21 Ağustos 2010 Cumartesi
Nihat...
Seni cigerini parcalayacakmiscasina isliklayan kopekler utansin Nihat... Sadece topcu transfer etmedik tabii, bunlari da peydahladik... Sen kendine gel yeter...
Gunahim kadar sevmedigim Delgado'yu da su kadar yuhaladiniz, islikladiniz ya, helal olsun buyuk is basardiniz...
Edit: Haddimi aştığım için özür dilerim arkadaşlar...
Gunahim kadar sevmedigim Delgado'yu da su kadar yuhaladiniz, islikladiniz ya, helal olsun buyuk is basardiniz...
Edit: Haddimi aştığım için özür dilerim arkadaşlar...
Etiketler:Nihat Kahveci,Yuki The Zorba | 81
Yorum
Maç Geyiği: Beşiktaş - İBB
İlk Yarı İzlenimleri:
- Sinan Engin, gene çıktın karşıma...
- Delgado'yu göreceğim tek MC pozisyonu şu şekilde olmalı: MC Delgado. İş yapar yakışıklı genç popçu kontenjanından.
- Quaresma İbo'ya çalım atmayı, İbo da Quaresma'ya rakibi çaktırmadan formasından çekmeyi öğretmiş. 3 defa aynı işi yaptı la adam.
- Bu arada Quaresma'cım, iyisin hoşsun da, iki kişiyi çalımladıktan sonra dönüp onları bir daha çalımlamaya kalkmana gerek yok be abi. Yap ortayı kurtul.
- Ofsayt taktiği bozulursa fena bozuluruz.
- Daha Cenk Beşiktaş'ın birinci kalecisi olamaz. Tecrübe dediğin böyle bir şey işte.
- Hilbert'in arkasında Erhan ile performansı ile arkasında Ekrem ile performansı arasında dağlar kadar fark var. Villarreal maçında Türkiye standartlarının üstünde akışkan oynuyorduk, bu maçta Ernst statik, Delgado statik, Erhan statik, İbo statik.
- Statik demişken, şu İstiklal Marşı statükosu nasıl oluştu bilmiyorum, ama tez elden bitsin yahu, yeter.
- Holosko gene rakibin içinden geçmeye çalıştı. Kaç defa dedik maçtan önce şuna X-Men izletmeyin diye!
- Fırat Aydınus sağlam adammış, Quaresma bana öyle çarpsa kendimden geçerdim herhalde.
Maç Sonu İzlenimleri:
- Bu zeminde ne geyik yapılır ne maç. Bu ne be?
- Schuster'in kafasındaki oyun ne kadar akıcı ise, yabancı kısıtlaması sebebiyle kullanmak zorunda kaldığı yerlilerle oynanan oyun o kadar statik. Olmuyor tabii. İyi ya da kötü, Helsinki maçında sürekli yer değiştiren Ekrem - Hilbert ve İsmail - Quaresma ikilisinin oyununa bakın, bugünkü Erhan - Hilbert ve İbrahim - Quaresma arasındaki mesafeye (son dakikalar hariç). Nasıl Zan yanındaki adamı bozuyorsa, Erhan da önündeki adamı bozuyor, bu net.
- Nihat konusuna hiç girmiyorum, sene başında mental olarak toparlandı sandıydım, yanılmışım. Ha, Nihat'ı yuhalayarak ve ıslıklayarak bu mental sorunları aşacağına inananlara da hiç girmiyorum.
Bu takım transfer gelene kadar Nihat'a mahkum, öyle ya da böyle. Bunu kabul edelim.
- Sorun: Eğer defansı önde kurup akışkanlığı ve top hakimiyetini sağlayamazsanız, ondan sonra 15 defa ofsayt taktiği uygulamak zorunda kalırsınız. Ofsayt taktiğini Ferrari ve Erhan ve Üzülmez ile uygularsanız da bu olur.
Ne Delgado ne Ernst top almaya geldi defansa. Bu sefer bloklar arası kopukluk olmasın diye önde kurduğunuz defans ile ortasaha arasındaki bağ kopuyor.
- Siz bu takıma Robinho'yu da alsanız, arkasında Erhan Güven olduğu sürece tam verimlilik alamazsınız. Topu atarsınız ona, beklersiniz ki çalım atsın şut çeksin. İşte sonra da İBB çıkar, çektirmezler o şutları ilk 10 dakikadan sonra.
Helsinki maçındaki Quaresma'nın yüküne bakın, bu maçtaki Quaresma'nın yüküne. Açık değil mi sorun?
- Belli ki 4 yerli defans ve kaleci olacak. Geriye kalan bir tane yerli yok Necip haricinde. O da rotasyonda olmak zorunda, çünkü Guti 50 maç çıkaracak durumda değil. Her maça Ernst - Necip - Guti çıkamayacaksan, temel sorunların gitmeyecek.
- Sözün özü: Bu takımdan ve sistemden umutluyum, lakin şu anki kadro yapımızdan umutlu değilim. Ve ne yazık ki bu yönde yerli pasaportlu bir hamle de gelecek gibi durmuyor transfer dönemi bitene kadar.
1 Eylül'e kadar "havaya girmemek" gerektiğini gösteren maç oldu bu. İyi oldu.
İçinde bulunduğumuz bu güzel günlerde karamsar olmakla suçlanıyorduk. Buyrun, sizin şimdi meydan.
- Ayrıca bu maç başında, ortasında ve sonunda Abdullah Avcı'ya küfür eden tribüne de yazık. Adam yere yatmadı, daha ne istiyorsunuz?
Etiketler:Maç Geyiği,semioticus,Shelbyl | 90
Yorum
STSL / Beşiktaş - İ.B.B
Ekşi Beşiktaş'ın Hikayesi
Bunu bir yazmak lazım sanırım. Bizim nereden gelip, nereye gittiğimizi anlatmak için. Çünkü böyle ekstrem zamanlarda denge kaybı yaşamaktayız. Birisi Şubatta oldu, birisi bu son 48 saatte.
Ekşibeşiktaş, öncelikle jessie ve de beautiful freak'in başlattığı bir kendi halinde blogdu. Bu kalabalık yazar kadrosuna jessie'nin ekşisözlük'e "Beyler böyle bir yer var buyurun" demesiyle gelindi.
Sebep şu: ekşisözlük'te, son yazar alımlarıyla, adam akıllı futbol konuşmak imkansız hale gelmişti. Çünkü maç başlığı altına siz uzun uzun düşüncenizi yazarsınız, transfer edilecek futbolcu hakkında fikir belirtirsiniz; biri gelir altına "eziklerin çekemediği adam" der, öteki "cincon'un ağzından girip burnundan çıkacağımız maç grooagh!" yazar. Hani bir olur iki olur renk olur, ama siz renk durumuna düşerseniz üzülürsünüz.
Biz bu curcunada boğulanlar olarak gelip burada yazalım dedik. En başta da bildiğin ekşisözlük'te yazar gibi takılıyorduk. Yorumlarda moderasyon yoktu, hiçbir zaman koymama kararı aldık. Ama adsız yorumları da, tıpkı ekşi'de olduğu gibi, yasakladık. Amaç, o kalabalıktan sıyrılmış, daha organize, daha çeşitlilik sağlanan bir platform oluşturmaktı.
Böyle ortamlarda bir yerden sonra insanlar özelleşmeye başlıyor. jessie, eser, jokond, yuki... Daha ilk paragrafından yazıyı kimin yazdığını anlar hale geliyorsun. Herkesin kafasına taktığı farklı, Beşiktaş'ı sevişi farklı, sevinişi farklı. Düşündüğü farklı, öngördüğü farklı.
Düşünsenize, burada 20 tane aynı adam olsaydı burası bu halde olur muydu? Evrimin ve doğal seleksiyonun kanıtıdır Ekşi Beşiktaş. Ve bu çeşitliliği korudukça burada var olacaktır zaten.
Yalnız 1.5 yaşımızı geride bıraktığımız bugünde, bazı yanlış anlamalar olabiliyor.
Ekşi Beşiktaş kesinlikle ortak hareket eden bir platform değildir. E-mail grubunda ne tartışmalar dönüyor, ne fikir ayrılıkları yaşanıyor, ne acayiplikler var. Ama zaten bu işin tuzu biberi bu. O yüzden, buradaki herkesin fikrinin farklı olduğunu kabul etmek lazım.
Ekşi Beşiktaş farklılıkları yaşatmakla övünen bir platformdur. Benim bir yazıya 50 yorum almak, 50'sinin de acayip fikirler olması hoşuma gidiyor. Burada ne polemikler döndü, ne canlar sıkıldı; ama nihayetinde elbet bir uzlaşı sağlandı, öyle ya da böyle.
Ekşi Beşiktaş her daim bu çizgide kalacak bir ortamdır. Burada kimse kimseyi hakir ya da üstün görmez, sadece ve sadece farklı görür. Arada benim genel olarak sarkastik yapım yanlış anlaşılabilir, arada jessie'nin üslubu ters gelebilir... Bunlar olur, ama burada altını üstünü her tarafını çizdiğim gerçeklik şudur ki: Burada herkes birdir.
Çünkü biz buraya yazmaya başladığımızda misyonumuz belliydi. Beşiktaş sevgimizi ifade edebilmek. Beşiktaşımızı rahatça tartışabilmek. Ürettiğimiz fikirlerin, harcadığımız zamanın "sana gömdüm, ona koydum" arasında kaybolmamasını sağlamak. Sadece maç sonucu eksenli kalmamak, büyük resmi tartışmak.
Bizim derdimiz bu. Benim anladığım bu.
Saygılarımla,
shelbyl
Etiketler:Ekşi Beşiktaş,semioticus,Shelbyl | 10
Yorum
Zaman Makinesi
Uyarı: Bakın burada kimsenin kalitesi vs. tartışılmıyor. Niyetim kişileri değil, algıyı tartışmak. Bu çok önemli burada anlatılanı doğru yorumlamak için.
Geçen yazın başında Galatasaray, dünyaca ünlü bir teknik direktörle anlaştı. Bu teknik direktörün karizmasıyla yeni transferler yapacaklardı. Baros, Kewell, Elano, Arda, Keita gibi bir hücum hattına sahip oldular. Ortasahalarında şu an Valencia'da oynayan Topal vardı. Yetmedi, devre arasında Neill, Jo, dos Santos'u aldılar.
Geçen sene boyunca Galatasaraylılar sürekli Los Galacticos olduklarını ve şampiyon olacaklarını ilan ettiler. Biz de dalga geçtik haliyle. Gökhan Zan ile, Balta ile, Sarp ile.
Bakın tekrar ediyorum, ben burada Bobo ile Baros'u, Kewell ile Quaresma'yı vs. karşılaştırmıyorum. Lakin bu sene, bizim takıma olan algımız neredeyse tamamen aynı. (Bu blog değil illaki, ama bakın forumlara, sözlüklere) Ama bakıyorsun, bizim de sağımızda Erhan, solumuzda İbo var. Nihat bu formuyla mecburen oynuyor falan filan. Hani her şey güllük gülistanlık değil.
Geçen sene Galatasaraylıların algısı ile dalga geçen biziz -haklı olarak-. Lakin bu sene lig başlamadan aynı havaya giren gene biziz. Nasıl yahu? N'oldu bir senede? Ne değişti?
Şimdi düşünüyorum ben de. Biz geçen sene GS'lilerle dalga geçerken, onlarla samimi olarak mı dalga geçiyorduk, yoksa sadece bir kıskançlık mıydı bizimkisi?
Kafam karıştı çünkü.
Dip not: Şimdi yorumlarda "Ama onların defansı kötüydü, ortasahası şöyleydi, Baros sakatlanmasaydı" demeyin lütfen. Burada taraftar algısını tartışmak istiyorum. Bizim şu an geçen seneki Galatasaray taraftarından farkımız nerede?
Var-yok davası değil bu. Ben o farkı göremiyorum, sizden yardım istiyorum.
Herhalde şu blogda yazdığım en iyi niyetli, en az sarkastik post budur.
Geçen yazın başında Galatasaray, dünyaca ünlü bir teknik direktörle anlaştı. Bu teknik direktörün karizmasıyla yeni transferler yapacaklardı. Baros, Kewell, Elano, Arda, Keita gibi bir hücum hattına sahip oldular. Ortasahalarında şu an Valencia'da oynayan Topal vardı. Yetmedi, devre arasında Neill, Jo, dos Santos'u aldılar.
Geçen sene boyunca Galatasaraylılar sürekli Los Galacticos olduklarını ve şampiyon olacaklarını ilan ettiler. Biz de dalga geçtik haliyle. Gökhan Zan ile, Balta ile, Sarp ile.
Bakın tekrar ediyorum, ben burada Bobo ile Baros'u, Kewell ile Quaresma'yı vs. karşılaştırmıyorum. Lakin bu sene, bizim takıma olan algımız neredeyse tamamen aynı. (Bu blog değil illaki, ama bakın forumlara, sözlüklere) Ama bakıyorsun, bizim de sağımızda Erhan, solumuzda İbo var. Nihat bu formuyla mecburen oynuyor falan filan. Hani her şey güllük gülistanlık değil.
Geçen sene Galatasaraylıların algısı ile dalga geçen biziz -haklı olarak-. Lakin bu sene lig başlamadan aynı havaya giren gene biziz. Nasıl yahu? N'oldu bir senede? Ne değişti?
Şimdi düşünüyorum ben de. Biz geçen sene GS'lilerle dalga geçerken, onlarla samimi olarak mı dalga geçiyorduk, yoksa sadece bir kıskançlık mıydı bizimkisi?
Kafam karıştı çünkü.
Dip not: Şimdi yorumlarda "Ama onların defansı kötüydü, ortasahası şöyleydi, Baros sakatlanmasaydı" demeyin lütfen. Burada taraftar algısını tartışmak istiyorum. Bizim şu an geçen seneki Galatasaray taraftarından farkımız nerede?
Var-yok davası değil bu. Ben o farkı göremiyorum, sizden yardım istiyorum.
Herhalde şu blogda yazdığım en iyi niyetli, en az sarkastik post budur.
Etiketler:Algı,Beşiktaş,Galatasaray,semioticus,Shelbyl | 19
Yorum
Hangi Beşiktaş?
En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyerek yazıma başlamak istiyorum. Robinho bu takıma gelsin, canı gönülden onu Beşiktaş formasıyla izlemek istiyorum. Sponsorla gelsin, krediyle gelsin, borçla gelsin ama gelsin. Kulüp batarmış, Demirören kulübün anahtarını alırmış bunlar boş hikayeler. Dünya üzerinde borcu bulunmayan, transfere deli gibi para akıtmayan, planlı programlı transfer yapan kaç kulüp var ki bugün şimdi Robinho'nun maliyetini masaya yatırıyoruz?
Gerek Türkiye gerekse Avrupa olsun futbolcu transferi hiçbir zaman bir ticaret öğesi olmamıştır. Futbolcuyu alayım iki yıl sonra fazlasına satayım mantığıyla transfer yapılmaz. Transfer bir gövde gösterisidir, kulübün prestij kaynağıdır. Piyasada iyi oynayan kim varsa, büyük isim kim varsa -ama en önemlisi ahlaklı ve düzgün bir adamsa- Beşiktaş'a gelsin. Büyük isim geldi diye Beşiktaş'a bir şey olmaz artık bu garip korkulardan kurtulalım.
Bugünlerde Beşiktaş'ın transfer politikası üzerinden yürütülen nostaljik Beşiktaş hezeyanlarını üzülerek izliyorum. Hani duyan da Beşiktaş hiç hayatında futbolcu transfer etmemiş sanacak. Bu takımın formasını giyen Ferdinand yıldız değil miydi? Kuntz nasıl bir özgeçmişle bu ülkeye gelmişti? Delgado Basel formasıyla son sezonunda UEFA kupasında fırtına gibi esip dikkatleri çekmemiş miydi? Kleberson, Ricardinho gibi adamlar Şerefgazispor milli takımı forması mı giydi?
Beşiktaş'a bundan önce de yıldız gelmiştir bundan sonra da gelecektir. Bugün için bu takıma Quaresma, Guti, Robinho geldi diye karalar bağlamak abesle iştigaldir. Diyorum ya, daha öncesinde de geldi şimdi de geliyor ve ileride de gelecek. Ferdinand geldiğinde nasıl kulüp şahısların eline geçmediyse, Beşiktaş değerlerinden bir şey kaybetmediyse bugün de Beşiktaş aynı değerlerini korumaya devam edecektir. Bu başkana ve bu kongre zihniyetine rağmen Beşiktaş'ın asıl sahibi hala taraftardır. Değerleri oluşturan da bu mahalli kültürdür ve ona sahip çıkmaya da bu mahalli ruh devam edecektir.
Nedir o değerler? Örneğin, Baki Mercimek'in bu şanlı formayı iki yıl boyunca giyebilmesidir. Müsaade edin izah edeyim. Şimdi doğruya doğru, açıkça yazalım. Baki Mercimek, bugünün şartlarında futbol yeteneği olarak değil Beşiktaş'ta sıradan bir ikinci lig takımında bile oynayabilecek bir futbolcu değildir. Çünkü adamda o yetenek yok, doğuştan bir şeyler gelmemiş. Fenerbahçe'nin bir ayda, Galatasaray'ın hazırlık kampında doğrudan kapı dışarı edeceği adamın iki yıl boyunca Beşiktaş'ta oynaması manidardır. Taraftarın bu kadar yeteneksiz bir adama beste bile yapması, bağrına basması çok anlamlıdır. Zira Baki o bütün yetenekten yoksun futbolculuğuna rağmen oynadığı bütün maçlarda canını dişine takmıştır, formasını terden sırılsıklam etmeden sahayı terk etmemiştir. Mücadelenin, hırsın en üst seviyesini defalarca ortaya koymuştur.
Fenerbahçe'de ağzıyla kuş tutsa yaranamayan Semih'in sendromu da burada yatıyor. Kendi altyapılarından yetişen, her girdiği maçta kritik gollere imza atan, forması için her şeyini ortaya koyan Semih bugün bile müzmin yedek, iyi alternatif olmaktan öteye gidemiyor. Takıma yeni gelen Niang bir anda baş tacı ediliyor, Semih yine arka planda. Galatasaray'dan örnek verelim. Takımı Ağustos sıcağında eşek gibi antreman yaparken Brezilya'da keyfine keyif katan Lincoln, haftalar sonra takıma lütfen katıldıktan sonra ilk maçta ortaya koyduğu sıradan performans sonrasında tribünlerin her birine gidip yumruk şov yapmadı mı? Berbat oynadığı maçlardan sonra bile Galatasaray taraftarı Lincoln tezahüratlarıyla kendinden geçmedi mi?
Beşiktaş'a kim gelirse gelsin, bu taraftarın kemikleşmiş bir yapısı var anlayın artık. Mücadele etmeyen, topa kafasını sokmayan, formasını terletmeyen adam isterse Messi olsun bu tribündne kabul görmez. Beşiktaş'a gelen isimlerin Beşiktaş'ı değiştirmeye gücü yetmez. Şampiyonluk kaybedildikten sonra bu takım Sivas maçı öncesi semtinde meşalelerle adeta şampiyon gibi karşılandı. Oradaki Beşiktaş taraftarı kaçan şampiyonluğu bir kenara bırakıp takımının asli mücadelesine, çabasına sahip çıkmadı mı?
"Bu Beşiktaş benim tuttuğum takım değil"
Hangi Beşiktaş'tan bahsediyorsun sen arkadaşım? Necip'i ilk 11'de görünce yüreği pırpırlanan da bu taraftar, Quaresma'nın çalımında, Guti'nin şahane ara pasında yüreğini coşturan da bu taraftar. Robinho gelsin, antremana çıkmasın, taraftara artistik yapsın, laubali futbol oynasın bak bu taraftar havalimanındaki coşkusuyla kalıyor mu? Beşiktaş mücadeledir efendiler, Beşiktaş formanın teridir. İki yıldız futbolcuyla kimse karakterini değiştirmez. Bu kapıdan giren herkese eller açılır, hak etmeyene eller de kapanmasını bilir.
Gerek Türkiye gerekse Avrupa olsun futbolcu transferi hiçbir zaman bir ticaret öğesi olmamıştır. Futbolcuyu alayım iki yıl sonra fazlasına satayım mantığıyla transfer yapılmaz. Transfer bir gövde gösterisidir, kulübün prestij kaynağıdır. Piyasada iyi oynayan kim varsa, büyük isim kim varsa -ama en önemlisi ahlaklı ve düzgün bir adamsa- Beşiktaş'a gelsin. Büyük isim geldi diye Beşiktaş'a bir şey olmaz artık bu garip korkulardan kurtulalım.
Bugünlerde Beşiktaş'ın transfer politikası üzerinden yürütülen nostaljik Beşiktaş hezeyanlarını üzülerek izliyorum. Hani duyan da Beşiktaş hiç hayatında futbolcu transfer etmemiş sanacak. Bu takımın formasını giyen Ferdinand yıldız değil miydi? Kuntz nasıl bir özgeçmişle bu ülkeye gelmişti? Delgado Basel formasıyla son sezonunda UEFA kupasında fırtına gibi esip dikkatleri çekmemiş miydi? Kleberson, Ricardinho gibi adamlar Şerefgazispor milli takımı forması mı giydi?
Beşiktaş'a bundan önce de yıldız gelmiştir bundan sonra da gelecektir. Bugün için bu takıma Quaresma, Guti, Robinho geldi diye karalar bağlamak abesle iştigaldir. Diyorum ya, daha öncesinde de geldi şimdi de geliyor ve ileride de gelecek. Ferdinand geldiğinde nasıl kulüp şahısların eline geçmediyse, Beşiktaş değerlerinden bir şey kaybetmediyse bugün de Beşiktaş aynı değerlerini korumaya devam edecektir. Bu başkana ve bu kongre zihniyetine rağmen Beşiktaş'ın asıl sahibi hala taraftardır. Değerleri oluşturan da bu mahalli kültürdür ve ona sahip çıkmaya da bu mahalli ruh devam edecektir.
Nedir o değerler? Örneğin, Baki Mercimek'in bu şanlı formayı iki yıl boyunca giyebilmesidir. Müsaade edin izah edeyim. Şimdi doğruya doğru, açıkça yazalım. Baki Mercimek, bugünün şartlarında futbol yeteneği olarak değil Beşiktaş'ta sıradan bir ikinci lig takımında bile oynayabilecek bir futbolcu değildir. Çünkü adamda o yetenek yok, doğuştan bir şeyler gelmemiş. Fenerbahçe'nin bir ayda, Galatasaray'ın hazırlık kampında doğrudan kapı dışarı edeceği adamın iki yıl boyunca Beşiktaş'ta oynaması manidardır. Taraftarın bu kadar yeteneksiz bir adama beste bile yapması, bağrına basması çok anlamlıdır. Zira Baki o bütün yetenekten yoksun futbolculuğuna rağmen oynadığı bütün maçlarda canını dişine takmıştır, formasını terden sırılsıklam etmeden sahayı terk etmemiştir. Mücadelenin, hırsın en üst seviyesini defalarca ortaya koymuştur.
Fenerbahçe'de ağzıyla kuş tutsa yaranamayan Semih'in sendromu da burada yatıyor. Kendi altyapılarından yetişen, her girdiği maçta kritik gollere imza atan, forması için her şeyini ortaya koyan Semih bugün bile müzmin yedek, iyi alternatif olmaktan öteye gidemiyor. Takıma yeni gelen Niang bir anda baş tacı ediliyor, Semih yine arka planda. Galatasaray'dan örnek verelim. Takımı Ağustos sıcağında eşek gibi antreman yaparken Brezilya'da keyfine keyif katan Lincoln, haftalar sonra takıma lütfen katıldıktan sonra ilk maçta ortaya koyduğu sıradan performans sonrasında tribünlerin her birine gidip yumruk şov yapmadı mı? Berbat oynadığı maçlardan sonra bile Galatasaray taraftarı Lincoln tezahüratlarıyla kendinden geçmedi mi?
Beşiktaş'a kim gelirse gelsin, bu taraftarın kemikleşmiş bir yapısı var anlayın artık. Mücadele etmeyen, topa kafasını sokmayan, formasını terletmeyen adam isterse Messi olsun bu tribündne kabul görmez. Beşiktaş'a gelen isimlerin Beşiktaş'ı değiştirmeye gücü yetmez. Şampiyonluk kaybedildikten sonra bu takım Sivas maçı öncesi semtinde meşalelerle adeta şampiyon gibi karşılandı. Oradaki Beşiktaş taraftarı kaçan şampiyonluğu bir kenara bırakıp takımının asli mücadelesine, çabasına sahip çıkmadı mı?
"Bu Beşiktaş benim tuttuğum takım değil"
Hangi Beşiktaş'tan bahsediyorsun sen arkadaşım? Necip'i ilk 11'de görünce yüreği pırpırlanan da bu taraftar, Quaresma'nın çalımında, Guti'nin şahane ara pasında yüreğini coşturan da bu taraftar. Robinho gelsin, antremana çıkmasın, taraftara artistik yapsın, laubali futbol oynasın bak bu taraftar havalimanındaki coşkusuyla kalıyor mu? Beşiktaş mücadeledir efendiler, Beşiktaş formanın teridir. İki yıldız futbolcuyla kimse karakterini değiştirmez. Bu kapıdan giren herkese eller açılır, hak etmeyene eller de kapanmasını bilir.
20 Ağustos 2010 Cuma
Faşizm
Ben artık bazı şeylerden sıkıldım.
İnsanlar anlamak ve görüş sunmak yerine, senin benim fikrimi değiştirmeye çalışıyorlar.
İfade özgürlüğü teorikte var, pratikte yok.
Ben Beşiktaşlıyım...
Sen de Beşiktaşlısın...
Burayı veya beni ister oku, ister okuma.
Sonuna kadar da kendi bildiğini söyle.
Ama bırak da ben de kendi bildiğimi söyleyebileyim.
Ortaya bir düşünce koymadan benim fikrimi değiştirmeye çalışma.
Benim sizin hoşunuza gidecek şekilde yazma zorunluluğum yok.
Bırak ben geri kafalı kalayım. Bırak ben Quaresma'yı beğenmeyeyim. Bırak ben hala Yıldırım Demirören'den nefret edeyim.
Hoşuna gitmiyorsa okuma.
Ben her gün daha marjinalize olduğumu hissediyor ve görüyorum. Peki siz güce yamanan bu insanların nasıl artan bir şekilde bu marjinal grupların üzerine üzerine geldiklerinin farkına varıyor musunuz?
Forumlarda, sitelerde getirilen en ufak eleştirinin hemen nasıl cevaplandırıldığını takip ediyor musunuz?
Eyy Denizlispor maçını yaşayan Beşiktaşlılar...
Hala buralarda mısınız?
Sesinizi, sesimizi duyuramaz olduk. Kendi evimizde kendi düşüncemizi ifade ettirmiyorlar...Akın akın bizi bu kulüpten def etmeye çalışıyorlar...
İnsanlar anlamak ve görüş sunmak yerine, senin benim fikrimi değiştirmeye çalışıyorlar.
İfade özgürlüğü teorikte var, pratikte yok.
Ben Beşiktaşlıyım...
Sen de Beşiktaşlısın...
Burayı veya beni ister oku, ister okuma.
Sonuna kadar da kendi bildiğini söyle.
Ama bırak da ben de kendi bildiğimi söyleyebileyim.
Ortaya bir düşünce koymadan benim fikrimi değiştirmeye çalışma.
Benim sizin hoşunuza gidecek şekilde yazma zorunluluğum yok.
Bırak ben geri kafalı kalayım. Bırak ben Quaresma'yı beğenmeyeyim. Bırak ben hala Yıldırım Demirören'den nefret edeyim.
Hoşuna gitmiyorsa okuma.
Ben her gün daha marjinalize olduğumu hissediyor ve görüyorum. Peki siz güce yamanan bu insanların nasıl artan bir şekilde bu marjinal grupların üzerine üzerine geldiklerinin farkına varıyor musunuz?
Forumlarda, sitelerde getirilen en ufak eleştirinin hemen nasıl cevaplandırıldığını takip ediyor musunuz?
Eyy Denizlispor maçını yaşayan Beşiktaşlılar...
Hala buralarda mısınız?
Sesinizi, sesimizi duyuramaz olduk. Kendi evimizde kendi düşüncemizi ifade ettirmiyorlar...Akın akın bizi bu kulüpten def etmeye çalışıyorlar...
Etiketler:Gürcan Ulusoy | 88
Yorum
19 Ağustos 2010 Perşembe
Çıldır
18 Ağustos 2010 Çarşamba
5 Kolay Adımda Duyumculuk
Efendim, ekonomik kriz sebebiyle iş bulma konusunda sıkıntı çekmenin normal olduğu bu dönemlerde, mis gibi yeni bir meslek icat olundu: Duyumculuk. Her ne kadar ilk etapta getirisi manevi olsa da, isminizi duyurduğunuz anda çeşitli ortamlarda size farklı kapılar açabilir, ya da kafayı kullanırsanız internet reklamları vs. sayesinde parayı kırabilirsiniz!
Sizi tek maçtan yatırdığımız bahis günlerini affettirmek için, 5 kolay adımda nasıl iyi bir duyumcu olabileceğinizi öğretmek istedik. Başlıyoruz hızlandırılmış kurumuza:
1. Daş gibi bir hikaye: İlk hikayenizi oluştururken iyi düşünmeniz, belirli kriterlere uymanız lazım. Bu üç kriter:
- Devamlılık
- Abartısızlık
- Şahsen duymuşluk
yani kısaca DAŞ. Mesela gidip de "Ya benim dayıoğlu hastanede yatıyor, yanındaki ölüm döşeğindeki hastayı ziyarete Serdal Adalı gelmiş, kulağına "Robinho tamam, gözün açık gitme" diye fısıldamış" derseniz, olayın b.kunu çıkarmış olursunuz. Çünkü sizin dayıoğlu devamlı o hastanede yatmayacak ve Adalı sürekli ziyarete gelmeyecek, hikayenizdeki ölüm döşeği tabiri abartı, ve de siz şahsen duymamışsınız.
İdeal senaryolarda, çalıştığınız şirket, yönetimden tanıdık, kongre üyeliği gibi mefhumları kullanabilirsiniz, çünkü bunlar hem olasıdır, hem de devamlılık sağlar. Ve unutmayın, mutlaka kendi gözünüzle görmüş, kulağınızla işitmiş olmanız lazım. Eğer başkasının duyumunu aktarırsanız "O niye gelip kendisi söylemiyor hıyar?" tarzı bir sorgulamaya maruz kalırsınız.
2. Tevazu: Türkiye toplumu, alçakgönüllülüğü sever. O yüzden yazdıklarınızda bir "görseniz şeker gibi adamım" tonu yakalamanız lazım. Ayrıca bulunduğunuz forumda yaş seçeneği varsa, yaşınızı en az 30'lara getirin, çünkü gençlere saygı duymak da adetten değildir, gençler de azamiyetle kaşınırlar zaten (bkz: liseli detected)
Bu "orta yaşlı, hafif göbekli, sözüne itimat edilir, mütevazı adam" imajını tamamladıktan sonra, onu her yazdığınızda güçlendirmeniz de lazım. O yüzden duyumlarınıza mutlaka "Hayırlısı tabii", "Valla biz de sıradan bir adamız neticede", "Allah utandırmasın", "Elçiye zeval olmaz" tarzı kapanış cümleleri eklemeniz lazım.
"Abi Robinho kesin geliyor, xxx'ten biliyorum" bir "Alex'le konuştum haberler iyi" seviyesini aşamayacakken, "Robinho geliyor diye duydum, umarım bir aksilik çıkmaz, Allah utandırmasın bizleri" "yazık lan adama, hadi bakalım" hissiyatı yaratacaktır.
3. Haber Kaynaklarına Hakimiyet: Her gün yabancı basını, forumları takip etmeniz lazım. Kendinize birkaç ülkeden gazete vs. belirleyin, ve onların websitelerine girip duyumu yaratmak istediğiniz kulübün ismini aratın. Unutmayın, dünyanın her ülkesinde, transfer haberleri -bizdeki kadar olmasa da- duyum ve de spekülasyon üzerine çalışır.
Bu dediğimi spor gazeteleri de yapıyor, o yüzden kendinizi geride hissedebilirsiniz. Unutmayın, spor gazetelerinin güncellenmesi ya da baskıya verilmesi belirli zaman dilimlerinde olur. O yüzden özellikle gece bu taramaları yapıp, diğer basın organlarını atlatmalısınız.
Size yardımcı olacak diğer bir kaynak da Google Translate olacaktır. Lakin Türkçe çevirisi biraz dandik olduğundan, İngilizce bilen birisini bulmanız tavsiye edilir.
4. İlk Duyum: Personanızı oturttuktan ve kaynaklarınızı belirledikten sonra, sıra ilk duyuma geliyor. Bu çok önemli, çünkü bütün kredibiliteniz buna bağlı. İlk duyum için tavsiyemiz takımın alabileceğine inandığınız, ama gene de gelirse sükse yaratacak bir isim. Mesela Beşiktaş'ta Quaresma, Galatasaray'da Kewell ya da Baros, Fenerbahçe'de Kezman gibi transferler bunlar için ideal.
Unutmayın, siz "Quaresma bitti geliyor" deseniz ve Quaresma gelmese bile, her zaman "son anda transfer ücretinde sorun çıkmış, son anda sponsor çekilmiş, son anda başka ülkeden teklif gelmiş" diyebilirsiniz. Neticede yıldız bu, aksilik çıksa kimse sizi suçlamaz, çünkü her taraftar takımının yıldız transfer edeceğine inanmak ister. Ama kıvırmanız gerekirse, bütün bahaneleriniz "son anda" söz öbeğini içermelidir.
5. Kod ad kullanımı: Diyelim ortaya attığınız isimlerden birisi en sonunda geldi, ve de piyasayı açtınız. Bundan sonra süksenizi devam ettirmeniz lazım. Ama ortaya başka isimler atıp da tutmaması halinde karizmanız gidebilir. O yüzden ilk aşamadan sonra atacağınız duyumlarda "kod ad" kullanmanız lazım.
Mesela "İngiltere'den zenci forvet geliyor" mükemmel bir duyumdur, zira baktığınızda İngiltere'deki takımların hepsinde bir tane siyahi forvet vardır. Aynı şekilde Fransa'dan transfer yapılacağı haberi okuduysanız gene "zenci geliyor" diyebilirsiniz. Diğer stereotipik transferler Almanya'dan ortasaha, İtalya'dan defans, Portekiz/Hollanda'dan kanat adamı olur. Önemli olan başkanın/komite adamının nereye uçtuğunu öğrenmek.
Bunun yanısıra Türkiye'den adam transfer ediyorsanız, kullanacağınız ideal kod ad "genç" olmalıdır. Bilinir ki, 3 büyük kulüp her sene en azından 1-2 genç oyuncu alır. Bu yüzden, takımın ihtiyacı olduğu mevkiiye "genç" transfer ederseniz, yanılma olasılığınız düşük olur. En nihayetinde Semih bile hala genç bu ülkede.
* * *
İşte bu kadar! Artık forumlarda bir isminiz, bir ağırlığınız var. Bundan sonra "başkan İbrahimoviç ile görüşüyormuş" deseniz bile size inanacak kadar saflaşmış bir kitle yarattınız. Artık Galatasaray'a Rosicky'yi, Fenerbahçe'ye Ronaldinho'yu getirebilirsiniz. Bugün tutmaz, yarın tutar; sonra arşivlerden çıkarıp "Ben demiştim!" dersiniz.
Artık siz de bir Fotomaçsınız!
Etiketler:Duyumculuk,semioticus,Shelbyl | 43
Yorum
Gündoğdu
17 Ağustos 2010
Beşiktaş - HJK Maçı
Bir Avrupa kupası maçıyla başladığım Gündoğdu yazılarına, tatilde olduğum için gidemediğim Plzen ikinci maçından sonra devam ediyorum. Ha derseniz ki “arkadaşım bi iş yapıyosun tam yap, tatilini de ona göre ayarlasaydın” diyecek sözüm yok, siz büyük Beşiktaş taraftarının affına sığınıyorum.
Dün allahtan bir müşterimizin ofisinde çalışıyordum, orda işim bittikten sonra bizim ofise hiç dönmeden eve arazi oldum, üstümü başımı maç formatına sokup arkadaşımla buluşup saat 17.30 gibi köyiçine vardım. Malumunuz hava sıcaklığı artık insani standartların üzerinde. Şimdi “sıcaklık değil ama nem fena” geyiğine girmeden bu durumun hem semtte hem tribünde etkisini hissettirdiğini tahmin edersiniz. Birde üstüne ramazan ayı olması, bir de üstüne hafta içi olması, bir de üstüne UEFA’nın maçı kalkıp saat 19.00’a alması, adama “sırayla gelin be” tepkisi verdiriyor. Bu saydığım nedenler birlik olup semti maç öncesi havasından uzak tutmayı başarmıştı. Elma’da oturup biraz sohbet ettikten sonra baktık tadı tuz yok, saatte yaklaşıyor, stada yürümeye başladık. Dolmabahçe yolu her zaman olduğu gibi kalabalık ama sessizdi. Kapalı tribün batı tarafından güneşi direkt aldığı için akşam güneşini gözümüze gözümüze yedik. Yeni açık ve numaralı tribünler gölgede mis gibi oturuyorlardı. Ben maça hazır değildim orası belliydi ama galiba bütün tribün için bu söylenebilirdi.
Maçtan önce kutudan havaya girmek için bir iki tezahürat denemesi başladı. Burada bir virgülle geçen yazımda da bahsettiğim “Gücüne güç katmaya geldik” tezahüratına değinmek istiyorum. Bu bir türlü olmadı arkadaş ya. Galiba sözleri uzun geliyor, bütününü ezberleyen kişi sayısı hala az. Ve en büyük sorun aslında ilk tekrar bittikten sonra nakarat laylayında tamamen sönüyor. İkinci tekrar nerdeyse hiç olmadı. Hoparlörden marş versiyonu çalındığında gene eşlik ediliyor ama tribün versiyonu hala eksik. Çarşı insanları coşturmak için “dj boş durma Hakan Peker çalsana, Ateşini Yolla Bana” diye istek yaptıysa da yanıt alamadı. Ben de yılların eskitemediği bu şarkıyı tribünde kollar açık bekleyip eşlik etmeyi bıkmadan seviyorum. İlerleyen haftalarda çalarsa çocuk gibi sevinirim valla. Maç öncesinden aklımda kalan son şeyde eski açığın numaralı tarafında açılan pankart “Tek aşkımız Beşiktaşımız, gerisiyle kaçamak yaparız”
Nihayet Beşiktaş ilk yarı deniz tarafındaki kaleye hücum ediyordu ve bu yüzden mobil taraftarlar kapalı altın eski açık kısmına geldiler. Bir anda kalabalık olduk. Maç görece cılız bir üçlüyle başladı ama Beşiktaş ilk ciddi atağını yapıp Bobo topu direğe nişanladığında uyuyan taraftarlar bir anda ayıldı ve her tarafı korkunç bir “ooolleeey saldır Beşiktaş’ım ooooleeey” gürültüsü kapladı. Bu tezahürat taraftarları bir nebze olsun kendine getirdi ve arkasından sırayla literatür ortaya döküldü. Bazen toplu, bazen altlı üstlü tezahüratlar söylendi. İlk yarı boyunca ne yeni açık ne de diğer tribünlerle herhangi bir karşılıklı tezahürat yapılmadı. Gol olduğunda da zaten beklenen oldu gibi bir hissiyat vardı, yani elbette bir derbi maçında atılan gol sevinci gibi değildi. Arasıra, tam önümüzde gidip gelen Quaresma’ya bağıranlar oluyordu, o da dönüp selam veriyordu. Ve yine tam önümüzde Köybaşı ile Quaresma’nın birbirleriyle anlaşamadıklarını izleyebiliyorduk. Birbirlerine mimik yapıp durdular ilk yarı, yok niye pas atmadın, yok niye kaçmadın der gibi. Ve taraftar olarak ilk yarı gözümüzün önünde kopan, parçalanan çimlere bakıp bakıp homurdanıyorduk, zira yerden atılan paslar bir anda sekip kalkıyor, top, kontrol edecek defans oyuncularının önünde bir anda yön değiştiriyordu. Çapsız telefonumla çektiğim bir resim ekliyorum, ama durum gerçekten vahim.
İkinci yarı hücum yönü değişince mobil taraftarlarda yeni açık tarafına gitti, bizde rahatladık. Bu sefer Ekrem ve Hilbert önümüzde oynuyordu. Bir pozisyonda HJK’nın siyahi oyuncusu ile Ekrem ikili mücadeleye girdiler, arkadan biri şöyle bağırdı “Ekreeem, o sana kalın gelir olm” –gülüşmeler– Arada ikinci gol için kartal gol gol gol patlattık. Onda da iyi performans gösterilen tekrarlar oldu. Tribünde herkes teknik direktör olduğu için haliyle her kafadan bir ses çıkıyor. Ama genel kanı Tabata’nı n zayıf kaldığıydı. Tabi kimin ağzından Tabata lafı çıksa hemen arkasından bonservisi olan 8 Milyon bi yerlere ekleniyordu. Bu arada malum Ramazan ayı, iftar saati gelmişti ve kutudan imama çağrı yapıldı “haydi imam haydi imam haydiiiii, tam zamanı tam zamanı şimdiiiii” Ve top patladığında “Allah kabul etsin” tezahüratını “koy koy ateiste, koy koy putpereste, hepsi g.t olsun Ramazan ayı mübarek olsun” izledi. Beşiktaş tribünü Ramazan ayını kendince kutlamıştı işte.
İftardan sonra Quaresma neresinden çıkarttığını tam anlayamadığımız şutuyla golü atınca artık dalenin de zamanı gelmişti. Kapalı alt üst alkışlarla başlayan şovda sıra tişört/forma çıkartmaya geldiğinde kimse tereddüt etmedi. Zaten hava müsait bir anda herkes tak diye soyundu. Kapalıda yapılan bir tezahürat beğenilirse numaralıdan alkış alıyor, anlıyorsunuz güzel etki bıraktığını. İşte o tişört çıkarma olayında da geldi alkışlar. Sonra yeni açıkla başladık karşılıklı. Kapalı tişörtleri sallarken yeni açıktan binlerce kişinin soyunmaya çalışmasını görmek inanılmaz komikti. Dale bittikten sonra zaten tribünde iş gene gevşedi. Bir ara “Başkaan doğruyu söyle, Robinho nerdee?” diye bağırılarak son dönemin en popüler bilinmezliğine de dokunuldu. Sonlara doğru bir “Portakal soyulur mu?” sesleri duyuldu ama çok ivme kazanmadan bitti, bir de haydi bastır Galatasaray’ın malum versiyonu kısaca söylendi. Dakika 85 olduğunda tabiki Gündoğdu’yu da ihmal etmedik.
Nihayet maç bitti. O hafta içi ramazan sıcağında tribünleri tıklım tıklım dolduran bütün Beşiktaşlılar güzel bir galibiyeti haketmişlerdi. Takımı topluca tribüne çağırıp alkışladık, Helsinki takımı da kendilerini destekleyen 10-15 kişiye gidip onları alkışladı. Sonra kapalıdan “Helsinki” sesleri yükseldi, dönüp bizim tribünleri alkışladılar. Herşey dostluk kardeşlik çerçevesinde noktalandı. Akıllarda "Robinho gelir mi acaba ya hakkaten?" sorularıyla İnönü'nün çıkış merdiveni kalabalığının arasına daldık gittik...
Etiketler:Simplextablosu | 17
Yorum
Stadın Adını Değil İçini Değiştir
İnönü'de sezonu bu akşamki Helsinki maçıyla açtık. Uefa'da gruplar öncesi son engelin karşısına çıkmadan önce Köyiçi'nde 2 ay sonra maç heyecanıyla dolanmak, Dolmabahçe'de marşlar söyleye söyleye yürümek, köşeyi dönüp İnönü'nün gri duvarlarını karşımızda görmek tüyleri diken diken etti haliyle; özlemişiz...
Lakin stada girdiğimizde heyecandan eser kalmadı. Merdivenleri çıkıp sahanın yeşilini bir ucundan gördüğünüzde yaşadığınız heyecanı birçoğunuz bilirsiniz, mükemmeldir gerçekten. Ama bugün o merdivenleri çıktıktan sonra ben karşımda yeşil değil kahverengi bir saha gördüm. İnanması güç ama korner bayraklarının olduğu köşelerde 10'ar metre uzunluğunda, 2'şer metre genişliğinde üzerinde bir tane bile çim bulunmayan kahverengi şeritlerimiz mevcut. Onların dışında iki yarı sahada da orta yuvarlağa yakın bölgeler akıllara ziyan berbatlıkta. Sanki maçtan bir saat önce biçerdöverler sahaya girip hasatı toplamış gibi görünüyor. Oynayan için yarattığı çileyi ise tahmin edemiyorum elbette ama takımın topla en az haşır neşir olan adamı Zapo'nun bile bir şut denemesinden sonra zemine sövdüğünü görünce Guti'nin ne hissettiğini az çok tahmin edebildim. Sen Guti'yi getir, Quaresma'yı oynat ama sahanın zemini bu olsun.
Zemin dışında statta her zaman yaşanan sıkıntılar tabii ki devam ediyor. İçeride sezonun henüz üçüncü maçı ancak tuvaletlerde geçen seneden kırılan pisuvarlar aynen duruyor, camlar ve aynalar desen onlar zaten yıllardır kırık halde, oynar başlıklı-asla oturulamayan ve insanın kıçının altından kayıp giden süper koltuklarımız tastamam yerinde, yönetimin kendi eliyle yeni açığın kapalıya yakın kısmına astırttığı Optiğin silüetinin yer aldığı pankartta bile yaklaşık bir karış toz birikmiş stad en son geçen yıl temizlendiğinden. Giriş çıkışlardaki eziyetler, bir ortaokul çocuğunun ancak sığabileceği genişlikte turnikeler, hiçbir zaman tendürdiyot ve sargı bezinden başka bir şey bulamayacağınız sağlık odası vs de aynı bıraktığımız gibi.
Şimdi efendim ben bunları anlatıp bu güzel gecenin içine niye etmeye çalışıyorum? Şu sebepten; geçtiğimiz haftasonu bizi şımartıp, çıldırtan büyük başkan bir açıklama yaptı. İnönü stadının adının Medical Park İnönü Stadı olma ihtimaline yönelik olarak tribünlerden yükselen "Burası Şeref Bey hastane değil" tezahüratına kızmış olacak, "Sponsorları kaçırmayın, onları sevin" minvalli laflar etti. Bir de şunu buyurdu kendisi, "Avrupalı bir kulüp olacaksak, Avrupalı gibi düşünmeli, hareket etmeliyiz. Yani sponsorlarımıza destek olmalıyız" Avrupalı gibi düşünmek, Avrupalı gibi hareket etmek gerekir diyen başkan bu kulübün başında olduğu zaman diliminde hangi eylemini kafasındaki bu "Avrupalı" standartı doğrultusunda gerçekleştirdi ben bilmiyorum, bilen varsa da bana anlatsın. Ama en azından ismini ve tarihini pazarlamaya çalıştığı stadı konusunda böyle davransaydı bizi memnun ederdi elbette.
Zemininde futbol maçı yapılabilen, insanların rahat rahat girip çıktığı, insan gibi muamele gördüğü, oturabildiği, paçalarına sidik bulaşmadan tuvalete gidebildiği, tek çiviyle tutturulmuş koltuklarında bir karış tozun bulunmadığı bir stad hak ediyor bu insanlar. Çünkü sen, Liverpool, Rabotnicki maçında Kop tribünün biletini 15 Pounda satarken; Helsinki maçının yeni açık biletini bu insanlara 50 milyona satıyorsun. Şampiyonlar Ligi'nin son şampiyonu Inter kale arkası kombinesini yaklaşık 350 liraya satarken(sadece Serie A için), sen Yeni Açık'ını 700 liraya satıyorsun. Sonra da stadın ismine sponsor olacak firmayı küstürmeyin, kaçırmayın diyorsun bize.
Oturduğunuz o güzel koltuklardan bizim oraların çok net görünmediğini, ilgilendiğiniz şeyin stadın içi değil tabelası olduğunu, çıkarlarını korumanız gerekenin siyahla beyazı karşılıksız seven taraftarlar değil bir tezahüratta paracıklarını alıp kaçmaya hazır sponsorlar olduğunu düşündüğünüzü zaten biliyoruz. Ama siz de şunu bilin ki, biz öncelikle dişimizden tırnağımızdan artırtıdığımız paralarla gelip biricik aşkımızı insan gibi izleme hakkımıza sahip çıkacağız. Siz de bu kulübün başkanı olarak taraftarların verdikleri paranın karşılığını almasını, futbolcularının üzerinde çim olan sahada top oynamasını sağlayacaksınız. Bize Tabata'nın bonservis bedelinin üçte ikisi kadar bir para önerip İnönü'nün adını hastane tabelasıyla değiştirmek isteyen o çok sevgili sponsorun teklifini de tüm bunlardan sonra konuşacağız.
17 Ağustos 2010 Salı
Sözün Bittiği Yer...
Etiketler:delinho,Jokond,malzemeci süreyya,Ricardo Quaresma | 54
Yorum
Robinho'yu İstememek İçin 5 Sebep
Efendim hala daha sağda solda "Robinho gelecek dertler bitecek ohşşş" temalı yorumlar görüyoruz. İdeal bir dünyada Robinho transferi çok iyi olabilir, lakin biz o ideal dünyadan fersah fersah uzağız. İşbu postta, neden Robinho'yu istemediğimi madde madde açıklayacağım.
1. Maliyet: Maliyet kavramının birçok alt maddesi var. Birincisi oyuncunun maliyetinin direkt olarak bütçeye etkisi. Robinho'yu City'nin cüzi bir miktara bırakacağını kimse düşünmüyor herhalde. Bu konuda öne sürülen argüman ise "Olur mu yahu, sponsorla alacağız!" hikayesi. O hikaye iki sebepten çok sakat.
Birincisi, hatırlarsanız biz Delgado'yu da sponsorla aldık. Sonra kulüp teknik iflas durumunda kurtulsun diye, Delgado'nun bonservisini Ülker'e parayı verip aldık, Delgado'yu şirketin aktif kalemine yazdık. Ve hatta Ülker'in ilk etapta ödediğinden daha fazla para ödedik dolar-euro paritesini göz önünde bulundurursak.
İkincisi, sponsorluk için adı geçen M-Oil şirketi, 8 Ağustos 2010 tarihinde Milangaz Petrol ile birleşmiş bulunan, ve de Haziran 2010'dan beri Demirören Şirketler Grubu'na dahil olan bir şirkettir. Sponsordan geliyor denen para, gene Demirören'in kişisel servetinden gelecektir.
Tüm bunların yanısıra, maliyetin, basın aracılığıyla oyuncu üzerinde nasıl bir baskı oluşturduğunu biliyoruz. Bilmeyen Fener'in forvetlerinin isimlerini google'da arasın teker teker. O yetmezse Tabata hikayesi var çok taze.
2. Samanyolu Sendromu: Atalarımız yıllar önce "iki cambaz bir ipte oynamaz" derken bizim halet-i ruhiyemizi çözümlemiş oldukları muhakkak, ki zaten bu aşağı yukarı beynelmilel bir kural.
Şu an Beşiktaş'ın bizim kullandığımız anlamda yıldızı ise Quaresma'dır. (Guti ayrı bir hikaye, o yıldızdan öte beyin pozisyonunda) Robinho Beşiktaş'a transfer olduğunda, Quaresma'nın spot ışığı kararacağından, oyununun olumsuz etkilenmesi gibi bir risk var. Quaresma bu takımın "el bebek gül bebek" pozisyonunda kalmalı, üzerine kardeş gelirse huzursuzluk çıkabilir.
3. Yabancı Kontenjanı: Bunu nedense herkes unutuyor, halbuki Türkler matematik ilminde ileri olmakla övünürler, Taksim'de peçete satan çocuklar türev işlemi yaparlar vs.
Diyelim Robinho geldi. Eğer kendisi dış forvet pozisyonunda oynayacaksa ilk 11'in dört mutlak ismi olacak: Quaresma - Guti - Bobo - Robinho. Bunlara Ernst'i ekle 5, bir de yabancı stoper eder 6. Öyle bir takım ki, tam İpana reklamı: "Önler iyi ama, arkalar ı-ıh!" Ya Sivok, ya Zapo, ya Ferrari yedek kalacak.
Tabii bu senaryoda bu adamlar hep iyi oynuyorlar. Diyelim bir maç işler kötü gidiyor, oyuna nasıl müdahale edeceksiniz? Yedek kulübesinde iki adet yabancınız olabilir sadece. Bunlardan biri stoper oldu, diğeri de Hilbert/Holosko/Delgado'dan birisi. Esenlikler dilerim, sonra Nobre'ye, Nihat'a, Uğur'a küfretmek yok.
Ha, eğer Robinho merkez forvet oynar diyorsanız apayrı kulvarlardayız zaten, oraya girmiyorum bile hiç.
4. Takım Oyunu: Bu gerçek de hep unutuluyor. Biz Beşiktaş taraftarları acı bir "Delgado - Ricardinho - Kleberson" tecrübesi yaşamışken, takıma yıldız doldurmanın başarının garantisi olmayacağını, rol oyuncularının önemini, takımın genel balansının bozulmaması gerektiğini falan unutuyoruz.
Diyelim Robinho geldi. Bu sağ ve sol açıkta iki adet kafasına göre takılan, risk alan, bireysel tatmini takımın önünde tutma potansiyeli olan adam demek. Bunun balans bozacağı aşikar.
Bunun yanısıra, eğer sizin sağ kulvarınız Erhan - Robinho, sol kulvarınız İbo - Quaresma ise orada bir durup "Lan burada bir sorun var" demeniz elzemdir.
5. Marjinal Kâr: Transfer niye yapılır? Şüphesiz ki "Olm ucuza mal bulduk topla topla" diye bir takıma 5 forvet, 5 sağ açık, 3 tane 10 numara doldurulmaz. Aaa pardon, burası Türkiye, burada doldurulur.
Efendim, ekonomide marjinal kâr diye bir fenomen vardır. Bir fabrikaya eğer ekstradan bir makine/işçi alıyorsanız, onun maliyeti, üretime kattığı değerin getirisine en azından eşit olmalıdır. Yoksa zarar edersiniz.
Bu takımın eksiği ne? Daha doğrusu, bu takıma hangi yönde katkı yaparsanız bir ilerleme kaydeder sizce? Mesela sağ ve sol beke transfer yapılabilir şu anki kadro korunduğunda. Ya da giden birisi varsa, onun yerine bir transfer olur.
Şu şartlarda Robinho Beşiktaş'a ne verecek? Ekstradan gol mü? Onu en kötü haliyle yapan bir Holosko var. Seyir zevki mi? Quaresma ile Guti neyinize yetmiyor? Forma satışı mı? Zaten Quaresma ve Guti insanların forma kotasını doldurdu.
Bunları geçtim, Robinho mesela bir Hilbert gibi mücadele edip defansa yardıma gelir mi? Robinho'yu kaç farklı pozisyonda kullanabilirsiniz? Robinho'yu, bu akşamki Beşiktaş'ta kimin yerine oynatırdınız mesela?
Bu sorular cevaplanmadan, sırf yıldız illüzyonuyla "Ohşş" demek bence saflıktır.
Etiketler:robinho,semioticus,Shelbyl | 41
Yorum
Son Reçete
Bu maçtan çıkarılacak iki ders var benim gözümde, ikincisi daha önemli:
- Hilbert sağ açıkta bu formuyla oynadığı sürece sağ bek sorunu yaşanmaz. Sağ bekte Toraman yoksa, Ekrem - Hilbert ikilisi ideal verimi sağlayacaktır. Toraman gelince Hilbert kesilebilir, lakin Toraman'ın olmadığı bir sağ tarafta Ekrem ve Hilbert benim gözümde ideal ikilidir.
Ha, "ne biçim bu adam Hilbert ya, hiç işe yaramaz" diyenleri pistlerde görmek isteriz. Adam defansa yardımı geçtim, tribündeki Osman Abi'ye dahi yardım etti gidip. Holosko'nun bir sene boyunca yapmadığı içe çapraz koşuları da yaptı gayet.
- Tabata bu takımın fersah fersah gerisindedir, herkesin performansının arttığı bir maçta bile kendini gösterememektedir. Kendisi kiralık, bonservisiyle, iadeli taahhütlü vs., nasıl oluyorsa olsun yollanmalı; Fink bu takıma geri dönmelidir. Transfer o noktada noktalanmalıdır.
Tabata'nın Guti ve Delgado'yu yedeklediği bir takımda Ernst ve Necip'in yedeğinin olmaması skandal olacaktır. Özellikle de her maç 70. dakikadan sonra defansın dili sarkarken...
Etiketler:Roberto Hilbert,Rodrigo Tabata,semioticus,Shelbyl | 48
Yorum
UEFA Avrupa Ligi / Beşiktaş - HJK Helsinki
Etiketler:HJK Helsinki,Uefa Avrupa Ligi | 60
Yorum
Craig Bellamy Cardiff City'de!!
Bellamy Cardiff City'e kiralik olarak gitti... Bu adami begenmemek olanaksiz, cani istedi mi Robben kadar delici, Milito gibi bitirici olabilen bir adam Bellamy... Hala Robinho konusuyoruz biz de. Iddia ediyorum, sadece Ingilizce konusabilen adam Istanbul'a herhangi diger memleketteki yabancidan on kat daha hizli adapte olur. Evet adam ailesine yakin olmak istiyor, hala ada uzerinde yasayacak kume dusmus olmasina ragmen... Bunlar dogru ama ne farki var? Santos diye tutturan Robinho icin basimiz agriyacagina Bellamy'nin gonlunu celmeye calissak fena mi olurdu?
Etiketler:Craig Bellamy,Yuki The Zorba | 19
Yorum
Uefa dan Maç Saati Açıklaması
Uefa Beşiktaş-Hjk Helsinki maç saati için gelen tepkiler üzerine bugün öğlen saatlerinde İsviçre'nin Nyon kentindeki merkezinde bir basın toplantısı yaptı. Basın toplantısını yapan Uefa Basın sözcüsü Tomas Vermaulen basın açıklaması öncesinde oldukça sinirli göründü. Bu sinirli tavrını açıklamalarına da yansıtan Vermaulen, cümlesine " Ne yapsak olmuyor. Kimseye yaranılmıyor" diye başladı. Maçın saatinin 19:00 olmasının Uefa tarafından düşüncesizce alınmış bir karar gibi gösterilmeye çalışıldığını ifade eden basın sözcüsü sözlerine şöyle devam etti;
"Öyle hesapsızca kitapsızca alınmış bir karar değil bu. Hepiniz biliyorsunuz ki çoğunluğu Müslüman olan bir ülke Türkiye ve şu anda kutsal bir ay olan Ramazan ayı içerisinde. Biz de bunu göz önüne alarak taraftarların Teravih namazını eda edebilmeleri için maçı saat 19:00 aldık. Böylece maç çıkışı rahatca ibadetlerini yerine getirebilecekler. ha, kimisi diyor ki "e kardeşim iftar ssatine denk geliyor". Güzel kardeşim iftar stadda yapılır ama namaz olmaz. Hem biz Beşiktaş yönetimiyle de irtibata geçtik. iftar saatinde kumanya dağıtılacak. Beşiktaş yönetimine kumanya konusunda da tavsiyelerde bulunduk. Kumanyalarda 3er adet hurma ve brüksel lahanası, kuşkonmaz gibi zeytinyağlı hafif yemeklerin bulunmasını tavsiye ettik."
Vermaulen maça gelecek olan taraftarla da şu tavsiyelerde bulundu; "iftar yemeği sonrası tatlı yenilecekse bunun baklava ve künefe gibi ağır hamur işi tatlılar değil, hafif sütlü tatlılar olması sağlık açısından daha faydalı. Ben mesela güllaça bayılıyorum."
Maç saatinde havanın çok sıcak olacağının sorulması üzerine; "İstanbulda arkadaşlarım var. Tarlabaşında oturan Nijeryalı bir arkadaşımla geçen hafta konuştum. Bana öyle aman aman bir sıcak olmadığını hatta geceleri yorganla yatmak zorunda kaldığını söyledi. Bana biraz abartıyorsunuz gibi geldi. Bir de diyorlar ki akşam 7 deki maça millet nasıl yetişecek. Yahu zaten okullar kapalı, pek fazla trafik yok. Çoğu insan da oruç kafayla iş mi yapılır deyip gün boyu hiçbir şey yapmıyor. Patronlarından 1-2 saat öncesi için izin alsalar kimse bi şey demez."
Perşembe günü oyananacak olan Galatasaray maçının saatinin 21:00 olması hatırlatılınca oldukça sinirlendiği gözlenen basın sözcüsü toplantıyı yarıda bırakarak sinirli bir şekilde toplantı salonunu terk etti.
| 12
Yorum
Recai Kocaman
Beşiktaş'ta enteresan işler olmaya devam ediyor. Guti, Quaresma, Robinho, Adebayor, İbrahimovic... Yok artık daha fazla yazamayacağım. Bazısı evde huni arıyor, ekonomi bilen elinde kalem kağıt hesap peşinde...
Hepsi iyi hoş, şu ölümlü dünyada bu adamları Beşiktaş formasıyla göreceksek, bırakalım bize nasip olsun. Ben hesabı kitabı, Hilbert'i, Holosko'yu da bıraktım.
Hepsi iyi hoş, şu ölümlü dünyada bu adamları Beşiktaş formasıyla göreceksek, bırakalım bize nasip olsun. Ben hesabı kitabı, Hilbert'i, Holosko'yu da bıraktım.
Recai Kocaman iyi duyumcudur, dedikleri doğru çıkar / çıkmaz bunlar ayrı konular...
Sene 2010 olmuş, Beşiktaş kulübü taraftarla "transfer" üzerine kurduğu ilişkiyi, Recai Kocaman karakteri üzerinden mi yürütür?
Sene 2010 olmuş, Beşiktaş kulübü taraftarla "transfer" üzerine kurduğu ilişkiyi, Recai Kocaman karakteri üzerinden mi yürütür?
Etiketler:Gürcan Ulusoy,Recai Kocaman | 39
Yorum
16 Ağustos 2010 Pazartesi
Necip Uysal'a Öğütler
Bu postta Necip'e öğütlerde bulunuyoruz...
- İngilizce öğren. (Jessie)
- Mümkünse 10 sene kız arkadaşın olmasın. Çalış, sadece çalış. (Alper S.)
- Batuhan'a benzeme... (chora)
- Guti'nin peşinden ayrılma. (kma)
- Şut çalış. (Bellamy)
- Sinan Engin ve Sergen Yalçın'dan uzak dur... (The Rasco)
- Metrobüsün kıymetini bil. (ederlezi12)
- Bilgisiz, cahil menajerlerden uzak dur. (EnisteKolaKoy)
- Guti'den oyun da nerde nasıl tercihler yapılması konusunda tavsiler al. (alioner)
- Menajerlerden olabildiğince uzak dur. (sozcelykk)
- İşini her zaman özel hayatının önünde tut. (Merihli)
- Guti'yi her antrenman sonrası bir saat esir al. (Mutlu)
- Guti'den istikrarın ne demek olduğunu Öğren. (ASVALTTAICENLER)
- Beşiktaşlılığı iyice öğren.(Antidoto)
- Uğur İnceman ne yapıyorsa sen tam tersini yap.(Renom)
- Kendi kariyer hedeflerini yüksek tut, Beşiktaş'tan öne koy.(Manu)
- Beşiktaş tarihinde efsane olan oyuncuları araştır, oku. onların karakterlerine bak. (0. Tekil Şahıs)
- Her röportajında Beşiktaş taraftarının büyüklüğünden bahset. Sözleşme zamanı "Ben Beşiktaşın çocuğuyum boş mukaveleye imza atarım" de. (gnyz)
- Fabregas'ı iyi takip et, stilleriniz benziyor. (Umut Uluer)
- Kız ve gece hayatından uzak durup, bol bol çalış. (bostanciogludevran)
- İdmanlardan önce veya sonra ağırlık çalış, kötü oynasan bile her zaman kuvvetli ol.(at finke)
- 100. yılda çıkan forma giymiş topçuların ismini yazan formadan temin et ve ordaki bazı isimleri her gece yatmadan evvel oku. (ercan)
- Bildiğini oku! (anilton)
- Potential Ability olarak en yüksek 3 Türk oyuncusundan biri olduğunu elalem İngiltere'den görmüşken, Current Ability'in tavan yapana kadar durma koçum .(Övünç)
- Çift yönlü orta saha etiketini duyunca gül, her seferinde içinden ''yanlış biliyorsunuz'' diye geçir ve bildiğini yapmaya devam et. (Noat Samisa)
- Yapılan eleştirileri dinlemezden gelme, hepsini dinle, dar görüşlü bir futbolcu olma. (Sarper)
- Futbolun kafada oynandığını birinci planda tut.(Kalten)
- Bol bol kitap oku. Devrimci fikirlerle tanış. (kalashnikov)
- Iİşçi sigortanı şimdiden yaptır, primlerini mümkünse en üst mertebeden öde. (Gurbet Kartalı)
- Guti'nin hücumda,Ernst'in savunmada yaptıklarına dikkat et. (Incirekis)
- Mevikisinin kralı Cambiasso'yu örnek al. (TA)
- “Ey Oğul!
-Beysin! Bundan sonra öfke bize; 'uysal'lık sana... (matiasemilio) - Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın! (matiasemilio)
- Nereden geldiğini unutma ki nereye gideceğini unutmayasın. (matiasemilio)
- Bana Ali Samiyen'de Galatasaray'a gol attığın bir GS zaferi göstermeden gitme. 92-93 te Ankara'da ne olduğunu asla unutma. (alper)
- Guti'nin evinde bi oda kirala, sadece antreman sahasında değil, özel hayatınıda nasıl yaşıyo öğren, araştır, oku, bilinçlen, çalış çalış çalış... (WiLdHoney)
- Taraftarla aranı bozmamaya bak. (Siser)
- Türkiye'den hiçbir spor programını izleme. (non of your business)
- Evlen evlen... (BJK4EVER)
- Go oynamayı öğren. (diskonnektus erektus)
- Biz seni ne kadar seviyorsak, sen de bizi o kadar sev. (ASVALTTAICENLER)
- Şımarma. (Pamukk)
- Emre Belözoğlu'nu örnek alma. (cha)
- Şut çekmekten korkma. (ozy)
- Profesyonel yaşam ve çalışma anlamında İbrahim Üzülmez'i örnek al. (cevirmense)
- Oynadığın futbol dili nasılsa, ağzındaki dili de benzer kullan... Sadece işini yap. (Basri Baykoç)
- Rakiplerini asla aşağılama, onlara saygı duy. (sevgilersaygılar)
- Şut idmanı yap. (alioner)
Etiketler:Gürcan Ulusoy,Necip Uysal | 77
Yorum
Günün Sorusu
Beşiktaş HJK Helsinki'yle
16 Sene Önce Eşleşmişti...
HJK Helsinki'ye Karşı
İki Maçta Da Kalemizi Koruyan Kalecimizin
Adı / Soyadı Nedir?
Şener Kurtulmuş
Kazananlar:
- Pseudotimes (Bilet Talihlisi arkadaşımızın şehir dışına çıkması nedeniyle yeni talihli "ercan" olmuştur. Aşağıda verilen bilgiler kendisi için de geçerlidir. Ercan yarın öğlen 12:00'ye kadar bize ulaşmazsa hakkını bir sonraki talihliye devredecektir...)
- Oğuz Dikmen
eksibesiktas@gmail.com adresine ad ve soyadınızı yazıp yarın mesai saatleri içerisinde Türk Telekom İl Müdürlüğü'nden Biletinizi Alabilirsiniz.
Adres: Yıldız Posta Cad. Vefa Bayırı Sok. No:2
Gayrettepe
Türk Telekom'a Teşekkür Ediyoruz.
Etiketler:Ekşi Beşiktaş,Türk Telekom | 52
Yorum
HJK Helsinki Maçına İki Bilet - 19:00
Yarınki HJK Helsinki maçı için 2 talihliye birer eski açık bileti hediye ediyoruz...
Saat tam 19'da Ekşi Beşiktaş'ta sorulacak soruya doğru yanıt vererek kazanabilirsiniz.
Kazanmanız halinde Gayrettepe Türk Telekom İl Müdürlüğü'nden kimliğinizi ibraz ederek biletinizi alabileceksiniz.
19:00'da Görüşmek Üzere
İyi Şanslar...
Biletler için Türk Telekom'a teşekkür ederiz...
Saat tam 19'da Ekşi Beşiktaş'ta sorulacak soruya doğru yanıt vererek kazanabilirsiniz.
Kazanmanız halinde Gayrettepe Türk Telekom İl Müdürlüğü'nden kimliğinizi ibraz ederek biletinizi alabileceksiniz.
19:00'da Görüşmek Üzere
İyi Şanslar...
Biletler için Türk Telekom'a teşekkür ederiz...
Etiketler:Ekşi Beşiktaş,Türk Telekom | 11
Yorum
Geçmiş Zaman Olur Ki / Beşiktaş - HJK Helsinki - 1994
Kösice zaferine kadar Avrupa Kupaları benim için devasa takımlarla oynayıp bir şekilde elendiğimiz maçlardan ibaretti. Bu maçla beraber Avrupa'da çok zorlanmadan da tur geçilebileceğine inanmaya başladım. Maç boyu üstündük diye hatırlıyorum. Oktay'ın fırsatçılığıyla attığı gol ve sonrasında kazandırdığı penaltının Ertuğrul tarafında fişeklenmesiyle 2-0 kazanmıştık. Çok sevdiğim bir akrabam ağır hasta olduğundan ötürü benim için oldukça buruk bir sevinçti.
Rövanş hakkında da pek bir şey hatırlamıyorum. Ağır hasta olan akrabamı artık kaybetmiştik, onun evindeydik. Babamla balkonda oturuyorduk. Maç şifreli yayındaydı ve evin hemen aşağısındaki kahve tıka basa doluydu. Maçı izlemeyi teklif dahi edemiyordum, cenaze evine olan saygımdan. Babamla birkaç kez göz göze geldik, onun da içi gidiyordu ancak o da cesaret edemedi. Bir ara aşağıdan homurtular yükseldi, balkonda babam yalnızdık, "yedik galiba" dedi babam. Ev 1. katta olduğundan, sokaktan geçen bir tanıdığımızla göz teması kurabildik ve adamın yaptığı geçirdiler ifadesinden sonra yediğimizi anladık. Cenaze evindeydim, yüzümdeki göz yaşları henüz tam anlamıyla kurumamıştı ama bahsettiğim anlarda aklımdan Beşiktaş'tan başka bir şey yer almıyordu. Balkonun demirine zaten sıcak havadan yanan alnımı dayayıp uzun bir süre konuşmadan bekledim. Aşağıdan bu kez gürültülü bir şekilde gol sesi gelince bir oh çektim. Çektiğim oh, turu garantileyen gole olan sevincimden dolayı olduğu kadar aynı zamanda cenaze evinde gelen gol haberine karşı soğukkanlılığımı korumamdan ötürüydü. Ve turu geçtik.
Uzun yıllar bir tur dahi geçememiş takımımın 2 sezon üst üste 1 tur geçmesi beni fazlaca mutlu etmişti ve bunu çok çok büyük bir olay sanmıştım. Bir sonraki turda klasik Beşiktaş basiretsizliğimizle Auxerre'e karşı 2-2 ve 0-2'lik skorlarla elendik. Beraber biten İnönü'deki maçta 2-0 öne geçtikten sonra 2 gol yemiştik. Kalede Şener Kurtulmuş vardı, bir golü bacak arasından yemişti. Ancak son satırı hiçbir şekilde Şener'i eleştirmek için yazmadım, zira çapını bilen güzel bir insandı kendisi.
Bu maçtan sonra da Avrupa'da garip, dramatik, trajik ve çokça ironik sonuçlar aldık. Ancak HJK Helsinki, Kösice sonrasında yavaş yavaş Avrupa'da kazanma alışkanlığını öyle ya da böyle kazanma alışkanlığını kazandıran takım oldu. Bir sene sonrasında Avrupa Kupaları'nda ilk kez 3 gol birden-her ne kadar çok dramatik bir maç olsa da-Rosenborg'a attık, ve onun da sonrasında Rasim Hoca'yla Avrupa Kupaları'nda ilk kez uzun soluklu bir maceraya girdik ki bu kez de trajik ve dramatik Valencia serisi yaşandı. Dilerim ki HJK, bu sezon uzun olmasını temenni ettiğimiz maceramızın anahtarı olsun...
Etiketler:Geçmiş Zaman Olur Ki,molosztash,Threepoint | 10
Yorum
15 Ağustos 2010 Pazar
Rotasyonda Kullanılabilecek Yerliler Listesi
- Koray Arslan - Sağ Bek
- Sezer Öztürk - Ofansif Orta Saha
- Ümit Karan - Forvet
- Murat Ceylan - Orta Saha
- Erman Özgür - Orta Saha
- Olcan Adın - Orta Saha
- Aydın Tosçalı - Stoper
- Hürriyet Güçer - Orta Saha
- Orhan Şam - Sağ Bek
- Cem Can - Orta Saha
- Abdurrahman Dereli - Sağ Bek
- Mehmet Nas - Orta Saha
- Ceyhun Eriş - Ofansif Orta Saha
- Mehmet Yıldız - Forvet
- Efe İnanç - Orta Saha
- Zeki Korkmaz - Orta Saha
- Eren Güngör - Stoper
- Necati Ateş - Forvet
- Ömer Aysan - Sağ Bek
- Yiğit Gökoğlan - Orta Saha
- Yekta Kurtuluş - Orta Saha
- Murat Erdoğan - Orta Saha
Etiketler:Gürcan Ulusoy | 50
Yorum
Yerliler
- Hakan Arıkan / Kaleci
- Cenk Gönen / Kaleci
- Ersan Adem Gülüm / Stoper
- İbrahim Toraman / Stoper
- Erhan Güven / Sağ Bek
- Ekrem Dağ / Sağ Bek
- İbrahim Üzülmez / Sol Bek
- İsmail Köybaşı / Sol Bek
- Necip Uysal / Orta Saha
- Onur Bayramoğlu / Orta Saha
- Uğur İnceman / Orta Saha
- Nihat Kahveci / Sağ Açık
- Mert Nobre / Forvet
Türk oyuncularımızın yeterli olduğu bölgeler kaleci ve sol bek olarak gözüküyor. İbrahim Toraman'ın varlığıyla da stoperde 1, Necip Uysal'ın varlığıyla orta sahada 1 Türk oynatma şansımız var. Ancak onlar da alternatifli değiller.
11'de Yer Alması Gereken Türkler;
- Hakan Arıkan
- İbrahim Toraman
- İbrahim Üzülmez veya İsmail Köybaşı
- Necip Uysal
Bu hesaba göre Nihat'la başlanan hiç bir maçta Hilbert veya Holosko'nun oyuna girmesi mümkün değil. Bunun olabilmesi için 5 dakika önce bir Yabancı / Türk değişikliğinin olması gerekli. 60'ta Zapotocny çıkar, Ersan girer... 65'te Nihat çıkar Hilbert girer. Bir değişiklik yapmak için iki değişiklik yapıyorsunuz, hem de stoper kalitesinden feragat ediyorsunuz.
Rıdvan Dilmen Beşiktaş'ın gerçeklerine biraz uzak olmuş olacak ki, Beşiktaş'ın sağ bek ihtiyacı var ve buraya transfer lazım diyor. Lakin Türkiye'de o oyuncu yok ve yurt dışından almaya yabancı kontenjanın müsade etmeyecek.
Bu iş bitti. Sağ bekte Erhan Güven ve Ekrem Dağ sezonu götürecekler. Çünkü öndeki yabancı kısıtı nedeniyle Toraman stopere geçecek.
Ancak neresinden bakarsanız bakın bu kadronun Lucescu tarzı bir sistem takımı olabilmesi çok mümkün gözükmüyor.
Bir de yedek kulübesinde oturup yer işgal edenler var. Oynadığı maçta diken üstünde oturtacaklardan... Ersan henüz kapalı kutu. Zaten bir kıvılcım gösterse Schuster'in koşarak formayı ona vermek isteyeceğini biliyoruz. Çünkü Toraman'ı sağ beke atmanın tek şansı o. Uğur İnceman aldığı her şansı olumsuz kullanarak bir alternatif olmadığını göstermekle meşgul. Onur Bayramoğlu'nun henüz STSL tecrübesi bile yok. Nihat ve Nobre'nin de birbirinden farkları yok. İyi olsalar yabancı rotasyonunu rahatlatacaklar ama görüntü o değil. Nobre'nin Nihat'a göre avantajı kadro yapısına daha uygun oluşu. Bobo, Quaresma, Guti gibi teknik ancak fizik mücadele kısmında çok güçlü olmayan oyuncuların yanına Nobre takımın sertlik ortalamasını arttırması açısından Nihat'ın önüne yazılabilir. Çünkü Nihat'lı kadro çok yumuşak kalıyor ve Beşiktaş'ı durdurmak isteyen takımlara "sertlik" kozunu oynamaya müsait hale getiriyor. Önden en kolay vazgeçilebilecek oyuncu Nihat bu yüzden. Lakin 4-3-3 düzeninde Nobre ve Bobo'lu bir dizilişe izin yok.
Yani takıma neresinden bakarsanız bir plansızlık ve keşmekeş hakim. Dış takviye için 15 gün var. Performans artışına dair bir umut ışığı görünmüyor. Yabancı kotası dolu. Yerli oyuncu yok. Kadro yamalı. Plansız.
Bu elbet bugünün sorunu değildi ancak Schuster'in önüne koyuldu. Eller kollar bağlı.
Beşiktaş süksesi oranında iyi bir takım değil. Hala Adebayor falan deniyor...
15 gün içerisinde de radikal hamleler yapılmazsa...
Neyse, umarız yapılır...
Etiketler:Gürcan Ulusoy | 37
Yorum
İyi Polis Kötü Polis: Bucaspor Deplasmanı
İYİ POLİS
-İzmir her zaman Beşiktaş'ın ikinci evi olmuştur, uğurlu gelmiştir. Bugünkü maçta da tılsım bozulmadı. Sahanın en hazır olmayan futbolcusu Guti, müthiş asistiyle Beşiktaş'ı galibiyete taşıdı. İşte biz buna yıldız futbolcu diyoruz. Sergen ve Tümer'den sonra aranan kan bulundu.
-Golden sonra bütün oyuncuların kenetlenmesi, bir kısmın golü atan futbolcuyu diğerlerinin ise asisti yapanı çembere alması çok önemli bir görüntü.
-Quaresma'nın sadece ismi yetiyor. Top onun ayağına geldiğinde futbol başka bir hal alıyor.
-Uzun zaman sonra ilk defa adam gibi ölü top organizasyonları yapılmaya başlandı.
-İkinci yarının ilk yirmi dakikasında Beşiktaş rakibine hükmetti. Bunu maçın üçte ikisine yayabilirlerse çok rahat maç kazanan bir takım hüviyetine bürünebilirler.
-Necip'in özgüveni yüksek, inisiyatif alan futbolu şu an için Beşiktaş'ın en önemli kazancı.
KÖTÜ POLİS
-Erhan Güven, ne ileride ne de savunmada göz dolduruyor. Fiziki açıdan da yetersiz kalıyor.
-İzmir'in göbeğinde böyle bir patates tarlasının olması skandal. Üç aylık yaz tatilinde bu stadyumun sorumluları ne gibi çalışmalar yaptılar çok merak ediyorum.
-Quaresma maç boyunca çok sayıda öldürücü ortalar yaptı ama birçoğunda Beşiktaşlı futbolcular doğru yerlere koşu yapmadılar.
-70. dakikadan sonra rakip de eksik kalmışken hücum oyuncularının aşırı relaks tavrı çok rahatsız edici.
-Bülent Uygun Bucaspor'u çok sevimsiz bir takıma çevirmiş. Halbuki ilk yarı takımını rahat bıraksa Beşiktaş çok daha fazla zorlanabilirdi.
-Bu takıma her şartta uzun boylu, yapılı ve yırtıcı bir golcü lazım.
-Tabata ve Delgado'dan birisi mutlaka gönderilmeli.
Kaydol:
Yorumlar
(Atom)
Ara
-
DERBİ POZİSYON ANALİZLERİ - 1- 0:24 saniye! Gatasaray'ın ilk etkili atağı. Burada en büyük hata *Jailson'un partneri Serdar Aziz'e gereksiz yakınlığı oldu.* Seri burada muhteşem bi...5 yıl önce
-
Feda, Sefa, Farklı Olsun bu Defa - Beşiktaş'ın son dönemini iki ana çizgi olarak ikiye ayırmak mümkün. 1- Yıldırım Demirören dönemi 2- Fikret Orman dönemi. Ben Yıldırım Demirören dönemini te...6 yıl önce
-
Bir Sağ Bek, Üç Mevki: Aaron Wan-Bissaka - Premier Lig geçtiğimiz hafta başladı. Hem takım hem de oyuncu bazında her sezon yeni bir hikaye demek. Galiba geçtiğimiz sezon hiç de fena bir görüntü verm...7 yıl önce
-
Duhuliye - Duhuliye'den 5 ay önce haberim oldu. O da bu fotoğraf sayesinde. Bunca zamandır nasıl hiç duymamışım derken, etrafımdaki çoğu Beşiktaşlının da bilmediğ...8 yıl önce
-
Euroleague bwin Mart 2015 MVP Nemanja Bjelica Röportajı - Fenerbahçe Ülker dokuz maçlık bir galibiyet serisi yakalamış durumda ve 2008-2009 sezonundan bu yana ilk kez Euroleague 'playoff'larına katılma hakkını ...10 yıl önce
-
Önce krampon, sonra performans - Her çocuk gibi sokaklarda başlayan futbol maceramız, bazı çocukların yaptığı gibi benim de toprak sahada devam etmişti. Sonrası okul, iş, hayat mücadele...10 yıl önce
-
NBA: Bir Ayın Ardından... (Part 1) - Her ne kadar başlığımızda bir aylık zaman dilimini ele aldıysak gerek tembellik, gerek iş güç yüzünden yazının paylaşılması, gerekli güncellemeler yapıldık...11 yıl önce
-
Manchester United - Burnley maçı - Manchester'ın ligin yeni takımı Burnley deplasmanında galibiyet alması bekleniyordu ama yine olmadı. Geride kalan 3 haftada takım henüz galibiyet görem...11 yıl önce
-
Bu Sefer Bahanem Var - Yine ihmal ettim blogu ama bu sefer sağlam bahanem var. Son 9 senedeki ikinci kıtalar arası taşınma olayına kalkıştım. Bilenler bilir, son 9 senedir Avu...11 yıl önce
-
Babylon Dergisi Röportajı - http://www.aliece.com/2013/11/babylon-dergi-ali-ece-roportaji/#more-189512 yıl önce
-
Arsenal Kendine İnanıyor - Arsene Wenger'in sözleriyle, *"İyi bir rakibe karşı alınmış tatmin edici galibiyet." *Arsenal hafta sonu Liverpool'u oyun dışı bırakarak, bölüm bölüm saha...12 yıl önce
-
Hiç Unutmadığım... - 17 sene önce bugün tek bir imzanın milyonlarca insanı bu kadar etkileyebileceğini tahmin edemezsiniz. O adam hakkında bir sürü yazı yazdım, hala okuyan ...12 yıl önce
-
-








