17 Temmuz 2010 Cumartesi
Sansüre Karşı...
Ersan Adem Gülüm
16 Temmuz 2010 Cuma
Sıradaki; Viktoria Plzen
Etiketler:Viktoria Plzen | 16
Yorum
Gündoğdu
15 Temmuz 2010
Beşiktaş-Vikingur Maçı
Geçen sene yaşadığımız kongre travmasından sonra İnönü’de izlediğim ilk maç olan Beşiktaş – Vikingur maçı ile sezona bir merhaba demiş olduk. Geç başlayıp erken biten Gündoğdu yazılarını mükemmel aksilikler yaşamazsam bu sene devam ettirmek istiyorum. Umarım herşey istediğimiz gibi devam eder.

Dün işten geç çıkmam dolayısıyla maçtan önce semte inemedim, direkt stadyumun yolunu tuttum. Yarım saat kala kapalı alttaydım. Alıştığımız şekliyle bir sezon öncesi geçiriyor olsaydık, havanın nemden nerdeyse yere damladığı bir Perşembe akşamı, Vikingur gibi bir takıma karşı yapılan bir maç için bu kalabalık ne diyebilirdik. Ama gerek Quaresma, gerek Guti olsun, bunun yanında sağdan soldan gelen Robinho, Raul haberleri olsun, insanların heyecanını katlamış olacak ki tribünler nerdeyse ağzına kadar doluydu. Forza’da haberi verilen bayrak hazırlığı da tamamlanmış, kapalı tribüne yayılmış sopalı, çoğu el emeği göz nuru olan bayraklar maç öncesi sallanıyordu. Sahada iki takım futbolcuları ısınma hareketlerini yaparken Vikingur’lu futbolcular yan gözlerle tribünleri kesiyorlardı. Futbolcular teker teker tribüne çağırılırken sıra Quaresma’ya geldiğinde ortalık iyice coştu. Ama kapalının mesaisi yeni başlamış olacak ki, Alen’in yokluğunda Harun’a üçlü için davetiyeyi gönderiverdiler. Harun setten kapalı alta inerken şahane göbeği biraz sorun çıkartsa bile karga tulumba indi. Tam sahaya doğru yöneldi ki bu seferde kutudan şu tezahürat duyuldu “Quaresma Harun el ele, hep beraber üçlüye” Nihayet Harun Quaresma’yı aldı, yanaklarından öpüp santraya doğru götürdü, ve birlikte bir üçlü çektirip herkesi iyice havaya soktular.
Maç öncesinde hem tribünlerde, hem de stadyumun müzik yayınından sezon sonunda baya beğenilen “Gücüne güç katmaya geldik, formanda ter olmaya geldik” tezahüratı söylendi, çalındı. Ama bu tezahürat daha herkes tarafından ezberlenmemiş. Nakarat dışında doğru dürüst ses duyulmuyordu. Maça da klasik üçlüyle başladık. Rakip takımın gücü ve ilk 5 dakikada maçın gidişatı belli olduğu için taraftar çok rahattı. Herkes Quaresma’yı kolluyor, top ona geldiğinde “yürübeolm” sesleri işitiliyordu. Hatta bi ara arkamdan birisi “topu Quaresma’ya atsanıza lan, o kadar para verdik” diyerek kısa bir özet geçti. İlk yarı kapalı alt ve üst “Bu sene şampiyon görelim sizi” ve “Kartal gol gol gol”de iyice yüklendi. Zaten tezahüratın pik yaptığı anlarda yeni açık ve numaralıdan bir alkış geliyor.
Devre arasında kapalı üstte bir iki ufak arbede yaşandı. Artık kimse çıkan bu kavgalara şaşırmıyor, herkes alıştı. İkinci yarı başladığında gene bir kavga çıktı, ama bu sefer tribün önce ıslık, sonra alkış, en sonda “helal olsun size, helal olsun” tezahüratıyla bir tepki koydu.
İkinci yarının en güzel aktivitesi gene dale cavese oldu. Tabi bu sıcakta kimsede atkı olmadığı için genelde alkış ve el kol sallamalı (hatta hareket çekmeli) varyasyonlar yapıldı. Kapalı alt-üst, kapalı-yeni açık, kapalı-numaralı karşılıklı takıldık. Bununla beraber iş bi yerden sonra Fener’e, Galatasaray’a makaraya sardı. E sezonun ilk tribününde Fenerbahçe’nin son maçındaki mevzuya değinmeden olmazdı, onu da “Şampiyon Fener, en büyük fener, yanlış anons ulan ..neler” tezahüratı ile eda ettik. Takip eden Fenerbahçeli dostlarımız kızmasınlar, bunlar yaşandı, yapıcak bişey yok.
Takım penaltı kazandığında tribün kararını verip, penaltıyı Quaresma’ya kullandırdı. Adam topa vurmadan önce de heryer “oooooooooo” diye inlerken kaçan penaltı sonrası hiç bozmadan “Quaresmaaaa” diye tezahürata devam edildi. Sonra bir futbolcuya bu kadar ehemmiyet verilmesinin sağlıksız olacağını düşünülmüş olacak ki, sırayla Deli İbo, Toraman, Ernst gibi diğer futbolculara da tezahürat yapıldı. Ve nihayet, maçın sonlarında doğru yumruklar havaya sesleri duyuldu. Sezonun İnönü’de ilk Gündoğdu’sunu hep birlikte söyledik. Beşiktaş’ımıza kavuşmuştuk, güzel transferler vardı, 3 gol atmıştık, keyifler yerindeydi. Mutluyduk lan ötesi mi var. Ve bizim tribün bu kadar gevşemişken Vikingur’a da bir selam etmeden olmazdı, maç sonunda onlarda paylarına düşeni alkışlar eşliğinde aldılar;
“Vikingur bu sene seve seve şampiyon”
Beşiktaş-Vikingur Maçı
Geçen sene yaşadığımız kongre travmasından sonra İnönü’de izlediğim ilk maç olan Beşiktaş – Vikingur maçı ile sezona bir merhaba demiş olduk. Geç başlayıp erken biten Gündoğdu yazılarını mükemmel aksilikler yaşamazsam bu sene devam ettirmek istiyorum. Umarım herşey istediğimiz gibi devam eder.

Dün işten geç çıkmam dolayısıyla maçtan önce semte inemedim, direkt stadyumun yolunu tuttum. Yarım saat kala kapalı alttaydım. Alıştığımız şekliyle bir sezon öncesi geçiriyor olsaydık, havanın nemden nerdeyse yere damladığı bir Perşembe akşamı, Vikingur gibi bir takıma karşı yapılan bir maç için bu kalabalık ne diyebilirdik. Ama gerek Quaresma, gerek Guti olsun, bunun yanında sağdan soldan gelen Robinho, Raul haberleri olsun, insanların heyecanını katlamış olacak ki tribünler nerdeyse ağzına kadar doluydu. Forza’da haberi verilen bayrak hazırlığı da tamamlanmış, kapalı tribüne yayılmış sopalı, çoğu el emeği göz nuru olan bayraklar maç öncesi sallanıyordu. Sahada iki takım futbolcuları ısınma hareketlerini yaparken Vikingur’lu futbolcular yan gözlerle tribünleri kesiyorlardı. Futbolcular teker teker tribüne çağırılırken sıra Quaresma’ya geldiğinde ortalık iyice coştu. Ama kapalının mesaisi yeni başlamış olacak ki, Alen’in yokluğunda Harun’a üçlü için davetiyeyi gönderiverdiler. Harun setten kapalı alta inerken şahane göbeği biraz sorun çıkartsa bile karga tulumba indi. Tam sahaya doğru yöneldi ki bu seferde kutudan şu tezahürat duyuldu “Quaresma Harun el ele, hep beraber üçlüye” Nihayet Harun Quaresma’yı aldı, yanaklarından öpüp santraya doğru götürdü, ve birlikte bir üçlü çektirip herkesi iyice havaya soktular.
Maç öncesinde hem tribünlerde, hem de stadyumun müzik yayınından sezon sonunda baya beğenilen “Gücüne güç katmaya geldik, formanda ter olmaya geldik” tezahüratı söylendi, çalındı. Ama bu tezahürat daha herkes tarafından ezberlenmemiş. Nakarat dışında doğru dürüst ses duyulmuyordu. Maça da klasik üçlüyle başladık. Rakip takımın gücü ve ilk 5 dakikada maçın gidişatı belli olduğu için taraftar çok rahattı. Herkes Quaresma’yı kolluyor, top ona geldiğinde “yürübeolm” sesleri işitiliyordu. Hatta bi ara arkamdan birisi “topu Quaresma’ya atsanıza lan, o kadar para verdik” diyerek kısa bir özet geçti. İlk yarı kapalı alt ve üst “Bu sene şampiyon görelim sizi” ve “Kartal gol gol gol”de iyice yüklendi. Zaten tezahüratın pik yaptığı anlarda yeni açık ve numaralıdan bir alkış geliyor.
Devre arasında kapalı üstte bir iki ufak arbede yaşandı. Artık kimse çıkan bu kavgalara şaşırmıyor, herkes alıştı. İkinci yarı başladığında gene bir kavga çıktı, ama bu sefer tribün önce ıslık, sonra alkış, en sonda “helal olsun size, helal olsun” tezahüratıyla bir tepki koydu.
İkinci yarının en güzel aktivitesi gene dale cavese oldu. Tabi bu sıcakta kimsede atkı olmadığı için genelde alkış ve el kol sallamalı (hatta hareket çekmeli) varyasyonlar yapıldı. Kapalı alt-üst, kapalı-yeni açık, kapalı-numaralı karşılıklı takıldık. Bununla beraber iş bi yerden sonra Fener’e, Galatasaray’a makaraya sardı. E sezonun ilk tribününde Fenerbahçe’nin son maçındaki mevzuya değinmeden olmazdı, onu da “Şampiyon Fener, en büyük fener, yanlış anons ulan ..neler” tezahüratı ile eda ettik. Takip eden Fenerbahçeli dostlarımız kızmasınlar, bunlar yaşandı, yapıcak bişey yok.
Takım penaltı kazandığında tribün kararını verip, penaltıyı Quaresma’ya kullandırdı. Adam topa vurmadan önce de heryer “oooooooooo” diye inlerken kaçan penaltı sonrası hiç bozmadan “Quaresmaaaa” diye tezahürata devam edildi. Sonra bir futbolcuya bu kadar ehemmiyet verilmesinin sağlıksız olacağını düşünülmüş olacak ki, sırayla Deli İbo, Toraman, Ernst gibi diğer futbolculara da tezahürat yapıldı. Ve nihayet, maçın sonlarında doğru yumruklar havaya sesleri duyuldu. Sezonun İnönü’de ilk Gündoğdu’sunu hep birlikte söyledik. Beşiktaş’ımıza kavuşmuştuk, güzel transferler vardı, 3 gol atmıştık, keyifler yerindeydi. Mutluyduk lan ötesi mi var. Ve bizim tribün bu kadar gevşemişken Vikingur’a da bir selam etmeden olmazdı, maç sonunda onlarda paylarına düşeni alkışlar eşliğinde aldılar;
“Vikingur bu sene seve seve şampiyon”
Etiketler:Gündoğdu,Simplextablosu | 11
Yorum
İyi Polis Kötü Polis: Vikingur Maçı
Etiketler:Bernd Schuster,Beşiktaş,Jokond,Vikingur | 42
Yorum
15 Temmuz 2010 Perşembe
Uefa Avrupa Ligi / Beşiktaş - Vikingur Gøta
Sizler İçin Vikingur Kampına Girdik
Beşiktaş’ımız Avrupa Ligi’nde Vikingur ile karşılaşmanın tatlı heyecanını yaşarken, bu eşleşme sayesinde canlı izleme fırsatını yakalayacağımız Vikingur kaptanı Niclas Kristiansson Niclasen, Facebook’unun kapılarını biz Ekşibeşiktaş’a açtı.
Sorduğumuz sorulara içtenlikle cevap veren Niclas, Türk futbolunun son yıllardaki gelişimini dikkatle izlediğini belirtti ve ekledi: ‘’ Şu an için Vikingur’dan başka bir takımda oynamam söz konusu değil ancak bir gün gerekli şartları oluşturabilirlerse, Beşiktaş’ta oynamayı düşünebilirim. ''
Ekşibeşiktaş: Tekrar merhaba Niclas. Fazla yazarı olan bir blog olduğumuz için fazla sorumuz oldu, istediğin kadar soruya yanıt verebilirsin, ama ne kadar çok o kadar iyi (gülerek) Tekrardan teşekkür ederiz, bu seni ve takımını tanımak için büyük bir fırsat.
Niclas: Sadece hakkımda saçma bir şey yazmayacağınıza dair söz verin yeter (gülerek)
Ekşibeşiktaş: Bir Türk gazetesinde Beşiktaş’ı tuttuğuna dair bir haber yayınlandı. Türk spor medyasının asparagas sicili kabarık olduğundan teyit etmek istiyoruz. Bu doğru mu ? Kura çekiminden önce Beşiktaş hakkında (kulüp, kadro vs.) bir şeyler biliyor muydun?
Niclas: Türkiye’de tuttuğum takımın Beşiktaş olduğu doğru. Ama daimi tuttuğum takım Barcelona. Futbolla çok ilgilendiğim için Avrupa’nın önemli kulüpleri hakkına çok şey biliyorum. Geçtiğimiz yıllarda Beşiktaş’ın birçok Şampiyolar Ligi maçını televizyonda izledim, ve taraftarların tutkusu beni inanılmaz etkiledi. Fantastikler!
Ekşibeşiktaş: Yine okuduğumuza göre takımınız yarı-profesyonelmiş, hatta marangozunuz falan varmış.
Niclas: Doğru, takımımız bir işçi grubu, hiç profesyonel oyuncumuz yok. Mesela ben bir bankanın işletme departmanında çalışıyorum. Takım arkadaşlarım marangoz, elektrikçi, öğrenci, balık fabrikasında işçi falan.
Ekşibeşiktaş: Bu durumda futbolun Faroe Adaları’nda diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi bir tutku olmadığını varsayarsak, maçlardan önce kendinizi nasıl hissediyorsunuz ? Nasıl motive oluyorsunuz ? Sağlam bir taraftar kitlenizin olduğunu söyleyebilir misin ? Genel olarak Faroe’de futbolcu olmak nasıl bir his ?
Niclas: Futbol buradaki en büyük spor dalı. Ligde 10 kulüp var. Ligin seviyesinin ne kadar yüksek olduğunu söylemek zor, ama bütün oyuncular neredeyse amatör. Beşiktaş gibi bir kulüple oynamanın hayatımızda bir kere karşımıza çıkacak bir fırsat olduğunu biliyoruz, o yüzden inanılmaz motiveyiz. Elimizden geleni yapıp, kulübümüzü ve ülkemizi en iyi şekilde temsil edeceğiz. (editör notu: Bu dil evrensel demek ki)
Ekşibeşiktaş: Genel olarak Faroe kültürü hakkında neler diyebilirsin ? Yemek, müzik, kadınlar falan nasıl (gülerek) ?
Niclas: Faroe kültürü İskandinavya’nın geri kalanına çok benzer. Danimarka Krallığı’nın bir parçasıyız, ama kendi dilimizi konuşuyoruz ve kendimizi bağımsız bir ülke olarak görüyoruz. Mutfağımız genelde balık ve etten oluşuyor. Kadınlar çok güzel – hemen hepsi sarışın (gülerek)
Ekşibeşiktaş: Faroe Adaları Milli Takımı’nın uluslarası düzeydeki imajı “averaj takımı” olduğu yönünde. Bu sizin için bir motivasyon kaybı oluyor mu ? Sence Faroe Adaları’ndan bir takım, Anorthosis Famagusta’nın yaptığı gibi parlayabilir mi ?
Niclas: Biz ulusumuzla gurur duyuyoruz ve milli takım oyuncularımızda kazanmak – ya da en azından iyi bir skor almak için oynuyorlar. Öyle averajla işimiz olmaz. Faroe Adaları yakın zamanda Avusturya ve Litvanya’yı da mağlup etti zaten. Faroe’de oynamak her zaman için zor, çünkü koşullar Avrupa’nın diğer stadyumlarına göre çok farklı. Faroe’ye gelince ne demek istediğimi anlayacaksınız. (editör notu: Arkadaş biraz milliyetçi çıktı )
Ekşibeşiktaş: Beşiktaş Vikingur maçı futbolun evrenselliğin güzel bir örneği. İki farklı kültürden alakasız insanın sahada ikili mücadeleleye girecek olması inanılmaz. Sosyolojik açından nasıl değerlendirirsin bunu? Hazır bahsi geçmişken, daha önce hiç ŞL seviyesinde bir takımla oynamış mıydın?
Niclas: Dediğiniz doğru, İstanbul’a en büyük kulüplerden biriyle oynamak için gidiyor olmak muhteşem. Faroe’nin nüfusu 48 bin kişi, Gøta ve Leirvik’te 2 bin kişi var. Bu iki durumun farklılığı muazzam.
Ekşibeşiktaş: Avrupa Ligi’nde başarılı olmanın anlamı ne sizin için?
Niclas: Beşiktaş’a karşı şansımızın neredeyse sıfır olduğunun farkındayız. O yüzden gol atarsak ya da evimizde berabere kalırsak çok mutlu olup kendimizi başarılı olmuş sayarız.
Ekşibeşiktaş: Futbol hayatından ilginç bir anını paylaşır mısın?
Niclas: Beşiktaş’la oynayacağımız maçın kariyerimin en parlak anı olacağından eminim. Daha once Avrupa Kupası’nda oynadım, misal Kızılyıldız’a karşı, ama eminim ki bu çok daha zor ve büyük bir maç olacak.
Ekşibeşiktaş: Normalde bütün takım kupa törenine katılır ama resimde sadece sen kupayı tutuyorsun. Takım arkadaşların nerede ?
Niclas: Buradaki kupanın adı "Løgmanssteypið", Løgmaður bizim devlet başkanımız. Takımın geri kalanı benim sağımda bekliyor. Usüle gore, takım kaptanına kupayı vermeden once devlet başkanı kısa bir konuşma yapıyor, şu Youtube linkinden görebilirsin (gülerek)
Ekşibeşiktaş: Beşiktaş taraftarı takımını çılgınca desteklemesi ile biliniyor. 90 dakika boyunca susmadan rakip takımı sindirmeye çalışıyoruz. 30 bin kişi önünde oynamak nasıl bir his olacak, daha once böyle bir tecrüben oldu mu?
Niclas: Böyle bir kalabalık önünde oynamak harika olacak Suni Olsen, milli oyuncumuz, yapmıştı bunu daha once bir tek. Bizim seyircimiz ortalama 400 kişi, o yüzden alıştığımızdan çok farkli bir şey bizi bekliyor olacak. Ama büyük ve hayat boyu unutulmaz bir tecrübe olacağı kesin.
Ekşibeşiktaş: Futbola nasıl ve niye başladın ? Eğer seçme şansın olsa hangi takımda oynardın ?
Niclas: Dediğim gibi futbol Faroe’deki en büyük spor dalı. 6 yaşında başladım ben futbola. Hiç profesyonel futbolcu olma hayalim olmadı – futbol oynuyorum, çünkü oynamayı seviyorum. Umarım ki Beşiktaş maçlarında iyi oynarım da kulüp yönetiminiz bana 1 yıllık profesyonel kontrat önerir.
Ekşibeşiktaş: Vikingur takımının oyun stilini bir ekole benzetirsen bu hangisi olur ? Sahada nasıl bir takım görmeyi beklemeliyiz ?
Niclas: Bizim stilimiz İskoç stiline yakın. Sert oynuyoruz ve güçlü oyuncularımız var. Beşiktaş bizden teknik, taktik ve kondisyon anlamında daha iyi; o yüzden safları sıklaştırıp mücadele edeceğiz. Gol atmanızı engelleyip kontratak ile vurmaya çalışacağız o yüzden.
Ekşibeşiktaş: Premier Ligi 7. bitiren takımın futbolcuları tatil yaparken, siz liginizin şampiyonu olarak daha güçlü bir takıma karşı ön eleme maçı oynuyorsunuz. Bu durumu ve seribaşı sistemini adil buluyor musun ?
Niclas: Evet, bence bazı takımların seribaşı olmaları adilce. Bazı ligler diğerlerinden daha güçlü, ve takım bütçeleri de çok farklı. UEFA’nın uyguladığı model bizim için bir sıkıntı yaratmıyor.
Ekşibeşiktaş: Bir resminde elinde galiba sigara var. Bu hiç sorun oluyor mu ? Bu soruyu soruyoruz çünkü Türkiye’de bir takım kaptanı sigara içse medya onu linç ederdi.
Niclas: Evet, sigara. Resim geçen sene Temmuz ayında çekildi, kupayı kazanmıştık o yüzden kutlamadaydık. Ama ben sigara içmem. Faroe’de istediğimizi yaparız, basın bizimle uğraşmaz. Anlamanız gereken bir şey şu, biz öyle yıldız oyuncu falan değiliz. Beşiktaş gibi bir kulüple oynama lütfu sunulmuş futbol oynayan normal insanlarız sadece.
Ekşibeşiktaş: İş, güç arasında zaman ayırdığın için teşekkürler ve bol şans Niclas.
Niclas: Ben teşekkür ederim, şansa fazlasıyla ihtiyacımız olacak. (gülerek)
* EkşiBeşiktaş özel haberidir, kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Ekşibeşiktaş: Tekrar merhaba Niclas. Fazla yazarı olan bir blog olduğumuz için fazla sorumuz oldu, istediğin kadar soruya yanıt verebilirsin, ama ne kadar çok o kadar iyi (gülerek) Tekrardan teşekkür ederiz, bu seni ve takımını tanımak için büyük bir fırsat.
Niclas: Sadece hakkımda saçma bir şey yazmayacağınıza dair söz verin yeter (gülerek)
Ekşibeşiktaş: Bir Türk gazetesinde Beşiktaş’ı tuttuğuna dair bir haber yayınlandı. Türk spor medyasının asparagas sicili kabarık olduğundan teyit etmek istiyoruz. Bu doğru mu ? Kura çekiminden önce Beşiktaş hakkında (kulüp, kadro vs.) bir şeyler biliyor muydun?
Niclas: Türkiye’de tuttuğum takımın Beşiktaş olduğu doğru. Ama daimi tuttuğum takım Barcelona. Futbolla çok ilgilendiğim için Avrupa’nın önemli kulüpleri hakkına çok şey biliyorum. Geçtiğimiz yıllarda Beşiktaş’ın birçok Şampiyolar Ligi maçını televizyonda izledim, ve taraftarların tutkusu beni inanılmaz etkiledi. Fantastikler!
Ekşibeşiktaş: Yine okuduğumuza göre takımınız yarı-profesyonelmiş, hatta marangozunuz falan varmış.
Niclas: Doğru, takımımız bir işçi grubu, hiç profesyonel oyuncumuz yok. Mesela ben bir bankanın işletme departmanında çalışıyorum. Takım arkadaşlarım marangoz, elektrikçi, öğrenci, balık fabrikasında işçi falan.
Ekşibeşiktaş: Bu durumda futbolun Faroe Adaları’nda diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi bir tutku olmadığını varsayarsak, maçlardan önce kendinizi nasıl hissediyorsunuz ? Nasıl motive oluyorsunuz ? Sağlam bir taraftar kitlenizin olduğunu söyleyebilir misin ? Genel olarak Faroe’de futbolcu olmak nasıl bir his ?
Niclas: Futbol buradaki en büyük spor dalı. Ligde 10 kulüp var. Ligin seviyesinin ne kadar yüksek olduğunu söylemek zor, ama bütün oyuncular neredeyse amatör. Beşiktaş gibi bir kulüple oynamanın hayatımızda bir kere karşımıza çıkacak bir fırsat olduğunu biliyoruz, o yüzden inanılmaz motiveyiz. Elimizden geleni yapıp, kulübümüzü ve ülkemizi en iyi şekilde temsil edeceğiz. (editör notu: Bu dil evrensel demek ki)
Ekşibeşiktaş: Genel olarak Faroe kültürü hakkında neler diyebilirsin ? Yemek, müzik, kadınlar falan nasıl (gülerek) ?
Niclas: Faroe kültürü İskandinavya’nın geri kalanına çok benzer. Danimarka Krallığı’nın bir parçasıyız, ama kendi dilimizi konuşuyoruz ve kendimizi bağımsız bir ülke olarak görüyoruz. Mutfağımız genelde balık ve etten oluşuyor. Kadınlar çok güzel – hemen hepsi sarışın (gülerek)
Ekşibeşiktaş: Faroe Adaları Milli Takımı’nın uluslarası düzeydeki imajı “averaj takımı” olduğu yönünde. Bu sizin için bir motivasyon kaybı oluyor mu ? Sence Faroe Adaları’ndan bir takım, Anorthosis Famagusta’nın yaptığı gibi parlayabilir mi ?
Niclas: Biz ulusumuzla gurur duyuyoruz ve milli takım oyuncularımızda kazanmak – ya da en azından iyi bir skor almak için oynuyorlar. Öyle averajla işimiz olmaz. Faroe Adaları yakın zamanda Avusturya ve Litvanya’yı da mağlup etti zaten. Faroe’de oynamak her zaman için zor, çünkü koşullar Avrupa’nın diğer stadyumlarına göre çok farklı. Faroe’ye gelince ne demek istediğimi anlayacaksınız. (editör notu: Arkadaş biraz milliyetçi çıktı )
Ekşibeşiktaş: Beşiktaş Vikingur maçı futbolun evrenselliğin güzel bir örneği. İki farklı kültürden alakasız insanın sahada ikili mücadeleleye girecek olması inanılmaz. Sosyolojik açından nasıl değerlendirirsin bunu? Hazır bahsi geçmişken, daha önce hiç ŞL seviyesinde bir takımla oynamış mıydın?
Niclas: Dediğiniz doğru, İstanbul’a en büyük kulüplerden biriyle oynamak için gidiyor olmak muhteşem. Faroe’nin nüfusu 48 bin kişi, Gøta ve Leirvik’te 2 bin kişi var. Bu iki durumun farklılığı muazzam.
Ekşibeşiktaş: Avrupa Ligi’nde başarılı olmanın anlamı ne sizin için?
Niclas: Beşiktaş’a karşı şansımızın neredeyse sıfır olduğunun farkındayız. O yüzden gol atarsak ya da evimizde berabere kalırsak çok mutlu olup kendimizi başarılı olmuş sayarız.
Ekşibeşiktaş: Futbol hayatından ilginç bir anını paylaşır mısın?
Niclas: Beşiktaş’la oynayacağımız maçın kariyerimin en parlak anı olacağından eminim. Daha once Avrupa Kupası’nda oynadım, misal Kızılyıldız’a karşı, ama eminim ki bu çok daha zor ve büyük bir maç olacak.
Ekşibeşiktaş: Normalde bütün takım kupa törenine katılır ama resimde sadece sen kupayı tutuyorsun. Takım arkadaşların nerede ?
Niclas: Buradaki kupanın adı "Løgmanssteypið", Løgmaður bizim devlet başkanımız. Takımın geri kalanı benim sağımda bekliyor. Usüle gore, takım kaptanına kupayı vermeden once devlet başkanı kısa bir konuşma yapıyor, şu Youtube linkinden görebilirsin (gülerek)
Ekşibeşiktaş: Beşiktaş taraftarı takımını çılgınca desteklemesi ile biliniyor. 90 dakika boyunca susmadan rakip takımı sindirmeye çalışıyoruz. 30 bin kişi önünde oynamak nasıl bir his olacak, daha once böyle bir tecrüben oldu mu?
Niclas: Böyle bir kalabalık önünde oynamak harika olacak Suni Olsen, milli oyuncumuz, yapmıştı bunu daha once bir tek. Bizim seyircimiz ortalama 400 kişi, o yüzden alıştığımızdan çok farkli bir şey bizi bekliyor olacak. Ama büyük ve hayat boyu unutulmaz bir tecrübe olacağı kesin.
Ekşibeşiktaş: Futbola nasıl ve niye başladın ? Eğer seçme şansın olsa hangi takımda oynardın ?
Niclas: Dediğim gibi futbol Faroe’deki en büyük spor dalı. 6 yaşında başladım ben futbola. Hiç profesyonel futbolcu olma hayalim olmadı – futbol oynuyorum, çünkü oynamayı seviyorum. Umarım ki Beşiktaş maçlarında iyi oynarım da kulüp yönetiminiz bana 1 yıllık profesyonel kontrat önerir.
Ekşibeşiktaş: Vikingur takımının oyun stilini bir ekole benzetirsen bu hangisi olur ? Sahada nasıl bir takım görmeyi beklemeliyiz ?
Niclas: Bizim stilimiz İskoç stiline yakın. Sert oynuyoruz ve güçlü oyuncularımız var. Beşiktaş bizden teknik, taktik ve kondisyon anlamında daha iyi; o yüzden safları sıklaştırıp mücadele edeceğiz. Gol atmanızı engelleyip kontratak ile vurmaya çalışacağız o yüzden.
Ekşibeşiktaş: Premier Ligi 7. bitiren takımın futbolcuları tatil yaparken, siz liginizin şampiyonu olarak daha güçlü bir takıma karşı ön eleme maçı oynuyorsunuz. Bu durumu ve seribaşı sistemini adil buluyor musun ?
Niclas: Evet, bence bazı takımların seribaşı olmaları adilce. Bazı ligler diğerlerinden daha güçlü, ve takım bütçeleri de çok farklı. UEFA’nın uyguladığı model bizim için bir sıkıntı yaratmıyor.
Ekşibeşiktaş: Bir resminde elinde galiba sigara var. Bu hiç sorun oluyor mu ? Bu soruyu soruyoruz çünkü Türkiye’de bir takım kaptanı sigara içse medya onu linç ederdi.
Niclas: Evet, sigara. Resim geçen sene Temmuz ayında çekildi, kupayı kazanmıştık o yüzden kutlamadaydık. Ama ben sigara içmem. Faroe’de istediğimizi yaparız, basın bizimle uğraşmaz. Anlamanız gereken bir şey şu, biz öyle yıldız oyuncu falan değiliz. Beşiktaş gibi bir kulüple oynama lütfu sunulmuş futbol oynayan normal insanlarız sadece.
Ekşibeşiktaş: İş, güç arasında zaman ayırdığın için teşekkürler ve bol şans Niclas.
Niclas: Ben teşekkür ederim, şansa fazlasıyla ihtiyacımız olacak. (gülerek)
* EkşiBeşiktaş özel haberidir, kaynak gösterilmeden kullanılamaz.Avrupa Ligi'ndeki Rakibimiz Vikingur
Etiketler:Uefa Avrupa Ligi | 35
Yorum
Bir Umudum Sende, Anlıyor Musun?
İş artık çığırından çıktı, "hadi Bobo'yu Türk yapalım" çözümünü de manasızlaştırdı...
Umudumuz Avrupa Birliği'nde... Neler oluyor bilmiyorum, bu hikayede ya Demirören bir yerlerden sağlam duyum aldı, yarın Avrupa Birliği'ne giriyoruz, ya da hiç birimizin anlayamadığı bir şekilde yabancı sorunumuz çözümlendi... Başka bir alternatif yok... Ordan vizeyi kaldırdık, burdan vizeyi kaldırdık derken, serbest dolaşım anlaşması mı imzaladık acaba AB ile?
Bu arada bu kadar sene bana kapalının önünde Üzülmez, Serdar Özkan, Burak Yılmaz izlettiren, üzerimize adam salan; memleketi terk ettiğimde Guti, RAUL gibi tapılası adamları getiren, Quaresma gibi heyecan verici bir oyuncuyu kapalının önüne yerleştiren başkanı ve yönetim kurulumuzu esefle kınıyorum...
Zorunlu Ekleme: Yukarıdaki belge görünümlü, üzerinde Microsoft Word düzeltmeleri bile hala duran, imza, antetli kağıt gibi hiçbir remiyet ibaresi taşımayan, yorumlar kısmında da sahte olduğu üzerine basa basa belirtilen doküman ile ilgili resmi sitede bir açıklama yayınlanmış. (link)
Türkiye'de belgenin putlaştırıldığını, her resmi görünümlü kağıdın ciddiye alındığını, insanların bir iddiayı doğrulamak için hiçbir çaba göstermediği biliyordum da; "bu sahtedir" diye açıkça yazdığımız bir şey için yalanlama gelebileceğini, olayın bu kadar vahim olduğunu hiç fark etmemiştim.
Gerçekten inanılmaz, diyecek söz bulamıyorum.
Umarım bu açıklama bize dair değildir, umarım bu kadar garip işler olmuyordur bu memlekette, umarım hala daha mantığın sesi dinleniyordur.
Ekleme: Kulübün içerisindeki kaynaklarımızdan elimize bir belge geçti, doğrulatmaya çalışıyoruz. Gelişmeler için bizi takip etmeye devam edin.
Zorunlu Ekleme: Yukarıdaki belge görünümlü, üzerinde Microsoft Word düzeltmeleri bile hala duran, imza, antetli kağıt gibi hiçbir remiyet ibaresi taşımayan, yorumlar kısmında da sahte olduğu üzerine basa basa belirtilen doküman ile ilgili resmi sitede bir açıklama yayınlanmış. (link)
Türkiye'de belgenin putlaştırıldığını, her resmi görünümlü kağıdın ciddiye alındığını, insanların bir iddiayı doğrulamak için hiçbir çaba göstermediği biliyordum da; "bu sahtedir" diye açıkça yazdığımız bir şey için yalanlama gelebileceğini, olayın bu kadar vahim olduğunu hiç fark etmemiştim.
Gerçekten inanılmaz, diyecek söz bulamıyorum.
Umarım bu açıklama bize dair değildir, umarım bu kadar garip işler olmuyordur bu memlekette, umarım hala daha mantığın sesi dinleniyordur.
Etiketler:Hiciv,semioticus,Shelbyl,Yuki The Zorba | 20
Yorum
Beşiktaş'ı Türkiye'nin Real Madrid'i Yapacağım
| 52
Yorum
14 Temmuz 2010 Çarşamba
Futbolun Anlamı
(Önsöz: Bu post'u esasen Ekşi Beşiktaş'a yazdım, lakin 3 gündür siyaset ile içinizi kararttığımdan biraz farklı bir dala atlamış olmak için, hem de aslında hayat görüşüme dair tatlar içerdiği için buraya da alıntılamayı uygun gördüm.)
İşte bu hikayenin o göze sokan kahramanlarından ilki benim için borges'tir. (Zaten tanımayan yoktur da, şu futbol blogu aleminde bence en sağlam iki yazardan birisidir Noat ile birlikte. Sadece spor değil, hayat konusunda da güzel şeyler yazar ve çoğunlukla da görüşlerimiz örtüşür. Yazdığının arkasını dolduran, sadece nesiresinin ebediliğinden değil esasen fikirlerinden prim yapan bir adamdır. Neyse, bu kadar övgü yeter, çok şımartmayalım.) Borges'in anlatışıyla, maçları izlemesem de Bundesliga'yı yaşar olduğumdan bir kıpırdanma olmuştu zaten.
İkinci kahraman ise FIFA 10. yuki ile yaptığımız maçlarda farklı farklı takımlar denerken (Chievo Verona olmuşluğum bile var) yolum Werder Bremen ile kesişti, ve aman Tanrım o ne kesişim. Gözüm kapalı oynayacak kadar hakim olduğumu fark ettim takıma (Bu hissi veren tek takım Beşiktaş şu oyunda çünkü her oyuncuyu donuna kadar tanıyoruz ve de 4-2-3-1'in defansif halini uygulayabiliyoruz). Oyuncular tamamen olmak istediğim yere gidiyorlar, defansın fiziği ve ortasahanın direnci tam istediğim gibi, takımın yaratıcı ayakları var... Benim futboldan anladığım sahaya yansımış durumda.

Bunun üzerine bu çok da fikir sahibi olmadığım kulüp hakkında okumaya başladım. Okudukça daha da şaşırdım:
Bir kere adamlar istikrar abidesi. 12 yıldır A takımı aynı teknik direktör çalıştırıyor, 1.likten 10.luğa kadar farklı sıralar almalarına karşın ligde. Ki Schaaf'ın teknik direktörlük kariyerine 1987'de Werder Bremen 17 yaş altı takımı ile başladığını ve sürekli kulüp içinde pozisyon değiştirdiğini düşünürsek (19 yaş altı, B takımı, yardımcılık gibi), 23 yıllık bir kariyere denk gelir bu. Ki zaten kulübün bir başka uzun soluklu teknik direktörü de Otto Rehhagel, kendisi 1981-1995 yılları arasında çalıştırmış kulübü.
.jpg)
Schaaf'ın mütevaziliği de cabası.
Finansal olarak baktığında, Bundesliga'nın en sağlam kulüplerinden birisi. Forbes'ın listesine göre de en zengin kulüpler arasında yer almakta zaten. Ama hikayenin başka yönü de var. Werder Bremen 1971-72 sezonunda büyük paralar harcayarak yıldız transferine yöneliyor, lakin başarı gelmiyor ve kulüp kendisini 2. ligde buluyor. Sonra Otto Rehhagel geliyor, takımı 1. lige çıkartıyor ve deyim yerindeyse sıfırdan başlayarak güce kavuşturuyor bu ekibi. (Bizde Süper Lig'e çıkar çıkmaz teknik direktör değiştiren kulüplere de hafiften laf soktum sayın burada.) Sağlam bir büyüyüş sözkonusu yani.
Kulübün kültürüne gelirsek, Borges'in "Werder Mafyası" başlıklı yazısından bir alıntıyla açıklayayım:
"Mafya kim Werder kim? Kupa finalinden sonra milli takimin kamp yaptigi Sicilya'ya topluca gelislerinden dolayi böyle bir baslik.. Bayern Mafyasi ne kadar uygun düserse Werder topcularindan da mafya olmasi o kadar uygunsuz.. Kluplerin ilginc bir sekilde karakterlerini futbolcularina yansittigini dusunuyorum. Bremen'li Pizzaro,Klose ile Bayern'li Pizzaro,Klose arasinda cok buyuk farklar vardir misal.. Borowski'nin gönderilecegi zaman pek cok Bremenli arkadasim söyle demisti: "
"O Bayern'e gitmelidir, havasindan gecilmiyor, buraya uygun degil.. Aksine tam da Bayern'e göre""
Bu kulüp, benim futboldan beklediğim her şeyi özetler işte. "Akıl" denilen mefhuma kulübün her aşamasında rastlayabiliyorsun. Bugüne kadar bu tarihi okumamama yazıklar olsun, ne heyecandan, ne zevklerden mahrum kalmışım futbol adına.
Ha, belki kulübün içine girdikçe şu anki cazibesini kaybedecek, orasını da bilemem; fakat şu saygı duyulasılık başkadır, o değişilmez.
Etiketler:Beşiktaş,Futbol,semioticus,Shelbyl,Werder Bremen | 15
Yorum
İyi Tatiller
Filip Holosko ve Rodrigo Tello...
İkisi de Dünya Kupasına gittiler. Yanılmıyorsam biri 27, diğeri 45 dakika forma giydi. 1 ay boyunca takımlarıyla kamp yaptılar ve doğal olarak tatil yapamadılar. Şimdi tatil yapıyorlar. Yapabilirler, peki ya sonuçları?
Tello ve Holosko takımın gönderilmeleri planlanan oyuncuları. Taliplileri de Bursaspor ve Eskişehirspor. Yani Holosko ve Tello'nun kariyerlerinde düşüşe işaret ediyor. Bu esnada Beşiktaş yeni bir hoca getirmiş, gözüne girerlerse takımda kalabilirler. Bu ihtimal her zaman var. Onlar tatil yapmayı tercih ediyorlar...
Kariyerlerinin belki de en önemli 10 günü. Tatildeler... Takımdan gönderilecekler ama tatildeler. Eskişehir ve Bursa'dan tekrar yükselmeleri ve kariyerlerini toparlamaları çok daha zor olacak ama tatil... Schuster'in gözüne girip yeni sözleşme almaları da olasılık dahilinde ama öncelik tatil.
Kimse gelip sporcuların mental ve fiziksel toparlanmalarından bahsetmesin. Kariyerlerinin en önemli noktasındalar. Bugün onlar için verilecek karar o 10 günlük tatilden çok daha önemli. Dostlar kızmasın ama Eskişehir'e giderlerse tatil yapmak için bol bol zamanları olacak. Eskişehir'den Milli takımlarına çağırılmaları da daha zor olacak, kupa iddiaları olmayacak, maçları genellikle televizyondan verilmediği için tatil yapmaya fırsatları olacak.
Onlar tatili tercih ediyorlar. Kampa 3 gün önce geleyim de yeni hocanın gözüne gireyim diye bir dertleri yok. Öyle bir dertleri olsa Beşiktaş'ta daha farklı oynarlardı zaten. Ne diyelim. Kimse onlardan tatillerinden feragat etmelerini bekleyemez. Lakin sonuçlarına katlanırlar. Demek sonuçlarından endişeli değiller. Bu zinhiyetle Beşiktaş'ta dursalar ne olur durmasalar ne... Takımdan gönderilme, formayı kaybetme korkusu olmayan adamdan korkacaksın.
Gel denince gelen, git denince giden ve en ufak bir problem yaratmayan Tomas Zapotocny kalır ve siz giderseniz söyleyecek tek bir sözümüz kalır;
İyi tatiller...
İkisi de Dünya Kupasına gittiler. Yanılmıyorsam biri 27, diğeri 45 dakika forma giydi. 1 ay boyunca takımlarıyla kamp yaptılar ve doğal olarak tatil yapamadılar. Şimdi tatil yapıyorlar. Yapabilirler, peki ya sonuçları?
Tello ve Holosko takımın gönderilmeleri planlanan oyuncuları. Taliplileri de Bursaspor ve Eskişehirspor. Yani Holosko ve Tello'nun kariyerlerinde düşüşe işaret ediyor. Bu esnada Beşiktaş yeni bir hoca getirmiş, gözüne girerlerse takımda kalabilirler. Bu ihtimal her zaman var. Onlar tatil yapmayı tercih ediyorlar...
Kariyerlerinin belki de en önemli 10 günü. Tatildeler... Takımdan gönderilecekler ama tatildeler. Eskişehir ve Bursa'dan tekrar yükselmeleri ve kariyerlerini toparlamaları çok daha zor olacak ama tatil... Schuster'in gözüne girip yeni sözleşme almaları da olasılık dahilinde ama öncelik tatil.
Kimse gelip sporcuların mental ve fiziksel toparlanmalarından bahsetmesin. Kariyerlerinin en önemli noktasındalar. Bugün onlar için verilecek karar o 10 günlük tatilden çok daha önemli. Dostlar kızmasın ama Eskişehir'e giderlerse tatil yapmak için bol bol zamanları olacak. Eskişehir'den Milli takımlarına çağırılmaları da daha zor olacak, kupa iddiaları olmayacak, maçları genellikle televizyondan verilmediği için tatil yapmaya fırsatları olacak.
Onlar tatili tercih ediyorlar. Kampa 3 gün önce geleyim de yeni hocanın gözüne gireyim diye bir dertleri yok. Öyle bir dertleri olsa Beşiktaş'ta daha farklı oynarlardı zaten. Ne diyelim. Kimse onlardan tatillerinden feragat etmelerini bekleyemez. Lakin sonuçlarına katlanırlar. Demek sonuçlarından endişeli değiller. Bu zinhiyetle Beşiktaş'ta dursalar ne olur durmasalar ne... Takımdan gönderilme, formayı kaybetme korkusu olmayan adamdan korkacaksın.
Gel denince gelen, git denince giden ve en ufak bir problem yaratmayan Tomas Zapotocny kalır ve siz giderseniz söyleyecek tek bir sözümüz kalır;
İyi tatiller...
| 19
Yorum
13 Temmuz 2010 Salı
Eduardo Alves Da Silva
Piyasa
Beşiktaş elindeki yabancılardan kurtulmanın derdinde. Delgado, Tabata, Holosko, Tello ve Zapotocny'den herhangi birine 3 milyon euroluk teklif gelse, yanında birini daha promosyon olarak verecekler. Delgado'nun Beşiktaş'a 7 milyon euro civarında bir maliyetle transfer olduğunu biliyoruz. Kulüp iflas açıklayacaktı vs... Defterde yazan değer o. Tabata 8 milyon euro, Holosko 5,5 milyon euro, Zapotocny 4,5 milyon euro...
Yıllarca Delgado'nun arkasında iyi bir orta saha olmadığından verimli olamadığı yazıldı duruldu. Tabata'ya yeteri kadar şans verilmedi dendi. Holosko'yu sağ çizgi bitirdi... Tello Nobre'nin maaşına bakıp oynamadı. Zapotocny'nin temel problemi de Gökhan Zan'la yanyana oynamasıydı... Bobo'ya pas atacak adam yok. Delgado'nun pas yapacağı adam yok... Bunların doğru olduğunu kabul edelim.
Peki dünyada tek bir takım yok mu, Delgado'yu tekrar parlatma, Tabata'ya şans verme, Holosko'ya ait olduğunu pozisyonda görev verme veya Zapotocny'e Gökhan Zan'sız bir tandemde oynatma iddiasında olan...
Görünüşe bakılırsa, yok. Demek hiç bir teknik direktör Delgado iyiydi de çevresi kötüydü diye düşünmüyor. Holosko'nun yanlış yerde kullanıldığını, doğru yerde kullanılsa seneye Milan'a gideceğini iddia eden tek bir kulüp yok. Zapotocny'nin aslında sarı çiyan olduğunu, tek şanssızlığının Gökhan Zan'la beraber oynamak olduğunu savunan bir teknik adam göremiyoruz.
Beşiktaş kimi alsa eleştirirsin sen zaten...
Peki neyi görüyoruz?
Beşiktaş verirse alırız... Yani?
Yani bu oyunculara para ödemeyiz. Parasını siz verin, biz oynatıp oynatmayacağımıza bakarız.
İşte Beşiktaş yıllardır bu yabancı oyuncularla mücadele ediyor. Göndermek istediğinde kimseye satamadığın, Eskişehir, Bursa gibi takımların talip olduğu ancak onların bile para ödemek istemedikleri oyuncular... Bu adamlar bugün bu hale gelmediler. Her zaman bu haldelerdi. Biz Holosko yetersiz derken, Tello'dan adam olmaz derken "Yaaa bunlar Beşiktaş'ı geçen sene şampiyon yaptı" deniyordu. Bir senede mi değişti her şey? Hadi ben futboldan anlamıyorum, vasat bir Alman, bir Rus, bir Yunan takımı neden talip olmuyor oyuncularımıza?
Rubin Kazan alsa ya Holosko'yu... İstediği mevkide oynatıp bir sonraki sene iki katına satarlar... Hem Holosko her zaman satarken para kazabileceğin bir oyuncu olmuştur. Biz öyle almamış mıydık?
Düşünün işte. Beşiktaş bu oyunculardan kurtulmak istiyor. Hem de 3'e 5'e bakmadan. Taliplileri de Eskişehir ve Bursa...
Bu oyuncular bir senede mi piyasalarını kaybettiler?
Ben yıllarca "bu adamlar yetersiz" derken savunmaya geçenler şimdi konuşsunlar öyleyse. Bu adamların dünya futbol piyasasındaki değerlerini yorumlasınlar. Yorumlasınlar ki biz de öğrenelim işin aslını.
| 22
Yorum
12 Temmuz 2010 Pazartesi
İspanya; Sıkıcı ve Güçlü
İspanya iyi takım.. Hatta iyinin ötesinde. Turnuvanın da sonuca ulaşma ve gücünü ortaya koyma açısından en iyisiydi, şampiyonluğu hakettiler. Güzel de bir takım İspanya. İstemeseniz dahi saygı uyandırıyorlar. Ama İspanya'ya olan genel yaklaşım bazen can sıkıcı oluyor. Şöyle örnek veriyim; bu sene Barcelona eşleşmesinden sonra Inter'i gözleri kana bulanmış şekilde yerlere vuran insanlar şimdi İspanya'yı kontrolsüz şekilde yere göğe sığdıramayınca 'orda dur' diyesim geliyor. Inter o gün ne kadar sonuca odaklıysa, bu İspanya da bir o kadar sonuç odaklı. Sen İspanya'yı dümdüz bir mantıkla, çok pas yaptığı için yere göğe sığdıramazsan; benim de söyleyeceklerim olur o noktada.
İspanya turnuva tarihinin en az gol atan şampiyonu oldu! İspanya'nın maçlarını izlerken keyiften bayıldım diyenler var mıdır? Varsa ilginç diyeceğim. Bunun tek nedeni rakiplerin çok ciddi savunma yapması mıydı? Tüm turnuvaları, tüm geçmişteki şampiyonları veya 'kahreden elenenleri' düşününce; sadece İspanya'ya mı yapıldı bu savunma? Değil tabi.
İspanya turnuvanın en ezberci takımıydı. Rakibini 'tek ayak üstünde' yakalarcasına bir atraksiyonlarını göremedik. İnanılmaz bir sahaya yayılma yetisi, birbirlerini ezber derecesinde tanımaları ve muhteşem teknik kapasiteleri sayesinde; sürekli pas yaptılar.. Pas yaptılar.. pas yaptılar.. Sanırım topun rakip alanda kalması ezberiyle beraber iyi futbol zannettik durduk bunu. Karşısındaki rakibi sersemletecek, gardını düşürecek girişimleri hiç olmadı. Ani tempo yükseltmediler. Aynı tempoyla, aynı işleri 90 dakika boyunca yapıp durdular. Top onlarda olduğu sürece sorun yoktu nihayetinde. Oyunu ve topu sürekli öldürmeleri nedeniyle İspanya maçlarında 'beklenmedik anlar', yani o sevdiğimiz anlar, o kadar az'dı ki..
Bazen topun bir yarı alana kısılıp, ardı arkası kesilmez paslar eşliğinde akıp gitmesinin; savunmaya gömülüp topu öldürmeye çalışmaktan farkı nedir, anlayamaz oldum. Biri hücumda kısır paslaşıyor, öbürü savunmada bekleyip kısır paslaşmalara zorluyor. Sadece tercih eden taraf farklı.
Oysa ki sevdiğimiz futbolun, güzel futbolun; dikine giden takımlar, sonuca net ve hızlı ulaşan hücumlar ve sahanın tamamını ve alabildiğine hareketli kullanan takımlar olduğunu sanırdım. İspanya'ya duyulan bu sorgulamasız hayranlığa bakıyorum da; öyle değilmiş sanırım. %73 topla oynayıp 2 pozisyon bulmaya eyvallahımız varmış meğerse. Ortada sıçanın tılsımı çocukluktan zerkedilmiş herhalde bünyeye.
Peki bu durum İspanya'ya duyduğum saygıyı ve şampiyonluğuna duyduğum saygıyı azaltıyor mu? Tabi hayır. İspanya'nın oyunundan keyif aldım mı? Hem de çok. Güzel bir takım olduğunu düşündüğüm İspanya çirkef bir takım mı aynı zamanda. Sanırım evet. Demek istediğim; her durumu-her takımı siyah-beyaz gibi iki kutup olarak değerlendirmekten vazgeçemiyoruz. 2004 Yunanistan ölümüne kötü.. Barcelona karşısındaki Inter ölümüne kötü.. Hollanda futbol katili.. İspanya ölümüne iyi.. Yok öyle bir şey.
Daha doğrusu: var, ama çok nadir geliyor onlar. Son dönem için konuşursak Messi katkılı Barcelona onlardan mesela. İspanya'nın eksik bıraktığı ama hayati önem taşıyan her nokta o takımda tamamlanmış durumda. İspanya o dediğinizden değil. İspanya çoğu zaman sıkıcı ve güçlü.
Etiketler:İspanya,Purplepurple | 16
Yorum
Sistem Mühendisi
-Sayın Şuster, size Beşiktaş'ın teknik direktörlüğünü teklif ediyoruz
-Hayhay neden olmasın, şartlarımız uyuşursa problem değil
-Biz size şu kadar para öneriyoruz
-Ben de bu kadar istiyorum
-O zaman gelin o kadar paraya anlaşalım
-Eyvallah
İlk Antreman
-Takımda kimler var?
-Ahmet, Mehmet, İbrahim, İbrahim, İbrahim, Ahmet, Mehmet, Bobo, Delgado, Tello, Quaresma
-Peki altyapı?
-Ahmet, Mehmet, Ahmet, Mehmet
-Çok güzel, bu arkadaşları da deneyelim
-Eyvallah
İkinci antreman
-Sayın Şuster, takım nasıl?
-Şurası iyi, burası iyi, orada eksikler var
-Ne yapalım?
-Robinho, Guti, Raul
-Peki diğer yabancılar ne olacak?
-Ne olmuş ki onlara?
-Aman sayın Şuster, bizde 6+2+2 kuralı var
-O ne lan?
***PAUSE***
Şimdi burada duralım. "O ne lan" sorgusu bu ligin kaderi, ekmeği, her şeyi. İngiltere'de, İspanya'da, İtalya'da "yabancı" addedilen futbolcunun standardı az çok belli. Kimi tamamen serbest bırakmış milliyeti, kimi Avrupa dışına sınırlama getirmiş. Kimi daha da sıkı tutuyor ipleri, getireceğin yabancıya kıstaslar koymuş. Şu kadar milli takımda oynasın, yaşı şundan küçük olsun falan filan...
Şimdi biz Şuster abiye diyoruz ki, 6 yabancı var sahada oynayacak. Yabancı dediğimiz Avrupalı, Asyalı, Afrikalı fark etmiyor. T.C. kimliği yoksa bu adamlar bize yabancı. Yaşı, başı, geçmişi de umrumuzda değil. İster İnter'den gelsin isterse Afrika ikinci el futbolcu pazarında. Hepsine yabancıyızi hepsinin endamı aynı. Bu sahada oynayacak 6 yabancının yanında 2 tane yedekte oturacak adam var, bir de tribünde oturacak iki adam var.
Bu noktadan hareketle Türkiye'deki teknik direktörlük diğer ülkelerden yapı itibariyle tamamen ayrılıyor. İspanya'daki, İtalya'daki hoca takımın fizik durumu, form grafiği, antreman programı gibi meslek içi konulara yoğunlaşmışken biz anlı şanlı Şuster abimizden tüm bu yükümlülüklerin yanısıra başka bir şey daha isteyeceğiz. Bütün sezonun iskeletini oluşturan yabancı transfer politikasını adeta bir sistem mühendisi bilgisiyle görgüsüyle icra etmesini isteyeceğiz. Sahada sakatlanan bir futbolcunun yerine yedekten gelecek adam için o an sahada oynayan üç futbolcunun yerini değiştirmeden uygulanabilen, iyi oynadığı halde sırf takım arkadaşı sakatlandığı için bazı futbolcuların oyundan alınmasını engelleyen bir sistem mühendisliği isteyeceğiz ondan.
6+2+2 kuralı, tek kelimeyle rezalettir. Artı iki bile bu kadar abes dururken gidip bunun yanında 2 tribüncü eklemek Türkiye Futbol Federasyonu'nun Caferlere bez taşımasıdır. Şimdi soralım, Şuster abi ne yapsın? Stoper olarak oyuna başlayan İbrahim Toraman'ı oyundan alması gerektiğinde yerine koyacağı Sivok için kimi feda etsin? Sistem mühendisi olsa, işinde de başarılı olsa bu adam neden teknik direktör olsun?
***PLAY***
Son Görüşme
-Sayın Şuster, sizi Beşiktaş'tan kovuyoruz
-Hayhay neden olmasın, şartlarımız uyuşursa problem değil
-Biz size gitmeniz için şu kadar para öneriyoruz
-Ben de bu kadar istiyorum
-O zaman gelin o kadar paraya anlaşalım
-Eyvallah
Etiketler:6+2+2,Bernd Schuster,Jokond,sistem | 7
Yorum
Maçin En Guzel Iki Adami...
| 1 Yorum
Andres Iniesta
"Muhtemelen tarihte dünya kupası oynamış hiçbir futbolcu, o kupayı onun kadar hak etmemiştir."
Porsgemsheniark
Etiketler:Andres Iniesta,dünya kupası,İlhan Mansız,Tathar | 12
Yorum
Vicente Del Bosque'den Bernd Schuster'e
Üst düzey bir futbolculuk kariyeriniz olabilir, dünyanın en iyi takımlarında forma giymiş olabilirsiniz. Üst düzey bir teknik adam olup dünyanın en büyük kulüpleriyle alınabilecek bütün kupaları da almış olabilirsiniz. Lakin bu portföyünüz size bugünün Beşiktaş'ında başarılı olmanın garantisini vermez.
Oranın bambaşka kuralları vardır. Dünya futbolunun doğruları orada çoğu zaman yanlış, yanlışları da doğru kabul edilir. Herkes ters yönde gidiyorken siz doğru yönde giderseniz yine kafa kafaya çarpışırsınız. Bunları düzeltmeye de çoğu zaman ömrünüz yetmez. Orada herkes önde gideni takip eder... Yol yanlış bile olsa.
Onların konuştuğu futbolla bizim konuştuğumuz futbol aslında bambaşka şeyler. Esasında orada oynanana bir başka isim vermek gerek. Çünkü farklı şeyler tanımlanıyor. İki mağlubiyette havaalanında yumruk ta yersiniz, evinizin kapısına karanlık adamlar da gönderilirler... İdman esnasında takım elbiseli bir takım adamlar volta atarlar. Başkan gerekirse soyunma odasına iner. Her hareketiniz 60 yıl öncesinin futbol kalıplarıyla yorumlanır ve taraftar bulur. Linç kültürünün stadyumundan sağ salim çıktığınıza bile çoğu zaman şükredersiniz. Ülkenize dönerken bir tutam toprağını yanınızda götürün, sizin için yeni eşelediler...
Altı üstü bir takım yöneteceğim demeyin, altıdan başlayıp sonsuza uzanan kısıtlamaları vardır, orada çoğu zaman Xabi Alonso çıkıp Fabregas girmez. Gökhan Güleç'ten Trezeguet, Henry yaratmaksa buralara mahsustur, oradaki tek güleç adamı yıllar önce fazla gülüyor diye geri yolladılar.
Teknik direktörlük yapmak için dünyanın en zor takımına geldiğinizi unutmayın. "Ben olsam Beşiktaş'ı dünya şampiyonu yaparım" diye başlayan "Yılmaz" cümlelere aldırış etmeyin. Adam gibi gelip gidenleri, kendi "Rıza"sıyla çarmıha gerilenleri çok gördük. Bazısı benim gibi sporu bırakıp kasaplığa başladı, uzun süre kalan Çeşme'de tam teşekküllü hastane ihtiyacında.
Alayına gider mi gitmez mi bilemem ama orası Beşiktaş.. Ne Real Madrid'e benzer, ne İspanya Milli takımına. Sonra size sorarlar; takım niye oynamıyor?
Diyemezsiniz ki;
Niye oynasın?
| 6
Yorum
Tebrikler Yeniköy Kasabı
Etiketler:Vincente Del Bosque | 38
Yorum
Kaydol:
Yorumlar
(Atom)
Ara
-
DERBİ POZİSYON ANALİZLERİ - 1- 0:24 saniye! Gatasaray'ın ilk etkili atağı. Burada en büyük hata *Jailson'un partneri Serdar Aziz'e gereksiz yakınlığı oldu.* Seri burada muhteşem bi...5 yıl önce
-
Feda, Sefa, Farklı Olsun bu Defa - Beşiktaş'ın son dönemini iki ana çizgi olarak ikiye ayırmak mümkün. 1- Yıldırım Demirören dönemi 2- Fikret Orman dönemi. Ben Yıldırım Demirören dönemini te...6 yıl önce
-
Bir Sağ Bek, Üç Mevki: Aaron Wan-Bissaka - Premier Lig geçtiğimiz hafta başladı. Hem takım hem de oyuncu bazında her sezon yeni bir hikaye demek. Galiba geçtiğimiz sezon hiç de fena bir görüntü verm...7 yıl önce
-
Duhuliye - Duhuliye'den 5 ay önce haberim oldu. O da bu fotoğraf sayesinde. Bunca zamandır nasıl hiç duymamışım derken, etrafımdaki çoğu Beşiktaşlının da bilmediğ...8 yıl önce
-
Euroleague bwin Mart 2015 MVP Nemanja Bjelica Röportajı - Fenerbahçe Ülker dokuz maçlık bir galibiyet serisi yakalamış durumda ve 2008-2009 sezonundan bu yana ilk kez Euroleague 'playoff'larına katılma hakkını ...10 yıl önce
-
Önce krampon, sonra performans - Her çocuk gibi sokaklarda başlayan futbol maceramız, bazı çocukların yaptığı gibi benim de toprak sahada devam etmişti. Sonrası okul, iş, hayat mücadele...10 yıl önce
-
NBA: Bir Ayın Ardından... (Part 1) - Her ne kadar başlığımızda bir aylık zaman dilimini ele aldıysak gerek tembellik, gerek iş güç yüzünden yazının paylaşılması, gerekli güncellemeler yapıldık...11 yıl önce
-
Manchester United - Burnley maçı - Manchester'ın ligin yeni takımı Burnley deplasmanında galibiyet alması bekleniyordu ama yine olmadı. Geride kalan 3 haftada takım henüz galibiyet görem...11 yıl önce
-
Bu Sefer Bahanem Var - Yine ihmal ettim blogu ama bu sefer sağlam bahanem var. Son 9 senedeki ikinci kıtalar arası taşınma olayına kalkıştım. Bilenler bilir, son 9 senedir Avu...11 yıl önce
-
Babylon Dergisi Röportajı - http://www.aliece.com/2013/11/babylon-dergi-ali-ece-roportaji/#more-189512 yıl önce
-
Arsenal Kendine İnanıyor - Arsene Wenger'in sözleriyle, *"İyi bir rakibe karşı alınmış tatmin edici galibiyet." *Arsenal hafta sonu Liverpool'u oyun dışı bırakarak, bölüm bölüm saha...12 yıl önce
-
Hiç Unutmadığım... - 17 sene önce bugün tek bir imzanın milyonlarca insanı bu kadar etkileyebileceğini tahmin edemezsiniz. O adam hakkında bir sürü yazı yazdım, hala okuyan ...12 yıl önce
-
-















