
Hakem: Deniz Çoban, Serkan Gençerler, Asım Yusuf Öz, Koray Gençerler.
Stat: Denizli Atatürk
Denizlispor: Cenk, Ozan (Dk.82 Selahattin), Burak, Şener, Wescley, Bangoura (Dk.66 Caner), Emin, Braga, Güray (DK.46 Musa), Roberts, Angelov.
Yedekler: Özden, İsmail, Selahattin, Caner, Musa, Fatih, Couto.
Teknik Direktör: Mesut Bakkal
Beşiktaş: Rüştü Reçber, İbrahim Toraman, Ekrem Dağ, Gökhan Zan, Sivok, Cisse, Fabian Ernst, Tello (Dk.43 Uğur İnceman), Holosko, Bobo (Dk.83 Nobre), Serdar Özkan (Dk.78 İbrahim Üzülmez).
Yedekler: Hakan Arıkan, İbrahim Üzülmez, Delgado, Nobre, Uğur İnceman, Erkan Zengin, Zapotocny.
Teknik Direktör: Mustafa Denizli
Goller: Holosko (Dk.28), İbrahim Toraman (DK.63)
Braga (Dk.84)
Sarı Kartlar: Şener (Dk.25), Roberts (Dk.30) Denizlispor

Kızım bir süredir devlet opera ve balesi çocuk korosunda ve bugün saat tam 20:00 de ilk konserleri var inanbiliyor musunuz tam olarak saat 20:00 de sabah işe giderken sıkı sıkı da tembihledi baba geliyorsun değil mi diye ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. Şampiyonluk maçına izlememek ya da kızımı
babası beyzbol maçına gelmediği için üzülen çocuk psikolojisine sokmak... işte bütün mesele bu. Telefon üzerinden digitürk yayını izlemenin bir yolu var mı?
Gecenin kör saatinde içimi korku kapladı... Uyku tutmuyor, oysa üç saat kadar sonra kalkıyor uçağım... Benim kadar heyecanlanan belki bir Beşiktaşlı futbolcu vardır umuduyla gidiyorum Denizli'ye... "Che ya da Feyyaz"dan çıkma bir sahne bu benimki...
6 yıl uzun zaman... Ondan önemlisi, böyle alışmamıştık çocukluğumuzun şampiyonluklarında... Son haftaya kalan tur ne zormuş... O yüzden olsa gerek bu kalp çarpıntısı fena geldi.
Bir de acaip bir hikayesi olacak bu şampiyonluğun; Ertuğrul'la, Metalist'le, İbrahim Üzülmez'le, Ernst, Denizli ile şekillenen; içinde İnönü'deki Ankaraspor kabusunu, Antalya deplasmanındaki müthiş geri dönüşü, Trabzon'u o yarı sahaya boğup, diş geçiremeyişimizi içeren, Kupa Finali'nde 85. dakikayi biz bize geçtiğimiz güzel İzmir akşamıyla süslenen, kendi adıma yenilsen de yensen de vesilesiyle semtte, kapalıda kah derdini bana anlatan, kah sofrasına davet eden, kah gelip sarılanlarıyla iyice özel hale gelen cok renkli bir hikaye... Dubleyi, Sivasspor'u, hatta Bülent Uygun'u ve hatta bizim maçlarda coşan Güiza'yi anlatacağız çocuklarımıza, çok hikayemiz var... Yeter ki güzel bitsin yarın, dolaplarımıza, unutmalık sezonların arasına kaldırmayalım 2009'un şampiyonluk yürüyüşünü...
Şampiyon olacağız Beşiktaşım bu sene;
Koyduk işte Cimbomboma Fener'e
Gel bu sene son verelim dertlere...

Öncelikle merhabalar ;
blogdaki ilk postum bu geceye kısmetmiş. inşallah devamını getirecek enerjiyi bulurum kendimde. önümüzde , sezonu duble ile kapatabileceğimiz bir denizlispor maçı varken benim aklımdan geçmişte oynanan ve bir hemşehrimin içine limon sıktığı maç çıkmıyor maalesef. erol tolga ( resimdeki abimiz , çok sövmeyelim adam beşiktaşlıymış : ) ) 31 mayıs 1987 beşiktaş denizlispor maçında, 86. dakikada mesut bakkal 'ın topun yanından ayrılmasından sonra sol ayağıyla öyle bir vurdu ki değil jurkovic hiç bir koviç topu çıkartamazdı artık. 1 - 1 biten maç sonrasında galatasaray o haftalığına liderliği , bir hafta sonra lig bitince de şampiyonluğu beşiktaşımızın elinden alıyordu maalesef.. o zamanlar galatasaray 'ın başındaki jupp derwall 'in yardımcısı şimdinin ballısı mustafa denizli idi.
neyse efendim bu kadar kötü anıya ve nostaljiye dalmanın anlamı yok. sonuçta geleceği düşünmek ve umutlu olmak gerekir. hadi çocuklar , çıkın ve kazanın dökün bizi sokağa.
daha güzel ve mantıklı bir başlangıç yapmak isterdim ama bir haftadır uyumadım sayılır , 29 yaşındayım ve uzun zamandır böyle heyecanlanığımı hatırlamıyorum. alın oğlum şu maçı !!!!
Blogumuzdaki kirlenmeyi önlemek niyetiyle anonim yazarların yorum yapmasını engelledik. Okuyucularımız 5 dakika ayırıp blogger'a kayıt yaptırabilirlerse tüm blog ahalisi memnun olacaktır diye umuyorum....
"haykır acını ey kartal
başeğme haykır
bir yol kavşağındasın ve ancak
yaraların haykırışlarla onarılır
bir yol kavşağındasın ve senin
değişmek için çırpınıyor kaderin
kuşan alnında biriken o kara terin
sırtında şakırdayan kırbacı kopar
soluk al
ışıldat o mazlum kanatlarını
bak korlaştı acıların kozalandı
ey kartal
parçala şu nankör suskunluğunu
başkaldır artık
sevginin ve öfkenin uğultusunu
bağrına vura vura taşırken sana
karşılık gözetmiyor o gencecik insanlar
ne futbol babalarının tehdidi
ne dişleri kıran şike, teşvik
dalga dalga yayılan o rüzgarı durdurabilir
bu direniş senin için ey kartal
bu çığlık senin kollarında
yıkılsın şu köhne dünya
ve coşkuyla yeniden kurulsun diye çınlatıyor hayatı...
bir yol kavşağındasın ve fakat
mutlaka değişecek kaderin
bunu bekliyor ıslak çimlerde top toplayan şu yoksul çocuk
bunu bekliyor gövdeleri kurutulmuş taraftarlar
bunu bekliyor şikenin oyduğu yürek
bunu bekliyor açlık kuraklık
ılık ılık akan kan
bunun için en gençlerimizi marşlarla tanıştırdık
kuşan kendini artık
biraz da gövdeni yüreğinle kırbaçla
ey kartal, haykır acını!
bu kara tümörü dağıt!"
orijinal şiir: nihat behramoğlu - haykır acını ey halk
Beşiktaş Belediyesi, Beşiktaş Meydanı'na kuracağı dev ekranla Süper Lig'in kapanış mücadelesi ve aynı zamanda Beşiktaş'ın şampiyonluk maçı olan Denizlispor - Beşiktaş karşılaşmasını sizlerle buluşturuyor.
Denizlispor - Beşiktaş maçını 30 Mayıs Cumartesi günü saat 20.00'de Beşiktaş Meydanı'nda izleyebilirsiniz.
DENİZLİSPOR - BEŞİKTAŞ
Yer: Beşiktaş Meydanı
Tarih: 30 Mayıs 2009 Cumartesi
Saat: 20.00
Maça gidemeyenler; meydanı panayır alanına dönüştürmezseniz, hakkımı helal etmem.

Siz ne düşünürsünüz bilemem. Sergen Yalçın Beşiktaş'ın sembolüdür, idolüdür diyemem. Benim çok benimsediğim bir futbolcu tipi değildir. Ha, futbolu zevk verir ayrı. Bu bağlamda Sergen Yalçın'ın yaptıkları, yapmadıkları bir Beşiktaş'lı olarak beni bağlamaz. Kendisine bir Galatasaray'lı ne kadar yakınlık duyuyorsa ben de o kadar duyarım. Hepsini geçtim, Ntvspor'daki üslubu, olaylara yaklaşımı kendisinin çizgisini yeterince ortaya koyuyor zaten.
Biz Beşiktaş'lılar olarak Sergen'i tabu olarak görmeyiz, gerekirse gerçekten oturur tartışabiliriz diye düşünüyorum. Şu yukarıdaki resim bence normal bir resim değil. Normal bir oyun akışı değil. Konuşmaya değer bence.
Haberin asıl kaynağı Sözcü gazetesinden Mehmet Şehirli diye bir yazar. Vatan kendine açılan ortayı affetmemiş, hemen sitesinde yayınlamış. Söylenildiğine göre Akmerkez'in elit restoranlarından Papermoon'da (Ertuğrul Özkök'ün Türk milletine hediyesi, yani bir kısmına) Denizlispor Başkanı Ali İpek ve Beşiktaş yöneticilerinden Kenan Öner bir araya gelmişler.
http://haber.gazetevatan.com/Ilginc_bulusma/240837/5/Spor
Pek bir erdemli yazar, iki takım yöneticilerinin bir araya gelmesiyle insanın aklına "ister istemez" bir takım şaibe ve kuşkuların geldiğini dile getirmiş. Hatta ailesiyle beraber aynı mekana akşam yemeği için gelen Harry Kewell'ın da bu duruma anlam verememiş olduğundan emin. Bu Kewell noktasında yaratıcılık konusunda tüm marifetini göstermiş sevgili yazar. Ancak bu yaratıcılık özelliği şizofrenik sanrılardan uzak, ve ucundan da olsa ahlaki kaydelerden nasibini almış olsaydı belki bu kadar komik duruma düşmezdi.
Mehmet Şehirli'nin bu yazıyı tamamen art niyetle yazdığını, yine yazısında bir cümleyle belirttiği, ama devamında üzerinde durmaya gerek görmediği bir isimden gayet net anlaşılıyor. Beşiktaşlı ve Denizlisporlu yöneticilerin bulunduğu masada Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener de var. Evet, pek erdemli gazete yazarı, Futbol Federasyonu Başkanı huzurunda iki kulüp yöneticilerinin şaibe kokan bir buluşma gerçekleştirdiklerini iddia edebilecek kadar mesnetsiz bir davranışı sergileyebiliyor.
"Lig, futbol kurallarının ve spor ahlakının egemen olduğu bir süreçle tamamlanmalıdır." buyurmuş Mehmet Şehirli. Kendi mesleğinin ahlakından bihaber olan bir insan nasıl olur da spor ahlakından bahis açar o da ayrı muamma. Ama tüm bunlara ne gerek var şimdi, önemli olan yazının girişinde "Müşterileri; sanat, spor, sosyete, medya ve iş dünyasından" olan Papermoon'da yemek yediğini belirtmişsin ya, önemli olan o. Devamında ne söylediğin mühim değil.
Seni kutluyorum Mehmet Şehirli. Medyanın Beşiktaş'a karşı olan niyetini şu yazıdan daha net kimse gösteremezdi.

Evet yanlış okumadınız, attığı golle takımını şampiyon yapan Jose Kleberson, Manchester United'da oynayan Anderson'un sakatlığı sebebiyle Brezilya Milli takım kadrosuna dahil edilmiş.
Jean Tigana'nın bir sözü vardı ya; "Beşiktaş sizin gibiler yüzünden bu hallerde" diye. İşte futbolu bırakma noktasına gelen Kleberson'lar, Ailton'lar, Ricardinho'lar yüzünden de biraz bu hale. Kulüp yapımız öyle bir haldeki oyuncuları dibe vurdurmakta hiç zaman kaybetmiyoruz. Kleberson'un Beşiktaş'ta yaşadığı travmayı başka neyle açıklayabiliriz ki? Neyse ki kendini ve kariyerini toparlamış gözüküyor. Biz onu konsantrasyon eksikliği nedeniyle yaptığı pas hatalarının yanı sıra Fenerbahçe'ye attığı frikik golüyle de hatırlayacağız...
Beşiktaş'a 1 maç seyircisiz oynama cezası verildi.
Kötü tezahürat nedeniyle,
Kötü tezahüratın ve stadyumdaki gerilimin başlangıç noktası; Sabri'nin Holosko'ya olan darbesi.
Sabri'ye ceza yok,
Çünkü TV'den yayınlanmadı
Sabri'nin hareketlerini durdurmak için sahaya dalan 4. hakem kim? Deniz Çoban
Sahaya girmesine neden olacak hareket üzerine sarı kart cezası vermeyen kim? Deniz Çoban'dan olayı dinleyen bir orta hakem
Beşiktaş'ın Denizli'de oynanacak şampiyonluk maçının hakemi kim?
yine Deniz Çoban.
Görüntü, Tv'de yayınlanmış olsa, hakeme kart göstermesi konusunda bilgilendirmeyen 4. hakem bu hafta görev alabilir miydi?
Peki Beşiktaş taraftarı hangi nedenle kötü tezahürat yapmış?
Karar sizin sayın hakim...
Arşivlerimi araştırıp, bir fotoğraf buldum... Bir kaç genç sayacağım şimdi... 2006 yılının yaz aylarında bu takımın umudu olan gençler bunlar, Tigana'nın elinde...
1) Burak Yılmaz: İlk haftalarda pırıl pırıl bir ışık saçtı bu genç çocuk... Sağ kanatta yıllardır süren özlemi söndürecek, sürati ve ortalarıyla herkesi kendine hayran bırakacaktı... Olmadı, Fenerbahçe'de sürünmeye devam ediyor...
2) Mehmet Sedef: Ne olduğu belli değil, o güne kadar arada yedekten girip oynuyordu. Bir ara kendisini sol bek sandık, rakiplerin ayaklarını ellerine tutuşturunca kasap olduğunu anladık...
3) Gökhan Güleç: O dönemde Türkiye Kupası'nı Beşiktaş'a kazandıran form durumu ve geleceğe dönük potansiyeli parmak ısırtan genç oyuncu takımdan hızla koptu... Bursaspor'da silik bir görüntü çiziyor.
4) Serdar Kurtuluş: İlk yılında orta sahada dinamo gibi çalışan genç çocuk, sakatlıkları sonrası gözden düştü. Sağ beke geçtikten sonra da uğursuzluklar yakasını bırakmadı. Yedek kulübesindeki koltuğunu Lazboy'dan baba koltuğuyla değiştirdiği söyleniyor. Gönlünde bir kulüp, idealinde de Emre Belözoğlu varmış...
5) ve İbrahim Toraman: 2008-2009 sezonu başında terlik kavgası sonucu kaptanlık elinden alındı. Satış listesine konuldu... Satılmadı, affedildi... Şimdilik başına gelen en kötü şey bu...
İŞTE BÜTÜN BU OLANLARIN SEBEBİ BENİM! AHANDA İSPATI:

Fotoğraf çekilirken arkadaşıma şunu söylüyorum: "5 yıl sonranın şampiyon kadrosu bu işte"... Burak ve Serdar "Sağolasın abi" diyorlar ve geçip gidiyorlar...
Sonuç: Havaalanında bir daha Beşiktaş'a denk gelirsem, yolumu değiştireceğim...

mehmet topuz dedik, fatih tekke dedik, fink dedik, dedik de dedik. denizde kum beşiktaşta para nasılsa. işin aslı beşiktaşın 1 bilemedin 2 ses getirecek transfer dışında birşey yapmaya mecali yok. dönüyosun özkaynak düzenine bakıyosun yıllardır küçük muhammet diyoruz, batuhan diyoruz ama başkalarından bahsedemiyoruz. muhammeti geçtim yaşı küçük. a takıma yaşları itibariyle en yakın olan paf'lara bakayım dedim. beşiktaş tv digiturkten ve kabloludan gitti gideli takibedemez oldum bu çocukları. haklarında bu sene tek bildiğim maç sonucu, takım kadrosu ve kimin gol attığından ibaret. puan durumuna bakıyorum son hafta öncesi lider antalyaspourun 22 puan gerisinde 8. sıradalar. galatasaray, fenerbahçe, trabzonspor ve hatta bu hafta karşılaşacağımız denizlisporun paf takımları bile puan cetvelinde bu çocukların bir hayli önünde. (tabi ki bu onların yetenekleri için geçerli bir ölçü sayılmaz.)bildiğim kadarıyla mustafa denizli de paf takımdan pek kimseye el atmıyor. sene ortasında "necip uysal"ı A takımla antremana çıkardı diye duymuştum. yine birkaç spor yazarı "mustafa hoca gençlere de gereken önemi veriyor" derken ben necibi sahada hiç göremedim.
kadro aşağıda. kim kimdir, bir umut var mıdır bilen söylesin;
1 Ali KUÇİK
2 Erdem KÖSE
3 LütfüBerk OSMANCIK
4 Gani BALKAN
5 Furkan ŞEKER
6 Ömer KARANCI
7 Barış ZIVALI
8 Sayim ÇELİK
9 Sezer ÖZMEN
10 Lütfü Berk ÜREN
11 Samet BÜLBÜL
12 Kamil Özgür TINAZ
13 Umut KAYA
14 Oğulcan ENGİN
15 Sercan HACIOĞLU
16 Ömer SÜMER
17 Ahmet Erhan BİLİCİ
18 Orhan GÜLLE
19 Emir GÖKÇE
20 Necip UYSAL
21 Kıvanç DAĞ
22 Erkan KAŞ
23 Kemal Berkkan AK
24 Serbay AYDIN
Evet, Beşiktaş'ın Mehmet Topuz, Galatasaray için Morientes, Fenerbahçe için Ronaldinho transfer dönemi resmen başladı. Bazı sitelerde Beşiktaş'ın Mehmet Topuz'la kesin olarak anlaştığı iddia ediliyor. Anlaşıldıysa Beşiktaş'ın kasasından bu adam için ne kadar para çıkacak? Bence 5-6 milyon Eurodan azı çıkmaz. Peki Mehmet Topuz bu kadar eder mi? Türk futbolcu olduğu için ve pek bir alternatifi olmadığı için ne yazık ki eder diyenlerdenim.
Mehmet Topuz gelirse Beşiktaş'a ne kadar faydası olur? Açıkcası bu mevki Beşiktaş'ın yıllardır eksikliğini hissettiği bir yer ve ne olursa olsun faydalı olacağını düşünüyorum. Bu konuda sizlerinde görüşlerini alayım dedim. Ha, bu arada bloga yazdığım ilk başlık. Acemiliklerim olabilir. Resmi koyabildim mi ondan bile emin değilim.

Zenit'ten ayrılmak üzere (diyorlar), 32 yaşında... Sürekliliği olan bir forvet -idi-... Zenit'te çok fazla maçını izleyemedim. Son dönemde BATE ile oynadıkları Şampiyonlar Ligi maçındaki oyunu ve attığı enteresan gol dışında, benim aklımda pek bir şey bırakmadı...
Trabzonspor'a giderse, bayrak adam olarak kariyerini sonlandıracak muhtemelen... Beşiktaş'a gelirse, form çizgileri fena şekilde değişken Bobo ve Holosko'nun alternatifi olabilir. En önemlisi takımdaki yerli oyuncu nüfusundaki kalitesizlik problemini aşma adına çok önemli rol oynayabilir.
Öte yandan, yaşı itibariyle, "illa genç olsun"culara ters gelebilir. Ropörtajlarında bazen sergilediği tavırlarla ve daha önemlisi garip saç modelleriyle de benim gibi "saçınla başınla oynayacağına, kaşını gözünü oynatacağına topunu oyna lan" takıntılılarına uymayabilir. Ama Fatih Tekke iyi futbolcudur, daha önemlisi benim kendisini canlı izlediğim maçlardan aklımda bıraktığı üzere dönemin en iyi Türk forvetidir. Hala yapabileceği şeyler var gibi... Söyleyecek bir şeyleri olanlar yorum yaparsa sevinirim...
Bursa maçında bariz penaltımızı vermeyen ve çok kötü bir yönetim sergileyen, son Galatasaray maçında dördüncü hakem iken Sabri'nin Holosko'ya salladığı yumruğu hakeme aktarmayan Deniz Çoban 2008-2009 sezonunun en kritik ve önemli maçının baş aktörü olmuştur.
İyi yönetir kötü yönetir bilemem, sorun da orada zaten. Tartışmasız, tededdütsüz bir kamuoyu yaratacak en az üç hakem vardı piyasada. Helal olsun federasyona, helal olsun MHK'ye...

Tarih 2 Haziran 2007
Vestel Manisaspor Zapotocny'yi tekrar gündemine alır. Google'da Zapotocny Vestel Manisaspor yazın bakalım ne çıkacak...
Şimdi bu adamı Ertuğrul mu almış ey çok bilginler... Ertuğrul kalkmış gitmiş Udinese'nin maçını izlemiş ve ne hikmetse bu adamı beğenip izlemiş öyle mi? Hey yavrum hey size...

Bu da tersten bir transfer hikayesi. Bu sezon başında Kocaelispor'a transfer oldu. Daha doğru Kocaelispor'a pazarlandı. Hani kulüpler gidip oyuncu seçiyorlar, Sinan Engin gidip maç izliyor ya o yüzden diyorum. Dünyada binlerce oyuncu varken neden hep aynı 3-5 isim üzerinde dönüyor herşey anlayın diye...
Kocaeli, Manisa kim Beşiktaş kim... Ama aynı transfer listesi ne hikmetse..

Gelen gideni unutmamak için bir yerlere yazmak lazım Beşiktaş'ta. Hani güya Ertuğrul Kayserispor için çok beğenmiş ama alamamıştı ya... Güya yani. Nereden haberi olmuş Ertuğrul'un Arjantin 2. Ligi'ne kiralanmış bir oyuncudan... Şimdi inanalım değil mi Higuain'i Ertuğrul'un keşfettiğine... Jestrovic, Zapotocny gibi bir menajer ittirmesi değildir bu öyle mi?
Alın size üç oldu; Kayseri, Manisa, Kocaeli nere Beşiktaş nere... Ama aynı transfer listesi...

Geçtiğimiz yaz Kadlec ve Beşiktaş isimleri medyada sıkça yer aldı. Beşiktaş Zapo ve Sivok'u alınca Kadlec devre dışı kaldı. Devre dışı kalan Kadlec Çek Cumhuriyeti Milli Takımı'nın Euro2008 kadrosunda yer alırken Zapotocny kadrodan çıkartıldı. Kadlec bununla da yetinmedi Sivok 1 dakika bile şans bulamazken Türkiye'ye karşı oyuna sonradan girip görev de yaptı.
Euro 2008 sona erdi, Kadlec transferini gerçekleştirdi; Avrupa'da genç oyunculara yatırımıyla bilinen Bayer Leverkusen.
Transferin maliyeti 1 Milyon Euro. Zapotocny-Sivok toplam 10 Milyon Euro.
Hala Zapo mükemmel transfer değil mi?

Marchal dönem dönem Beşiktaş yönetiminin ilgilendiği isimlerden biri olmuştur. Üstteki haber 21 Mayıs 2007 tarihli. yani Tigana'nın gittiği Sağlam'ın geldiği dönem. Transferlerde Celal Kolot rol oynuyor...
Ne gariptir ki, dünyada başka oyuncu yok gibi Galatasaray da devreye giriyor diyor ikinci haber. Enteresan...
Gelelim Marchal'a. Bu Marchal bir kaç senedir Fransa'nın Lorient gibi vasat bile sayılamayacak bir takımında vasat bile sayılamayacak bir oyuncu. 28 yaşında yani genç falan da değil. Avrupa'da Marchal kalitesinde en az 300-400 savunma oyuncusu bulabilirsiniz. Hatta rakamı az bile söyledim. Peki o zaman neden Marchal? Hani bonservisi elindedir anlarım, öyledir anlarım böyledir anlarım. Adamın ne kariyeri var, ne yaşı genç, ne bonservisi uygun... Hiçbir uygun veri yokken elimizde Rıza zamanında da Tigana zamanında da Ertuğrul zamanında da gündeme geliyor.
Diyelim ki gelmiyor da basın öyle yazıyor. Yani menajerler bu oyuncuları basın üzerinden pazarlıyorlar. Peki bu kulüpler bu işin neresinde? Basın dediğimiz şey zaten kulüplerle al takke ver külah değil mi? Bir teknik direktör çıkıp ta "ne Marchal'ı kardeşim, menajer önerdi biz reddettik" demiş mi? Dememiş.
Hani Sağlam'ın dediği bir laf var ya son günlerde oldukça meşhur; " Adam gibi geldim, adam gibi gidiyorum" diye. Hadi geçtim lafı bunu sen değil biz söyleyelim Ertuğrul... O ayrı.
Peki bu düzen içinde nasıl adam gibi adam kalabilmişsin onu da tebrik ederiz sayın Sağlam. Yoksa adam gibi adamlık sadece kuyruğuna basılınca mı hatırlanıyor?
Mustafa Denizli'nin açıklamalarına göre Tello ve Delgado'nun Denizli deplasmanında oynamaları düşük bir ihtimal. Tello, perşembe gününe kadar idman yapmayacak. Zaten son idman perşembe değil mi? Yusuf ta cezalı. Neticede birbirinin alternatifi olan bu oyuncular yokken başka bir çözüm bulmak gerekecek. Burada Denizli'nin yapabileceği bazı varyasyonlar var.
En akla yatan iki alternatif, Nobre'yi tek forvet başlatıp Bobo'yu sol kenara göndermesi ya da Bobo'yu klasik yerinde oynatıp sol önde Serdar Özkan'ı denemesi olabilir. Maçın gidişatına göre Serdar çıkar, Nobre girer. Tüm bu ihtimallerde orta göbekte oynayacak oyuncu da Uğur İnceman olur. Denizli'nin rotasyonu bize bunu anlatıyor.
Neticede hiç bir maç oynamadan kazanılmaz klişesinin yanında, 83. dakikada kullanılacak bir kornerin bizim ruhumuzun derinliklerinde ne gibi yaralar açacağı açıktır. O yüzden işi sıkı tutmak lazım.
Mustafa Denizli'nin bir çok klasik lafı vardır. Bunlardan biri de, "futbolcu oynamamaktan şikayet etmemeli, bazen tüm sezon 5 dakika görev yapmış bir oyuncu bile yılın en hatırlanan olayına imza atabilir" der. Ben oyuncu olsam, bu fırsatı iyi değerlendirmek isterim. Bobo da bu tarz işleri kovalayan bir futbolcu tipi. Böyle bir gol gelecekse Bobo bunu atmak isteyecektir...
Arkadaşlar, elinde Sabri'nin Holosko'ya yaptığı hareketin fotoğrafı veya görüntüsü olan varsa bize mail atmak suretiyle gönderebilir mi? Kendi kaynaklarımızla ulaşmaya çalıştık başarılı olamadık. Aranızdan biri Forzabesiktas forumunda veya girdiği başka bir forumda konuyla ilgili bir post atıp bize yardımcı olabilirse seviniriz. Çarşamba günü Ntvspor'da yayınlanan Yenilsen De Yensen De programında tüm medyanın, köşe yazarlarının görmediği veya görmezden geldiği o pozisyonu yorumlamak istiyoruz.
Stadyumda 30.000 kişinin gördüğü bir fiili, hiç bir köşe yazarının, hiç bir hakem yorumcusunun yazı ve yorumlarına konu etmemesi skandaldır. Köşe yazarlığı için maça gelmeye bile tenezzül edilmediğini ortaya koyar. Televizyondan hakem yorumu yapmanın ve kamuoyu yaratmanın ne gibi sakıncaları olduğunu gösterir.
Bu kelamları edebilmemiz için tek ihtiyacımız olan şey Sabri'nin hareketi... O anı yakalayan bir arkadaş varsa çok ciddi bir medya eleştirisi yapabileceğiz.
Soracağız ey Erman Toroğlu... O pozisyonu görmeden hakemi nasıl sağlıklı değerlendirebilirsiniz?
Soracağız, bir pozisyonu yarısından itibaren televizyona yansıtmak hangi düşüncenin ürünüdür...
Çarşamba gününe kadar herkes imkanlarını seferber ederse seviniriz...
müjgan,
sen gittikten sonra her şey değişti, aslına bakarsan hiçbir şey değişmedi. değişmeyen benim, çevremdeki her şey değişti. sen beni terk edeli 9 ay geçmiş. karnında bir bebek gibi taşıdığın sevgin şimdiye doğmak üzereydi ama sen gittin. geçenlerde annenle karşılaştık. pazardan dönüyordu, omuzları çökmüştü. eve kadar beraber yürüdük. senden bahsettik hep. hadi beni geçtim, ona bile uğramıyormuşsun. kadıncağız çok kötü durumda. nereye baksa seni görüyor, kızım müjganım diyor başka da bir şey demiyor. annenin o yıpranmış gözbebeklerine teselli vermeye çalışırken baban geldi. yine bakmadık birbirimizin yüzüne. sanki bir anlığına bile olsa göz göz gelsek yiyecektik birbirimizi. sanki beni ve aileni bırakıp buradan gitmenin suçlusu benmişim, sanki seni ben terk etmişim gibi hala bir hiddet taşıyor içinde. usulca sigarasını ciğerinin köküne kadar çeke çeke geçip gitti yanımdan...
müjgan,
sen gittikten sonra çok içtim. hiç sarhoş olamadım. ağlayamadım da. hep seni sorguladım, hep kendimi sorguladım. hatamı aradım, suçumu bulmaya çalıştım bulamadım. tek yaptığım şey seni sevmekti, adım gibi emindim sen de beni seviyordun ama neden bugünlere geldik anlayamıyorum. bundan 6 yıl önce o sihirli mayıs akşamında göz göze gelişimizi hatırlıyorum. üniversiteden arkadaşın zeliha ile gelmiştiniz maça. deniz tarafına bakan o kalenin tam çaprazından çakmak çakmak gözlerine bakarken bulmuştum kendimi. o nasıl güzel bir akşamdı müjgan hatırlıyor musun? devre arasında ağzında sigara, bıçkın bıçkın ateş arıyordun etrafında. aramızda nereden baksan yirmi metre vardı. sprinter gibi yetişmiştim imdadına. insanları tepeleye tepeleye, merdivenlerden kaya kaya bitmiştim dibinde. küfürler eşliğinde sigaranı yakmıştım. sen gülmüştün. ne güzel gülerdi senin o gözlerin. uğruna ölmeye değer gri gözlerin. maçın sonlarına doğru yanıbaşında ben sadece ve sadece seni izlerken sen maça koyuvermiştin kendini. sergen topla buluştuğunda ellerin buluşmuştu ellerimle. meşina dalet kendisini savururken filelere, sarılmıştın bana. sımsıkı, hiç bırakmamacasına. daha oracıkta aşık oluvermiştik birbirimize. beşiktaşım, biricik aşkım ve sen. o mayıs akşamı şahit oldu sevgimize. 45 dakikada filizlenen ve şampiyonluk golüyle çiçekler açan birlikteliğimize yıldızlar şahitti. beşiktaş şampiyondu ve o gece herkes başka bir alemdi müjgan...
müjgan,
sen beni bırakıp gittikten sonra hiç uyuyamadım. uyurken bile uyuyamadım. gözüm kapalıyken bile seni görüyordum. sen beni terk edip gideli dokuz ay oldu. ılık bir ağustos akşamının terkisinde sen gittin ve ben beşiktaşımla yalnız kaldım. bu mektubu okur musun bilemem. ama ben yazacağım. sanki sen hep yanımdaymışsın gibi, beni burada yalnız bırakmamışsın gibi, yine her zamanki gibi beşiktaş maçlarını beraber izlemişiz gibi yazacağım. sen gittin müjgan, ben senin ardından isyanımla antalya'ya gittim. zehir bir sıcağın altında, o garip ağustos akşamında 2-0'dan geriye dönüşü sensiz izledim. sanki şampiyonluk maçıydı. sanki 33 haftanın teri birikmişti beşiktaşlıların üzerinde. dakika doksandı, bobo rüzgar kipi topu aldı önüne, geçti kaleciyi ve vurdu. herkes ayağa kalktı son dakikada gelen golün sevinciyle, ben elini aradım. elimi tutan elini aradım müjgan. bana sarılmanı, sarıldığında burnuma gelecek olan saçlarının çilek kokusunu aradım. bulamadım...
müjgan,
sen yokken çok maç yaptık hayatla. son dakikada gerilerden geldik, son dakika golleri yedik. yağmur yedik, çamur yedik. deplasman otobüslerinde kaba etimizi şişirdik. aynı bıraktığın gibiydi müjgan aynı bıraktığın gibi. senin beni bıraktığın yerden devam ettik. avrupa hezimetleri tam gaz yoluna devam ederken, facialar direği yalayıp geçerken her zamanki gibiydik. inönü hiç susmadı, bayraklar hep dalgalandı. marşlarımız dudaklarımızda, yumruklarımız hep havadaydı. anadolunun dört bir yanına gittik sensiz. antepten kırmızı toprak getirdim sana, izmit'ten çelik kokusu, ankara'dan yalnızlık korkusu. getirdim hepsini yığdım odanın ortasına. ateş yaktım, türküler söyledim sen yoktun. gelmedin, kapımı çalmadın.
müjgan,
geçen hafta yine inönü'deydik. galatasaray geldi kapımıza, sefa geldi hoş geldi. heyecanlıydı çocuklar, ayakları tutmuyordu kimi zaman. gol yedik, gol attık, kalemizde tehlike yaşadık, yaşattık. yani bildiğin gibiydi her şey. 6 yıl önceki gibi herkes heyecanlıydı. her yer tıklım tıklımdı. iğne atsan havada kırılırdı. nefesimizi tuttuk, diğer maça dayadık kulağımızı. olmadı, şampiyonluk turumuzu atamadık. içimizde tuttuk, biraz daha sabır dedik. maç çıkışında görmeliydin sokakları. insanlar cıvıl cıvıldı, panayır yeri gibiydi caddeler. meşaleler yakıldı, halaylar çekildi, türküler söylendi. işte o günden sonra annenin yanına gittim müjgan. ben gitmesem ayaklarım götürecekti neden bilmiyorum. belki de o 6 yıl öncesine gittim. birbirine benzeyen o esmer akşamların tek eksiği olan seni, biraz olsun annenin yorgun coğrafyasına bezenmiş yüzünün çizgilerinden anımsamak istedim. dedim ya annen çok üzgündü. hadi beni geçtim ona bile uğramıyormuşsun. rüyalarına bile girmiyormuşsun kadıncağızın. baban dediğim gibi, yüzüme biel bakmadı müjgan. sanki seni ben öldürdüm, sanki vücuduna giren o habis ur bendim müjgan. bir buçuk aylık çocuğumuza gebe, 2 ayda beyin tümörü aldı seni götürdü bizden. sen beni terk edeli 9 ay geçmiş. karnında bir bebek gibi taşıdığın sevgin şimdiye doğmak üzereydi ama sen gittin...
müjgan ben seni çok özledim...
annen bahçesinden karanfil verdi üç tane. ikisi beyaz biri kırmızı. üçünü de az önce toprağına işledim. rüzgarda uçuşan çilek kokulu saçlarına takar gibi, göğsünün orta yerine yaslar gibi, alnının ortasından öper gibi işledim toprağına. beşiktaş çarşısından su getirdim. çatlamış dudaklarına döker gibi bıraktım mermer tablaya. ve bu mektubu bıraktım başının ucuna. sana aldığım ilk çiçeğin nazar boncuğuyla iliştirdim ucuna.
müjgan, vallahi de billahi de ben seni çok özledim...
anlatacak çok şey var ama bilirsin ben konuşamam. ancak yazabilirim. bıraksalar saatlerce dururum yanıbaşında. ama gidecek bir yolum var, senin adına senin sözüne uzun bir yolum var. cennetin kapısına gider gibi, son mutluluk gözyaşına yemin eder gibi, senin şerefine gidilecek bir yolum var. bu akşam harem'den otobüse biniyorum. yarın denizli'deyim. hafta sonu en nadide koltukların birinde ve yanımda senin boş koltuğun şampiyonluk maçını izleyeceğim. atılacak goller var müjgan, kazanılacak şampiyonluklar var. her kontra atakta dudaklarını arayacağım, her ara pasta elini tutmak isteyeceğim, her son vuruşta saçlarını koklayacağım. şampiyon olacağım müjgan, sana yemin olsun şampiyon olmadan dönmeyeceğim...
Tribünden gördüğüm kadarıyla Sabri Holosko'ya tokat attı. En azından ben tribünden böyle gördüm. Maçtan sonra kimse bunu konu etmediği için acaba ben yanlış mı gördüm dedim.
LigTV'nin yayını eksiktir. Bu bir skandaldır arkadaş. LigTV sadece Sabri'nin Holosko'nun elindeki topa saldırışını gösteriyor. Halbuki bundan 1-2 saniye önce Sabri'nin Holosko'ya bir hamlesi daha oldu. Biz tribünden bunu gördük. Hala acaba yanlış mı gördük diye tereddüt içindeyim. Eğer LigTV bunu atladıysa -neden atlasın demek te mümkün - çok ciddi bir hata yapıyor demektir.
Sabri, Holosko olayına şahit olmuş arkadaşlar ne gördüler acaba? Bir kere görüntüler mantıksız. Sabri Holosko'nun elindeki topa vuruyor ve saha karışıyor. Saha bundan karışır mı? Siz ne gördünüz?

Dün akşam biri 33, diğeri 34 yaşında iki futbolcu rakip kalelere izlemesi seyirciye büyük keyif veren gollere imza attı.
Bir tanesi özgüven yoksunu takımını tecrübesiyle sırtlayıp adım adım şampiyonluğa götürürken, diğeri ise takımının kümede kalma mücadelesinde ter döktü.
Taner Gülleri hakkında bir şeyleri artık yazmam gerekiyordu. İsmini ilk duyduğumda Kadıköy-Beşiktaş vapurundaydım. Konuşmalarından anladığım kadarıyla, Kocaeli'den İstanbul'a gezip tozmak için gelen bir grup genç kendi aralarında konuşurken Taner'in adı sık sık telaffuz edilmişti. Orada, Kocaelispor taraftarının küçük hedeflerine ulaşmak için kendisine büyük ümitler bağladığını anladım. Ama görebildiğim kadarıyla sadece süper ligle değil, diğer liglerle de ilgilenen futbolseverler kendisine daha önceki yıllardan beri aşinalar. Benim gibileri ise kendisini ancak Ali Sami Yen'de kaydetiği dört golden sonra yakından tanıyabildi.
Küme düşen bir takımda gol kralı olması an meselesiyken talihsiz bir sakatlık yaşayan ve haftalarca formasından uzak kalan Taner Gülleri, dün akşam İ.B.B karşısında takımının bir golünü kaydetti. Uzun boyuna rağmen rakip savunmanın arkasından attığı dripling, gol vuruşundan önce vücudunun aldığı şekil ve topu kalecinin solundan ağlara bırakırkenki soğukkanlılığı çoğu golünde olduğu gibi kusursuzdu. Türk futbolunda gelmiş geçmiş hiçbir futbolcuda görebileceğimi sanmıyorum. Eskilerin çoğunu izleyemedim, haklarını yiyorsam bağışlasınlar beni.
Ama Taner Gülleri'nin gol vuruşu için yazmaya karar vermedim bu yazıyı. Beni buna iten asıl sahne gol sonrası Taner'in topu kaleden alıp asık bir yüzle ağır ağır kendi sahasına dönüşüydü.
Formasında yer alan reklama gözüm takıldı bir an. Background kaygısının zerresini taşımayan beyaz renkte, gayrı ciddi bir fontla yazılmış "Peynirci Baba" yazısı... Şimdi Taner Gülleri için uygun resim baktığımda, sezon başından beri türlü sorunlar yaşayan Kocaelispor'un baya bir forma reklamı değiştirdiğini gördüm.
Taner'in kişiliği ve yeteneğini göz önünde bulundurduğumda (ki kişiliği hakkında en ufak bir fikrim yok. ama bana karşılıklı oturulup rakı içilebilir bir insan gibi geliyor bana. bu benim için bir insanı değerlendirmede önemli, hatta yeter bir kriter) o topu kaleden alıp sahasına giderken aklından neler geçirdiğini tahmin edebiliyorum. Bunların neler olduğundan burada bahsetmeyeceğim.
Yalnız bir soruyu da kendime sormadan edemiyorum. Yusuf, Taner size soruyorum; abi, Arda Turan, Serdar Özkan 20 yaşındayken, Batuhan 18 yaşındayken siz neden 35'e merdiven dayadınız? Biz neden 5 yıl sonra, sizi değil de Fatih Terim'in yonttuğu ikinci nesil futbolcu grubunu izlemek zorunda kalacağız? Neden kendinize bir yer edinemediniz şu üçüncü sınıf futbolun oynandığı memlekette? Menajeriniz mi yetersizdi, yol göstereniniz mi eksikti, yoksa ince işlerinizi gördürecek cemaat ve devlet bağlantılarını mı kurmada çağı yakalayamadınız?
Belki de bu ülke için fazla soyluydunuz, kim bilir... Ama iki, bilemedin üç yıl sonra sizin artık kramponlarınızı asacağınızı bilmek insanı kahrediyor. Güzel futbol, güzel insanlar görmek isteyen bizleri kahrediyor.
Futbola dair en önemli şey hata tesbitidir. Hatayı doğru yerde tesbit edemezseniz tedaviyi de doğru yapamazsınız.
Beşiktaş'ın klasikleşmesi gerektiği ifade edilen Sivok'un stoper, Cisse ve Ernst'in ön libero olduğu oyun diziliminin Beşiktaş'ın kurtuluşu olduğunu ifade edenler çoğunluktaydı. Ben ise Cisse veya Sivok'tan öte anlayışın yanlış olduğunu ortaya koymaya çalışıyordum.
Bir Fenerbahçe ve bir Galatasaray maçı oynandı. Kupa maçı ayrı bir maçtı, gelişimi de ayrı oldu. Ama Fenerbahçe maçıyla Galatasaray maçı birbirinin karbon kopyası maçlardı. Birinde Alex yoktu diğerinde Lincoln. Bu oyuncuların yoklukları klasik 4-4-2'lere zorunlu kılmış ve bizi de oldukça zorlamıştı. Çünkü Beşiktaş'ın bu sene sadeliğe karşı karmaşayı ön plana alan bir strateji izliyor. Bize belli bir planı olan her takım sıkıntı yaşatıyor.
Bugün sahada maalesef iki büyük takım yoktu. Bu bizim suratımıza bir kez daha vuruldu. Beşiktaş'ın en tatsız maçlarından birine daha tanık olduk.
Maç başladı; Kewell-Toraman adam adama, Nonda-Cisse eşleşmiş, Üzülmez Arda'yı takipte. Stoperlerden biri Baros'a yakın oynuyor. Arkada da bir adet süpürücü... Oyun stratejin rakibin 4 hücumcusunu tam sahada adam adama markajla savunmak olunca oyun hakimiyetini rakibe veriyorsun. Nedeni açık. Fenerbahçe maçında Deivid nasıl Üzülmez'i alıp abuk subuk yerlere götürdüyse Kewell da aldı Toraman'ı 45 dakika boyunca sağ açık oynattı. Nonda zaten ayağına hakim bir oyuncu olarak Cisse'yi taktı peşine dolaştı da dolaştı. Zaten Galatasaray saha yayılımı oturmuş bir takım. Hücum etmiyor olsa da topa sahip olabiliyor. Sen de her oyuncuyla adam adama oynadığın için saha parselasyonunu rakibe göre ayarlamaktan başka çaren kalmıyor; Her seken top rakibin kontrol alanına düşüyor.
Beşiktaş bu kadar küçük bir zihniyetle yönetilemez. Ha, Beşiktaş şu savunma anlayışını yapmak zorunda ise, kadro kalitesi başka bir zihniyeti kaldıramayacak ise susar yaz ayında yapılacak çalışmalara bakarım.
İşte anlayış bu olunca, ortasahada Cisse'nin ya da Sivok'un oynamasının hiç bir önemi olmuyor. Bugün yeterince sağlaması yapıldı diye düşünüyorum. Cisse kötü mü oynadı? Hayır. Ama demek ki Cisse'nin varlığı bize oyun üstünlüğü getiren bir faktör değilmiş.
Nobre'nin oyuna girdikten sonra yaptığı katkının ise en ihtiyacımız olduğu zamanda gelmesi çok iyi oldu. Faul yaptı topun rakip sahada kalmasını sağladı, faul aldırdı topun orada kalmasını sağladı, arkadan gelen arkadaşlarına yeterli sakinlikle pas dağıtarak topun rakip kaleye de gitmesini sağladı. Neticede Bobo da gol atmadı Nobre de atmadı ama son 15 dakikada oyunun oynanış biçimine nasıl etkide bulunduğunu herkes görmüştür sanırım.
Beşiktaş golü atıp devreye önce girince hemen devre arasında 5-3-2 şeklinde dizildi. Zaten adam adama oynayan savunma daha iyi yerleşsin diye. Plan buydu da oyuncular yerleşene kadar 5 dakikada 3 pozisyon verildi ve 3.sü gol oldu. Zaten gol olmasaydı futbola ihanet edilmiş olurdu.
Dünyada üçlü - dörtlü savunmaları maç içinde, skora göre, havaya göre değiştiren hangi takım var bilgilendiren biri olursa sevinirim. O yüzden savunma oyuncularına kabahat bulunması taraftarı değilim.
Beşiktaş'ımız belki şampiyon oluyor ama en ciddi revizyona gitmesi gereken takım görüntüsünde. Bu revizyon illa oyuncu revizyonu olmayabilir. Zihniyetin değişmesi de yeterli etkiyi gösterebilir. Şu, adam adama, rakibe göre şekillenen oyun yapısıyla daha önce Mustafa Denizli'nin Fenerbahçe serüveninde olduğu gibi Şampiyonlar Ligi'nde 0 çekeceğimiz açıktır.
Noatsamisa geçtiğimiz hafta
şuradan teorik kursunu tamamlayıp TFF onaylı bir hakem olduğunu yazmıştı.
Çok fazla kelam etmeye gerek yok. Gerçekten, bir an evvel yükselsin de bizi şu hakemlerden kurtarsın.
30.000 kişinin gördüğünü nasıl 3 hakem görmez anlamak mümkün değil. İyi ile kötü arasındaki farkın bu kadar az olduğu bir ligde, hakem hatalarının ne derece önemli olduğu çok açık. Çünkü seviye çok düşük. Takımlar kötü ile çok kötü arasında çeşitlilik gösteriyorlar. Ha dersin ki, futbol seviyesi bu kadar kötüyken gidip hakeme mi kabahat bulacaksın... Ne diyelim, şu tarz hakemlik maçın keyfini artıran değil azaltan bir unsur oluyor...

Stat: BJK İnönü Stadı
Hakemler: Mustafa Kamil Abitoğlu, Baki Tuncay Akkın, Mustafa Emre Eyisoy, Deniz Çoban (4. Hakem)
Beşiktaş: Rüştü, İbrahim Toraman, Gökhan Zan, Sivok, İbrahim Üzülmez, Ekrem, Cisse, Ernst (Uğur İnceman Dk. 85), Tello (Dk. 46 Yusuf), Holosko, Bobo (Dk. 74 Nobre)
Yedekler: Hakan Arıkan, Serdar Kurtuluş, Uğur İnceman, Erkan Zengin, Mert Nobre, Serdar Özkan, Yusuf Şimşek
Teknik Direktör: Mustafa Denizli
Galatasaray: Orkun, Sabri, Emre Aşık, Mehmet Topal, Hakan Balta, Kewell, Barış, Ayhan, Arda, Nonda, Baros
Yedekler: Aykut Erçetin, Uğur Uçar, Aydın Yılmaz, Yaser Yıldız, Volkan Yaman, Murat Akça, Mehmet Güven
Teknik Direktör: Bülent Korkmaz.
Goller: Mehmet Topal (Dk. 40 kk.) Kewell (Dk. 49), Yusuf (Dk. 59)
Sarı Kartlar: Emre Aşık (Dk. 24), Sabri (Dk. 45), Yusuf (Dk. 54), Ernst (Dk. 67), Sivok (Dk. 78), Hakan Arıkan (Dk. 84)
Teker teker cagırıyoruz, hep beraber geliyorlar. Tello diyoruz
beraber geliyorlar, Bobo diyoruz beraber geliyorlar, Rustu diyoruz,
beraber geliyorlar... Kazansınlar ya da keybetsinler, haftaya bu
çocukların peşinden Denizli yolları gözüktü bize. Bu forma
böylesini özleyeli çok oldu...

Bu akşamki Galatasaray derbisiyle benzerlikler taşıyan iki maçımız var tarihimizde. İkisi de ligin bitimine bir hafta kala Galatasaray ile oynanmış, ikisinde de Galatasaray'ı yenip şampiyonluğumuzu ilan etmişiz. Biri daha yakın zamanda oynandığı için zaten her Beşiktaşlı'nın aklında, malum 100. yılımız ve Beşiktaş Galatasaray'ın 5 puan önünde; son dakikalarda Sergenin golünden sonra, "Sergen attı-şampiyonluk geldi" cümlesi siyah beyaz peşinde koşan herkesin aklına kazınıyor. Fakat 100. yıldaki maç ile bugünkünün farkı, o maç zirvedeki iki takımın maçıydı, bugün ise zirvede olan sadece Beşiktaş. Belki Galatasaray 100. yılımızdaki maçı kazanıp, umudunu son haftaya taşıyacaktı, gelişmeler farklı olacaktı. Ancak olmadı, kısfmet işte. Fakat bugünkü Galatasaray, o güne göre çok daha rahat. Tabir-i caizse ununu elemiş, eleğini asmış. O yüzden şekilsel bir benzerlik olsa da bugünle, ambiyans olarak bu maçın benzeri asıl olarak 1991-92 senesinde.
Beşiktaş Fenerbahçe'nin 5 puan önünde, yine bitime bir hafta kala Galatasaray ile oynuyor ama bu sefer Galatasaray çok rahat, ligin tepesinden oldukça uzak. Tabii ki söylentiler olmazsa, olmaz. Yine bir yatacaklar, satacaklar safsataları ile maç başlıyor ki, Galatasaray bir penaltı golü ile öne geçiyor, Yusuf 0-1. Şifo çok gecikmeden cevabını veriyor, 1-1. Devre böyle biterken, ikinci yarıda Iorfa'dan şık bir pas, İsmail durumu 1-2'ye getiriyor. Ve fakat tabii ki beş dakikada Beşiktaş, beş dakika sonra taze delikanlı Sergen durumu 2-2'ye taşıyor. Ne mutluluk, iki final maçında da gol atma başarısını göstermiş. Ama dört dakikada Galatasaray, dört dakika sonra Hamza ile 2-3 öne geçiyor. Rekor dört dakikaya inmişken, Beşiktaş durur mu, bu sefer üç dakikada Beşiktaş, üç dakika sonra Ali. 3-3. İnadımız, inat, Kara Kartal iki kanat. Heyecan fırtınası bir süre duruluyor, adrenalin seviyesi normale kavuşuyor ve işte Beşiktaş forması ile izlemesi en zevk veren futbolcularımızdan Şifo Mehmet bitime 10 dakika kala çıkıyor ve durumu 4-3'e getirerek, bir hafta evvelden şampiyonluk kutlamalarını başlatıyor.
Kıssadan hisse, bugün Beşiktaş maça fırtına gibi başlayıp, işi hiç uzatmadan da bitirebilir, oyunu 0-0'a kitleyip, maçı son dakikada da bitirebilir. Maçın başlarında geriye de düşebilir. Ama işte olmayacak iş değil, üç defa geriye düşülen bir maç bile çevrilmişse daha önce, öyle kolay kolay umutsuzluğa düşmemek lazım. Bugün sahada iki takım olacak fakat kazanan sadece Beşiktaş olacak.
Baştan söyleyeyim, başlıktaki 1 sayısı 1 maçı değil, 1 golü anlatır. Sezon başından beri Beşiktaş maçlarını takip eden herkes bilir ki, Beşiktaş maçları ilk gole kadardır. İlk golü rakip atarsa Beşiktaş'ın maçı çevirmek için isteği, mücadelesi ve bunun sahadaki karşılığı mevcuttur. İlk golü Beşiktaş atarsa -büyük de konuşmamak lazım futbolda aslında ama - o maç büyük oranda orada biter.
Bu bağlamda atılacak 1 gol, şampiyonluğun golüdür. 1-0 öne geçmiş bu takım, o atmosferde maçın dönmesine izin vermez. Allem eder, kallem eder öne geçtiği maçı vermez. İşte bugün 3. dakikada, 56. dakikada veya 90. dakikada gelecek gol, şampiyonluğun golü olacaktır.
Her şey 1 gol atana kadar. O gol geldiğinde karlı dağları ardımızda bırakmış olacağız...