.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

6 Haziran 2009 Cumartesi

Derdinizi Karakolda Anlatırsınız Artık

Şu hemen yukarıdaki haberin başlığı aslında güzel bir özeti son transfer hikayesinin. Beşiktaş'ın Mehmet Topuz sevdasını hepimiz biliyorduk da aslında, meğersem Mehmet de boş değilmiş bize karşı. Elektrik alıyormuş. Tabi bazı kesimlere göre bu imkansız bir şey, eğer gerçekten böyle olsaymış, neden Mehmet Topuz Kayserispor'da oynarken, ben Kayserisporlu'yum demişmiş. Ya da neden transfer görüşmeleri süresince ben Beşiktaşlı'yım dememişmiş. Şimdi aslında bu gereksiz polemiğe girmek istemezdim ancak geçerken uğrayayım dedim, hangi mantıkla bir futbolcunun başka bir takımda oynarken gönlünde yatan takımı açıklaması bekleniyor ya da transfer süreci devam ederken, ortada kalmak gibi bir gerçek hemen yanıbaşındayken profesyonel bir oyuncunun, neden futbolcu kendini güvende hissedene kadar hangi takımı tuttuğu açıklanması isteniyor anlamak mümkün değil. Öte yandan zaten kimi tuttuğu önemli olmadığı gibi, nerede oynamak istediğini söylemesi neden itibar görmez, bilinmez. Tek bir seçenek var aslında, o da Türkiye'nin en kurumsal! kulübü Fenerbahçe Cumhuriyetine! bir futbolcunun gelmek istememesi, sarı lacivert gönüllülerinin dengesini bozmuş anlaşılan. Şimdi en baştan başlayalım. Beşiktaş Topuz'u istiyor. Hem de yaklaşık son 3 transfer döneminde ciddi ciddi ilgileniyor kendisiyle. Yani işin ucunda bir nispet, rakibimiz almasın biz alalım diye yapılmış bir transfer hamlesi yok. Bugüne kadar futbolcusunu bir koyun gibi gördüğünden, SATMAYACAĞIZ şeklinde pankart bile yapan Kayserispor cenahı, bu sene, Topuz'un sözleşmesinin son senesine girildiğinden, SATACAĞIZ diye bas bas bağırdı. E ne oldu, neticede Topuz da İstanbul'a transfer görüşmeleri için geldi ve aşağıdaki haberde de görüldüğü üzere, Fenerbahçe'li yöneticilerle görüştüğü, hatta anlaştığı dahi yazıldı, çizildi. Demek ki neymiş, Fenerbahçe de on gündür etik dışı, hatta Türkiye'nin bir milyon civarındaki internet spor hukukçusuna göre fifa kurallarına aykırı şekilde, Topuz'la görüşmüş ve anlaşmaya çalışmış. Ancak ne hikmettir ki bunu başaramamış. Neden ne hikmettir? Çünkü Fenerbahçe'nin tavan yıllık ücreti 4 milyon euro iken, yıllık bazda ücretler Beşiktaş'a göre çok yüksekken, Topuz'un menajeri yıllık 1.6 milyon euro gibi düşük bir ücrete Topuz'un Beşiktaş'la prensip anlaşmasına vardığını söylüyor. Dikkatinizi çekerim, prensip anlaşması... Ortada bir imza gibi birşey söz konusu değil ki, bu açıklama medyada yansımasına rağmen, hemen akşamında da Kayserispor ile Fenerbahçe bonservis konusnda nasıl bir anlaşma yaptıklarını söylemeden dahi, işin bittiğini, koyun Topuz'un verildiğini söylüyorlar.
Futbolcuların koyunluğu konusunda, Beşiktaş olarak çok şey söyleme hakkımız olmadığını biliyorum. Sonuçta Koray, Fahri, Aydın örnekleri daha çok taze, çarpılırız. Ancak kurumsallaşma payesinin şu olayla Fenerbahçe'ye verilmesi de ayrı bir mevzu. Hangi kurumsal Fenerbahçe? Daha altı ay önce Boluspor'a yetiştirme parası vermemek için katakulli yapan Ankaragücü ile aynı ipte oynayan kurumsal Fenerbahçe. Deniz Barış, Aurelio transferlerindeki kurumsal Fenerbahçe. Bir de buradan hareketle, Beşiktaş'ın 20 yıl öncesinin cingözlüklerini yapmasına, futbolcu kaçırmalarına vurgu yapılıyor ki, gerçekten trajikomik, atıfta bulundukları dayanak noktası, yirmi yıl öncesinin Fenerbahçe ve Galatasaray cambazlıkları.
Herneyse, son kertede elimizdeki net bilgiler şunlar;
1-Beşiktaş Kayserispor'a az para vermek için cinlik yapacak bir kulüp değil, daha 1 yıl öncesinde 11 milyon euro vereceği için enayi olmakla suçlanan bir kulüptür.
2-Mehmet Topuz, hem Fenerbahçe ile hem de Beşiktaş ile, iki kulüp de Kayserispor'la anlaşmamışken görüşmüştür.
3-Görüşmeler sonucunda yıllık 1.6 milyon euro gibi normal sayılabilecek bir ücrete, Fenerbahçe'nin rahatlıkla çok üstüne çıkabileceği bir ücrete, Beşiktaş ile prensip anlaşmasına varmıştır.
4-Topuz'un tüm açıklamalarına rağmen, tabir i caizse, Fenerbahçe kuyruk acısıyla Kayserispor'la hemen görüşmelere başlamış ve bilmem kaç yıldır verilemeyen bonservis, bir akşam üstü alelacele, neyin korkusu ile bilinmez, ve kaç liraya olduğu dahi açıklanmadan Fenerbahçe'ye verilmiştir.
5-Topuz tüm bunlara rağmen, Beşiktaş'ta oynamaktan başka bir isteği olmadığını belirtmiş ve kendisi açısından noktayı koymuştur.
Şimdi herkes derdini karakolda anlatsın...

Antu Photoshop Öğreniyor...

Hayatta yapmadığım şeydir goygoya bağlayıp sidik yarışına girmek... Ancak, Fenerbahçeli kardeşlerimizin bu kadar erken konuşmaları, nette Mehmet'in Beşiktaş forması giymiş orjinal hali varken (çözünürlük için kusura bakmayın) kötü bir montajla açılış sayfalarını şenlendirmelerini anlayamıyorum. İzleyip görelim diyorum sadece...

5 Haziran 2009 Cuma

Nasıl Bir Forma İstiyoruz?

Muhtemel 11'ler havada uçuşur, "Tello'yu nasıl bekte oynatırsın" diye bazı arkadaşlarımız birbirini yerken, başka bir konuya parmak basmak, kulüp üzerinde biraz olsun etkimiz olabiliyorsa faydalı bir konuda kullanmak istedim. Öncelikle konu hakkındaki bazı rakamlarla başlayalım, Ntvspor'daki Şampiyonluk Öyküsü galerisi'ndeki fotoğraflarda yaptığım incelemeye göre Beşiktaş'ımız 4 formayı 34 lig maçında şu şekilde paylaştırmış: Beyaz forma: 22 maç (son 2'si siyah şortla, geri kalan 20'si beyaz şortla) Siyah-gri enine çizgili forma: 9 maç Siyah-beyaz enine çizgili forma: 2 maç Çubuklu forma : -sıkı durun- 1 maç (o da 1. hafta Antalya maçı) Sanırım teknik adam da forma seçiminde etkili oluyor, çubuklu ve enine çizgili formaların kullanıldığı 3 maç da Sağlam döneminde. Denizli'nin gelişinden itibaren beyaz forma 1., siyah-gri forma 2. forma olarak kabul edilmiş. Peki, ne demişiz formaların sunulduğu gün: "enine çizgili forma da gayet güzel, ama kullanışlı değil, onun giyileceği herhangi bir ortamda çubuklu forma da giyilebilir" (bkz: http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=13794802) Şimdi, iki tane forma birbirine bu kadar yakın olunca, birbirleri için alternatif olmuyor, bu nedenle toplam 4 forma yapmanın hiçbir anlamı kalmıyor. Gelelim, gelecek sezonla ilgili taleplere: 1 - Bu seneki formalar arası tutarlılık çok ama çok başarılıydı, bir önceki sezondaki beyaz forma ile siyah formanın birbiriyle alakasızlığıyla kıyaslayınca. Yeni sezondaki formaların da tek bir elden çıkmış gibi durması, olmazsa olmaz. 2 - Türkiye Kupası'nı kazandığımız son iki sezondan sonra formamızda ay-yıldızlı broşu taşıma hakkı elde ettiğimiz halde taşımadık. Bu sene göstere göstere taşımalıyız. 3 - 4 forma çok fazla, 3 olması yeterlidir. 4 - Bu 3 forma, benim fikrime göre beyaz, çubuklu ve kırmızı olmalıdır. İlla ki siyah bir formamız da olsun deniyorsa 4. forma olarak bu eklenebilir. 5 - Beyaz forma, mecbur kalınmadıkça siyah şort ve beyaz çoraplarla kullanılmalıdır. Son söz: "Adidas iddiası Beşiktaş’ın gelecek sene forma sponsoru olarak Adidas firmasıyla görüşmelere başladığı ve Umbro’nun yerine formaları Adidas’ın yapacağı öne sürüldü. Fenerbahçe ile Galatasaray’ın da spor malzemelerini üreten Adidas’ın, şampiyonluğa ulaşan Beşiktaş’la da anlaşma yapmak için kolları sıvadığı kaydedildi." http://fanatik.ekolay.net/fanatik/Be%C5%9Fikta%C5%9F-Taraftara-m%C3%BCjde_3_HDetail_33_135158.htm Hep böyle oluyor, tam Puma formunu buluyor, Umbro'ya geçiyoruz; Reebok oldu diyoruz, Puma'ya geçiliyor. Adidas'a geçilip de Fenerbahçe ve Galatasaray ile bir örnek formalardan görmek istemesem de, Adidas'ın da geçmişte yaptığı unutulmaz formaları da aklımda tutuyor ve bir yandan da Adidas'a dönsek iyi olur diyorum ne bileyim...

PSG maçında giydiğimiz forma (yukarıdaki), sağ ve sol omzunda 3'er geniş parçanın olduğu forma unutulur mu??

Erhan Güven Beşiktaş'ta (mı?)

Artık her transfere temkinli yaklaşmak lazım; fakat Ntvspor'un haberine göre Aydın Karabulut ile takas olunacakmış. Tabii Aydın Ankaraspor'a gider mi, gitmezse Beşiktaş'a "En sorunlu transfer halleden kulüp" Oscar'ı verilir mi, orasını bilemem. Orhan Şam, El Saka, Abdurrahman falan derken Erhan'ı almışız, hayırlı olsun. Söylenilene göre kendisi ile 3 yıllık sözleşme imzalanmış. Bu da Jessie'nin "Topuz sağ bek mi oynayacak?" endişesini giderici bir hamle olmuş olsun. Erhan Güven kimdir? 183 cm boyunda, 75 kilo ağırlığında olan Erhan, 2003-04 ve 2007-08 sezonları arasında Gençlerbirliği'nde oynamış, geçen sene Ankaraspor'a transfer olmuştur. 34 lig maçının 33'ünde forma giymiştir. Kendisi 2005 yılında "Geniş Tabanlı Milli Takım" olarak adlandırılan A2 milli takımına çağrılmıştır. Edit: Bu mesaj kendini birkaç gün içinde imha edebilir, bu satırların sahibi hiçbir mesuliyet kabul etmez.

10 Numara İhtiyacı

Futbolda bir 10 numara fenomeni var. Bunu kolay kolay yıkmak mümkün görünmüyor. Her takım bir şekilde bir forvet arkası yaratıcı orta saha futbolcusu ihtiyacı hissediyor. Futbolseverler olarak çoğumuz zaten hastasıyız. Aman topu güzel önüne alsın, spektaküler çalım atsın, albatros vuruşuyla gol atsın diye bekliyoruz. Bekliyoruz beklemesine ama ben artık bu bekleme işinden sıkılmaya başladım. Mücadele eden takım iş yapıyor. Mücadele eden orta saha ne olursa olsun başarının bir ucunu yakalıyor. Ben artık Delgado'ya, Ricardinho'ya veya bir başka 10 numaralı futbolcuya bel bağlamaktan yoruldum. Paşalar gelip en yüksek ücretleri alıp en gözde futbolcular olacaklar, ondan sonra bizde bekleyeceğiz ki, asist yapsınlar, kilit çözsünler, gol atsınlarda Beşiktaş yol alsın. Aslında böyle futbolcular piyasada var, hepte oldu, Galatasaray'ın Hagi'si vardı, Fenerbahçe'nin Alex'i, bizim demeyeyim türk futbolununda bir Sergen'i vardı. Ama bunun yanında bu tip oyuncu yakalamak için verilen milyonlar, sonra gelen hüsranlar, heba olan yıllarda var. Demem o ki atıyorum Lincoln örneğindeki gibi, adam gelip yarım sezon şahane işler yapıp sonra bir anda ortadan toz olup yok ailem yok sakatlığım bin tane dertle çıkmasın karşımıza. Delgado gibi bütün sezon iyi futbol oynasın diye beklemeyelim artık. Aman aman değil Ernst kadar futbolun fundamentalini bilen, hücum yetenekleri belki biraz daha fazla olan bir oyuncuyu bulup koyalım, sağına Mehmet Topuzu aldık, soluna Tello'yu, ileride Batuhan, Holosko, Nobre üçlüsünden 2 sini yerleştir al sana mücadele eden 4-4-2. Böyle makina gibi oynayan takım istiyorum. Hiçte 10 numara özlemi çekmiyorum artık galiba. Birde bi Nuri Şahin vardı, İsmail Air hala getirmedi mi onu bu sezon?

Futbol Zekâsı!

Bugün herkes de çok iyi biliyor ki, iyi oynayan bir futbolcudan bahsederken, "futbol zekâsı çok yüksek" tarzı tabirler kullanmak gerekiyor. Niye öyle bahsediyor ve Peki nedir bu "futbol zekâsı"?
Bana kalırsa bildiğin normal zekâ futbol zekası. hani iq ile ölçülen, alelâde zekâ. neden peki iyi bir futbolcu niteleyecekken "futbol zekâsı çok yüksek" diye tabir ediliyor bütün yorumcular tarafından? Çünkü o yorumcular da pek öyle kafası çalışan tipler olmuyor, bir futbolcunun akıllı olup olmadığını ancak oyunundan algılayabiliyor, konuşmasından falan değil. 
Bu konuda ısrarcıyım ben. Bak bütün "büyük" futbolculara; ropörtajlarını falan oku, göreceksin ki normal jargonun dışında cümleler kurmayı becerebilen insanlar bunlar. Emre Belözoğlu, Hagi, Delgado, Yusuf, Ernst, Sergen, Tümer, Metin Tekin... Türkiye'deki birkaç örnekleridir bu tezimin.
Şimdi de o, "çok yetenekli ama oynayamıyor" adamlarına bir bakalım, hepsinin pek de o kadar kafası çalışm herifler olduğu görülecek. adam puan kaybediyor, soruyorsun "önümüzdeki bütün maçları kazanırsak şampiyon oluruz" diyor. ulan daha yedinci haftadasın sen be? bu mudur üretebildiğin en kaliteli cümle o an için? yani o ki; bu "çok yetenekli ama oynayamıyor" adamları da ısınamadığından, takıma alışamadığından ve/veya bireysel sorunlar sebebiyle değil, gerizekâlı olduğu için oynayamıyor. Söylüyorum sana.
Yani nedir? Futbol bana kalırsa bir yere kadar yetenekle oynanan bir spor. Dünyanın en yetenekli adamı ol, aklın baliğ değil ise, senden dünya çapında futbolcu olmaz. Transfer sezonu da açılmışken, bu konuya da parmak basmakta yarar var.

Sivok'a Yol Görünmüş

Bu linkteki habere göre Sivok'a "yol göünmüş". Mevcut Beşiktaş kadrosuna bakıyorum da Sivok'a yol görünse görünse kahve falında kısa bir tatil yolu görünür. Defansın ortasına koyduk işini yaptı, ortasahanın ortasına koyduk yine iyiydi. Bence elimizdeki yabancılar içerisinde Ernst'le birlikte en iyisi Sivok. Ama iddia o ki Mustafa Denizli "gönderilebilir" demiş. Açıkcası bana pek inandırıcı gelmedi bu haber.

Deli Mavi

Az önce radyoda çaldılar. Kazım Kanat katıldığı bir programda, programın diğer konuğu Yeşim Salkım'dan bu şarkıyı söylemesini rica etmişti. Kazım abi ve eşinin şarkısıymış bu. İlk çıktığı vakitler güzel sükse yapmıştı parça. Ama kısa süre sonra adını şimdi hatırlayamadığım bir Fransız sanatçının bestesinden "esinlenildiği" anlaşıldı. Sonra fazla üzerinde durulmadı zaten. Türk Pop Müziği sanatçılarının sadece sekiz nota olmasından şikayet ettikleri yıllardı. Neyse efendim, ben sizi Kazım Kanat ve değerli eşinin şarkılarıyla baş başa bırakayım.

Al Sana Altın 11

maraton.com.tr yazarı Emre Utkucan’ın kaleminden al sana Altın 11: ALTIN 11 Rüştü (Beşiktaş) Gökhan Gönül (Fenerbahçe) Eren (Kayserispor) Bilica (Sivasspor) Hakan Balta (Galatasaray) Holosko (Beşiktaş) Selçuk (Fenerbahçe) İbrahim Dağaşan (Sivasspor) Tello (Beşiktaş) Baros (Galatasaray) Taner Gülleri (Kocaelispor) Tek bir şey söyleyeceğim bununla ilgili... Tanrı kimseyi böyle rezil durumlara düşürmesin...
3 Haziran 2009 Çarşamba

BEFAM, Serdar Özkan ve Batuhan

BEFAM çok duyulan, az bilinen bir Beşiktaş projesi. Kısaltılmamış hali Beşiktaş Futbolcu Araştırma ve Uygulama Merkezleri. Geçen yazın sonlarına doğru kapatıldığı söylentileri dahi çıktı ancak net bir bilgiye ulaşmak mümkün değil ne yazık ki. Resmi siteye bakıldığında varlığı devam ediyor olarak kabul edilmeli, en azından Psikolog Arzu Alkan'ın görevi EĞİTİM GRUPLARI ve BEFAM Sorumlusu olarak geçiyor halen.
Projenin çıkışı, Mehmet Ekşi'nin şampiyonlar ligi maçında İlhan Mansız'ın bir gol pozisyonunda topu sol ayağından, sağ ayağına çekmek için vakit harcamasına ve devamında da golü kaçırmasına hayıflanmasına dayanıyor. O pozisyonu rüyalarına girecek kadar kendine dert eden Mehmet Ekşi, 2003 senesinde BEFAM'ı kuruyor ve Beşiktaş Futbol Altyapı Koordinatörü olarak görevini sürdürüyor. BEFAM sorumlusu ise daha önce belirttiğimiz gibi, Arzu Alkan. Ocak 2008'deki Beşiktaş dergisinde hem Mehmet Ekşi, hem de Arzu Alkan kondisyon, teknik, taktik, mental, spor bilimleri ve izleme olarak altı birimden oluşan BEFAM hakkındaki bazı detayları anlatmışlar.
Misyon, vizyon gibi teraneler kalite belgesi almak için gerekli ezber laflar olsa da, BEFAM'ın misyonuna ve vizyouna bakalım. Misyon: "Türkiye'de futbol endüstrisini Ar-Ge'den beslenir hale getirmek, futbolu vandal yaklaşımların dışına çıkararak insanları fiziksel ve zihinsel olarak geliştiren bir heyecan kaynağına dönüştürmek," Vizyon ise: " Beşiktaş Jimnastik Kulübü'ne ve Türk futboluna dünya standartlarını belirleyecek kapasitede oyuncular yetiştirmek." olarak şekillendirilmiş.
Bir çok yaş grubundan oluşan Beşiktaş futbol altyapısında, BEFAM her gruptaki futbolcular için ayrı ayrı kayıt tuttuğunu, bu kayıtlara göre futbolcuların eksiklerinin giderildiğini, her futbolcu için aynı antrenman programı yerine, futbolcunun fiziğine, kondisyonuna, gelişim sürecine göre farklı çalışmalar yapıldığını, ayrıca Bahçeşehir üniversitesi ile yapılan anlaşmayla, oyunculara psikolojik destek, ingilizce ve üniversite eğitimi için yardım edildiğini iddia ediliyor. Tam bu noktada verilen örnek ise, Muhammed Demirci'ye yapılan testlerde fiziksel gelişiminin yeterli ölçüde olmadığı tespit edilince, büyüme hormonlarındaki eksikliğin tedavi edilmesi.
Ayrıca BEFAM sorumlusu Psikolog Arzu Alkan'ın şu sözleri de kayda değer: "Futbolcular birçok sanatçı ya da politikacıdan daha fazla göz önünde olmalarından dolayı: antrenörler, hakemler, taraftarlar gibi birçok insanla iletişim içindeler. Özellikle maçlar esnasında bu konuda yeterliliğe sahip olmayanların çeşitli cezalar aldığını görüyoruz. Dolayısıyla bu fazla baskı ve stresi kabul edip sindirmeyi doğru şekilde öğrenmeliler. Futbol bir takım sporu olduğu için bu noktada yapılacak bir hata diğer arkadaşlarını ve kulüplerini zor durumda bırakabiliyor." Ardından da şöyle devam ediyor Alkan, "İnsan sosyal bir varlıktır ve doğduğu andan itibaren belli çevreler içine girer. Ancak futbolcular bunu biraz daha farklı yaşarlar. Çünkü günümüzde bu kadar çok insanı bir araya getiren, tek yürek olmalarını sağlayan başka bir aktivite yok. Dolayısıyla belli bir görevi de üstlenmek durumundalar. Birçok erkek çocuğu, küçük yaşlarından itibaren mutlaka bir futbolcuyu örnek alır. Belki de o futbolcu çocuğun bütün hayatını etkileyecektir, Tabii ki bu büyük bir baskıdır ancak bu işin doğasında vardır. Bu nedenle futbolcu, sosyal ortamlarda nasıl davranacağını, hayatını nasıl sürdüreceğini öğrenmelidir. Ahlaki değerleri ön planda tutmalı, yüklendiği misyonun farkında olmalıdır." şeklinde de bitiriyor.
Vizyonu ayrı güzel, misyonu ayrı güzel, kurulma hikayesi ilginç, metotları doğru, sorumlularının açıklamaları harika olan bir proje BEFAM. Fakat ne yazık ki son yıllardaki alt yapı meyvelerine bakıyoruz; Serdar Özkan ve Batuhan Karadeniz. Sanki pek de etki etmemiş gibi onlara bu çalışmalar. Serdar Özkan doğal yeteneklerinin üzerine özel çalışmalar yapmış olsaydı, bu halde olmazdı kesinlikle. Ya da İnönüde'ki Liverpool zaferinin ardından "Türk'ün, Türk'ten başka dostu yok," der miydi bilinmez. Batuhan Karadeniz'in sürekli adının karıştığı olaylarsa, alt yapıdayken nasıl bir psikolojik destek aldığını merak ettiriyor insana.
Herneyse, henüz BEFAM'ın emekleme sürecindeki ürünleri olarak kabul edelim bu iki futbolcumuzu ve U-14 milli takımına diğer büyük takımlar hiç futbolcu gönderemezken, Beşiktaş'ın 8 futbolcu gönderdiğini, yine U-15'e 3 futbolcusunu, U-17'ye 5 futbolcusunu gönderdiğini hatırlatalım. Ve ümitle bekleyelim ki, Erkut Şentürk, Muhammed Demirci, Necip Uysal, Hasan Türk gibi isimler bir an evvel gelip, BEFAM'ın misyonuna uygun şekilde Beşiktaş'a faydalı olsunlar.

Unutulan Terimler; Frikik ve Hat-Trick

Son üç senedir süper lig şampiyonlarının aldıkları puanlar kadar, attıkları gol sayıları da düşmüş. Zico ile Fenerbahçe 65 gol atarak şampiyon olurken, geçen sene Galatasaray 64 gol atarak, bu sene Beşiktaş ise 60 gol atarak şampiyon olmuş. Doğal olarak goller azaldıkça, golcülerin istatistikleri de iyice cılızlaşıyor ve bir zamanlar Hakan Şükür, Feyyaz Uçar, Aykut Kocaman gibi isimlerin sık sık yaptıkları hat-trick'lere artık pek rastlanmaz oluyor. O model golcülerden şu an tek elde kalan Taner Gülleri'dir ki, onun da bu yaşına rağmen Beşiktaş'ta oynamasını istediğimi de belirtmek isterim.
Aynı zamanda, tıpkı hat-trick gibi frikik golleri de artık futbolumuzla ilişiğini kesmek üzere. Hami, Hagi, Sergen, Van Hoijdonk gibi usta frikikçilerin bir bir emekli olmasının ardından, geriye kalan Yattara, Alex, Lincoln, Delgado, Tello gibi isimler bir tane dahi frikik golü atamadan sezonu tamamladılar. Özellikle Alex'in ilk geldiği senelerdeki frikiklerinin daha sonra kötüye gitmesi ve yaklaşık iki yıldır frikik golü atamaması, Türkiye'deki antremanların futbolcuları ileri değil, geriye götürdüğünü söylüyor bizlere. Beşiktaş adına ise ligdeki son frikik golü, fotoğrafta da görülen, geçen sezonki Trabzonspor maçında, Delgado'dan gelmiş. Onun dışında da hatırladığım, bir Tello golü var Marsilya'ya, bir de Delgado golü var, Bucaspor'a..

Büyük Mustafa

Sevimli bir yüze sahip, sürekli gülümseyen ama ilginç bir şekilde de Türk futbolunun başarı anlamında en önde isimlerinden biri olmasına rağmen, seveni kadar, belki de daha fazla, sevmeyeni bulunan bir isim Mustafa Denizli. Kendisine sempatim o alkoliklere has kırmızı suratından, rakı sofrası adamı görüntüsünden ve yumuşak başlı mizacından kaynaklanmaktaydı, Beşiktaş'ın başına geçene kadar. Ancak daha sonrasında, Beşiktaş'ın sadece bir teknik direktör almadığını, akıllı bir yönetici ve iyi bir menajer de transfer etmiş olduğunu anlayacaktık.
Gelir gelmez söylediği ilk şey, sene sonunda şampiyonun isminin Beşiktaş olacağıydı. Kimse bunun dile kolay bir iddia olduğunu söyleyemez zira son yıllarda Beşiktaş'ın şampiyon olacağını net şekilde, üstüne basa basa söyleyen bırakın futbolcu, teknik adam, yönetici; taraftar dahi yoktu. En fazla iyi niyetli temennilerin, nasipse oluruz diyebilen bir anlayışın sonu, Beşiktaş'ın büyüklüğünün hala farkında olan bir isimle geldi. Geldiğinde verdiği şampiyonluk sözünü, ligin ilk yarısı bittiğinde takımı altıncı olmasına rağmen yineledi. Tıpkı yıllar önce 3-0'lık Neuchatel Xamax maçının rövanşında, maç ne olur diyenlere iddialı bir şekilde 5-0 olur dediği gibi, bu sefer de iddialı bir şekilde 26. haftayı bekleyin dedi ve o zaman başardığını, şimdi de başardı. Çünkü onun uzmanlık alanı hedef koyma, hedefe inandırma ve koyduğu hedef doğrultusunda da kendisinin etrafında kenetlenen bir kadro kurmaktı.
Mustafa Denizli'nin teknik adamlığındaki başarısını, iyi bir yönetici olmasına, futbolcu seçimlerindeki başarısına ve maça özel taktiklerine bağlamak mümkün. Ancak işte istikrarlı bir başarı sağlayamamasının da temel nedeni, sadece kendi konsantrasyonuna bağladığı bir sistemin, hep aynı şekilde ilerleyememesi ve sistemsizliğin sistem olduğu bir ortamda, hedefe kenetlenme sağlanamadığında, takımlarındaki bütün parçaların birden çözülerek kaos yaratmasıdır. Şampiyonluk kutlamalarından yavaş yavaş çıkan Beşiktaş, gelecek senenin planlarını yaparken, Mustafa Denizli kanadından yorgunluk sesleri geliyor ve bir Çeşme tatilinin sonuna kadar top taca atılıyor.
Şu an hala Beşiktaş'ta herşeyin pirüpak olduğunu söylemek için fazla iyimser olmak gerekli. Geçen senenin büyük bölümünde oynanan 4-3-3 sistemine uygun bir kadro yapısının tam anlamıyla olmadığı, sağ ve sol beklerde yaşanan sıkıntıların takım olarak baskı kurulmasını engellediği, oynanan oyunun yavanlığını şampiyonluğun bile unutturamadığı bir ortamda, Beşiktaş'ın kırılgan yapısının ortadan kalktığını düşünmek hata olur. Doğru teknik direktörle, yeni bir yapılanmaya gitmek için henüz erken. O geçiş sürecini Denizli gibi kısa hedeflerin hocasıyla fazla yara almadan atlatmak şu an için ilk hedef olmalı. O yüzden en kısa sürede, Mustafa Denizli'nin sözleşmesi, onu bir yıl için daha motive edecek şekilde yenilenmeli, gelecek sene hocadan büyük Avrupa başarıları beklemeden, tıpkı bu seneki gibi bir 100 milyon dolarlık kazanç daha getirecek şampiyonluk için bütün camia tekrar kenetlenmeli. Eğer bu başarılabilirse, Büyük Mustafa'nın sonrasında şimdiye kadar süregelmiş olan kısa vadeli planların yerine güçlü bir ekonomi ve üst üste yaşanmış şampiyonluklarla, uzun vadeli yatırımlar rahatlıkla yapılır.

Ve İnsan

Hakem İlker Meral: 15 senedir eczacılık yapıyorum ve köylerden gelen 10 yıllık bir müşterim var. 60-65 yaşlarında bir büyüğüm. Yönettiğim Beşiktaş maçının ardından eczaneye gelip "Ben senin kaç yıllık müşterinim?" diye sordu. "10 yıllık müşterimsin" dedim. "Arkadaş, Sivok'u niye attın? Bu adam sana ne yaptı da attın? Bir daha ne dükkânına geleceğim ne de ilaç alacağım" dedi. O anda şaka yaptığını düşünmüştüm. Ama o maçı yöneteli neredeyse 3 ay oldu, bir daha eczaneme uğramadı.

30 Mayıs 2009 Cumartesi, Beşiktaş

Bu sene bir sürü maça gittim. Hepsinde de fotoğraf makinem yanımdaydı ve bir sürü fotoğraf çektim. Her seferinde gelip burada paylaşmayı düşündüm ama hiç yapamadım. Çünkü çektiğim fotoğrafları aktarmaktan acizim. Bu kadar basit. Neyse, artık Cumartesi çektiğim fotoğraflardan sonra dayanamadım. birkaç örneğini burada, daha fazlasını da şurada görebilirsiniz: http://www.flickr.com/photos/riobranco/sets/72157619071069485/ Bu vesileyle duble şampiyonluğumuzu kutlarım.
2 Haziran 2009 Salı

Rogon Sportmanagement

Webkartalları'ndan bir arkadaş değinmiş, benim de ilgimi çekti bu menajerlik şirketi.... Bilin bakalım portföylerinde hangi oyuncular var? Link Cassio Lincoln Fernando Meira Fabian Ernst Michael Fink Tesadüf mü sizce? Hadi canım. Fink'i de Denizli beğenmişti değil mi? Geçen hafta attığım postları hatırlıyor musunuz? Ne kadar benzer değil mi? Evet Denizli Fink'i beğenmiş ama Rogon'un 20 oyunculuk portföyünden beğenmiş... Biz de Frankfurt'un vasat oyuncusuyla ne alakamız var diyorduk aydınlanmış olduk...

Anket

Çeşitli medya kuruluşlarının verdiği haberlere göre Da Silva Bobo 6,5 Milyon Euro karşılığında Olympiakos'la anlaşmış durumda. Kayserispor'un Mehmet Topuz için istediği para da o civarlarda. Görünen o ki, Beşiktaş kulübü Bobo'dan gelen parayla Mehmet Topuz transferini gerçekleştirmeyi planlıyor. Sizce bu doğru bir transfer hamlesi olur mu?

Sizden Gelenler

Sizden Gelenler köşesi bir yayıncılık klişesidir. Özellikle şiir alanında felaket çalışmalara rastlamamıza yol açması nedeniyle kimseye pek sempatik gelmediğini biliyorum ancak konu fotoğraf olunca güzel kareler yakalamak için bir fırsat doğuruyor. İşte yukarıdaki ilk fotoğraf, sağolsun sitemizin yorulmak bilmeyen okurlarından what makes you think i'm not a superhero'nun şampiyonluk kutlamalarında yakaladığı güzel bir enstantane. "Söylemiştik, yakarız gezegeni" iddiasını doğrular nitelikte.
Şu üsste gördüğümüz, ilk bakışta ne olduğunu anlayamadığımız fotoğraf ise ta TAV Tunus Beşiktaş’lılar Derneği'nden ulaştı bizlere. Bir de not düşmüşler fotoğrafın altına; "Öncelikle hayallerimizi gerçekleştiren takımımıza ve siz sevgili taraftarlarımıza teşekkür ederiz. Şanlı Bayrağımız Avrupa nın ve Afrika nın en yüksek hava trafik kontrol kulesinde emir ve görüşlerinize hazırdır" şeklinde. İşte semt takımı Beşiktaş! Taa Tunus semtlerine kadar uzanmış gördüğünüz üzere..
Fotoğraflar için tekrar teşekkür ediyor, ayrıca kafasına esenin sağda da görülen eksibesiktas@gmail.com adresine istediği fotoğrafları, dökümanları yollayabileceğini hatırlatmak istiyoruz. +Rep, emeğe saygı, esen kalın.
-Sezen Cumhur Freak

Kim, Ne Yaptı?

Yukarıdaki tabloda, bu sene ligde kimin kaç dakika oynadığı ve kaç gol attıkları yazılı. Sıralama ise, aldıkları toplam süreye göre düzenlenmiş. En çok sahada 90 dakika kalan bile, sadece 28 maç kalmış ki, bir futbolcunun bile 30 maçın üzerine çıkamaması enteresan. Zaten en çok oynayan futbolcuların arasında bu senenin müzmin sakatları Rüştü ve İbrahim Toraman'ın olması hem enteresan hem de fedakarlık bakımından da anlamlı. 32 kere sahaya çıkan Tello'nun ise sadece 13 kere 90 dakika sahada kalabilmesi de, kendisinin maç kondisyonu açısından ne denli yeterli olduğunu ortaya koyuyor. Gol dağılımları ise, olabilecek en homojen şekilde gerçekleşmiş. Forvette oynayan isimler, Bobo (11), Holosko (10), Nobre (10) gol, forvet arkası oynayan isimler de Tello (6), Delgado (6), yarım sezonluk Yusuf da (3) gol atmayı başarmış. Yani neredeyse hepsi aynı sayıya ulaşmış. Ha bir de son olarak gol sayısına ekleme yapalım, bu da Turkcell Super Lig ile alakalı. Son üç senenin şampiyonları, sırasıyla Fenerbahçe-Galatasaray ve Beşiktaş, 2 gol ortalamasını dahi bulamamışlar. Bu sene en çok gol atan takımlar, Beşiktaş ve Fenerbahçe sadece 60 gol atabilmişler..

Mert Nobre

Şirketimiz profesyonel futbolcularından Mert Nobre ile aşağıdaki şartlarda 3 yıllık (2011-2012 sezon sonuna kadar) sözleşme imzalanmıştır. Sözleşme bedeli olarak oyuncuya 2009-2010 sezonu için bir defaya mahsus olarak 1.000.000.-Euro ve 10 eşit taksitte ödenmek üzere 1.400.000.-Euro 2010-2011 sezonu için bir defaya mahsus olarak 750.000.-Euro ve 10 eşit taksitte ödenmek üzere 1.400.000.-Euro 2011-2012 sezonu için ise bir defaya mahsus olarak 750.000.-Euro ve 10 eşit taksitte ödenmek üzere 1.400.000.- Euro ödenecektir. --- Fabian Ernst : 3.000.000 Euro Bonservis - Yıllık 2.200.000 Euro Maaş Matias Delgado: 12.000.000 USD Bonservis - Yıllık 2.100.000 Euro Maaş Edouard Cisse: 1.500.000 Maaş Rüştü Reçber: 1.500.000 Maaş Cassio Lincoln: 2.500.000 Maaş Roberto Carlos: 4.500.000 Maaş Guiza : 3.500.000 Maaş Emre Belözoğlu: 4.500.000 Euro Bonservis - 3.500.000 Maaş Alex : 3.400.000 Euro Maaş

Mustafa Denizli - Sen Bitirdin Bu İşi

Tutmayın küçük enişteyi, sezon değerlendirmesi yapacak.. Bizim çevremizde, hani şu sözlüktür, sonrasında ekşibeşiktaş, ayrıca kendi çevremde, en koyu Mustafa Denizli muhaliflerinden biriydim. Hatta ekşisözlük'te maç başlıklarına entri girmeyi bıraktım derecesinde. Elbette ki özür borcum vardır kendisine, ama gönlümü rahatlatan şeyler de yok değil. Artık susuyorum dediğim dönem Beşiktaş'ın kötü gittiği ve kötü gitme sinyallerine devam ettiği dönemdi. Sonuçlar gelince dönüp arkamı gitmedim. Keza en fazla cırcır ettiğim maç 5-2 kazandığımız Kocaeli maçıydı, sonuca bakıp konuşmuyordum. Asıl olansa, en son 'bu takım hiç ümit vermiyor, bu takım asla iyi top oynamayacak, ama bu takım gider şampiyon olursa, o zaman da derim ki 'o yüzden ben burda kendi halinde cırlayan biriyken, o adamsa Mustafa Denizli, o yüzden bu takımın başına getiriyorlar'.. demiştim. Kişisel kısmı geçebilmeyi becerirsem konuya gireyim; sezonun başında, hatta geçen sene de Beşiktaş derli toplu futbol oynuyordu. Ertuğrul belli ki fazlaca futbol izleyen, okuyan, futbolun doğruları dediğimiz mantığı sahaya koymak için uğraşan bir adam oldu hep. Ama şu sezonun ikinci yarısında gördüğümüz 'şey' Ertuğrul'un takımında hiç olmadı; ihtiras, zafere yürüme ihtirası. Bu ihtiras, tekmeye kafa sokma klişesindeki ihtiras değil. Aklını-mantığını koruyarak, ama yeri geldiği zaman, o futbolun doğrularını takım halinde ezip geçerek sonuca ulaşma ihtirası. Büyük takımların sahip olması gereken, şampiyonluklara götüren şey. Bunun içinde sürekli hücum oynayan bir takımın oyuncularının tüm sezona isyan edip 'katenaçyo' oynayarak maçı kazanması da vardır. Bunu futbolcusuna aşılayabilmek, oynatabilmek büyük hoca meziyetidir. İşte kimilerinin bir kaç gün önceye kadar, Beşiktaş şansıyla şampiyon oldu demesinin nedeni. Oturalım tek tek bakalım şu maçlara; Kocaeli deplasmanından, içerideki Fenerbahçe-Galatasaray maçlarına, Ankaraspor maçından, Bursaspor maçına. Bu takım hala kötü oynuyor, ve hala hücum oynuyor gözüktüğü maçlarda da pozisyon bulamıyor. Ama benim sezonun ilk yarısında kabul etmediğim, maç kazanma ihtirası var bu adamlarda. Eğer galibiyet için gerekliyse; tüm yükü Ernst'in sırtına vuruyorlar, tüm övgüleri ona bırakıyorlar. Veya Bursaspor maçında 2 dakika boyunca rakibin kendi arasında pas yapmasını izliyorlar, kim ne demiş umursamadan. Topu alınca da iştahla rakip kaleye gidip pozisyon bulabiliyorlar. Sezonu bitirdik, takım son 5 haftaya girerken dahi 'dönüştü'. Yusuf'u orta sahanın ortasından sola kaydırdık, Sivok stoper miydi - orta saha mı tam karar veremedik, Ekrem Dağ sağ bek mi, sol bek mi, sol açık mı.. Holosko sağ açık mıydı, öndeki 3lünün winger'ı mıydı, forvet miydi.. İbrahim Toraman sezonun kaç maçında sağ bek oynadı, kaç maç stoper.. Ve işin ilginci tüm bunları yaparken diziliş olarak sakil durmadı bu takım. Başa dönersek, iyi top oynadı mı, hayır. Peki şampiyonluğu haketti mi? Sonuna kadar. Bir hoca gelir ve ancak bu kadar şampiyonluğa gitmek için tüm futbolcularıyla beraber böyle bir 'kaos'a inanır. Belki bazen şampiyonluklar sadece böyle gelir. Uzun vadede ne mi olur, bence Denizli gitsin. Uzun vade diyorsak zaten, eğer ki kendisine de saygımız varsa gitsin. O uzun vadelerin adamı değil, kabul ettik artık. Benim istediğim tabi ki, oturmuş bir sistemi olan (caanım 4-3-3), iştahını o sistemi yönetmede kullanan ve oyun anlayışı değişse bile saha içindeki görüntüsü ve hücum varyasyonları değişmeyen bir takım. Saha içinde kaos oluştursa bile düzenden beslenen, düzeni kaosla sağlayan bir takım. Bunu yapacak adam Denizli değil, o pragmatist. Ve şu şampiyonlukta teşekkür edilecek ilk adamsa, aylarca eleştirdiğim, benim hocam değil o dediğim, ve şimdi dahi gitmesini istediğim, Mustafa Denizli'dir. Teşekkürler hocam, eline-aklına sağlık.

Teşekkür

Yıldırım Demirören'i bugün bile eleştirmek, kötülemek mümkün. Kazanılan iki kupaya rağmen geçtiğimiz 6 yıl içinde öyle büyük hatalar yapıldı, öyle kocaman gafletlere düşüldü ki şu an için kazanılan bir şampiyonluk, bir kupa her şeyi çözmeye yetmiyor. Ama söylenmesi gereken doğrular var. Ve bu doğrular yüzünden de edilmesi gereken bir teşekkür var.
Öncelikle Ercan Güven'in bugün Milliyet'te yayınlanan köşe yazısından küçük bir alıntı:
"...Avrupa’daki futbol galasına eşi hanımefendi ile katılan rahmetli Hasan Doğan’ı alkışlamaktan elleri kanayan, klipler yapıp günde on kere yayınlayan, duygusal yazıların Everest’ine tırmanıp herkesi ağlatan medya, Türkiye’nin en hırçın seyircisine eşi ve çocuklarıyla el sallayan, en kritik deplasmana ailesiyle giden, en büyük törene bebeği ile çıkıp “aile-çocuk” kavramlarına gönderme yapan Demirören’leri görmezden geldi.
Neden?..
Başka kulüplerdeki mevkidaşları bir iki güzel sözle destekleyemez miydi? Hani futbolu yönetenler, hani tribündeki maçoluğun eziyetini çeken polisler, büyük konuşan bürokratlar, futbolun karanlık yüzünden şikayet eden siyasetçiler? Futbol mağduru anneler, aileler. Evet... Rahmetli Hasan Doğan’ın futbolu yumuşatan sevgi görüntüleri muhteşemdi. Peki bu değil mi?..."
Teşekkürler başkan...
Futbolu testesteron hormonuyla doldurup, estetizmden uzaklaştıran erkek hegamonyasınının orta yerinde eşini, çoluğunu, çocuğunu alıp tribünlere geldiğin için. Şirinlik muskası çocuğunla kupa tören alanına çıktığın için. Sahada oynayan takımı doğrularcasına hepimiz bir aileyiz mesajını verebildiğin için. Beşiktaşlılığını gözyaşlarına dökebilme cesaretini gösterip hepimizi duygulandırabildiğin için. Sezonun ikinci yarısından itibaren sahneyi Mustafa Denizli'ye bırakıp geri plana çekilebildiğin için. Teşekkürler başkan...

Şampiyonluk Sonrası

Şampiyonluklar taraftar için inanılmaz eğlenceli hadiseler. Bir yılın yorgunluğunu, acı-tatlı anılarını geride bırakıp başarınızı kutluyorsunuz. Hele maçları tek tek gözünüzün önüne getirince... Taraftar yönünde hiç bir soru işareti yok. Şampiyonluğun anlamı belli. Ancak görevi "yönetmek" olan kişilere gelince şampiyonluğun başka anlamları da olduğunu farkediyorsunuz. Yönetici dediğimiz kişinin, çoğu zaman atılan golde bile sükunetini koruyan, aklını duygularının önüne koyan bir profil çizme zarureti ortada. "Bırakın canım, adam da taraftar değil mi?" noktasından öte, sevinirken bile geleceğin stratejilerini oluşturmak onların görevi. Bu bir lütuf değil, bir zorunluluk. Beşiktaş çok güzel bir şekilde şampiyon oldu ve şampiyonluğunu da çok güzel bir şekilde kutladı. Beşiktaş bu yılın zirvesinde. Ama önemli nokta işte tam da burası. Beşiktaş, camia olarak bugün olabileceği en güçlü noktada. Yapmak istediklerini en rahat yapabileceği, elinin en güçlü olduğu dönem bu. Şampiyonluk neye vesile olsun sorusuna verilecek en güzel yanıt biraz da bu zaten. Beşiktaş kulübünün arkasına bu desteğini de alıp yeni atılımlar yapması... Bunlar neler olabilir? Bakın Revna Demirören'in televizyona yansıyan fotoğrafına... Basında bazı yazarlar bu konuyla ilgili yorumlarda da bulundular. Demirören'in başkan olarak severiz- sevmeyiz ama anne-baba-oğul olarak çizdikleri tablo, beni her hareketiyle rahatsız eden Demirören'e rağmen hiç rahatsız etmedi. Hatta topluma örnek oluşturması açısından çok da mutlu etti. Bir babanın, kızına sarılıp mutlulukla ağlaması, hele Beşiktaş başkanlığı yapan bir kişi söz konusu olduğunda, oldukça anlamlıdır. İşte Beşiktaş'ın tam da kullanması gereken resim budur. Beşiktaş'ın kadın ve çocuklarla ilgili stratejisi nedir? Beşiktaş, kadının sözünün erkek kadar yüksek tondan çıktığı bir kulüp olma yolunda hangi adımları atmaktadır? Beşiktaş, Anadolu kadınına en ufak bir el uzatsa, en ufak... Bunun Beşiktaş'a manevi dönüşü ne olur? Strateji denince forma satışını anlayan bir kitle oluştu günümüzde. Forma satışı, bu statejilerin içinde esamesi okunmayacak önemdedir. Önemli olan insanların üzerine formayı giydirmek değil, kalplerine Beşiktaş sevgisini aşılayabilmektir. Bunu da sadece şampiyon olarak başaramazsınız. Gider daha çok şampiyon olanı tutar. İşte bu noktada, Beşiktaş'ın Galatasaray ve Fenerbahçe'den kendisini ayıracak ve kendi yolunu ortaya koyacak stratejileri üretmesinin vakti gelmiştir. Beşiktaş, kendini başarı üzerinden tanımlayamaz. Çünkü diğer rakiplerine oranla başarılı değildir. Beşiktaş kendini apolitize edip bir kitle partisi gibi de davranamaz. O işte de, rakipleriyle arasında dağlar kadar fark vardır. Beşiktaş kendine bir söylem geliştirmeli, bir yola girip o yolda devam etmelidir. Bir Beşiktaş'lıyı, cumartesi akşamı sokaklarda Beşiktaş formasıyla dolaşan kadın ve çocuklar kadar ne mutlu edebilir? Hayatları boyunca aynı sokakta karşılaşmayacak insanları bir araya toplamış Beşiktaş değerleri, üzerine basa basa, altları çizile çizile belirginleştirilmelidir. Beşiktaş, rakipleri Fenerbahçe ve Galatasaray gibi çizgilerini silikleştirip daha fazla taraftar edinemez. Bir başka yol, bir başka söylem, bir başka strateji, tam da en güçlü olduğu dönemde ortaya konulmalıdır. Bunu da ortaya koyacak "yönetici" sıfatıyla oraya gönderdiklerimizdir. Yoksa şampiyon olmuşsun, olmamışsın... Kalplere inemedikten sonra ne anlamı olur ki.

Saygı Duruşu

Görüşlerine ne kadar katılmıyorsak, Beşiktaşlılığını da o kadar takdir ettik. Mücadeleni de, yaşama sarılışını da.
Bu şampiyonluğa en çok sevinenlerden biri sen olurdun herhalde. Anıldıkça yaşamaya devam eder insanlar, senin kadar yaşama sevinciyle dolu adamı yaşatmamak, hele böyle günlerde, ayıp olurdu.
Geldi şampiyonluk Kazım Abi, gözün arkada kalmasın.

Kalbimiz Ege'de Kaldı

Önce İzmir, ardından Denizli finalleri ve bu finallerin neticesinde İnönü Stadı'nda çife kupalı şampiyonluk kutlamaları. Hepsi çok güzeldi. Geçtiğimiz iki yılda, ligde iki kere final maçına çıkıp kaybeden takımın taraftarları olarak, kötümserliği o denli meslek edinmemize rağmen, bu sezonun filmi mutlu sonla bitti. Artık derin bir nefes alabiliriz. Artık o 101. yıl travmasından, bizi şampiyon yapmazlar psikolojisinden çıkabilir, "kadrosunda sadece bir adet şampiyonluk görmüş futbolcuları var" burun kıvırmasıyla muhattap olmayabiliriz. Ve en önemlisi artık özgüvenimizi yeniden kazanabiliriz, hatta şu an kazanmış olmamız gerekiyor. Söylemek gerekirse Denizli'de 2-0 öndeyken bile hala rahat değildi içim. Sezon başından beri benim kadar "şampiyon olacağız bu sene" diyen var mıdır bilmem ama o skora rağmen hala inanamıyorsam şampiyonluğun geldiğine, demek ki 2004'den beri tüm o yaşananlar içimize işlemiş bir şekilde. Bu şampiyonluğun hikayesi gerçekten sıradışı. Ligin ilk yarısını altıncı sırada bitirmesine rağmen başardı bunu Beşiktaş. İlk yarı bittiğinde istatistikler, ilk yarıda ilk üçün dışına çıkanlardan şampiyon çıkmayacağını söylüyordu, daha sonra bu istatistik daha da gelişti, bilmem kaçıncı haftaya girerken lider olan takımlar, sene sonunda şampiyon oluyormuş illa ki vs vs... Tüm o ezberleri Beşiktaş bozdu ama Beşiktaş'tan önce, tabii ki Mustafa Denizli... İkinci yarı çıktığı 18 maçın 13'ünü kazanarak, Beşiktaş'ın büyük takım olduğunun her zaman altını çizerek, şampiyonluk demekten korkmayarak başardı bunu Mustafa Denizli. Şimdi sevinme vakti. Maçtan sonra "sakın sevinmeyin bu oyunla işimiz zor" diyenlerden değilim ki şampiyonluktan sonra "durun bu oyunla seneye başımıza gelmeyen kalmaz" diyeyim. İşte nihai hedef buydu zaten, her sene şampiyon olmak gibi bir şey mümkün değil elbet ama bu yaz bazı şeylerin değişmesi gerektiği de aşikar öte yandan. Sezon içerisinde 5-2 kazandığı Kocaelispor maçı, deplasmanda 3-0 kazandığı Gaziantepspor maçı, yine deplasmandaki 4-1'lik Ankaraspor maçı gibi farklı kazandığı maçları dahi rahat bir oyunla kazanamayan bir takım Beşiktaş. En önemlisi hala topa hükmeden, oyun insiyatifini kendi tarafında tutamayan bir takım. Beşiktaş altıncı olur, şampiyon olur önemli değil ama şu şampiyonluk stresinden hazır çıkmışken, artık büyük takım gibi oynama hedefi ilk sıraya alınmalıdır. Daha sonraki hedef yine gerçekçi bir şekilde Türkiye ligi şampiyonluğu ve mümkün olduğunca üst üste şampiyonlar ligine katılıp, maddi problemlerin giderilmesi olmalı. Avrupa ise ayrı hikaye; en büyük hedef tabii ki orası, ancak yine de kısa sürede olmayacak işler peşine düşüp, gelinen noktadan daha da geriye gitmemek için, Avrupa hedefi çok gerçekçi olarak ortaya konulmalı. Tüm bunlara değinmişken, şunun da altını çizmeden olmaz; 19 yıl sonra Beşiktaş'a çifte kupayı getiren Beşiktaş da bu Beşiktaş, hem de o kadar övdüğümüz 100. yıl kadrosu dahi yapamamış bunu. Ki bu kadro, o kadrodan çok daha genç. Bu sene kazanılan takımdaşlık, özgüven, başarı hazzını yaşamak gibi değerlerin üzerine bazı eksik, gedikler de giderilince seneye özlediğimiz Beşiktaş'ı görmemek için hiçbir neden yok. Sakın ola ki Mustafa Denizli'den bir sistem takımı yaratmasını beklediğimiz zannedilmesin, onun tarzı bu, sisteme değil isimlere, özel maç taktik/tavşanlarına güveniyor. Yeter ki gelecek sezon da konsantrasyonu aynı şekilde devam etsin, zaten teknik direktörlükteki en büyük meziyeti doğru transferler olduğu için gerisi çorap söküğü gibi gelir. Böylece de onun sayesinde başarı açlığı giderilerek, "Mustafa Denizli Sonrası"nın planları daha sağlam bir zeminde yapılır hale gelir ve bir sonraki teknik direktörün sistem takımını yaratması için gerekli kredi de sağlanmış olur.

Namuslu Lig!

Beşiktaş şampiyon oldu, şöyle bir dikkat ettim, maşallah herkesin dilinden bir anda bu sene ligin ne kadar temiz ne kadar namuslu geçtiği, Beşiktaş'ın şampiyonluğunda şaibenin nasıl olmadığı düşmez olmuş. Lan çocuk mu kandırıyorsunuz? Siz bizi hıyar mı sandınız? Bu sene Beşiktaş şampiyonluğu şaibesiz kazandı kazanmasına ama, bakın size bir tiyo vereyim ben, eğer sizin namus anlayışınız buysa, vah sizin ananıza, vah sizin bacınıza. Bu senede lig namuslu falan değildi. Bu senede ligde kimseye çıkmayan kartlar Beşiktaş'a cayır cayır çıktı, bu senede kimseye çalınmayacak düdükler Beşiktaş'a dürül dürül öttürüldü. Ha tek fark vardı, bu sene Beşiktaş alayına isyan hepsine gider dedi şampiyon oldu. Beşiktaş'ın şampiyonluğu sizin eyyamlarınızı temize çıkartmaz. Beşiktaş bu şampiyonluğu siz kendinizi aklayasınız diye almadı. Biz hiçbirşeyi kolay kolay unutmayız. Deniz Çoban'ından Selçuk Dereli'sine, sımsıkı Erman-Şansal'ından, Odyakmaz Mecnununa selam olsun.
31 Mayıs 2009 Pazar

Çokuncu Baskı

Küme düşen Konyaspor, Kocaelispor ve de Hacettepe'nin bir ortak noktası var.
Konyaspor, ligin 3. haftasında 4 puanla 10. sırada. Kaybettiği maç Beşiktaş deplasmanı. Hop, Raşit Çetiner alınan başarısız sonuçlardan dolayı kovulmuş. Yerine kim gelmiş? Giray Bulak. Kendisi 12 gün önce Konyaspor'u başarıdan başarıya koşturduktan sonra zirvede bıraktı tenik direktörlüğü.
Kocaelispor, ligin 4. haftasında 1 puanla sonuncu sırada. O zamana kadar oynadığı takımlardan Gençlerbirliği ile berabere kalmış; Sivasspor'a, Kayserispor'a ve Galatasaray'a yenilmiş. Normal değil mi? Kimine göre değil. Engin İpekoğlu bu sonuçlardan sonra kovulmuş. Yerine kim gelmiş? Yılmaz Vural. Kendisi Kocaelispor'daki görevinden devre arasında istifa ettiğinde takım 9 puanla sonuncu sırada.
Hacettepe, ligin 9. haftasında 8 puanla 15. sıradayken Osman Özdemir kovuluyor. Yerine kim geçiyor? Erdoğan Arıca. Kendisi 22. haftada görevini bıraktığında Osman Özdemir'in Hacettepe'sine 13 haftada tamı tamına 6 puan kazandırmış. (1 galibiyet, 3 beraberlik) Aldığı tek galibiyet ise Ankara Şaibe Ligi'nde Ankaraspor'a karşı.
Bu adamlar hala daha Çetiner, İpekoğlu, Özdemir gibi adamları; CV'lerindeki tüm rezilliklere karşın yiyebiliyorlarsa, buna çanak tutan yönetimlerin düşmesine zerre şaşırmamak gerekir. Allah müstehakını vermiş deyip geçersin. Bu hatalardan ders çıkarmak yöneticiler yerine bana kalıyorsa da çok acayip bir yanlışlık var bu işte der insan.
Joga bonito? Yersen.

Okyanus Ötesinden Şampiyonluk Töreni İzlenimleri

- Şampiyonluğun verdiği gazı sıvıya hemen dönüştürmemek lazımmış. Bütün kupa törenini akşamdan kalma izledik o yüzden. İleriki yıllar için kulağa küpe olsun. (Yazar burada takıma selam ediyor.)
- Demet Akalın ve Mustafa Sandal performansları bana bir daha hatırlattı ki, biz dans etmeyi bilmiyoruz, kasmayalım. Ya da devlet popçuları Amerika'ya Beyonce'nin, Madonna'nın, Justin'in yanına staja yollasın 2 aylığına.
- Mantığım Zapotocny ile Cisse gitsin (Fink geliyorsa kesin) derken, duygularım kal dedi. Özellikle Zapo'nun coşkusu, rengi inanılmaz. (Sivok'un ve Holosko'nun da hakkını yemeyelim) Hatta daha da Çek, Slovak falan alalım biz. En azından Alen sahaya giremiyorsa üçlü çektirirler. 
- Ernst, yavrum bu ne disiplindir be? Kutlamada Cisse'yle tribünlere gidip senkronize yumruk şov yapması çok hoştu.
- Sanki Bobo ve Delgado olması gerekenden daha sakindi. Bir dakika lan, Bobo orada mıydı ki??? Yazdıklarımı revize ederken birden tereddüte düştüm, biri beni tez elden aydınlatsın.
- Futbolcuları platforma çağırırken söylenen methiyeler kimin kaleminden çıktıysa tebrik ediyorum, hepsine özgün bir saçmalama buldurmuş. Bir de bu Üstün Alman Teknolojisi lafı bizim blog'da mı, yoksa Forza da mı doğdu? Her duyduğumda aklıma takılıyor..
- Platforma çağırma sırasında yöneticilere de benzer methiyeler olacak diye işkillendim bir ara. "Kerestelerin şahı, Türkiye'nin borunun geleceği, LPG'nin hası" falan tarzı; güzel olurdu aslında.
- Şu platformda Sinan Engin türevi bir adet insanın olmaması beni ayrıca mutlu etti. Teknik heyete bakıyorsun, Marrone, Tayfur, Denizli falan; asalet akıyor maşa'allah. Keza futbolcular da çok büyük yüzdeyle öyle. Ayrıca Marrone'nin soyadını yanlış okuyan, daha doğrusu okuyamayan dingilizi de protesto ediyorum. 
- Erkut Şentürk kimdir, nedir?
- Analarının karnında 3 ay durduklarından ilk fırsatta sahaya atlayan ve törenin temposunu aksatan zibidilere buradan bilumum penetre edilebilir cismi yolluyorum. Onlar ne yapmaları gerektiğini bilirler o cisimlerle. (+18)
- Bir daha kafama dank etti. Lan iki kupayı da aldık be? Bunu 10 yıldır yapan takım yoktu. Hala daha büyüklük küçüklük tartışmalarıyla self-tatmin arayanlara hediye olsun bu.
- Tezahüratları müzikal enstrüman eşliğinde kaydetmek yasaklansın. Kaydedilmişse de stadda megafondan okunmasın. Biri arabesk okur, biri detone, biri midi klavye eşliğinde; bu ne be? Tezahüratlardan soğuttular adamı.
- Yıldırım Demirören'in eşi basın sözcümüz, reprezantımız olsun. Revna Hanım'ın asaleti, konuşması vs. gerçekten takdire şayan. Hatta başkan bile olabilir kendisi.
- Sanlı Kaptan, sen bizi güldürüyorsun ya, Allah da seni güldürsün.
- BEŞİKTAŞ ULAN!!!

Ara