeceksin? Messi'den Ronaldo'dan mı ibaret olacak futbol geyiklerin?
Sen taraftarsın, elini şahsi menfaatleri uğruna kaldırıp indirenlerden farklısın. Paranla buraya gelmedin, başkasının parasıyla da gidecek değilsin. Sevmeye dün başlamadın, bugün nefret edecek değilsin. Geleceğiyle oynansa da, Ali Baba'nın Çiftliği gibi yönetilse de, takımının mutlu gününde coşacak, kötü gününde burulacaksın. O bir parçan olmaya devam edecek, bırakmayacaksın. Bırakamayacaksın.
| 2
Yorum
Kırmızı ...
Ayrılık
Şu an kulaklıkta kulağıma Cahit Berkay'ın bağlamasından Hülya(Ayrılık) geliyor. Bilmiyorum başınıza geldi mi? Çok sevdiğiniz halde ayrılmak en doğrusu, ayrılmazsak biribirimize zarar veririz diye düşündünüz mü?
Son bir haftadır çok karmaşık duygular içerisindeyim. Karmaşık duyguların net başladığı gün Kasımpaşa'ya yenildiğimiz gündü.
Akşamı iple çekiyordum, hanıma da bira alıyorum gelirken çerez falan da alacam maçı izlerken içeriz dedim. Ben maç hazırlığı yaparken eşim elinde plastik bir nesneyle gelip "Sanırım ben bundan sonra içmesem iyi olacak" dedi. Sanırım o sevinci anlatmaya tarif yetmez. Yani ancak yaşadığım benzerlerinden örnek veririm. "Sergen attı şampiyonluk geldi" gibi (ki o sözü çoook sonra duydum tv'de), Beşiktaş Barçaladı'daki gibi, "kalplerimizin atışlarını karakartalımızın kanatlarına enerji olarak gönderdiğimiz" Chelsea maçı gibi. Hayatında üzüntüsünün sevincinin tarifini Beşiktaş'la yapan bir adam nasıl hissederse, baba olacak olma sevincimi de Beşiktaş'la karşılıyordum yani.
Düşünün Kasımpaşa maçı bu atmosferle başladı. Beşiktaş'lı birinin eşi/sevgilisi olmak nasıl bir histir sorusunu eşlerimizin/sevgililerimizin cevaplayacağı bir postumuz vardı. 14 şubatta yayımlanacaktı. Sanırım o postu yayımlayamayacağımız için eşimin benim hakkımda yazdıklarını buraya yapıştracağım. Nasıl olsa şu anda bu post tamamen benim.
"8 yıl, bir Beşiktaşlı ile yaşamak... Hmm.. sevgili /eş...
Evlilikte ne değişti meraklısı arkadaş sorusu: Bir fark var mı, değişti mi ?
Cevap: Yoooo o hep aynı! BeşiktaşlıJ
Beşiktaşlı Sevgili: ( Birlikte 2. doğum günüm) Önce Beşiktaş maçını izlesek?
.............(sesizlik) maç izlemek için yer bul, o maçı izlerken, ona kızamaycağın kadar kendinden geçmiş olduğunu fark et(ben kabul etmem demeee!!! seviyoruz yapacak bişi yok). Sonrasında(allahtan kazandılar) doğum günümü kutlayabiliriz...
Beşiktaşlı’nın Eşi: Yaa aslında, ben de seviyorum galiba Kumamı!!! Nasıl sevmem 8 yıl bilfiil beraber... Haydi bol şans, inşallah yenersiniz Galatasaray’ı (ne diyorum ben yaa, Galatasaraylıyım ben)
Beşiktaşlı Eş: Evden yükselen sesler; ” bacağın kırılsın nobre, allah senin belanı versin Bobo, dağlara taşlara... Maç sonucu galibiyet ise beraber sevinmece, mağlubiyet ise fırtına öncesi sessizlik... hımm bide sabaha karşı uyurken yediğim bir yumruk var ama onu anlatmayacam. Tribal anlatır artık size: ))"
Neyse, 32 yaşımdayım. Kısmet olursa dünyanın en küçük Beşiktalısı (şu an için öyle, 2,6 milimetre) Eylül sonunda dünyaya gelecek. Ve hayatındaki her şeyini Beşiktaş'ı en üste yazıp gerisini altına yazan ben KIZGINIM, ÜZGÜNÜM, SİNİRLİYİM ve en kötüsü ÜMİTSİZİM. Çocuğuma aşık olunacak bir Beşiktaş bulamayacağımdan dolayı ENDİŞELİYİM.
Kasımpaşa maçından beri içimde gittikçe büyüyen bu korku, 1 Şubatta karabasan gibi sardı benliğimi. Ya çocuğuma bırakacak bir BEŞİKTAŞK olmazsa.
Neyse bu bir ayrılık yazısı. Ayrılık belki alın yazısı. Bazılarının lanse ettiğinin aksine Beşiktaş'a küsmüyorum. "Beşiktaş! Ben ayrılmak istiyorum.! " Biraz ayrılık hepimiz için en iyisi olacak sanırım. Ben "Dünyanın en küçük Beşiktaşlısı" ile yine sana gelirim, umarım sen de orada olursun.
Bu bir ayrılık yazısı. Ayrılık belki alın yazısı. Sonsuza kadar sürmeyecek ayrılık. Görüşmek üzere amına koyim.
Etiketler:amına koyayım,Tribal Enfexion | 6
Yorum
Bu Bir Veda Yazısı Değildir
Peki ya nedir?
Bu bir izana davet yazısıdır. Bu bir dürüstlüğe davet yazısıdır. Bu bir fair-play yazısıdır. (Bu yüzden biraz da dağınık olacaktır, kusura bakmayınız.)
Türkiye milletine duygusal iki kelam ettiğinde gözler yaşarır, birden tanımadığı etmediği insan için yas tutmaya başlar, o yüzdendir ki TV'de hala daha 70'lerin Yeşilçam'ı çakması diziler dönmektedir, haber bültenlerinde Requiem For A Dream'in fon müziği kullanılmaktadır falan filan. İçimden tüm bu durumu sömürüp duygusal bir şeyler yazmak geldi, ama zaman onun zamanı değil.
Ben Beşiktaşlıyım. 5 yaşından beri Beşiktaşlıyım, hikayemi de daha önce anlattım. Türkiye'de ilkamet ederken, kiminin tabiriyle, kolpa Beşiktaşlıydım. Hiç maça gitmeyen, lig maçlarından sadece derbileri ve Avrupa mücadelelerini canlı izleyen, Beşiktaş hakkında çıkan haberleri okuyan, üzerine çok da kafa yormayan, galibiyete sevinen mağlubiyete üzülen cinsten bir Beşiktaşlı.
Sonra üniversite eğitimi için yurtdışına çıktım. Millet genelde din ya da milliyete sarılır bu hallerde, ben daha algısı açık bir adam olduğumdan -hadi hatır kalmasın, liboş diyelim- bu değerler bana çok uzakta idi. Fakat kimliğimi tanımlamama yardımcı olan şey Beşiktaş oldu. Haftasonları sabahın köründe maç kovalar, oda arkadaşlarımı çığlıklarımla korkutur, Beşiktaş üzerine gittikçe daha da fazla kafa yorar hale geldim. Şimdi burada olmamın sebebi de bu.
Altını çizmek istediğim nokta şu: Demirören'in başkanlığı ile benim Beşiktaşk'ımın başlaması aynı döneme denk gelir. O yüzden hiçbir zaman kendimi nostaljik hissetmedim, "ah Seba, sen olsaydın şimdi", "ah nerede o eski günler, böyle miydi be!" falan demedim. Ama bu halimle, 6 sene önceki Beşiktaş ile şu anki Beşiktaş'ın farkını görebiliyor, nereden nereye gelindiğini tam anlamıyla, hiç araya geçmişi ve hayalciliği sokmadan idrak edebiliyorum. Kararımı etkileyen sadece "veriler" var, sağdan soldan duyduklarım değil. Uzak olduğum kadar, uzak olduğum için yakınım.
Şimdi, içinde bulunduğumuz halden memnun değilim. Benimle beraber birçok insan daha memnun değil. Bu insanların, gerek yaşları, gerek maddi durumları, gerek ikametleri, gerek çevresizlikleri sebebiyle kongrede söz hakları yok. Bu insanlar, Demirören'in tabiriyle "Beşiktaş'ın sahibi" değiller. Ve bu insanlar bir şekilde tepki göstermek istiyor. Bu tepki medyada, sebebiyle beraber, yer aldı. Her şey açık, hiçbir şok faktörü yok.
İşte tam da bu noktada "Beyler ihanet etmeyin, takım bozulur, bebe işi, dayak yersiniz" falan türü söylemleri Beşiktaş'a ihanet olarak görüyorum ben. Bir insanın, bu "masum" protestoyu durdurmak için çaba göstermesi benim garibime gidiyor. Anlamıyorum, staddan 1000 kişi çıksa ne olur? Bu birilerini niye rahatsız eder? Oradan bir kaç kişi çıkınca, zaten iyi oynamayan Beşiktaş'ın mağlubiyetinin tek sebebi bu mu olacaktır? Bu protestonun getirebileceği hiçbir olumluluk yok mudur?
Benim için Beşiktaş'ın şampiyonluk potasından önce Beşiktaş'ın statüsü, Beşiktaş'ın imajı var. Belki 3 sene sonra yeni yönetim bu görüşlerimi değiştirecektir, belki de Demirören hatalarından ders alacaktır, bilemem. Ama 6 yıldır "hadi bu sefer" deniyor, 6 yıldır hatalardan ders çıkarılıyor, 6 yıldır sürekli kötüye gidiş var. Benim 3 yıl daha gösterecek "boş beleş" sabrım yok, ha, bir kaç ay sonra olumlu sinyaller olur, o zaman değişirim, gayet algım açıktır. Ama şu an benim hiç inancım yok. İnançsızlığım sebebiyle de suçlanamam. Alen Markaryan demiş ya yazısında "Önce bir inanın" diye, işte o noktada ben "Neye inanayım?" diyorum. "İnanmam için hangi sebep var?" Benim AB reformlarının bir gün yapılacağına inancım Demirören'e inancımdan fazla artık.
Üniversitede alanım haricinde bir kaç şey daha öğrendim, onlar da doğru bilgi ile hareket etmek, duygu ile karar vermemek, bir durumu her mümkün açıdan analiz etmek idi. (Eh, en ufak bir fikir hırsızlığında (plagiarism) okuldan atılma riskiniz varsa, her bilginin kaynağını yazmak zorundaysanız böyle oluyorsunuz.) Bu yüzden de hicivbaz olup çıktım; zira bakıyorum her yerde yalan dolan var, eh, herkesi ciddiye alıp laf anlatmaya çalıştığında genelde hayal kırıklığı oluyor, ben de artık dalgamı geçiyorum -bence- hak edenle. Ama bu sefer bu yazıyı tüm ciddiyetimle, ve de tüm iyi niyetimle yazıyorum. Nerede durduğumu, neden orada olduğumu açıklamaya çalışıyor, beni ya da temsil ettiğim düşünceyi insanların gözlüklerini çıkarıp idrak etmesini temenni ediyorum.
Benim için Beşiktaş önemli. Ama insanlar nasıl şimdi takıma dönüyorsa, benim de 6 yıl önceki halime dönmem kolay olacaktır. Bırakamam sandığım bağımlılıklarımdan kurtuldum son bir yıldır, bunu da yaparız, zor olmaz.
Burada boş boş "hepimiz kardeşiz" türküleri çığıracak halim yok, çünkü yok öyle bir şey. Ama lütfen, şu hassas zamanlarda, biraz daha izan, biraz daha dürüstlük, şeffaflık, anlayış, tolerans. Biraz daha akıl. Zor mu? Değil bence.
Şu günler şöyle geçsin, sonrasına bakarız. Gene Nobre-Bobo kavgası yaparız, söz.
Etiketler:Ekşi Beşiktaş,semioticus,Shelbyl | 6
Yorum
3 Şubat 2010 Çarşamba
Ne siyah Ne beyaz.. hem Siyah hem Beyaz..
Fazla edebi olmak derdinde değilim, bodoslama yazacağım yazıyı. Jessie'nin çekincesi varsa en doğrusunu yapmış. Sağlığından kıymetli değil s.ktiğimin futbolu.
Nerden başlasak, nasıl anlatsak... Alen'i çoğunlukla korudum, son 1-2 yazıdır eleştirdim.
Az biraz tanınmışlık nedeniyle; 'aman jessie başına iş gelir iyi yaptın' diyen varsa; tüm Türkiye tarafından tanınıp ikide bir ensesinde silah namlusu hissettirilen Alen'e biraz daha merhametli olmaları gerekirmiş, yanılıyor muyum?
Her hafta karakola davet edilen, sık sık 'o siyah ceketliler'ce tehdit edilen bir adam için 'Uğur Mumcu fotosu koyup diktatörlük yapıyor' demeseydin keşke Jessie. Patlıcan değil sonuçta, onunki de can.
21 senem geçti inönü'de. Beni Beşiktaş'a aşık eden babamdı. Sonra merdivenlerden çıkıp gördüğüm koca yeşil saha.. Sonra siyah beyaz formalı abiler. Sonra bana laf atan-sataşan tribündeki güzel abiler. Onların hepsi hala orada, övünmek gibi olmasın o çocuklara sataşan güzel abilerden biri benim.. Semti sevdim, stadın yanıbaşındaki denizi sevdim. Tribündeyken denizi koklayabilmeyi sevdim. Bunları da bırakamam ben. Bir havamız, farkımız, edebimiz vardı diğerlerinden farklı. O gitti işte. Umudumu kaybetmiyorum, geri gelir o, bizim mayamızda var. Ben bırakamam Beşiktaş'ı. Şimdi içimden gelmese de 2 ay sonra sevinirim ben Beşiktaş'ın golünde.
Buna istersen midesizlik de, istersen çarkın içindeki zavallı dişlilerden biri de.
Belki de asıl sorun aşırı misyon yüklemek. Kendin de demişsin, hayalimizde bir Beşiktaş kurduk. En azından kendi adıma ben, hayalimizdeki Beşiktaş'ın gerçeğiyle uyuşmadığını o zaman da biliyordum. Muhtemelen 20 sene önce şimdiki yaşımda olsam hayalimdeki Beşiktaş'la o dönemin Beşiktaş'ı yine uyuşmayacaktı.
Tek yaptığım daha iyisini hayal etmek. Tek yaptığım hatalarına rağmen 'sadece' takımı sevmek. Tek yaptığım sevmeme rağmen hatalarını görüp söylemek.
Bir şeyi değiştiremeyeceğimi her zaman bildim. Etrafımdaki bir avuç insanın algısını dahi değiştiremeyeceğimi de bildim.
Senin hatan Jessie, algı değiştirebileceğini düşünmek oldu. Hata derken; yanlış olarak söylemiyorum bunu. Helal olsun dedim çoğu söylediğin şeyi okurken. Ama her zaman net-keskin bir söylemle bir şeyleri değiştirmek istedin.
Mesela var mısınız her yanlışı söylemeye dedin.. Beşiktaş-Rize maçı için gerekirse küme düşelim diye başladın. Ama insanları değiştirmenin ne kadar zor olduğunu görünce hevesin kırıldı muhtemelen. Stadı terkediyoruz dedin.. yine hevesin kırıldı. Her zaman da destek verdim fikirlerine. Ktılmasam da destek verdim elimden geldiğince. Çünkü fikir üretiyordun.
Ne var ki, küçücük kabuğumuz içinden çok büyük şeyleri-çok kısa zamanda değiştirmek istedin. Şimdi sona gelindiğinde ise benim hissettiğim; senin içten içe Beşiktaş kadar olmasa da sevdiğin başka bir şeyin; iddialı olmak olduğu. Her zaman için iddialı-şaşırtan ama hep.. 'sizden olmaz' tavrıyla yaptın bunu, bu en büyük yanlışındı. Senin kadar iddialı değillerse; onların çarkının içindedir sanki. değil işte.
dDurup düşünmedik, bu kadar büyük şeyler değiştireceksek, gidelim Edirne'ye, linç edilen insanlara el uzatalım. Tekel işçilerine bir çay pişirip, hatırlarını sorup onlarla beraber oturalım. Maden işçilerinin hakkını neden kimse adam gibi savunamaz, biz savunalım; o merci neresidir dürtelim biraz. Dünyanın dört köşesinde soykırımlar var, neden Türkiye meydanlarda her zaman diğer ülkelerden daha cılız? 1 Mayıs'ta niye Taksim'e çıkamıyoruz..
Bunlar meseledir işte benim gözümde. Bunlar gerçek meseledir. Bunlar hakkında gözlerimizi karartıp konuşmak, iddalı olmak hak düşer. Eğer siz bu gerçek meselelere verdiğiniz değeri futbola-Beşiktaş'a verirseniz; futbolu-Beşiktaş'ı olması gerekenden bir ölçek daha fazla ciddiye alıyorsunuz demektir ve hayal kırıklığınız kaçınılmazdır. Sonu çekip gitmelere varır.
İnsanın içinde her zaman ti'ye alan, fazla misyon yüklemeyen bir yan olmalı. Ben Beşiktaş'ı böyle seviyorum işte. Kah kızarak, kah gülerek, kah üzülerek ama çıkılmaz noktaya geldiğim ana ne kendimi ne O'nu gereğinden fazla ciddiye alarak.
Böyle böyle daha da çok sevdim, içimde tutarlı hale getirdim o sevgiyi.
Beni bloga Jessie davet etti. Jessie olmasa belki gelmezdim bile o dönemde. Jessie yoksa ben de yokum blogda. Ne zamanki döner, 'ben Beşiktaş'ı özledim, yazıyorum' der. Ben de takılırım peşine. Neyse sonuçta veda yazısıydı bu.
Tabi ki bırakmıyorum Beşiktaş'ı. Ben takıma dönüyorum.. Ben ne haliniz varsa görün diyorum. Ben Beşiktaş mücadeledir diyorum. Hem valla hem billa hepsini aynı anda hissederek diyorum. Beşiktaş ulan bu, ne siyah ne beyaz.. hem siyah-hem beyaz.
Allahaısmarladık.. Kartalaısmarladık..
Etiketler:Purplepurple | 10
Yorum
1 Şubat 2010 Pazartesi
Anket
Etiketler:Ekşi Beşiktaş | 120
Yorum
| 4
Yorum
Stand Your Ground...
Get Up Stand Up Don't Give Up The Fight
Ankete bakıyorum, yorumlara bakıyorum, sokaktaki Beşiktaşlının seçim sonrası boş vermişliğine bakıyorum ve büyük üstad Bob Marleyin bu dizelerini aklıma getiriyorum;
"get up, stand up: stand up for your rights!
get up, stand up: don't give up the fight!"
Yetmedi mi Demirören?
O zaman mücadelemiz yeni başlıyor!!!
Etiketler:Exavier Mcdaniel | 16
Yorum
Tebrikler
Tebrikler..
Demirören'in listesine 180 derecelik dönüşle dahil olan, büyük muhalifler.. Bülent Çağlar ve Serencebey.. Itır Hanım.. Metin Keçeli.. Tebrikler.
Net bir söylem geliştiremeyen, söylem bir yana.. birlik beraberlik yemeklerinde Demirören ile kol kola olan Fikret Orman.. Tebrikler.
Özlediğimiz Beşiktaş değerlerine sahip insanlardan saydığımız ve birden bire Demirören yönetiminde yönetici olarak karşımıza çıkan; Fahrettin Curoğlu.. Tebrikler.
Neye dayanarak Beşiktaş'ın önde gelenleri olarak sayıldığını anlamadığımız, Beşiktaş adına bugüne bugün tek bir olumlu ve istekli hareketini görmediğimiz isimler.. Başta Tuncay Özilhan, Rahmi Koç, Hikmet Çetin.. Tebrikler.
Gelenekçilik, statükoculuk damarlarına işlemiş; Erdoğan Demirören oradaysa vardır hikmeti diye sözden çıkmayan korkak kongre üyeleri.. Tebrikler.
Ve en önemlisi.. Sesimizsiniz dediğimiz, onlar da isyan ediyor dediğimiz.. Ama tüm stadın sesine kulak tıkayan.. Beşiktaş taraftarının isyanına ortak olmayan ve bu halleriyle tüm tribünü yönetebileceğini sanan tribün abileri.. Sesimiz sandığımız Forza'nın girişine, kapalı tribünün sesini taşımaya cesaret edemeyen Ayhan Güner ve Alen Markaryan.. TEBRİKLER.
Bize boşuna ümitlendiğimizi hatırlatan herkes.. 'Camia', 'kulübün önde gelenleri' denen güruhun seçtiği kişiye, yani içlerinden birine Beşiktaş'ı emanet etme doğrusundan başka doğrusu olmayan, Beşiktaş'ı kendilerine ait bilip öyle davranan tüm sevgili Beşiktaşlı ve saygın büyüklerimiz.. Tebrikler.
Bu zafer sizin. Camia ve kulüp hala sizin elinizde.
Yazık ki vazgeçemiyorum, formayı giyip Köyiçi'nde turlamaktan, stada doğru yol almaktan ve 'sizin olan' o takımı sevmekten vazgeçemiyorum.
Ne var ki; kazanmışız veya kaybetmişiz.. Gol atmışız veya yemişiz.. Artık hiç umrumuzda bile değil. Evet takıma dönüyoruz, gözünüz aydın. Ama emin olun bu gözler sizinle aynı takıma bakmıyor. Sizin siyahınız da, beyazınız da renklenmiş. Sadece birinciliği başkana vermişler.
Sayın Yıldırım Demirören en masum sizsiniz. Tebrikler.
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=%2313086834
Etiketler:Purplepurple | 15
Yorum
Aksu Nerede Kaybetti?
Gelin öncelikle işin matematiğine bakalım;
Yıldırım Demirören: 4506
Murat Aksu: 2837
Oy Kullanma Hakkı Olan Kongre Üyesi Sayısı: 12800
Kullanılan Oy Sayısı: 7500
Kullanılmayan Oy Sayısı: 5300
Kullanılmayan oy sahipleri kendi aralarında bir aday çıkarsalar kazanacak çoğunluktalar. 2000 TL ödüyorsunuz, aidatlarınızı yatırıyorsunuz ve oy vermeye gelmiyorsunuz. Bu kulüp için fikir yürüten her insanın ilk odaklanması gereken nokta burasıdır. Levent Erdoğan'ın söylediğine göre derneklerin çok büyük kısmı kongreye katıldılar. Öyleyse 5300 rakamı içerisinde dernekler bulunmamakta. Bunu not edelim.
Seçim sonuçları taraftar için hiç şüphesiz hayal kırıklığıdır. Lakin Murat Aksu için çok ciddi bir yenilgidir. Bunu sadece kongre yapısıyla açıklayamayız.
Murat Aksu Başarısız Bir Seçim Süreci Geçirmiştir!
Kendisini desteklemek isteyen kitleleri de hayal kırıklığına uğratmıştır. Muhalif olan, muhalefet yapan kişinin bir derdi vardır. Söyleyecek sözü vardır. Susarak, zamana bırakarak, oluruna bırakarak muhalefet yapılmaz.
Soruyorum!
Murat Aksu neden Ntvspor'a çıkmamıştır? Yıldırım Demirören'in çıkmama kararı anlaşılabilir ancak Aksu'nun çıkmamasının hiç bir mantıklı sebebi olamaz.
Murat Aksu neden seçim konuşması yapmayı tercih etmemiştir? Yoksa Murat Aksu seçime kısa süre kala "kazanmamak" üzerine mi oynamıştır? Bu işin içinde bizim bilemediğimiz bir şeyler mi vardır? Yoksa biz başından beri tek adaylı bir seçim süreci mi yaşadık?
---
Şimdi size soruyorum;
Yıldırım Demirören'in karşısına çıkmış bir başkan adayı olun. Yıldırım Demirören'in temel stratejisi kongre üyelerini onore edecek şekilde kurgulanmış olsun. Yıldırım Demirören'in taraftarlara yönelik tek bir hamlesi olmuş mudur?
Bunun karşısında sizin sözünüz ne olurdu? Şüphesiz Aksu'nun stratejisini izlemezdiniz. Kongre üyelerinin sayısını artıracağım diyerek mevcut kongreden oy bekleyen zihniyet maalesef dünyanın her yerinde kaybetmeye mahkumdur (bkz. yazının sonu).
Bir seçime giriyorsanız o seçimin şartlarına uyarsınız. Eğer kongre yapısı bozuk ise o mücadeleyi kongrede vermezsiniz. Nasıl Yıldırım Demirören taraftara karşı aday olmuşsa Aksu da kongreye karşı aday olmuştur. Yıldırım Demirören Beşiktaş'ın sahipleri olarak kongre üyelerini gösterirken, Aksu taraftarı göstermiştir. Lakin oyu taraftar vermemiştir ki?
Dünyanın hiç bir yerinde gücü elinde bulunduran kitleler o gücü paylaşmak istemez. Kongre üyelik ücretlerinin aşağıya çekileceğini beyan eden zihniyet mevcut kongre şartlarında kaybetmeye mahkumdur. Bunu planlayamayan zihniyetin Beşiktaş'ı nasıl yöneteceği de soru işaretidir.
Ben kişisel olarak Yıldırım Demirören'e değil, Murat Aksu'ya kızgınım. Bu şekilde bir strateji izleyip kazanması mümkün değildi ve stratejisinin sonucunu da adil şekilde aldı. Bugün "satılmış kongre üyeleri" diyecek idiyseniz, İbrahim Altınsay gibi o kongreye girmeyecektiniz. Çözümü başka mecralarda arayacaktınız. Çıkacaktınız, her şeyi bir bir açıklayacaktınız. Şu dernek 3 ay önce bunu demişti, şimdi bunu diyor diyecektiniz. Siz televizyona bile doğru dürüst çıkmadınız.
---
Bugün dünya üzerinde Beşiktaş başkanlık seçiminin bu şekilde sonuçlanacağı tek yer Akatlar Spor Salonuydu...
Şans bu ya, kongre de orada yapılmıştı...
Etiketler:Murat Aksu | 23
Yorum
Kırılma Anı
Papaza Kızıp Oruç Bozan
Girdiğimiz travmadan çıkamıyorduk. 25 Ocak'ta bir cesaret fetişistinin fırlattığı 5 okun yaraları kabuk dahi bağlamamıştı. İte kaka ilerleyen haftalarda garip mi garip sonuçlar aldık. Son bir umut çıktık sahaya, 25 Nisan 2004'te... Hooijdonk ön libero tarzı bir şey oynamış, sabıkalı Serhat Akın ve Tuncay Şanlı çılgın atmıştı. Kaybetmiştik, 100 kişi küfretti diye de sevgili başkanımız istifa etmişti, kendince haklı bir bahaneydi veya kendisi zaten bahaneyi aramaktaydı ve bulmuştu. İstifa etti sayın başkan, sonra gitti Akaretler'i alladı pulladı, kendi dünyasına geri döndü. Papaza kızıp oruç bozdu, en azından durumu o şekilde gösterdi.
Sonrasında yaşanan 4 başkan adaylı kongre, Beşiktaş tarihinin en büyük kırılma anıymış. Ne Amokachi'nin 30 cm'den üstten dışarı attığı topta ne Rosenborg maçında yarım metre içeriden çıkartılan golün verilmeyişinde ne de Fevzi'nin ayağının altından kaçan topta bir kırılma anının yaşandığının farkındaydık, ancak bu defa yaşanan kırılmanın büyüklüğünü hayal dahi edemezdik.
Yazı dizisine devam etmenin ne yeri ne zamanı farkındayım. İşi kalıbına uydurmaya çalıştım sadece bugün hakkında bir şeyler yazabilmek için, Beşiktaş'ı salt Beşiktaşım olarak düşünebilmek için belki de... Çok kötü bir kırılma anıydı, hala paramparçayız...
| 2
Yorum
31 Ocak 2010 Pazar
Bardak Artık Yok
Selamlar sevgili dostlar. Bugüne kadar kah güldük beraber, kah üzüldük... Jessie bardağın boş tarafını göstermeye çalıştıkça, ben naçizane yok ya o kadar da değil diyerek, bardağın dolu kısımlarını göstermeye çalıştım hep. Bardağın dolu kısımları azaldıkça diyecek sözüm azaldı, bardak boşaldıkça Jessie hepten coştu. Bugün ise geldiğimiz noktada bardak artık kaybolma sürecine girmiş görünüyor. Ne diyelim, "çok sevmiştik be abi" diyeceğimiz günler çok uzak değil. "Sokakta gezenlerin yarısı şu partiye veriyor, demek ki ikimizden birimiz eheh" şeklindeki esprilere bir yenisi daha eklendi ve kimin oy verdiği belli olmayan sayın başkanımız üç yıl daha bizimle olmaya hak kazandı. Ne diyelim, madem böyle, zevk almaya çalışalım....
Etiketler:Beautiful Freak | 2
Yorum
Yeter! Beşiktaş Kongre Üyeleri YETER!
Hepinizin tahmin edebildiği üzere Yıldırım Demirören karşıtı bir insanım. Yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır, bunu hepimiz biliyoruz. Bu güne kadar attığı olumlu bir adımı, yaptığı olumlu bir hareketi, aldığı düzgün bir kararı ya da söylediği mantıklı bir sözü görmedim. Olumlu herhangi bir şeyi varsa da binlerce yanlışın arasında kaynayıp gitmiştir muhtemelen..
Karşısına aday olarak çıkan Murat Aksu'yu da sevdiğim, beğendiğim söylenemez. Ama en azından bu yozlaşmış, kokuşmuş ve artık tarihe gömülmesini istediğim Beşiktaş'ın tarif edilemez derecedeki kötü yönetiminin karşısında denize düşmüş biz beşiktaşlıların sarılabileceği bir adaydı.
Sözüm ne Demirören'e ne de Aksu'ya... İkisi de en doğal hakları olarak adaylıklarını açıkladılar ve destek istediler. Burada bir sorun yok... Benim sözüm Beşiktaş kongre üyelerine:
Nasıl ve neden Demirören'e inandığınızı, güvendiğinizi kesinlikle anlamıyorum hatta anlamak istemiyorum. Nasıl bir çıkar peşinde olduğunuzu da hayal dahi edemiyorum. Allah hepinize önce akıl sağlığı ve elinizi koyabileceğiniz bir vicdan versin. Yıldırım Demirören'in bu saatten sonra hiçbir suçu yoktur gözümde, tek suçlu gidip güle oynaya O'na oy veren zihniyettir.
Sizin için Ekşi Beşiktaş aracılığıyla Dalamar'dan geliyor:
YETER!
BEŞİKTAŞ KONGRE ÜYELERİ YETER!
Yazıklar olsun
Bugün için bir Fenerbahçeli, 10 yaşındaki çocuğuna tuttuğu takıma olan sevgisini gururla anlatırken muhakkak önce kulübünün zenginliğinden bahsedecektir. Kulübüne gelen yıldız futbolculardan, Türkiye'nin en konforlu stadyumundan, ezelin rakibi Galatasaray'ı Kadıköy'de her daim yendiğinden bahsedecektir. Galatasaraylı Uefa kupasını, süper kupayı anlatacaktır çocuğuna. Galatasaray Lisesi ve tarihinden övünçle bahsedecek, aristokrat kesimle aynı takımı tutmanın keyfinden illa ki dem vuracaktır.
Şimdi burada bir duralım. Bir Beşiktaşlı taraftar, 10 yaşındaki çocuğuna ne anlatır? İnanılmaz Avrupa başarılarını, müthiş yıldız transferlerini, paralı pullu başkanlarını, taraftarın götünü alttan ısıtan koltuklara sahip stadyumunu mu anlatır? Beşiktaş'ı Beşiktaş yapan ne zaman bunlar oldu ki bundan sonra olsun?
Yıllarca elimiz kalem tuttukça, dilimiz döndükçe anlattık. Beşiktaş mahalli ruhtur. Beşiktaş, son barikattır. Fevzi'nin ayağının altından kayıp giden şampiyonluktur, 93 yılında 8-0 ile çalınan şampiyonluğa alnı ak yüreği pak bakabilmektir, yuhalandığı anda formasını çimlere serip giden Baba Hakkıdır, Vefaspor ile kupa şampiyonluğu maçında elle gol attığını gidip hakeme söyleyebilen Şeref Beydir, 1984 yılında Süleyman Seba başkan olduğunda tahta merdivenleri çürümekten çökmüş yıkıntı binanın eline tutuşturulan anahtarıdır, Malmö maçında Recep'in kendi kalesine gömdüğü şahane voledir, 3-0'dan 3-3'e gelen Valerenga faciasını sabah uyandığında oğluna nasıl izah edeceğini bilemeyen babanın naif hüznüdür, 7-1'lik Trabzonspor galibiyetinden sonra sahada yıkılıp kalan Lemi'nin omzuna dokunan Rıza kaptanın elidir.
Şimdi bugün bu şanlı geçmişe sırtını dönen, utanmadan gidip Yıldırım Demirören zihniyetine oy veren binlerce kongre üyesi Beşiktaşlıysa, ben artık Beşiktaşlı değilim. Futbol sahaları, federasyon masaları çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse futbol, futbol leş ağızlarla saldırmaksa ahlak bekçilerine, futbol purolarına ateş arayan zengin piçlerinin zevkiyse, televizyon kanallarında al kanımızı içmekse futbol, futbol tırnaklarıysa tribün ağalarınızın, futbol mızraklı ilmühalse, futbol polis copuysa, teşvik primleriyse futbol, kara lekelerinizse futbol, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan ben artık Beşiktaşlı değilim.
Yıldırım Demirören yönetiminin bugüne kadar yapmış olduğu her şeyin hesabını kongrede vereceğine inanıyordum. Basit ve ucuz pazarlıkların bu kulübü ele geçiremeyeceğine, hazretlerine en güzel cevabın kongrede verileceğine inanıyordum. Tarihin görüp görebileceği en kötü başkanı bu kongrenin karşısında bir rakip varken seçmesi benim için bir mucizeydi. Ama ne yazık ki yanılmışım. Buradan Yıldırım Demirören'e oy veren bütün kongre üyelerini lanetliyorum. Kirli menfaatlerini oy pusulalarına bulaştıran herkesin anasından emdiği süt burnundan gelsin. Şu hayattaki tek masumane sevgimizi de elimizden aldınız. Bu kulübü bir daha dönüşü olmayan karanlık bir girdaba soktunuz, Allah bin türlü belanızı versin.
Yıllardır çeşitli ortamlar vasıtasıyla elimden geldiğince bizden sonra gelen Beşiktaşlı arkadaşlarımıza Beşiktaş'ın ilkelerinden, geçmişinden, kutsallığından bahsettim. Ama bugünden sonra ben 10 yaşındaki herhangi bir çocuğa Beşiktaş'ın hangi kalesinden, erdeminden bahsedeyim? Biz bu takımı skor için sevmedik ki? Gol attığında beni sevindirmeyen, gol yediğinde mideme yumruğu indirmeyen bir Beşiktaş'ı ben kime niye anlatayım?
Yıldırım Demirören ailesi bu kulüpten elini çekene kadar, onlar bu kulüpte hüküm sürdükçe, onlar kendilerine Beşiktaşlıyım dediği sürece ben artık Beşiktaşlı değilim. Şimdi ateşten gömleği giyme vaktidir...
Kongre Üyelerine
Ricamızdır...
Sevgili Beşiktaş kongre üyesi büyüklerimiz, küçüklerimiz. Beşiktaş tarihinin en önemli günlerinden birinin baş aktörlerisiniz. Beşiktaş'ın kaderini çizmek üzeresiniz. Bunun biliciyle seslenmek istedik size.
Tribündekinin de, uzaktaki Beşiktaşlı'nın da yönetimden memnun olmadığını siz de biliyorsunuz. Ve umuyoruz ki bu memnuniyetsizliğin, doğrudan sportif başarısızlık kaynaklı olmadığının bilincindesiniz.
Biz özkaynak diyoruz. Düşünülmeden sarfedilmiş cümlelerle adı lekelenmemiş bir Beşiktaş istiyoruz. Tek başına, dimdik yürüyen; dirsek temaslarından kaçınan Beşiktaş'ı özlüyoruz. Biz Beşiktaş yenilince utanmıyoruz, daha çok seviyoruz. Ama Beşiktaş'ın hakkını korumak kisvesi altında Beşiktaş'ın 'diğer'lerine benzetilmesinden utanıyoruz. Bizi bize düşüren koltuk sahibinin; yaptıklarının yapacaklarının teminatı olduğunu bilip, korkuyoruz. Sözünde duran, sözünün değerini koruyabilen insanları o koltuğa yakıştırıyoruz.
Beşiktaş'a borç veren değil, kulübü iyi yönetip ne pahasına olursa olsun borca muhtaç etmeyen başkanı özlüyoruz. Yönetebilen kişiyi özlüyoruz. Beşiktaş'a hizmet etmenin borç vermek olduğunu zanneden; hem ki 'seçimi kaybettiğim gün paramı alırım' diye tehdit savuracak kadar Beşiktaşlı olan adama ısınamıyoruz. Biliyoruz siz de ısınamıyorsunuz. Beşiktaş'ın ağırlığını gözümüzün önünde yokeden, masaların üstüne yumruklar vuran beylere aşina değil bizim gözlerimiz. Biliyoruz, sizin de değil...
Biz sizden bu seçimde Beşiktaş'ı geri istiyoruz. Biliyoruz bir kalemde kolay değil bunlar. En azından ilk adımı istiyoruz, kulübün anahtarını bir kişinin ellerine bırakmadığımızı görelim diyoruz. Bu kongre istediği kişiyi seçer; bu kongre demokrattır, anahtar teslim platformu değildir, diye görelim... zincirlerini kırdıktan sonra demokratik günlere, rahat rahat el kaldırıp konuşabileceğimiz, veto hakkımızı kullanabileceğimiz kongrelere yeniden başlayalım diyoruz. Yeni gelen kişi de bu kongrenin sözünün olduğunu bilsin... Artık sesinizi çıkarın, ses çıkarabilin, görelim diyoruz.
Biz sadece rica ediyoruz...
Bir kere daha düşünün, sandık başında kime, ne için oy veriyorsunuz; son kez daha düşünün.. ama düşünün diye rica ediyoruz. O kadar ellerinizdeki Beşiktaş'ın kaderi, karanlık günlere ya da en azından umut etmeye başlayabileceğimiz günlere açılan kapılar o kadar size bağlı ki; yalvarın deseniz yalvarmaya hazır bekliyoruz. Oy sahipleri, dernek insanları.. 'Hiç mi düşunmedun sen, sevduğun boyle ağlar' diye kapınızda bitmeye hazırız.
Satmayın oyunuzu, onurunuz için gidin o kongreye. Beşiktaş aşkını da kenara bırakalım, iyi insan olmak için...
Önce elinizi vicdanınıza sonra damgayı pusulaya vurun...
Ekşi Beşiktaş
Etiketler:Ekşi Beşiktaş | 80
Yorum
Beşiktaş Olağan Seçim Kongresi
Etiketler:Murat Aksu,Yıldırım Demirören | 236
Yorum
Kaydol:
Yorumlar
(Atom)
Ara
-
DERBİ POZİSYON ANALİZLERİ - 1- 0:24 saniye! Gatasaray'ın ilk etkili atağı. Burada en büyük hata *Jailson'un partneri Serdar Aziz'e gereksiz yakınlığı oldu.* Seri burada muhteşem bi...5 yıl önce
-
Feda, Sefa, Farklı Olsun bu Defa - Beşiktaş'ın son dönemini iki ana çizgi olarak ikiye ayırmak mümkün. 1- Yıldırım Demirören dönemi 2- Fikret Orman dönemi. Ben Yıldırım Demirören dönemini te...6 yıl önce
-
Bir Sağ Bek, Üç Mevki: Aaron Wan-Bissaka - Premier Lig geçtiğimiz hafta başladı. Hem takım hem de oyuncu bazında her sezon yeni bir hikaye demek. Galiba geçtiğimiz sezon hiç de fena bir görüntü verm...7 yıl önce
-
Duhuliye - Duhuliye'den 5 ay önce haberim oldu. O da bu fotoğraf sayesinde. Bunca zamandır nasıl hiç duymamışım derken, etrafımdaki çoğu Beşiktaşlının da bilmediğ...8 yıl önce
-
Euroleague bwin Mart 2015 MVP Nemanja Bjelica Röportajı - Fenerbahçe Ülker dokuz maçlık bir galibiyet serisi yakalamış durumda ve 2008-2009 sezonundan bu yana ilk kez Euroleague 'playoff'larına katılma hakkını ...10 yıl önce
-
Önce krampon, sonra performans - Her çocuk gibi sokaklarda başlayan futbol maceramız, bazı çocukların yaptığı gibi benim de toprak sahada devam etmişti. Sonrası okul, iş, hayat mücadele...10 yıl önce
-
NBA: Bir Ayın Ardından... (Part 1) - Her ne kadar başlığımızda bir aylık zaman dilimini ele aldıysak gerek tembellik, gerek iş güç yüzünden yazının paylaşılması, gerekli güncellemeler yapıldık...11 yıl önce
-
Manchester United - Burnley maçı - Manchester'ın ligin yeni takımı Burnley deplasmanında galibiyet alması bekleniyordu ama yine olmadı. Geride kalan 3 haftada takım henüz galibiyet görem...11 yıl önce
-
Bu Sefer Bahanem Var - Yine ihmal ettim blogu ama bu sefer sağlam bahanem var. Son 9 senedeki ikinci kıtalar arası taşınma olayına kalkıştım. Bilenler bilir, son 9 senedir Avu...11 yıl önce
-
Babylon Dergisi Röportajı - http://www.aliece.com/2013/11/babylon-dergi-ali-ece-roportaji/#more-189512 yıl önce
-
Arsenal Kendine İnanıyor - Arsene Wenger'in sözleriyle, *"İyi bir rakibe karşı alınmış tatmin edici galibiyet." *Arsenal hafta sonu Liverpool'u oyun dışı bırakarak, bölüm bölüm saha...12 yıl önce
-
Hiç Unutmadığım... - 17 sene önce bugün tek bir imzanın milyonlarca insanı bu kadar etkileyebileceğini tahmin edemezsiniz. O adam hakkında bir sürü yazı yazdım, hala okuyan ...12 yıl önce
-
-


