.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

7 Ocak 2010 Perşembe

İzanı Kaybetmek

Sadece Beşiktaş özelinde gerçekleşen bir durum değil, insanoğlunun temel yanılgılarından/çelişkilerinden birisi burada bahsedeceğim. Kendince otorite gördüğü bir insanın sunduğu bilgiyi sorgulamadan kabul etmek. "Adam dediyse doğru demiştir, ondan daha mı iyi bileceğim ben?" bakış açısıyla geliyor bu. Bir de bu durumdan kurtulmak isteyenin herşeyi reddeder bir tavra bürünmesi var ki, bu da "komplo teorisyenliği" sonucunu doğuruyor. "Sürekli manipüle ediliyoruz, her şey yalan, büyük oyun" falan.
Benim her zaman yapmaya çalıştığım, düstur edindiğim bir yaklaşımım var olaylara. Hiçbir zaman fevri yaklaşmam, ortada bir iddia varsa iki tarafı da dinlemeye çalışırım, elimin altındaki kaynakları, iddiayı doğrulamak için kullanır, ondan sonra yorum yaparım. Kısacası, kişiyi değil de bilgiyi sorgularım.
Bu kadar lafı niye mi anlattım? Haber1903'te okuduğuma göre, Murat Aksu bir gazeteye röportaj vermiş, o röportajda "Kartal Yuvası mağazalarına bedelsiz ürün yollanıyor" demiş. Hakan Aksoy da bu iddiaya yanıt vermiş. Haber linki burada.
Şimdi buraya kadar her şey normal. Bundan sonrası sakat. Haberde "İşte belgeler" deniyor. Belge denilen şey şu; şubeler faks çekmiş ve demişler ki "Biz her malı faturalı alıp satıyoruz." E herhalde yani, adamlar "Evet arada kayıtdışı mal alıp satıyoruz, Aksu Bey haklıdır, kamuoyundan özür dileriz" diye faks mı çekecekti ya? Bu nasıl bir kanıttır? Kanıt dediğin, denetim yapılır, stoklar sayılır, adı geçen şubeler "İşte X tarihli denetim raporumuzda bu tür bir şey olmadığı belirlenmiştir" derse var olur. Birisine katil diyorsun, adam "Ben hiç adam öldürmem isteyen sabıka kaydıma baksın" diyor, sonra bu da belge oluyor. Böyle saçmalık olur mu?
Bu yazının konusu ise, haberin altındaki yorumlar. "Hakan Aksoy adam gibi adamdır o yamuk yapmaz," "Bak işte belgesi ile konuşmuş," gibi sıfır dimağ süzgecinden geçirilmiş laflar var, olayı hemen Aksu - Demirören kutbuna çekenler var, var oğlu var. İzan'ın i'si yok orada; hemen bir "ak-kara" oyununa dönüştürme çabası. Ya X'tir ya Y'dir. Ortası yoktur.
İşte bizim kulüp bu ortamda seçime gidiyor. 3 hafta kaldı, biz daha yönetim listelerini, planları programları bilmiyoruz. Tamamen manipülasyona dayalı, maddi güce dayalı bir ortaoyunu dönecek, en sonunda biz de şaşırmış gibi yapacağız.
Geçenlerde bir yorumda "Yahu hiç seçim post'u atmıyorsunuz?" denmişti. Ne atalım ki? Ne diyelim? Bir şey mi biliyoruz? Bir şey diyen mi var? Daha doğru düzgün mali bir sorgulama yaşayamıyoruz, insanlara "belge" diye namus bildirgeleri kakalanıyor, yönetim "gelenektir" diye her yıl ibra ediliyor, sonra biz "seçim" diye heyecanlanıyoruz. Ben heyecanlanmıyorum. Bu seçimden ne çıkar, ne çıkacak, zerre ilgilendirmiyor beni. Dibe şöyle bir sağlam vuralım, batıyorsak batalım da, emsal teşkil etsin. Şamar oğlanına dönmüşüz çünkü, testi kırılmadan istediğimiz kadar tokat yiyelim, o testiye sıkıca sarılmaya niyetimiz yok.

Kırılma Anı

Bu kırılma anı dizisi çok kırıcı oluyor, ama acı çekmekten zevk almıyor olsak Beşiktaşlı olmazdık diyerekten devam ediyoruz. Tarihler 21 Ekim 2001 diyor. Ligin 9. haftasına Galatasaray, Beşiktaş'ın tam 9 puan önünde giriyor. İşler Daum'un Beşiktaş'ı için hiç iyi gitmiyor. Hal böyleyken Galatasaray, İnönü'ye gelerek "Cimbom İnönü'ye nasıl gelecek" sorusunun cevabını veriyor. Maç Beşiktaş için muhteşem başlıyor. Maçın Milliyet'e göre 6., Ligtv'ye göre 10. dakikasında son derece organize gelişen atakta, Nihat'ın faulle durdurulmak üzereyken İlhan'a verdiği topu İlhan Tayfur'la (Baya da olabilir emin değilim) süper bir duvar pasına girerek değerlendiriyor, kaleciyle karşı karşıya kaldığında Nouma'nın çok daha uygun durumda olan kankası Bayram'ın önüne çıkartıyor, Bayram dokunuyor 1-0 oluyor. Maçın bu anında Bayram'a sadece dokunmak kaldığını, fazla bir şey yapmadığını düşünüyor; golün kredisini İlhan ve Nihat'a yazıyoruz. Beterin beteri olduğunu daha ileriki dakikalarda göreceğiz. Muhteşem oynadığımız maçta Beşiktaş 2. golü de Zübeyir Baya'nın sağ kanattan ortasını boş kaleye yuvarlayan, Beşiktaş adına ilk golünü böylelikle Beşiktaş forması giymesinden 1-2 sezon önce atan Emre Aşık'ın ayağından buluyor. 2-0 öndeyiz. Gerçekten çok üstün bir futbol oynuyoruz. Bu dakikalarda ben ve şom ağzım devreye giriyoruz, babama dönüp "Eee baba, Cimbom'u dağıtıyoruz?" şeklinde bir şaşkınlık sorusu yöneltiyorum. Babam klasik çekingenliğiyle "dur oğlum daha" diye yanıtlıyor, çünkü babam o sıralar 50 yıldır Beşiktaşlı, ben ise sadece 21 yıldır Beşiktaşlıyım. Adamın başından Steagul Roşu faciası geçmiş falan. Bir bildiği var tabii. Kaçan gollük fırsatlara hafif hafif hayıflanarak geçirilen bir ilk yarı ve devre arasının ardından ikinci yarı başlıyor. Beşiktaş'ın atakları bitmek bilmiyor. 60. dakikada Khlestov'un sağ kanattan getirdiği top bomboş kale karşısında Guiaro Ronaldo ile buluşuyor. Maçın 3-0 olmasının sevincini bizler yaşamaya başlamışken Ronaldo hafif dönerek yaptığı vuruşta topu kale direğinin yanlış tarafına yolluyor. İnanılmaz diye donakalmamıza fırsat bile kalmadan gelişen Galatasaray atağında kendisini sadece Beşiktaş'a attığı gollerle hatırladığım Fleurquin boş geçmiyor ve durumu 2-1 yapıyor. 77. dakikada bugünlerde onuruyla yaşamasıyla gündeme gelen Arif Erdem durumu 2-2 yapıyor. Fevzi'nin yarattığı travmadan sadece bir buçuk sene İnönü'deki bir Galatasaray derbisi daha travmatik sonuçlara yol açarak sona eriyor. 9 puanlık fark azalmıyor. Ertesi hafta Fevzi'nin hatalı gol yediği maçta mağlup durumdan 3-3'ü yakalıyoruz, İlhan golün sonunda formasının altındaki Fevzi kazağını gösteriyor. Bir sonraki hafta gene Fevzi'nin yediği saçma sapan gole rağmen Rize'yi 2-1 yeniyoruz, bu 9 maçlık galibiyet serisinin ilk ayağı oluyor. 9 maçlık seriyle şampiyonluğa ortak olduğumuz anda Nihat'ı satan şampiyonluğu da satmış sayılıyor, Fevzi travması yüzünden iki yabancı kaleci birden geliyor, Mhyre ve Asper. Daum her nedense Asper'in oynadığı 1-2 maçtaki muhteşem performansına rağmen Mhyre'yi oynatmaya devam ediyor. Şampiyonluk Mhyre'nin Serhat'tan yediği 2 golle 2-0 kaybettiğimiz Fenerbahçe maçıyla tarih oluyor. O maçla birlikte Daum Asper konusunda ikna oluyor, sonraki maçlarda Asper'i oynatıyor. Lucescu'lu Galatasaray şampiyon oluyor, ama futbolunu Hıncal Uluç'a beğendiremeyince Lucescu Beşiktaş'a geliyor, 100. yılımızda şampiyon oluyoruz. Küpürler: Milliyet Online Internet Arşivi, 22.10.2001 sayısı. Küfürler: Ronaldo golü kaçırdığı anda maçı izlemekte olan ben, abim, babam vs. Babam direkt sildi o gün Ronaldo'yu bir daha da pek ısınamadı...

Saibesaray / Galatasaray

Galatasaray'ın 5 puan silme cezası kaldırıldı. Herkese hayırlı olsun. Galatasaray'ın neden Beşiktaşlılar nazarınca sevilmediğine bir örnek daha... Sevilmesi, sevilmemesi önemli değil aslında, ben severim, o sevmez. Bunlar kişisel şeyler. Çocuğun en yakın arkadaşı Galatasaraylıdır, sempati duyar, nefret eder duymaz... Ama büyük kitlelerin belli yaşanmışlıklar neticesinde ortak anılar ve ortak duygular edinmesi daha önemlidir. Bugün "sizdeki şu Galatasaray nefreti..." diye başlayan her cümleye önce "neden?" diye sordurmayı öğretebilirsek çok mühim bir iş yapmış olacağız. Galatasaray gayri ahlaki işler yapar, yapmıştır, yapacaktır... Bunlar hukuki konulardır. Bana göre Beşiktaş'ın farkı yoktur, sana göre vardır. Lakin ortada Galatasaray'ın gayri ahlaki işlere meyili var diye bir algı oluşmuşsa bu algının nedenlerine odaklanmaktan daha iyi bir Galatasaraylı tutumu göremiyorum. Galatasaray bu sene ligde kalsa ne olur, küme düşse ne olur. Aynı şekilde Beşiktaş. Orta sıra mücadelesi veren takımlar bunlar. İkisinin de eminim "Fenerbahçe'yle Playoff'ta eşleşmemek gibi hayalleri vardır. En azından Efes yada Telekom'la eşleşsinler ki yarı finalde, onurları kırılmadan ligi kapatabilsinler. İşte bu şartlarda bile bir takım gizli güçler ellerini basketbol salonlarına atmakta sakınca görmüyorlar. 5 puanın Galatasaray'ın kaybolan prestiji ve yarattığı genel Galatasaray algısı o 5 puandan 5000 kere daha önemli. Bugün aklı selim, Galatasaray algısının -veya gerçeğinin- değişmesi için çaba sarfeden tüm Galatasaraylıların bu kararı lanetlemeleri gerekir. Bugün bunu lanetlemezlerse sık sık blogumuza gelip "Beşiktaş ta şöyle yæ" demekten öteye gidemeyecekler. Bugün Milan Baros'un gayri ahlaki tutumlarına tepki göstermeyenler, yarın hakem yanlış karar verdiğinde hangi yüzle hakemi eleştirebilecekler? Acaba taraftarın misyonu hakemin daha iyi maç yönetmesini istemek mi yoksa armalı formalarını giyen futbolcularının gayri ahlaki tutumda bulunmamasını sağlamak mıdır?

Beşiktaş'ı Neden Seviyorum

Jessie yazmıştı 2 ay kadar önce bu başlığı, başlık ondan aparma... Blog'da verilen biletlerde bir okuyucumuz kazandığı bileti, gelme sözü veren arkadaşı gelmiyor diye biletin kendisinden sonra soruyu cevaplayana verilmesini isterken, 2 okuyucumuzdan birisi doğru şıkkı birisi doğru cevabı vermişti, 2'si de birbirine helal etti ve bileti kazanan arkadaşımız, Bilkent'te mühendislik okumasına, 2 gün sonra sınavı olmasına rağmen İstanbul'a Diyarbakırspor maçına sadece günübirlik gelmişti... 

Yazı, günlük yazısı gibi gidecek diye korkuyorum ama varsın öyle gitsin. 8:30'da işbaşı yapıp 23:30'da çıktım bu akşam ve biliyorum ki yarın yine aynı saatte döneceğim. Purplepurple bir fotoğraf yollamış, bakakaldım öylece. ( Meslek hastalığı olarak bir cümle yazacağım kusura bakmayın, please refer to photo below ) Doldu gözlerim ne yalan söyleyeyim... Taraftardan müşteri yaratmaya çalışanları, taraftar kimliğinin taraftar mağazaları cirolarına göre değerlendirildiğini, statların güzelliğine taraftar performansı değil, stadın ısıtma sisteminin olup olmadığıyla karar verildiğini düşündüm... Bize ne kadar uzaktı... Fotoğrafa tekrar baktım, blogda kime ait olduğunu unuttuğum, beyaz bir t-shirt'ten orjinal Beşiktaş forması nasıl yapılırı anlatan yazıyı aradım durdum ve buldum. Müjgan'ın eski erkek arkadaşıymış meğer yazan. Bu taraftar storelar açılmamıştı o zamanlar, dolayısıyla taraftarlık dükkan cirolarıyla ölçülmüyordu o zamanlar. Ben şanslıydım, Rambo Yusuf sağolsun kolej günlerinin beyaz forması Bafra'daki odamın en güzel yerini süslemekte hala. Yıllar evvel çerçeveletmiştim, ne giymeye kıyabiliyorum ne de dolapta sessizliğe terkedebiliyorum o formayı. Son Kurban Bayramı'nda formayı çerçeve içinde İstanbul'a getirmeye karar vermiştim ki annem aldı elimden; "Biz senin yokluğunda fotoğraflarına ve en çok da o formana bakıyoruz oğlum" dedi. Önce sadece gözlerim doldu, sonrasında sarıldım anacığıma ve döktüm gözüme dolanları... Alamadım, kaldı Bafra'da.

Beşiktaşlıyım abi ben... Birileri kalksın yine mi melankoli desin, Beşiktaşlılık duruşuyla maytap geçsin, Fizan'a kadar yolu var. Sonra Beşiktaşlılık'ımı paylaşmaktan en çok zevk aldığım kardeşimle telefonda birkaç kelam ettik, çalışmışım 15 saat, tükenmişim 15 saat, iki lafın belini ancak gece yarısından sonra kırabildik. O da görmüş fotoğrafı, ben bu fotoğrafa bakar bakar ağlarım dedim... Ben diyeyim dilim çözüldü, kankam desin çenen düştü; aklıma ne geldiyse saydım. Yarım sezonluk alacağım kapalı kombinemin parasını zarzor denkleştirdikten sonra, kalan 50 liralık açığımı kendisinin kapattığını hatırlattım ona, görmedim ama eminim gülümsemiştir inceden. 29 Mayıs 2009 sabahı saat 8'de uyanıp işe gidip, aynı akşam otobüsle İzmir'e geçerken heyecandan bir dakika dahi uyumayan 25 yaşına gelmiş ama büyüyememiş 2 adamın, 50 saat boyunca uyumadan İstanbul'a şampiyon takım taraftarı olarak dönüp, eve gidip üstlerine dahi değiştirmeden koşa koşa nasıl mabede gittiklerini söyledim, "çoraplarımız ayağımıza yapışmıştı artık" dedi iğrenç herif. Semt'e döndükten sonra çekindiğimiz bir fotoğraf vardı, yorgunluktan alnımızdaki damarlar nasıl çatallaştığını, ancak altları yorgunluktan moraran ve çöken o gözlerin ta içinin nasıl da güldüğünü düşündüm, bir daha açıp baktım fotoğrafa. 8,5 yıl önceye gittik, sevdiceğimizin Bafra'nın 50 km yakınına geleceği günü nasıl iple çektiğimizi, 2 haftalık harçlıklarımızı cebimize koyup Samsun'a gittiğimizi, polisin bizi nasıl debelediğini, günlerce beklenen ve o zaman için bütün paramızı verdiğimiz maçın 10. dakikada nasıl tatil edildiğini hatırladık. Maçtan sonraki gün gazetede çıkan "kavga çıkartan taraftar jop" başlıklı fotoğrafta kalabalığın içinde gayet net bir şekilde seçilebiliyorduk, bir tane öğretmen fotoğrafa bakıp goygoya bağlamış; "O kadar para verdiniz maça gittiniz, dayak yediniz, 1. dakikada Samsun'un topu direkten döndü, 10. dakikada maç tatil oldu, enayi misiniz olm siz, ben bu işten birşey anlamadım?" demişti. Kankamla birbirimize bakıp gülmüştük, bu kez hoca, öğretmenliğin besmelesi olan o cümleyi kurmuştu, "Neye gülüyorsunuz, bize de anlatın biz de gülelim"... Ayar vaktiydi, hoca kendi kalesine asist yapmıştı, ayağa kalktım; 

-Anlatmam hocam, anlatsam da anlamazsınız.

+Neden anlamayalım yav, anlatsanıza.

-Beşiktaşlı değilsiniz hocam, anlatmam.

Anlatmadım, anlamazdı tabii ki. Sadece senede 1 gün sevdicekle buluşabilen bu adamların o günü nasıl iple çektiklerini, o vuslatın onlar için ne manaya geldiğini anlamaz, anlayamazdı. O hoca, İstanbul'dan 800 km ötede, über bir haksızlıkla sahadan atılıp gözyaşlarıyla sahayı terkeden Ali Eren'le beraber gözyaşı döken bu 2 adamın o halini görse yine anlamazdı. Veya ilk mabet ziyaretlerinde aval aval tribünlerini izleyen yine bu 2 adamı anlamazdı. Birçok kişi o 50 liranın ne demek olduğunu da anlayamazdı. 

Beşiktaş'ı neden seviyorum... Beşiktaş'ı, o 50 liranın anlamını bilenlerle, forma edinemediği için beyaz t-shirtü batik boyayla "orjinal" forma yaratanlarla, Anadolu'da yaşayıp bir günlük de olsa (hatta çoğu şehir için bir günlük bile olmasa) sevdiceğine evsahipliği yapıp o günü doyasıya yaşayanlarla, ekmek teknesi olan kağıt toplama arabasını Beşiktaş'ıyla süsleyenlerle beraber sevdiğim için çok seviyorum. 

(Böyle bir yazı olsun bu da, mesai 12'de bitti, 7'de kalkmak üzere uykuya giderken sürç-i lisan ettiysem herkesten affola...)

6 Ocak 2010 Çarşamba

TUTKK: Vitesse - Beşiktaş

  • 6 Ocak 2010, Çarşamba Açılış Kokteyli 18:00-19:30
  • 6 Ocak 2010, Çarşamba B.V. Vitesse-Beşiktaş 20:15
  • 7 Ocak 2010, Perşembe Hamburg-Kayserispor 20:30
  • 9 Ocak 2010, Cumartesi 3.lük Maçı 17:00
  • 9 Ocak 2010, Cumartesi Final Maçı 20:30
* Karşılaşmalar Eurosport ve Star Tv 'den canlı yayınlanacak. TUTKK Böyle abidik gubidik sponsorlar yüzünden uygun kısaltmayı bulmak da maalesef pek kolay olmuyor.

Bütün Kahve Ayağa...

Yıl kaç hatırlamıyorum, Rakamla 10'da Acıbadem yazmış, okuyunca unuttuğuma utandım ister istemez... Sonra "nesi yaratıcı Beşiktaş taraftarının" diyorlar, sessiz kalıyoruz, böyle spontanelik var mı...
Acıbadem orda da bırakmamış, Star 1'li, Magic Box'lı günlere döndürmüş bizi, tıklayın okuyun... Müsaadeleriyle, soğuk bir günde Beşiktaş'ı yalnız bırakıp maçı bizimle izlemeyenlere sitem ettiğimiz güne dönüp, yazısını alıntılıyorum... Hangi maç olduğunu hatırlayan olursa çok sevinirim, Özsahrayıceditspor ayarında bir maçtı sanırım...
"Hangi maçtı unuttum. Statta seyirci sayısı beş altı bin kadar. Kapalı tribün altlı üstlü 'siyah-beyaz' çektikten sonra, yeni açığı ayağa kaldırıp onlarla da 'siyah-beyaz' diye bağırıyor karşılıklı. Sonra numaralı ve eski açık da cevap veriyor sıraları geldiğinde ve son olarak bütün stat eşlik ediyor. Dönüyorlar meşhur Beleştepe'ye. 'Beleştepe, Beleştepe' diye bağırılnca sahasının yarısını gören yerde maçı izleyenler el sallıyor ve kapalıdan her 'siyah' diye haykırıldığında 'beyaz' diyor oradakiler de. Kapalı tribün mesajı sona saklamış. Herkes stadı tavaf edercesine tezahüratta bulunduk bitti diye düşünürken 'Ayağa ayağa bütün kahve ayağa' sesleri yükseliyor. Peşinden 'Oooooooooo... SİYAAHHH!!!... tabi ki karşılık yok... Son sözleriyle de ekran başındakilere sitemler yollanıyor; 'Gelmeyenler utansın'..."
Acıbadem - Rakamla 10
Resim: Devran Bostancıoğlu'nun blogundan

Bu Üçlüyü Oynatacak Hoca ?

Kimdir ? Ps: İlk doğru yanıtı veren okurumuza İzmir kupa finalinde sınırsız bira. *** Aynı dönem Beşiktaş forması giyen oyuncular olmadıkları için ve bundan sonra da böyle bir olayın gerçekleşme ihtimali bulunmadığından takdir edersiniz ki sorumuz mizah amaçlı yöneltilmişti, lâkin fotoğrafta kırmızı gömleği ile boy göstermesinden dolayı da sizlerden beklediğimiz ve doğru olarak kabul edeceğimiz yanıt ‘’Yılmaz Vural’’dı. İlk doğru yanıtı veren Gogoyu tebrik ediyor ve İzmir’e yolunun düşmesi durumunda da bir Kordon sefası yapacağımızın sözünü şimdiden veriyoruz.
5 Ocak 2010 Salı

10 Yılın Tribün Değerlendirmesi

Ligin devre arasından faydalanıp gece yarısı listelemelerine devam ediyorum. Yazının asıl amacı son 10 yıla damga vuran besteleri listelemekti.. ama önce bir özet geçeyim derken; apayrı bir yazı çıktı ortaya. Bu sefer de listeye az zaman ayırdım (haydaa) Yazı tamamen kişisel bir deneme, hatta geçmişe dönüp bakıp hatırlamada kolaylık sağlaması amaçlı bir özet olduğu için çok da şık bir yazı çıkmadı belki (sanki normalde İhsan Oktay Anar'ım ya neyse..) Detayına inmediğim çok fazla nokta da var çünkü genel hatlarıyla bahsetmek istedim. Okumaya azmedenler de kurdeşen döksün istemiyorum. Yine de yaşı belki benden biraz daha genç olanlar için faydalı bile sayılabilecek bir yazı çıktı ortaya. Son 10 yılın tribün değerlendirmesi demek; aslında genel, yani tüm zamanlar tribün değerlendirmesi demek. Çünkü tribün performanslarını; '2000'ler ve öncesi' diye ayırmak; hele ki söz konusu Beşiktaş tribünleri ise, mümkündür. Tamam 80'ler ile 90'lar arasında da bir değişim yaşanmıştır ve 2000'lere geçişler 90'lar ile başlamıştır.. Ama 2000'ler ile çağ atlandı tribünlerde. Değişimi başlatan ise 'Beşiktaşım benim biricik sevgilim' tezahüratıdır. Daha sonra döneriz buraya. Önce kısa özet.. Canımız eski kapalı, iki direk arası mahşeri.. Benim dünya gözüyle gördüğüm ve az da olsa hatırladığım 80'li yıllarda kapalı üst orta; tribünü yüklenirken, kapalının sağ ve solu ve özellikle kapalı alt; kanıksanmış 'çekirdekçi' tayfadan oluşurdu. Yeni açık numaralı tarafı ise zaman zaman kapalıya söz dinletir, tribünü götürürdü. 90'larda da bu uzun süre devam etti. 90'ların sonunda kapalı alt katta bir grup oluşmaya başladı. Kocaelispor'dan 5 yediğimiz ve şampiyonluğu çimlere gömdüğümüz sezon kapalı alt kattaki bu grup 'cimbomlu olanın aklını.....' diye biten bir beste yaptı ('Üst taraf' nidasının mucididir onlar) Ne yazık ki çok uğraşsalar da kapalı üst oralı olmadı. Her denemeleri üst kattan alkışla karşılık gördü, ciddiye alınmadılar. En fazla 'gel gel gel' diye üst kata çağırıldılar. Alt kat grubu pes etmedi, tezahüratlara alt kattan eşlik etti. Ciddiye alındıkları tek anlar üst katın onlara yeni beste öğrettiği anlardı. Bu durum bugünkü tribün ile, o günlerin arasındaki farkı ortaya koyuyor aslında. Bugün, yani 2000'lerde, tüm tribünlerin örgütlenip, tüm stadı boğan bir ses oluşturma çabası ile taban tabana zıt bir durum net şekilde. O günlerde üst orta ne kadar kalabalık; o kadar iyi mantığı vardı. Belki 80'lerdeki kapalıyı kapma kavgalarından kalma bir kalabalık olma içgüdüsünün devamıydı o, kim bilir. Büyütülmüş stadın açılış maçı, Galatasaray ile. Kapalıda 65.000 kişi! :) 2000'lerin başında, o kadar başı ki; 2000/01 sezonunda 'beşiktaşım benim-biricik sevgilim' alt kat ile paslaşırak yapıldı. İlk hangi maçtı, nasıl başladı hiç hatırlamıyorum. Ama nefesimiz kesildi ortaya çıkan performans karşısında. Beşiktaşım benim! diyorsun, cevap tokat gibi, salisesinde geliyor.. Eski paslaşmayı düşününce hele: 'Övünmekte!'.. 1 saniye bekle.. önce yeni açıktan sallanan kollar.. (görüntü sesten önce gelir) 1 saniye bekle.. 'çok haklıyız'.. Ama bu öyle bir şey değil; beşiktaşım benim!biricik sevgilim! bismillahirrahmanirraym.. SÖYLE SENDEN BAŞKA!KİMİM VAR BENİM! Böylesine bir ivme yakalanınca da tribün sesini istediği gibi kullanıyor. Ses yükseldikçe katılım artıyor. Yetmezmiş gibi sahadaki futbolcu 'alahım geliyorlar, sahaya iniyorlar' korkusuyla dönüp tribüne bakar oluyor. Sonuçta alt katta 2 hafta sonunda bağıran sayısı 3-4 katına çıktı! Ve artık taraftarın en sevdiği tezahürat 'beşiktaşım benim..' Santrayı bile altlı-üstlü 'beşiktaşım benim' ile yapıyoruz. Bu değişim tabiri caizse; tribün adına bir devrim. Hatta evrim. Değişimle beraber insanların iştahı arttı, 90lı yıllarda maçın herhangi bir anında besteler 400-500 kişi ile yürürken artık 2000 kişi bilfiil işin içinde. Kapalının sadece üst kat - iki direk arasının değil, tüm kapalının tezahüratlara katılması gerektiği inancı oluştu ki 'burası kapalı herkes ayağa' sloganına kadar gider bu iş. 90larda Fenerbahçe maratonu ateşli tribünken; yaratıcılığı, mizahi yaklaşımları ve anlık tepkileri ile ön plana çıkan kapalı tribün; artık standardını kendisinin belirlediği ateşli bir tribün haline geldi. Neden sonra stad kapasitesi arttı, kapalı alt kat semirdikçe semirdi, ses iyice gürleşti. Çıkan ses eskisinden dahi yüksekti artık. Ses yükseldikçe, bağıran sayısı arttıkça insanlara maç içinde dinlenme şansı doğdu. Bir kısım dinlenirken, bir kısım devam ediyor ama ses yine yüksek. Öyle olunca tempo da yükseldi. İnsanlar dinlenebildikçe sesini daha iyi kullanır hale geldi. Bunun sonucunda da 15 dakika mırmır giden besteler dahi sesin beste içinde dahi alçalıp-yükselebilmesiyle yağ gibi akan, sıkmayan bir kıvama geldi. O da yetmedi kısa ve takımı ateşlemesi beklenen ama 1 dakika içinde baygınlık veren tezahüratlar tam manasıyla takımı ateşler oldu. En basit örneği; 'oleey saldır beşiktaşım' adlı, bundan 15 sene önce söylense dinleyene işkence çektirme potansiyeline sahip bir slogan; 'OOOleeey! SALDIR beŞİİKtaşım!' şeklinde bir gök gürültüsüne döndü. Tüm tribünün bilfiil katıldığı anlarda ise kapalı tribün herhangi bir emsali olmayan tribün haline geldi. Tribün sesini dilediği gibi kullanabildiğini anladığı anda da; artık her 'eeee'nin, her 'oooo'nun, her 'aaaa'nın önemi arttı. 'Çok seviyoruz deli gibi.. sen bu gönüllerin sahibi' tezahüratı da bunun ispatıdır herhalde. Tüm bu değişimler sırasında ise 80-90'lardaki mizahi üslup, anlık tepki verme güdüsü kaybolmadı. Keza yine 2000'lerin ortalarından itibaren popüler şarkıları tezahürata çevirmek yerine, el emeği göz nuru melodiler üretilebildiği keşfedildi. Hiç olmadı, uyarlanan şarkılar da genellikle kıyıda köşede kalmış şarkılar oldu. Artık insanlar popüler olana söz uydurmaya çalışmak yerine, söz yazıldığı zaman tribünde sıkmadan-kendi yolunda yürüyecek, zaman zaman da şimşek gibi çakacak melodileri arama peşine düştü. Çıkan sonuç diğer değişimlerdeki gibi; kusursuz oldu. Bu sebepten, 'eski tribünler..' diye başlayan konuşmalara tamah etmem. Eski tribünlerin tadı da ayrıydı, güzeldi ama performans olarak 2000'ler başka bir derya. Bunun yanında da sosyal mesajların artışını Demirören'in 'Beşiktaşlı duruşu' ezberine benzetiyorum. 90larda sosyal mesaj içeren pankartlar daha azken, kapalı iki direk arası çok daha sosyal duyarlı ve siyasi üslubu net olan bir gruptu. Sosyal mesaj veriyoruz dendikçe profil bozuldu, o günlerin güzel adamları tribünleri değiştirmeye, hiç olmadı demir diplerine kaymaya başladı. Ama bu apayrı bir yazının konusu elbet.. 10 Yıla Damga vuranlar (Bunlar en sevdiklerim listesi değil, bana göre son 10 yılın en fazla söylenen, tribünleri en fazla hareketlendiren veya tribünlerdeki değişimi başlatan/gösteren tezahüratlar. Arada unuttuklarım oldu illa ki. Eklerseniz sevinirim. Elediklerim de oldu içim kan ağlayarak. ) Rakiplere Sataşma: 10.lavicert sarısı- Kadıköy'ün... 9. haydi ... Galatasaray.. al ... Gal... 8. çok harikasın.. bir numarasın.. 7. 92-93 sezonunda.. 6. ... ye fener 5. laylaylay i... Galatasaray o-oo 4. ekinler dize kadar 3. an.. .... k.... Feenerbahçe 2. avrupa fatihiymiş... 1. burası Beşiktaş - alayına gider Kısa Slogan-Besteler: 10.bizim için x'e koy, kartal gol.. 9. allah allah allah saldır beşiktaş.. 8. haydi kartal... tam zamanı şimdi 7. Saldır Beşiktaş.. allah aşkınaa 6. Dale 5. Kaaraakartaaal o-ooo (anlayan çıkar umarım) 4. oooo Beşiktaşım oleey 3. ooooleey saldır Beşiktaşım! 2. Üçlü 1. Kartal gol gol gol Damgasını Vuran Tezahüratlar: 10. Sen benim her gece efkarım 9. Haydi bastır Beşiktaş - ölümüne Beşiktaş- sevdik gönül verdik 8. Çok seviyoruz deli gibi 7. Şampiyon Beşiktaşım ne istersen iste benden (ve versiyonları) 6. Beşiktaşım hayat sensin.. 5. Şampiyon olacağız Beşiktaşım bu sene 4. Bu sene şampiyon görelim sizi.. 3. Gündoğdu 2. Yağmurlu bir günde görmüştüm seni 1. Beşiktaş benim - biricik sevgilim
4 Ocak 2010 Pazartesi

Panorama - 4

Elimde olmayan sebeplerden ötürü blog'a yeterince vakit ayıramadım belli bir süredir. Elimde olmayan sebep dediğim de hastalık; odak kayıyor öyle durumlarda. Hal böyleyken ödül vermek olmazdı tabii, Oscar'lardan daha beter seçim yapma olasılığı var idi, aman sonra isyan falan çıkar maazallah. Bu arada baştan belirteyim, hala daha göz çukurlarım ağrıyor, çok uzun yorumları kelime kelime okuyamadım, sonra "Vay efendim ben böyle böyle demiştim nerede ödülüm?" demeyin. Tamamen gözüme çarpma çarpmama meselesi. Ha bir de hep aynı insanlara ödül vermemeye çalışıyorum, ama bir yandan da önceki haftadaki ödül alanlara bakmıyorum ki haksızlık etmeyeyim. Yani ödül verdiğim biri aklıma takıldıysa alamıyor, unuttuysam alıyor. Düşündüm de, kriterlerime s...yım. Neyse efendim, gelelim bu (iki) haftanın ödüllerine: Haftanın Deniz Baykal'ı: tanju Kendisini eskaza atladık diye bir velvele, beddualar falan gırla (link). Halbuki "al ödülleri sen ver" desek vermez, biliyorum. Amaç sırf muhalefet olsun. Peki bu kadarla bitti mi dersiniz Tanju'nun icraatleri? Hayır. Manisaspor maçı için alt alta 5 tane yorum giriyor maç sonucu tahmin eden: 0-1, 1-2, 0-2, 1-3, 2-3. Hiçbiri de tutmuyor. Hal böyleyken Tanju'dan âlâ Baykal mı olur yahu? Haftanın yüzeyseli: Yusuf Al Bir uzunundan Batuhan tartışması yaşanmıştı geçen hafta hatırlarsanız. Herkes fikirlerini belirtti, nedenlerini açıkladı, savundu karşı çıktı vs. Peki Yusuf Al kardeşimiz ne dedi? "Kapalı'ya davulcu olur." Aslında irdelersek, Batuhan ya oynar, ya da oynamayıp Beşiktaş'tan gider. İki halde de kapalıya davulcu olmaz bence. Orada bir hafif çelişki olmuş sanki. Falan filan işte. Haftanın nazar değdireni: Sade Manisa maçı öncesi herkes skor, maç gidişatı tahmini falan yapmakta normal olarak. Peki Sade ne diyor? Tek cümle: "Allah Korcan'ı utandırmasın." Tabii bunu derken klavyeyi ısırmadığı için nazar müessesesi bu cümleyi sarfınazar etmiyor, Korcan utanıyor, kaleye Ramazan Özcan geliyor. Bize de düşünmek kalıyor; acaba Sade "Korcan bu maç 5 yer" deseydi ne olurdu diye... Haftanın polemisyenleri: Jön Kartallar Tam 2 gün boyunca bu blog'da "gençler" mevzusu tartışıldı. Gençler aşağı gençler yukarı. Herkes içindeki Küçük Emrah'ı, Hulusi Kentmen'i, Cüneyt Arkın'ı falan döktü tartışmalarda. 1 hafta sonra Eser'e yetmemiş olacak ki başka bir post daha açtı, yok anam geçmemiş daha kimsenin gazı. O yüzden gençler tartışmasına laf yetiştiren herkesindir bu ödül. İlk taşı en yaşlı olan atsın. Haftanın Martin'i: ramon sanchez pizjuan Candide'i okuyanlar bilirler; Martin gelmiş geçmiş en pesimist karakterlerden biridir. Hiçbir pozitivite hissetmez. Neden mi ramon böyle? Şu yüzden: "okulda öğretmenim, iş yerinde patronum denizli olsa kesin intihar ederdim." Abi dur hayat güzel, getireceğiz Mücella'yı sana, o da seni seviyormuş, in aşağı köprüden. Haftanın sayımlamacısı: tomates O ne lan diyeceksiniz, söyleyeyim, istatistikçi demekmiş (TDK çok yaşa!). Aslında adama ödül vermemem lazım, benim blog'daki titr'ime aday çünkü, Kara Murat benim. Ama o kadar güzel bir çalışma yapmış ki kendisi, değinmeden geçmemek lazım. Buradan oyuncularımızın performans efektiflik ve de mevkii verilerine ulaşabilirsiniz, yalnız rakamlar biraz moral bozucu, baştan söyleyeyim. Haftanın şuursuzları: Ernst gitsin diye oy veren 21 kişi Daha da yorum yapmıyorum. Hepsi Fenerli, Cimbomlu bunların, garanti. İçlerinde kesin owencan, diego armando do nascimento pele falan vardır sözlükten. Haftanın gönlü zengini: barfilozofu "oldu ki demirören giderse forumda hediyeler dağıtılacak mı? bilet sayılarında artış olacak mı?" Sponsor bul, dağıtmayan en adidir. Bak ben en adiyim demiyorum, dağıtmayan diyorum. (Kendime de Ahmet Çakar ödülü veresim geldi ne yapayım...) Haftanın George Costanza'sı: alper Costanza Seinfeld'in "The Opposite" filminde düşündüğü, içinden gelen her şeyin tersini yapar. Bu da ona daha önce sahip olamadığı başarıyı getirir. Alper de o şekil, felsefesini şöyle açıkladı: "çünkü bir gs li benim aynamdır.ona bakar ve tersini düşünür tersini yaparım.kazanırım." Zaten yorumlarıyla da hissettirdi bu nefretini, her yorumda bir inci varken es geçemezdim. Denemesi bedava, buyurun. Haftanın lortollo'su: matiasemilio "ilk hocam amasya belediyesporun seçmelerinde yardımcı hocaya 'lortollo'yu da yaz dedi bana doğru işaret ederek..." O nasıl bir ismi sallamadır yahu? Aurello, Aliton falan gördük ama hiçbirisi Lortello olamadı (Aslında ödülü hocaya vermek lazım da...). Peki bu 6 sene Lortello diye çağırılan arkadaşın şimdiki nick'i ne? matiasemilio. Eh birader, hiç akıllanmamışsın demek ki. Haftanın Kongar ve Barlas'ı: Ceren ve BJK4EVER Ekşi Beşiktaş yazar ekibi olarak Tek Pas köşesine ara verince (read: g.tümüzü kaldıramayınca), bu eksikliği "Yorum Farkı" tadında diyalogları ile kapatmışlar şu başlıkta. Kendilerine puzzle'ın eksik kalan parçasını tamamladıkları için teşekkür edelim o zaman biz de. Haftanın seyyar satıcısı: i.meriç Abi ne yaptın sen yahu? Kapı kapı dolaşıp kırılmaz (!) Paşabahçe satan elemanlar gibi "Blog'a yazar arıyorum" ilanı vermişssin. Yalnız söyleyeyim, bu millet "ücret dolgundur" yazmayan ilana bakmaz. (O dolgun ücreti de hep merak etmişimdir ben, nereye kadar, nasıl dolar acep?) Efendim bir haftanın daha sonuna geldik. Küçüklerin ellerinden, büyüklerin gözlerinden öperim. Ters adamımdır çünkü ben, evet.
3 Ocak 2010 Pazar

Kimlik ve Hakemler

"Celtic fans are a special case. They don't just believe that referees try to ruin them. They believe that they've definitively proved the phenomenon. The case against the "masons in black" has been made on the op-ed pages of broadsheets and in the pages of the Glasgow archdiocese's newspaper, and, most elaborately, by a Jesuit priest called Peter Burns. Basing his study on several decades' worth of fame accounts in the Glasgow Herald, Father Burns found that referees had disallowed sixteen Celtic goals, while denying Rangers a mere four. Celtic had won two "dubious penalties" to Rangers' eight. "It seems reasonable to conclude," he wrote, adopting the tone of a disinterested academic, "that the oft-made and oft-denied charge of Rangers-favoring bias by match officials, at least in Old Firm games, does indeed stand up to scrutiny." When Celtic supporters make their case, they invariably point to a string of incidents. First, they point to a passage in the memoir of a Rangers player recounting a retired referee bragging to him of preserving Rangers victories with bogus calls. Next, they recount that a player was ejected from a game in 1996 for crossing himself upon entering the pitch - a deliberately provocative gesture, the referee called it. In the mainstream press, there is a phrase to describe these complaints: Celtic paranoia. The notion is that Catholics have imagined the crimes committed against them, have grown too attached to the idea of suffering. This smells of victim blaming, but the closer one examines the evidence the more reasonable the thesis becomes. Celtic fans have a predilection for dredging up ancient history and conflating it with recent events. Burns's jesuitical study, for exaqmple, relies on newspaper clippings from the 1960s to make the case against the Scottish referees." (Foer, Franklin, How Soccer Explains The World: An Unlikely Theory Of Globalization. New York, NY : HarperCollins, 2004, 50-51 pp.) Tercümesi: "Celtic taraftarları özel bir vaka. Hakemlerin onları mahvetmeye çalıştıklarına sadece inanmakla kalmıyorlar, bu fenomeni açık bir şekilde kanıtladıklarını düşünüyorlar. "Siyah giyen masonlar"a karşı argümanlar gazete köşe yazarlarınca ve Glasgow başpiskoposunun gazetesinde, ve de en ayrıntılı biçimde, Peter Burns adlı bir Cizvit papazınca dile getirilmiş. Çalışmasını birkaç onyıllık Glasgow Herald arşivine dayandıran Burns, hakemlerin 16 Celtic golüne karşılık sadece 4 Rangers golü iptal ettiğini tespit etmiş. Celtic'in 2 tartışmalı penaltısına karşın Rangers'in 8 tartışmalı penaltısı var. Sanki önyargısız/tarafsız bir akamedisyenmiş gibi yazdığı makalesinde şöyle diyor Burns: "Sıklıkla dile getirilen ve de reddedilen hakemlerin Rangers'a iltimas geçtiği düşüncesinin, en azından Celtic ile yapılan derbi maçlarında geçerli olduğu sonucuna varmak bu inceleme itibariyle makul duruyor." Celtic taraftarları iddialarını sunarken istisnasız bir dizi olaydan bahsediyorlar hep. Öncelikle eski bir Rangers oyuncusunun anılarında yer alan, emekli bir hakemin nasıl çaldığı uydurma düdüklerle Rangers'in kazanmasını sağladığıyla övündüğü bir pasajdan bahsediyorlar. Ondan sonra da 1996'daki bir derbide sahaya girerken istavroz çıkaran bir oyuncunun hakem tarafından kışkırtıcı bir jest yaptığı gerekçesiyle oyundan atılması geliyor. Popüler medyada bu iddialar "Celtic paranoyası" diye adlandırılıyor.Bu isimlendirmenin dayanağı olan görüş Katoliklerin kendilerine karşı işlenen suçları hayal ettikleri ve mağdur olma konseptine fazlasıyla bağlanmış olmaları. Bu ilk bakışta "kurbanı suçlamak" gibi duyuluyor, fakat kanıtlar daha yakından incelenirse tez daha mantıklı geliyor kulağa. Celtic taraftarları ilkçağ tarihini didikleyip bulduklarını şimdiki zaman ile birleştirmeye meyilliler. Mesela Burns'ün Cizvitbilimsel çalışması 1960'lardan gazete küpürleri ile hakemleri suçlamakta." Yorum: Uygun yerlere Türkiye futbolundan isimler getirerek okuyunuz. İpucu: Celtic ile Beşiktaş değişecek.

10 Sene... 11 Adam

Goller, maçlar.. Tamam ama sahada olan her şeyin, iyisiyle kötüsüyle, kahramanları da var. Ben şimdilik kötülerini hatırlamak istemiyorum desem... veya kötülere (hayal kırıklığı diyelim) listeler yetmez desem ve; Konuya gelelim; her mevki için 1 oyuncu seçmeye çalıştım, o yüzden hafızamıza kazınan bazı futbolcular listede olamadı tabi ki. Yine de listeye baktığımda gördüğüm; her biri bu takımın 'son 10 senesinin top-11'ine girmeyi zaten hakeden isimler. Arada ismini listeye ekleyemediğim bir kaç isim var, onlar için cezam neyse ona da razıyım. 1. OSCAR CORDOBA: Son 10 yılın tartışmasız en iyi kalecisi. 90'ların başına denk gelen bilinçli futbol izleyiciliğimde kendisine rakip olabilecek tek Beşiktaş kalecisi Mrmic'tir. Ayırt Edici Özelliği: Yaptığı degajların kavisinden ilüzyona uğrayıp kapalıdan uzanıp kafa atabileceğimi zannetmem bir yana; tüm o topları nokta atışıyla takım arkadaşlarıyla buluşturması dünya gözüyle henüz emsalini görebildiğim bir şey değil. * Oooo Oo Oo! Oscar Cordoba ----------------------- 5. RONALDO: Geldiğinde hem bizle, hem onla dalga geçtiler. O da çanak tutmadı mı bilmem; 'ben gerçeğinden bile iyiyim arkadaş' diyerek. Ne var ki, hiç birimiz de Gökhan Keskin'den beri gördüğümüz en iyi stoperin o olacağını beklemiyorduk. Yıllar geçti; Ronaldo dendiğinde benim aklıma ilk olarak ne pehlivan Ronaldo ne de şımarık Ronaldo geliyor. Benim için gerçek Ronaldo 'güleç yüzlü' olan. Ayırt Edici Özelliği: Topa yaptığı hamlelerde birden Gagdet bacaklarına sahip olması insan üstü özelliğiydi onun. Yetmezmiş gibi gerçek boyutlarına geri dönen bacaklarını topu oyuna sokma konusunda başarıyla kullanabiliyordu. *Rooonaaldo-oo! Roaanaaldoo-oo! ------------------------ 27. MATTEO FERRARI: Ayağının tozuyla, 5 ayda duman etti ortalığı. Kefiliz, tarafıyız, taraftarıyız. Ayırt Edici Özelliği: Henüz onun gibi pozisyon alan bir adamı görmedim ben bu formanın içinde. Bazen müdahale etmesine bile gerek kalmıyor. And veririm. Gelin izleyin. ------------------------ 20. İBRAHİM TORAMAN: Sağ bek kontejanından. Gönül kontejanından. Hırsı da var, aklı da var. Bazen hırsı aklını yeniyor.. ama o hırs o aklı yenemiyor olsaydı; koca bir sene dışarı fırlamış kemiğine batmasın diye ayakkabısını deldirip oynamazdı. Ayırt Edici Özelliği: Sağ bek, stoper, ön libero.. Takımın jokeri. Nerde oynarsa oynasın standartı tutturdu. Tutturamadığı tek standart milli takım standartıydı. Bize göre hava hoş; ah o da üzülmeseydi.. *Oooo Oo Oo İbrahim Toraman! ------------------------ 19. İBRAHİM ÜZÜLMEZ: Ayrı, apayrı bir yazı konusu. Beşiktaş'ın efsanesi olarak anılacaktır. Kendini bu kadar geliştiren, bu kadar çok çalışan, bu kadar da azmini kaybetmeyen bir kaptana sahip olduğumuz için gururluyum. Ayırt Edici Özelliği: Onun kanadından yediğimiz goller bir yana; ataklar bile sınırlı. *Ooooo Oo Oo Deli İbrahim! -------------------------- 28. FABIAN ERNST: Giunti'nin Tayfur'u vardıysa; onun da iman dolu göğsü gibi serhaddi var. Tamam Ernst'in de yardımcıları oldu. Ama bu adam bir başka koşuyor. Sahayı da, oyunu da bir başka okuyor. Hem ki; Pascal'ın ruhu var onun içinde. Ayırt Edici Özelliği: Maçın sonunda, sahanın her hangi bir metrekaresinde olumlu bir hareketinin olmuş olması ihtimali, olmamasından daha yüksek. Anlatabildim mi? Eğer anlatabildiysem, sadece şu cümle için ile bile ona tapmalısınız. *Fabian Ernst Oley oley oley! ------------------------------- 11. MARCUS MUNCH: Sol kanadın hücum yönüne kendi ellerimizle ektiğimiz lanetin tohumudur Munch. Marcus o kanadı hallaç pamuğu gibi atarken, çok bilmişler kullanılmış peçete gibi attılar onu kenara. Ayırt Edici Özelliği: Muhteşem 'muz ortaları'. Ahmet Dursun'un onun ortaları süzülürken 'Gel de atma' bakışını gözünüzün önüne getirin. * Munch! şak şak Munch! şak şak ------------------------------ 9. DANIEL GABRIEL PANCU: 100. yıl, ikinci maç; rakip Kocaelispor. Pancu topu orta sahadan alıyor, kaleye yaklaşık 50 metresi var. Önünde kimse yok. Ağır çekim, Yusuf Şimşek çekim de diyebiliriz, koşuyor. Penaltı noktasına geldiğinde kaleciye, tabiri caizse; geri pas veriyor. O dakikada diyorum ki; 'babacım senden olmaz.. Yol yakınken..' Her hafta.. hele ki 'savaşan orta saha' deyimini çatlatırcasına; hücum ile savunma bağlantısını kurup Beşiktaş'ın iyi futbolunun mimarı olduğu her hafta.. yedirdi bana lafımı. Ama çok lezzetliydi Pancu; teşekkürler ve eline sağlık. Ayırt Edici Özelliği: Ağırlığına inat attığı kocaman adımlarla, en seri futbolcuları ekarte edişi. * I love you Pancu ---------------------------- 10. SERGEN YALÇIN: Kendisine muhabbet beslemiyorum. Anlatasım da yok. Ama şu listeye almayacak kadar nankör değilim. Ayırt Edici Özelliği: Acaip şeyler yapıyordu sahada, ne diyim. ----------------------------- 26. İLHAN MANSIZ: Paragrafların yetmeyeceği diğer bir adam. Muhteşem gollerin kahramanı. Tribündeki ruhun sahadaki 'en gerçek' temsilcisi. Çocuğum benden Beşiktaş'ı dinlerken; en çok senin ismini duyabilir. Biz sana doymadık. Ayırt Edici Özelliği: Kaleyi kokladığı an belinden çıkardığı şutlar. * lay lara layralay lay İl-han Man-sız! ---------------------------------- 21. PASCAL NOUMA: Leeds maçında kime kızdın bilmiyorum, formayı niye yere attın onu da bilmiyorum. Bizi bu kadar çok mu seviyorsun, yoksa işin şov kısmı mı esastır; yine bilmiyorum. Tomas'a niye sevgi-muhabbet sözleri sarfettin.. hiç bilmiyorum. Ama senin hakkında iki şeyden eminim; Birincisi; sen hakikaten normal değilsin. Ve buna bayılıyorum. Sahadaki ruh halin benim maç izlerkenki ruh halime.. Sahadaki psikotik tavırların; tezahürat yaparken beynime oksijen gitmediği zamanki akli dengeme o kadar çok benziyor ki; seni görünce gözlerim faltaşı gibi açılıyor, dişlerimi sıkıyorum! Ben seni görünce 'BEŞİKTAŞ' diye bağırıyorum. Ben sende Beşiktaş'ı görüyorum. İkincisi; sen çok büyük forvettin oğlum. İyi ki yazık ettin kendine, kariyerine. Yoksa seni bu takımda naah! izlerdik. Olsun olsun 35 yaşında. *Pascal! Pascal! Pascal Noumaaa! Nouma Nouma Pascal Nouma! ----------------------------- Teknik Direktör:
2 Ocak 2010 Cumartesi

Son On Yılın Unutulmaz Beşiktas Maçları

Öncelikle herkese mutlu yıllar; Acısıyla tatlısıyla hayatımızdan bir sene daha eksildi.Yeni yılın herkese sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir yıl getirmesini dilerim. Malum futbol da şu sıralar ölü sezonu yaşasak da geride bıraktığımız son on yıl da Beşiktaş adına birçok unutulmaz maç yaşandı. Bunların arasından en dikkat çekenleri paylasmak istedim; 10) 19 MAYIS 2005 || Besiktas - Ulker (Beko Basketbol Ligi Yarı Final 1. Maçı) Listeye 10. sıradan giren maçımız bir basketbol maçı. 2005 yılına kadar ligimiz Efes - Ulker ve diğerleri olarak adlandırılırdı. Ama 2004-2005 sezonunda bu tabular yıkıldı. Sezon içerisinde 2 defa yendiğimiz Ulker karşısında Plyoff yarı finalinde eşleşmiştik. Saha avantajımız da bizde idi. El Amin - Varda ve Haluk Yıldırım'lı kadro harika bir sezon geçirerek bunun ödülünü final oynayarak almak istiyorlardı. Akatlar'da o gün inanılmaz bir atmosfer vardı. Salonda 5.000 kişi bi o kadar da insan dışarda idi. Maç başa baş giderken Ersan Ilyasova'nın benchden gelip aldığı cok onemli 2 hucum ribaundı ve arkasından gelen Stombergas ve Kerem'in uclukleri skorda bir anda Ulker'in öne fırlamasına neden olmuştu. Ama Akatlar galibiyete o kadar çok inanmıştı ki bir önceki sezonun MVP El Amin'in yüzünde ki hırs son periyot da ödülünü vermişti. Son periyoda kadar kafaları kurcalayan iki şey vardı; Biri El Amin'in ne zaman sazı eline alacağı bir diğeri ise hakemlerin tutumu idi. Son periyoda girilirken El - Amin'in 7 sayısı vardı ve son periyot da içine tek kelime ile T-Mac kaçmış gibi tam 26 sayı atarak takımı maça ortak etti. Ve unutulmayan son 4 saniye skor 71-71 ; Ulker kendi pota altından topu oyuna sokarken bir anda El Amin'in faulu geliyor butun salon bir anda ne olduğunu anlamıyor bench ise yüzlerinden; Ulan El Amin o kadar getirdin şimdi de ortalığın canına okudun gibi bir yüz ifadesi ile serbest atışların basket oluşunu izliyordu. Skor 71-73 olduktan sonra da salonda büyük bir sessizlik hakimdi. El-Amin pota altından topu alıp direk yarı sahayı geçip topu potaya yolluyor. Ve daha sonra hatırladığım bütün Akatların bir anda salona inmesi idi. Bu basket ise, bu maçın unutulmazlar arasına girmesini sağladı. 9) 16 Eylül 2000 || Beşiktaş - Fenerbahçe (3-0) Yine unutulmazlar arasına girmesi gereken bir diğer maç ise, Mustafa Denizli'nin Fenerbahçe'nin başında iken Balic - Rapaiç değişikliliği ile 6 yabancı kuralını ihlal ettiği ve 3-0 kazandığımız maç. Beşiktaş: Ike Shorunmu - Dimitri Khlestov, Ümit Bozkurt, Erman Güracar - Nihat Kahveci(dk. 63 Rahim Zafer), Miroslav Karhan, Tayfur Havutçu, İbrahim Üzülmez, Markus Münch - Ahmet Dursun (dk. 69 Mehmet Özdilek), Nouma 8) 2 Aralık 2001 || Fenerbahçe - Beşiktas (1-2) Bir takım düşünün üst üste 24 lig maçını kazansın ve bu konuda rekorun sahibi olan Arjantin'in River Plate takımının rekorunu egalini egale edip tarihe gömme şansını yakalasın. Işte bu unutulmaz maçında anlamı buydu. Yer Şükrü Saraçoğlu Stadı Beşiktaş cephesinde maç öncesi Daum'un istifası cebinde takım moralsiz biçimde gelmişti. Yağmurlu bir havada oynanan maçın ilk yarısında Fenerbahçe daha baskılı oynuyordu, ancak Norveçli kaleci Myhre 2 önemli pozisyonda gole izin vermedi. 34. dakikada ise saha karıştı, taç çizgisi kenarında Mirkoviç, Tümer'e arkadan çok sert girdi. Tümer de karşılık olarak Mirkoviç'e yerden tekme salladı. Olaylar yatıştıktan sonra hakem Orhan Erdemir, Mirkoviç ve Tümer'e kırmızı kart gösteriyordu. Dakikalar 50. dakika yı gösterdiği Abdullah Ercan'ın şansı yine yanında oluyor ve kullandığı serbest vuruş hiç kimseye dokunmadan ve meşhur Myhre bakışları içinde ağlara gidiyor ve Fenerbahçe bu golle 1-0 öne geçiyordu. Ama cevap geçikmedi ve Ali Eren !!! 'in ortasında Tayfur aşırtıyor ve Ronaldo ayak koyup skoru eşitliyordu. Daha sonra klasik hale gelen Bayram-Sertan değişikliği yaşandı. Ve 77. dakika da Sertan'ın yine duran top sevdası pekişip korner kullanmak için topun başına geçti, kullandığı kornerde altıpasın zuak köşesinde topla buluşan Ronaldo plase bir vuruşla hem kendisnin hemde Beşiktas'ın ikinci golunu atarak hem bu maçın unutmaz oyuncusu oldu hem de maçı unutulmazlar arasında yıllar sonra hatırlanmasını sağladı. Beşiktaş: Thomas Myhre- Ali Eren, Ronaldo Guiaro, Ahmet Yıldırım, İbrahim Üzülmez (dk.86 Ümit Bozurt)- Zübeyir Baya (dk.82 Dimitri Khlestov), Tümer Metin, Yasin Sülün, Tayfur Havutçu, Bayram Bektaş (dk. 70 Sertan Eser) - İlhan Mansız 7) 25 Şubat 2008 || Beşiktas73 -53 Hapoel Jeruselam (Uleb Cup 2.Tur 2. Maçı) Beşiktas basketbol tarihinin en pahalı kadrosunu kurduğu sezon da takımın başına da bu bütçeyi güvenebileceği ellere yani Ergin Ataman'a emanet etmişti. Normal sezonu liderlikle tamamlayan ve harika bir sezon geçiren Beşiktas Uleb Cup'da da yolu dolu dizgin devam ediyordu. Yenilgisiz çıktığımız grupta rakibimiz Hapoel Jeruselamdı. Ve Ilk maçı deplasmanda şansız biçimde 15 sayı farkla kaybetmiştik. 25 Şubat akşamı salon yine inanmış biçimde hınca hınç doluydu. Takımı bu noktalara getiren Preston Shumpert maç boyunca 4 sayıda kalmış ve tam farkı açarız dediğimizde de rakibin hamlesi ile karşı karşıya kalmıştık. Son periyot da ilk dakikada her iki ekipte sayı üretememişti önce Drobnjak sonra da Christian Dalmau'nuın basketiyle 33. dakikayı 59-48 önde geçti. Ve daha sonra kilit çozuldu taraftarının da desteğiyle rakibine büyük baskı kurup salondan 20 sayı farkla 73-53 galip ayrılıp unutulmaz bir zafere imza atılmıştı. 6) 24 Ocak 2004 || Beşiktaş - Samsunspor Unutulmaz maçlardan şimdi ki maçımız ise Türk Futbolu açısından olumsuz anlamda yerini alabilecek bir musabaka; Cem Papila'nın 5 kırmızı kart göstererek belki de Beşiktas'ın o sezon ki çöküşüne sebebiyet veren maç olan Samsunspor maçı sadece Beşiktaş için değil Türk futbolu için 2000'li yılların en acayip maçlarından biri idi. 5) 19 Eylül 2000 || Beşiktaş 3-0 Barcelona (CL Grup Maçı) Daha üç gün önce yine unutulmaz maçlar arasına giren Fenerbahçe'yi 3-0 yenmenin morali ile çıkılıyordu dünya devi Barcelona karşısına. Maç öncesi belki de yıllar boyunca hiçbir Türk takımının Barcelona'ya karşı başaramayacağı tarihi farkı akıllarından ucundan bile geçirmeyen Beşiktaş taraftarı ilk Milan maçının endişesi ile stadın yolunu tutuyorlardı. Maçın başında bu endişe takıma da yansımış gibiydi. Ilk 20 dakika bir türlü oyuna ortak olamıyorduk ama ilk 20 dakikadan sonra yavaş yavaş takım pas yapmaya ve pozisyonlara girmeye başladılar. Rivaldo ile adam adama oynayan Tayfur'un Rivaldo'ya nefes aldırmadığı ve Ibrahim Uzulmez'in Munch ile beraber solda Overmars'a nazire yaparcasına oyunundan sonra taraftarlar da iyice havasını bulmuştu. Ve 38. dakika da Nihat'ın jeneriklik ortasında Ahmet Dursun'un yine fırsatcılığı ile attığı gol belki de tarihi bir zaferin habercisi idi. Çunku o golden sonra istikrarsız bir sezon geçiren Barcelona tamamen dağıldı. Oyunun hakimi olan Beşiktas'dı ve 2.yarıda önce Ahmet Dursun sonra da Ibrahim Uzulmez'in sol çizgiden getirip yaptığı harika pasla Nouma'nın ikinci şansında attığı golle sahadan 3-0'lık tarihi bir zafer ile ayrılıyorduk. 4) 9 Aralık 2003 || Chelsea 0-2 Beşiktas (CL Grup Maçı) Ingiltere zaferlerimizin başlangıcı Chelsea maçı ile başlıyor diyebiliriz. Roman Abramovic'in yeni takımı satın aldığı zamanlar ve yapılan transferler bir kenara maç öncesi benim en çok merak ettiğim soru acaba Lucescu yine 3-5-2 sistemi ile mi takımı sahaya sürecek yoksa 4-4-2'ye dönüş yapacak mıydı sorusuydu ki kadroları açıklandığında 3-5-2 oynadığımızı görünce içimi bir korku saldı bir anda. Maçın ilk 25 dakikasının nerede ise 10 dakikasını pas yaparak geçirdik. Dakikar 25'i gösterdiğinde yine tarihi bir maç ve yine başrolde büyük kaptan Ibrahim Uzulmez vardı. Bir duran topta Ilhan Mansız kendisinden topu isteyen Ibrahim Uzulmez'in koşu yoluna topu bırakıyor ve Ibrahim Uzulmez de topu kale alanı önüne doğru ortalıyor ve Sergen kariyerinin en anlamlı gölünü atıyordu. O golden sonra Ingilizler büyük bir şaşkınlık içerisinde iken 2. gol geldi. Cordoba'nın aut atışından gönderdiği topu takip eden Sergen Yalçın önce topa müdahale etmek istedi ancak kaleci Cudicini boşa çıkıp savunma oyuncuları da topa müdahale edemeyince topu bir kez daha ağlara göndererek hem kendisinin hem de takımın 2.golünü atıp tarihe adını altın harflerle yazdırıyordu. 2. yarıda ise maç tamamen bizim yarı sahamızda geçmişti; Takım savunmasında inanılmaz bir direnç örneği gösteriyorduk ki Ilhan Mansız'ın düdükten sonra vurduğu ikinci topta gördüğü kırmızı karta rağmen takımın direncinde hiçbir eksilme olmadan tarihi bir zafere imza attıldı. 3) 17 Nisan 2005 || Fenerbahce 3-4 Beşiktas Bu unutulmaz maçın özetini direk vermek istiyorum; 17 Nisan 2005 gecesi saat 19.00'da Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda bulunan Fenerbahçeli, Beşiktaşlı taraftarlar, yöneticiler, futbolcular, görevliler ve televizyonları başındaki milyonlarca sporsever, sadece 90 dakika süren bir derbi mücadelesi izlemedi. Aynı zamanda Beşiktaş'ın yazdığı tarihin de tanıklığını yaptı. Derbi öncesinde çok şeyler söylendi; yazıldı, çizildi. Ancak hiçbiri gerçekleşmedi. Beşiktaş, tarihinin sayfalarına altın harflerle yazılacak bir doksan dakikaya başladı. Fenerbahçe Anelka ile Tuncay ile geldi. Alex ile Selçuk ile Cordoba'yı denedi. Binlerce Fenerbahçeli, Şükrü Saraçoğlu Stadı'nı Beşiktaş'a dar etmek istedi. Ancak golün adı Tümer'di. 27. dakikada Tümer Metin yükseldi, topu rakibinden söktü. Luciano'nun üzerinden aşırdı. Kaleci Rüştü ile karşı karşıya kaldı. Kendisini takip eden savunmanın pozisyonu bozma çabasına, açıyı kapatmak için üzerine doğru gelen kaleciye karşın, muhteşem top kontrolü ve vuruşu ile Beşiktaş'ı 1-0 öne geçirdi. Kadıköy'de 1800 Beşiktaşlı sevinç çığlıkları atıyor, televizyonları başındaki Siyah-Beyazlılar havaya sıçrıyor, Fenerbahçe tribünleri buz kesiyor, Fenerbahçeliler'in ağzını bıçak açmıyordu. Ancak hiç kimse bu golün bir destanın başlangıcı olduğunu da henüz bilmiyordu. 34. dakikada Fenerbahçe Luciano'nun rövaşata golü ile skoru 1-1'e getirdi. Bu sefer sevinme sırası sarı-lacivertlilerindi. Ancak bu sevinç de fazla uzun sürmedi ve sahneye bu sefer John Carew çıktı. İlk yarının uzatma dakikalarında daha önceden çalışılmış bir organizasyonla Rüştü'yü mağlup etti. Beşiktaşlılar biliyordu; Kadıköy'de yenilmeyeceklerdi. Beşiktaşlılar biliyordu; tarih tekerrür edecek ve Fenerbahçe'nin rekoru bitecekti. Beşiktaşlılar inanmıştı; çünkü sahaya Hakkı Yeten ruhuyla, 100. yıldaki şampiyonluğun kutlandığı formalarla çıkmışlardı ve yenilmeyeceklerdi. 2. yarıda sahada kendine güvenen, galibiyete inanan ve atmosferden hiç etkilenmeyen bir Beşiktaş vardı. Beşiktaş atıp, kaçıyor. Fenerbahçe kovalamaya çalışıyordu. 69. dakikada yine böyle bir sahne yaşandı. Alex, Carew'in golüne yanıt verdi, skor tabelası eşitlendi (2-2). Dakikalar 76'yı gösterdiğinde Ahmed Hassan'ın çabasıyla kapılan top, İbrahim Akın'ın önüne geliyor, genç oyuncumuz da önce kaleye bakıp, atacağı yeri belirliyor, sonra da Milli kaleci Rüştü Rençber'in kapattığı köşeden meşin yuvarlağı ağlarla buluşturuyordu. Bu Kadıköy'de yazılan destana yakışır, muhteşem bir goldü. Yine Fenerbahçe tribünleri susmuş, Beşiktaşlılar ayağa kalkmış, tek bir ağızdan haykırmışlardı, "Biz Beşiktaşız, rekor tanımayız." Fenerbahçe, bu sezon Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda tam 14 maç yapmış ve hiç bir maçını kaybetmemişti. Fenerbahçe, üstelik bu 14 maçta sadece kalesinde 4 gol görmüştü. Ancak dakikalar 76'yı gösterip İbrahim Akın, fileleri havalandırdığında bu rekorlarının Beşiktaş'a sökmeyeceğini herhalde hissetmişlerdi. Maçın hakemi Bülent Demirlek, takdir haklarını Fenerbahçe'nin lehine kullanmasına karşın, en büyük hatasını Tuncay'ın ceza sahamız içinde kendisini yere atmasını O'na sarı kart göstererek değil de, Beşiktaş'ın aleyhine penaltı çalarak değerlendirmesiydi. İşte bu an Kadıköy Destanı'nın da yazıldığı andı. Cordoba'nın haklı tepkisini sarı kart ile cezalandırarak, Kolombiyalı kalecimizi 2. sarı karttan kırmızı kartla oyundan atan Demirlek, bir anlamda Pancu'nun kalede devleşmesine de fırsat tanımış oldu. 3 değişiklik hakkını kullanmış olan Beşiktaş, hem kalecisiz kalmış, hem de gol atması için oyuna aldığı ve diri futbolcusu Daniel Pancu'yu kaleye geçirmek zorunda kalmıştı. Penaltıyı Alex golle sonuçlandırıp skoru 3-3 yapmasına karşın, henüz Beşiktaş son sözü söylememişti. Beşiktaş'ın son sözünü söylemeden önce sahadaki kadro şöyleydi: Kalede; Daniel Gabriel Pancu Savunmada; Guiaro Ronaldo, İbrahim Toraman, Çağdaş Atan, Ali Güneş Orta Sahada; Ahmed Hassan, Koray Avcı, Tayfur Havutçu, İbrahim Akın Forvette; John Carew Fenerbahçe kalede Pancu'nun bulunmasını fırsat olarak görüp, şutlarla, kafalarla Rumen oyuncuyu denemesine karşın, Pancu'nun gol yemeye hiç niyeti yoktu. Yemedi de... Böyle bir mücadelenin, böyle bir özverinin, böyle bir ruhun hakkı elbetteki galibiyetti. O da Koray Avcı'nın muhteşem golüyle geldi. 2) 24 Ekim 2007 || Beşiktaş 2-1 Liverpool (CL Grup Maçı) Ve listede son iki maça geldik. Tigana gider ayak bize yaptığı en güzel iyiliklerden biri de 3 sene sonra Inonu'de bize Şampiyonlar Ligi maçı seyrettirmek olmuştu. Inönü ' ye gelen herkes bu özlem ile stada geliyordu. Ve bu heyecan ve özlem stad da maç boyunca inanılmaz bir atmosferin sağlanmasına neden oldu. Maçın başında yaşanan karambolde hatalar zinciri ile gelen gol, Chelsea maçında atılan 2.gol gibi yine bir zaferin işareti gibiydi. Golden sonra taraftarların inanılmaz desteği zaten maçı bırakıp taraftarları izlememize neden olmuştu. 2.yarı da ise bu durum değişmedi kontrollu oyunumuz devam etti. Dakikalar 75'i gösterdiğinde ise Tello'dan Higuain'e harika bir kısa pas geldi. Higuain süratle ceza sahasına girdi fakat Istanbul'dan kardeşine selam yollama şansını yakalayamadı ve mutlak bir gol pozisyonundan yararlanamadı. Bu pozisyonun hemen ardından daha çok risk alan Liverpool açıklar vermeye devam etti ve yine büyük kaptan Ibrahim Uzulmez'in (Barcelona 3.gol,Chelsea 1.gol) defansın arkasına Bobo'yu kaçırarak attığı pas ve gelen gol ile skor 2-0'a geliyordu. Daha sonra Liverpool'un baskısı ve gelen gol de sonucu değiştirmiyordu ve Inonu'de tarihi bir zafer yaşanıyordu. 1) 25 Kasım 2009 || Man.Utd 0-1 Beşiktaş (CL Grup Maçı) Ve bu unutulmaz zaferi anlatmak benim haddim değil diyip bizzat Ingiltereden maçı takip eden jessie ve yuki the zorba'nın izlenimleri ile sizi baş başa bırakıyorum; jessie@ Ingiltere Izlenimleri yuki the zorba @ sweet november and old trafford

Ara