.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

Beşiktaş Büyük Müdür?

Meczupların belirli aralıklarla düzenli olarak  ifşa ettikleri büyüklük manyaklığı ile ilgili zamanında sözlükte bir şeyler karalamıştım. Aynı şeylerin bugün de geçerli olduğunu düşünerek tekrar buraya koyma gereği duydum. Beşiktaş büyük müdür sorusuna cevabımdır:

Evet Beşiktaş büyük değil, siz hepiniz büyüksünüz. Kocamansınız, hayvan gibisiniz maşallah. Etinizi ayrı, kemiğinizi ayrı tutuyorum bıngıl bıngıl ele geliyorsunuz. Hepiniz Avrupa fatihisiniz, hepiniz dünya klasmanının vazgeçilmez yıldızlarısınız. Beşiktaş büyük değil, Beşiktaş sizin kadar kocaman değil.

5 yıldızlı tesislerinizi alın bir tarafınıza sokun, futbolcularınızın yaldızlı isimlerini asıp duvarlara ibadet edin. Şan, şöhret, para, pul, kupa, şampiyonluk hepsi sizin olsun. Siz büyük olun, en büyük olun, damarlarınızdan akan kanın litresi, hacmi bile o büyüklük derecesine yakışır olsun. Kesildi mi şahdamarınız, oluk oluk kan aksın. Beşiktaş büyük değil, siz büyüksünüz. Hepiniz kocaman büyük şeylersiniz. Kupalar sizin, derbiler sizin, her şey sizin...

Beşiktaşlılar var ya Beşiktaşlılar onlar da çok küçük, çükleri bamya kadar, kızlarının kukusu daracık. Sizin kocaman damarlı taraklarınız, geniş çeperli vajinalarınız var. Çünkü sizler en büyüksünüz, size büyük organlar yakışır, size kocaman taraklar, geniş hazneli yerler yakışır. Siz en büyüksünüz, en süpersiniz. Biz bamya pipili küçük bireyleriz.

Şimdi o büyük dünyanızda, büyük takımınızla mutlu olun. Kasanıza giren holding paralarıyla göbek atın sahnede, yıldız futbolcularınızı tutun el üstünde. Milyon dolarlar, altın kupalar taçlandırsın sizin bu ultra kocaman takım sevginizi. Dünya sizi konuşsun, ne kadar büyük bir takım olduğunuzdan bahsetsin.

Ben Beşiktaşlıyım. Beşiktaş benim Allahım, peygamberim, mabedim. Beşiktaş benim şahdamarım, Beşiktaş benim ahde vefam, Beşiktaş benim "küçük" semtim. Beşiktaş benim doyamadığım sevgilim. Beşiktaş benim canım ciğerim. Beşiktaş benim yanıbaşımda gurbetim. Bende yürek var, bende aşk var. Mahalli ruhun bayrağı bende, son barikatın gözcüsü bende. Benim elimde şerefin hakkına teslim edilmiş "büyük" bir aşk var. Ben Beşiktaşım, ben siyahım, ölümüm aynı zamanda. Ben beyazım, yeni doğan bebeğin masumiyetiyim bir miktar da. Senin anlayamayacağın kadar büyüğüm ben. Senin göremeyeceğin kadar, senin duyamayacağın kadar büyüğüm...

Varsın olsun, Beşiktaş küçük olsun. Siz "büyük" olun, biz sizin gibi olmayalım yeter ki...

Adnan Polat: Rakibimiz Fenerbahçe

"Bizim tek rakibimiz Fenerbahçe, Beşiktaş ve diğerleri daha geride olur" buyurmuş sayın Adnan Polat. Bunu bir tahmin, bir öngörüden öte, temenni olarak yorumlamak lazım. 2 sene önce Ali Samiyen'de berabere biten bir Galatasaray - Fenerbahçe maçından sonra "Fenerbahçe ve Galatasaray'ı aşağıya çekmeye çalışıyorlar" dediğini de hatırlıyoruz.

Erman Toroğlu'nun meşhur Samsunspor maçından önceki sözleri kulaklarımızda... "Lig koparsa, dekoder satamayız, bu ligi Fenerbahçe ve Galatasaray olmadan izlettiremeyiz. Ligin tadı kaçar..." Oysa meşhur Samsunspor maçından sonra ağız değiştirip; " Bize ne kimin şampiyon olduğundan Şansal, bizim bunları manipule edecek gücümüz mü var. Biz, kim yenerse onu alkışlarız Erman" şeklinde konuşuyorlardı.

Erman Toroğlu bugün kanal değiştirdi. Karşısında Ahmet Çakar var. Son 2-3 haftadaki söylemlerine dikkat ediyor musunuz? Ahmet Çakar'ın, "Beyler, hikaye anlatmayalım. Bu lig Galatasaray - Fenerbahçe varsa vardır..." sözü gözlerden kaçtı mı? Erman Toroğlu'nun da onaylayıcı, destekleyici sözleri...

Hiç şüphesiz, bu ligin DNA'sında Fenerbahçe ve Galatasaray rekabeti vardır. Fenerbahçe galip geldiğinde ertesi gün gazete tirajları artar. İnsanların büyük bölümü Fenerbahçe ve Galatasaray'ın olumlu veya olumsuz haberlerini okumak için spor sayfasına bakarlar. Fenerbahçe taraftarı gazetede hiç Fenerbahçe haberi olmamasındansa olumsuz Fenerbahçe haberi olmasını tercih eder. Bu da DNA meselesidir biraz. O camia öyle kurgulanmıştır. Şüphesiz, bu halleriyle lige renk katarlar.

Ancak adalet mekanizması, bu saha dışı faktörler tarafından manipule edilip, pazar payının artması adına, dekoder satışları adına yönlendirilirse işin rengi değişir. Uzun vadede ne pazar payı kalır, ne sponsor, ne taraftar, ne de dekoder...

Adnan Polat'ın dünkü açıklaması, bu statükocu zihniyetin ürünü. Aman Bursaspor yakamızdan düşsün, Trabzon olduğu yerde kalsın, Beşiktaş ta paçamızdan çekmeyi bıraksın. Bu lig böyle gelmiştir, böyle gitsin...

Geçtiğimiz sene 3. olmuşsun, ondan önceki sene 5. olmuşsun ve hala utanmadan, sıkılmadan Fenerbahçe'yle çekişiriz diyorsun. Çekişiriz dediğin takım geçen sene 2., ondan önceki sene 4. olmuş. Ne kulüp organizasyonu olarak, ne camia atmosferi olarak, ne kadro kalitesi olarak rakiplerinden üstün değilsin. Rakibim olamaz dediğin Bursaspor geçen sene şampiyon olmuş, bu sene 3'te 3'le devam ediyor. Açıklamanın futbolun gerçekleriyle uzak-yakın alakası olmadığını herkes biliyor da, bari Bursaspor'a saygı duy.

Beşiktaş'ı 7 hafta sonra görmek lazımmış. Peki bu neden sadece Beşiktaş'la sınırlı olsun. Galatasaray'ın bugünden daha iyi olacağının garantisi var mı? 7 hafta sonra Aykut Kocaman ve Frank Rijkaard görevlerinden istifa etmiş olurlarsa, bu hangi futbolseveri şaşırtır? Adnan Polat'ın temel meselesi, Rijkaard'ın muhtemel istifasını şaşırılacak bir hadise haline getirmek değil midir? Adnan Polat'ın temel meselesi Galatasaray'ın 5. olmasını şaşırılacak bir hadise haline getirmek değil midir?

Bugün ligi 25 sene önceki şartlarla yorumlayamayız. Uğur Meleke "5 sene içerisinde yeni bir şampiyon daha çıkacak" sözünü büyük laf etmiş olmak amacıyla etmiyor. Siz Beşiktaş'ı, Fenerbahçe'yi, Galatasaray'ı onlarca yıldır kötü yöneteceksiniz, aşağısıyla yukarısı arasındaki makas her geçen gün daralacak ve her mikrofonu elinize alınca Fenerbahçe - Galatasaray büyüklüğünden dem vuracaksınız. Esasında Adnan Polat'ın dün yaptığı konuşma içindeki korkuyu ifade ediyor. Aşağıdan gelenlerin gücünün farkında, onları ciddiye alıyor ama kendince bir psikolojik savaş başlatıyor. Bursaspor'u, Trabzonspor'u görmezden gelerek, yok sayarak bu ligin 25 sene önceki DNA'sını korumaya çalışıyor.

Gönlüm Beşiktaş'ın şampiyon olmasından yana. Ancak aklım deli gibi bir başka takımın şampiyonluğunu arzuluyor. Geçen sene Bursaspor'dan, ondan önceki sene Sivasspor'dan yedikleri / yediğimiz tokat, bazı gerçekleri görmelerine/görmemize yeterli olmamışsa, bu sene de Trabzon olsun şampiyon. Çünkü biliyorum ki, Trabzon'un şampiyon olduğu gün, Adnan Polat çok daha yüksek sesle Fenerbahçesinin haklarını korumaya! çalışacak.

Hep diyoruz, Fenerbahçe'nin en büyük dostu Galatasaray,
Galatasaray'ın en büyük dostu Fenerbahçe'dir.
Kendi büyüklük tanımlarını birbirlerine bakıp yaparlar,
Kendi adalet tanımlarını tek rakiplerinin adalet tanımlarıyla şekillendirirler.

Bu sene bir tuğla daha düşsün bu saltanattan.
Beşiktaşım da bundan payına düşeni alsın...

Beşiktaş Dergisi

Malum ki takımımıza yapılan yeni transferler hepimizin aklını başından aldı. Taraftarlarımızı yeni yıldızları izleyecek olmak, bizleri hem izleyip hem tanışma ve konuşma fırsatı bulacak olmak çok heyecanlandırdı. Nitekim geçen ay Q7 ile yaşadığımız tatlı telaş, bu ay Guti'yle devam etti. Sürekli televizyondan izleyip de hayran olunan bir isimle el sıkışmak, aynı yolu yürümek ve hatta (büyük şans ki) kendi arabasında söyleşmek çok güzel bir tecrübeydi. Bu samimi ortamda yakalanan hava, aynı samimiyetle röportaja da yansıdı kuşkusuz.

Dergiyi alıp okuduğunuzda siz de hissedeceksiniz ki, Beşiktaş'a çok yakışan bir futbolcu Guti.. Özellikle vurgu yaptığı "Sonuçta hepimiz insanız.." hissi bunun en önemli göstergesi zannediyorum. Tıpkı söyleştiğimiz başka bir isim; Beşiktaşlı oyuncu Tülin Özen'in söylediği gibi "Yıldız değiller de, sanki bizim kankalarımız" .. Ayrıca "Scarface" konseptiyle yaptığımız özel çekim gözlere de ziyadesiyle hitap ediyor. Tüm camiaya yayılan bu olumlu ve coşkulu hava tabii ki diğer futbolcularımızı da olumlu yönde etkiledi ki diğer söyleşilerimizde de bunu hissedeceksiniz (Matteo Ferrari, Ersan Adem Gülüm)..


Tribünlerimizin sevgilisi Ricardo Quaresma'yı bu ay da sizlerle buluşturmak istedik ve Kartal Yuvası'nın lisanslı ürünleriyle yaptığımız çekimi de sayfalarımıza ekledik.
Bunun dışında dergimizi renklendiren konulardan biri de Ekrem Dağ'ın fotoğraf çekme sevdası oldu.. Kendisi geçtiğimiz ay bizim için çalıştı ve onun çektiği birbirinden güzel fotoğrafları da dergimizde bulabileceksiniz.. Basketbolu da unutmadık ve yuvaya dönüş yapan Yasemin Horasan Beşiktaş'a duyduğu özlemi Beşiktaş Dergisi aracılığıyla dile getirdi.

Son söz olarak; dergimizi layık olduğu en üst seviyeye getirmek için burada gerçekten büyük emek harcanıyor.. Bunun için çalışanların "Beşiktaşlılık" hissiyatı ve sevgisinin sizlerden hiçbir farkı yok.. Her zaman söylüyoruz ya; birlik ve beraberliktir en güzel anları yaratan, diye.. İşte bu sebeple dergi için çalışan "Beşiktaşlılar" olarak, diğer "Beşiktaşlılar"ı da yanımızda hissetmek istiyoruz..

Senem Gülkar

Tıklayarak Abone Olmak İçin: Tıklayınız
Telefonla Abone Olmak İçin: Erkan Özden - 0532 571 89 79

Duyumculuk v.2.0

Ve transfer sezonu kapandı. Geçen bir ay boyunca, Beşiktaş'a Robinho ve Sercan'ın gelmeyeceğini söyleyene "deli" gözüyle bakılıyordu. Bugün elimizde ne Robinho var, ne de Sercan. Bu algının oluşmasının yegane sebebi de, zamanında eleştirdiğimiz "duyumculuk" müessesesiydi, daha doğrusu onun algılanışıydı. En güvenilir forum Forza bile girişe önce "Hoşgeldin Robinho" resmi astı, sonra da iki hafta video tuttu, "Robinho hayırlı olsun" post'unu astı oraya transfer kesinleşmeden. Neden? Duyum geldi de ondan. Hmm.
Öyle bir noktaya geldiydi ki durum, hangi haber çıksa "Ya bunların hepsi ayak, arkasında bir büyük plan var" falan deniyordu. Daha düne kadar "yok abi, Milan olayını da söylemişlerdi, bu haberleri yönetim çıkarttırıyor" deniyordu hatta. Büyük plan Fatih Tekke imiş meğer. Şu an Robinho transferinde ne oldu bilmiyoruz. Adamla gerçekten anlaştıysak son dakikada neden itiraz geldi, 2 aydır bu süreç bilinmiyor muydu, borsadaki oynamaların bu durumla alakası var mı, Recai Abi'nin, Aykan Abi'nin, Forza'nın kaynağı kimlerdi, bu kaynaklar zaten baştan beri bu işin içindeler miydi, Beşiktaş'a Selçuk Parsadan mı musallat oldu? Bu soruların cevabı gelmeyecek, çünkü olayın aktörleri zaten bu çarkın içinde olanlar. Şimdi kendi davama döneyim. Ben duyumculuk müessesesini eleştirdiğim zaman olayı kişisel algılayan oldu, kıskançlığa bağlayan oldu, ün çalma diyen oldu, "o adamlar iyi niyetli" diyen oldu (niyet okuma eyleminden nefret ederim), oldu da oldu. Halbuki ben orada net bir şekilde bu duyumculuk dalgasının algılanışından rahatsız olduğumu, bu kişilerin her zaman olacağını lakin bu algının hastalıklı olduğunu anlatmaya çalışmıştım. O post'un üzerine Twitter'da şöyle bir şey bile yazıldı mesela: "Blogspotlarda Recai Kocaman ismine saldırmakla olmuyor yeğen bu işler haberciyim yazarım diyorsan adam gibi haber yapıcaksın sittir ordan !!" Belki bana hitaben değildir, fakat şimdi öyle bir noktadayız ki benim bunun gibi bir lafa en ağır cevabı verme hakkım var. Ama vermiyorum. Çünkü benim derdim kişisel değil. Derdim şu: Beşiktaş taraftarının sözcüsü niteliğinde abiler, bir duyuma inanıp "gelmezse etek giyerim." diyemez. O söylem Ahmet Çakar'a yakışır. Beşiktaş taraftarının saygı duyduğu adamlar diğer taraftarlara hitaben yukarıdaki gibi bir dil kullanmamalıdır. Beşiktaş taraftarı, ne idüğü belirsiz söz ve söylemlere inanmamalıdır. Beşiktaş taraftarı, böyle ayakta uyutulmuş konuma düşmemelidir. Bizim ortak noktamızın öyle ya da böyle Beşiktaş sevgisi olduğu unutulmamalıdır. Burada herkesin takımı için kafa yorduğu bilinmelidir. Bizim ezeli rakiplerimizden birisinin başına gelirdi bu. Her sene bir yıldızı "kesin olarak" getirirlerdi, o adam gelirdi ya da gelmezdi, gelmezse dalga geçerdik, gelirse kötü oynardı yine dalga geçerdik. Bu dalga geçtiğimiz algının birebir öznesi olduk bu yaz döneminde. Bunun üzerine biraz düşünmek lazım. Duyumculuk üzerine son lafı edip bitiriyorum: Bakın, bir fikir üreten insan vardır, onun bir düşünce sistemi olur, olayları ve kişileri ona göre değerlendirir. O oturmuşlukla yazar yazılarını, söyler fikirlerini ve yıllar geçse de tutarlı kalır. Bir de sadece olay ve kişi bazlı düşünenler vardır, bunlar için başarı "Ben demiştim!" diyebilmektir. Bunu diyebilmek için yeri gelir her şeyi derler ve de zamanla saygınlıklarını yitirirler. Umarım bu ders olur, bir dahaki yaz gene böyle bir travma yaşamayız, akıllanırız. Benim tek beklentim o. Neticede gün oldu, devran döndü. Ben hala dediklerimin arkasında kalabiliyorum, bu yüzden de rahatım. Herkes için öyledir umarım. Saygılarımla, shelbyl

Arkadaşının Tuttuğu Eli Tutanın Eli Kırılsın

Buz gibi bir geceydi... Takımım berbat gitmekteydi. Bir gece öncesinde meteroloji her zaman yaptığı gibi uyarmaktaydı, ancak bu kez çok ciddi ve iddialılardı. Bir sonraki gün için saat 19.00 sıralarında hava sıcaklığının 10 dereceden birden düşüp -7 civarında seyredeceğini belirtiyorlardı. Sahaya çıkan Trabzonspor'da hedefimizde tek adam vardı, Fatih Tekke. Birkaç ay önce bahis mafyasıyla yaşadığı sorunlar ortaya çıkmış, "Abdest alayım öyle kafama sıkın" dediği basında yer almış olan Fatih'in, havaalanındaki aramada bavulunda silah bulunmuştu. Beşiktaş berbat gidiyor demiştim ya, hayattan o kadar sıkılmıştık ki dilimizde tek istek vardı: "Kurtar bu hayattan Fatih Tekke vur bizi." ve "Fatih Tekke ateş etseneeee..." Karadenizli'yim ben, Bafralı'yım. Karadeniz insanı silaha düşkündür, ben bırakın elime almayı ve ateş etmeyi, görüntüsünden dahi ürkerim silahın. Çünkü ancak bir canlıyı öldürmek için ateş alır silah. Sesinden bile tırsarım, benden yüzlerce metre uzakta patlasa yere yatasım gelir. Ve koskoca Trabzonspor'un kaptanının çantasında, bir lig karşılaşmasında oynamak üzere geldiği havaalanında silah bulunur... "Hiçbir Türk arkadan vurmaz" diye pankart açtık, Fatih Tekke'nin bizi vurmasını istememizden 1,5 yıl sonra. Beşiktaş forması giyen bir futbolcuya, maç çıkışı otoparkta önce rakip takımdan bir futbolcu, sonrasında rakip takımın stadında idari görevli olarak çalışmakta olan ve saldırısından az sonra Başkanları Aziz Yıldırım'a durumu özetlerken görüntülenen bir adam Ricardinho'ya saldırdı. Sevmezdim Ricardinho'yu. Kaçak güreşir, tekmeye ayağını uzatma, şut çekmez, dikine oynamaz ve yüksek oranlı pas yüzdesinden dolayı haksız şekilde övülürdü. Penaltıdan attığı gollerde dahi tüm takımı geride bırakıp kapalının önünde tek başına sevinirdi. 2006-07'de İnönü'de B.B. Ankaraspor'a karşı oynadığımız son maçta vuruşunu Hakan Arıkan çelmiş, Nobre boş kaleye yuvarlamıştı. Ricardinho, Nobre'nin kendine koşmasını dahi beklemeden kapalıya koşup golü tek başına sahiplenmişti. Hiç sevmezdim. Tahrik etmiş olabilir. Hatta ağır sövmüş de olabilir Ricardinho. Aurelio'nun tek falsosu bu da olabilir. Hiçbiri, xsporlu bir futbolcunun benim takımımın amblemini üstünde taşıyan futbolcuya, okuldaki zorba öğrencilerin okul çıkışı saldırmaları gibi otoparkta saldırıya uğramasını açıklayamaz. Ve bahsettiğim kupa maçından sonra İnönü'deki ilk Fenerbahçe maçında kapalının göbeğinde devasa bir Ricardinho posteri ile beraber "Hiçbir Türk arkadan vurmaz" pankartı açıldıysa, Fatih Tekke'nin karşıkonulmaz silah tutkusu onu Trabzonspor akreditifiyle geldiği havaalanında silahla yakalattıysa, biz de bu olayın üstüne hesapsızca gittiysek, bu 2 adamın Beşiktaş forması giymelerine razı olmuyor benim gönlüm. Jokond bir transfer toteminde bulunmuştu. Bu da benim totemim olsun. Neyse ki henüz kulübümüze aleni biçimde küfür eden futbolcuları almadık henüz, birilerinden görüp yapmayız umarım. Ama taraftarımızın uğraştığı, dokundurduğu, iğnelediği 2 futbolcu, 1 hafta arayla Beşiktaş'a transfer oldu. Madem öyle, transfer totemi hakkımı kullanarak İnönü'deki ilk maç olan Ankaragücü maçında, her ne kadar gündemden düşmüş ve bizi ilgilendirmiyor olsa da pankartımı açacağım; "Arkadaşının Tuttuğu Eli Tutanın Eli Kırılsın..."

1 Eylül Sessizliği

Hayra alamet mi bilinmez...

Zaten şehre yağmur çöktü. Duyumcular duymaz oldular...

Hakim görüş Beşiktaş'ın mevcut kadrosuyla Galatasaray ve Fenerbahçe'nin son gün transferlerine cevap veremediği şeklinde.

Kadroya Ricardo Quaresma, Guti Hernandez, Mehmet Aurelio, Robert Hilbert katıldı.

Matias Delgado, Uğur İnceman ayrıldı.

Tomas Sivok uzun süreli sakat.

Michael Fink'in durumu halen belirsiz.

Sağ önde Nihat Kahveci, Filip Holosko, Roberto Hilbert şişkinliği sürüyor.

Sağ bekteki tek işleyen oyuncu esasında sağ bek değil.

Savunma bakanlığı her maç arıza veriyor.

2 ay önce yeterli  addedilen Bobo bugün nasıl yetersiz oldu?


Süre daralıyor. Duyan da yok, Recai bey istifa etmiş...

Beşiktaş tüm transfer çılgınlığına rağmen, bir transfer sezonunu daha verimsiz mi geçirmek üzere?

Saat 17'ye 4 saat kaldı.

Bekliyoruz...
31 Ağustos 2010 Salı

Duruş Mefhumu

Neyse ki bu sefer öznemiz Beşiktaş değil, Galatasaray. Şimdi "elalemin derdi seni mi gerdi?" diye de soran olabilir, ama gerdi çünkü burada Türkiye futbolu adına yapılan bir yanlış var. Arda'ya son dakikada transfer teklifi gelmiş ve bunu reddetmiş Galatasaray. Haber burada. Peki. Fakat bunu nasıl lanse etti kulüp? "Galatasaray Spor Kulübü yönetimi ile aynı çizgide ve aynı düşüncede olan kaptanımız Arda Turan; Galatasaraylılığını ve Galatasaraylı duruşunu bir kez daha kanıtlayarak maddi manevi kulübünün ve renklerinin hizmetinde olduğunu belgelemiş ve bu kararımızın yanında yer almıştır." Bu Arda'nın üzerinden yapılan "O bizim kaptanımız, o en büyük Galatasaraylı" pompası çocuğu yemiş bitirmiş iken, bir de buna ne gerek vardı? Duruş denen şey böyle mi açıklanır yani? Hadi bu gene öznel bir değerlendirme, geçelim. Peki aynı transfer haberine gelen transfer teklifi belgesini koymanın anlamı ne? Ve o belge ne öyle?
Belge kime yollanmış? Delnan Polat. (doğrusu Adnan Polat) Ne yapıyorlarmış? "and offer". (doğrusu an offer) Ödeme planı ne peki? "Way of payments." (doğrusu payment method) Bir de sonuna cümle eklemişler: "Eğer ilgileniyorsanız bizi arayın" diye. İlgilenirseniz derken de "your are" demekten imtina etmemişler (doğrusu you are) Bakın dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir pazarlık ve önceden görüşme olmadan böyle uyduruk bir faks ile transfer teklifi yapılmaz. Tamam, İspanyollar rahat adamlardır ama bence hak hukuk biliyorlardır o kadar. Hatırlarsınız ben de sahte belge hazırladım geyiğine, lakin belge ciddiye alındığı için kulüpten bizzat yalanlama yedim; takdir edersiiz ki az biraz anlarım bu işlerden. Bu işin iç yüzü nedir, bilemeyeceğim ama, sevgili rakibimiz Galatasaray Kulübü'nden bir ricam var. Biliyorum, bu tür işler aslında benim hoşuma gitmeli, ama Arda hakikaten potansiyelli bir adam, artık rahat bırakın şu elemanı, salın gitsin, siz de sevinin, Türkiye Futbolu da sevinsin. Tutacaksanız da "O bizim değerimiz" deyip de uykularından etmeyin çocuğu. Bir de duruş muruş demeyin şu işlere girip, lütfen. Esas duruş, böyle laylaylom faksı oraya koymamaktır. Artık duruş diyene dönüp "O duruşa bir..." diye başlayan meşhur lafı söylemek ve sonra arkama bakmadan dönüp uzaklaşmak istiyorum futbol kulüplerimiz sayesinde. Bana da yazık.

Elveda Uğur İnceman

Geldiğinde "Yerli Pirlo" idin, giderken futbolcu değilsin. Seninle üç aşağı beş yukarı benzer yeteneklere sahip Selçuk İnan yükseldikçe sen düştün. Senden mi bizden mi kaynaklandı, bunları sorgulamanın artık anlamı yok. Geçtiğimiz hafta rotasyonda kullanılabilecek yerli oyuncuları yazdığımızda "Bunların hangisi Uğur İnceman'dan daha iyi?" dendi.

Şimdi sen gidiyorsun. Hem sen, hem biz mutluyuz. Bu takımda iz bırakmayı başaramadın. Lakin biliyoruz ki, büyük takım, büyük taraftar, asıl vedalarda belli olur.

Bize de düşen yolun açık olsun, emeklerin için teşekkür ederiz demektir...
30 Ağustos 2010 Pazartesi

Tiocfaidh ár lá

En baştan söyleyeyim, bu yazı bazılarınızın futbol romantiği, bazılarınızın futbolun gerçeklerinden uzak, bazılarınızın da hayal dünyasında yaşıyor diye sınıflandırdığı adamlardan biri tarafından yazılıyor. Piyasa gerçeklerini sonuna kadar özümsemiş, önüne geleni sorgulamadan tüketmeye alışmış, kendisinden farklı düşünen herkesi linç etmeyi iliklerine sindirmiş olanlarınız varsa aranızda, yazıya hiç başlayıp kendilerini yormasınlar diye bu girişi yapıyorum belirteyim.
Bu kısa introdan sonra artık yazıya girebiliriz. Bu bloğa yazı yazan, bu bloğu okuyan, yorum yapan insanların yüzde 90’ından fazlasının tek ortak noktası Beşiktaş. Siyah beyaza gönül vermiş ve yolu bu blogdan geçen herkes bu kulübün daha iyi olmasını, daha başarılı olmasını istiyor zannımca. Ancak herkesin kafasında bunun gerçekleşme yolları farklı.

Benim dikkatimi son zamanlarda çok daha fazla çekmeye başlayan bir grup insan mesela; milyon dolarları basıp büyüüüüük yıldızları getirmenin ve böylece başarıya ulaşmanın en kolay ve doğru yol olduğunu düşünüyor. Yüz yılı aşan mazisi, Türkiye’de kazandığı çift haneli şampiyonlukları, nice kupaları Beşiktaş’ı zaten çok büyük bir kulüp haline getirmişken ve büyük kulüpler büyük futbolcularla oynamak zorundayken bundan başka çıkar yol mantıklı görünmüyor bu arkadaşlara göre. Oyuncuların maliyetleri, alacaklar-verecekler, başkanın kulübü neredeyse şirketinin demirbaşına yazacak noktaya gelmesi falan gibi şeyler de kafaya takılacak şeyler değil. Ne de olsa profesyonel bir kulüp Beşiktaş, dolayısıyla çalışan profesyonelleri bu işlerle ilgileniyor. Taraftar olarak sen kimsin ki bu işleri sorgulayıp milleti de galeyana getiriyorsun. Modern futbol dünyasında taraftar olarak senin görevin resmi ürününü almak, tribüne girip oturmak, digitürk’ü taktırıp deplasmanları evde izlemek, kulübe maddi katkı sağlayıp gerisine karışmamak. Bu hedefe ulaşmak ve milyon dolarlık yıldızları getirmek için de oyunu kuralına göre oynaman gerekiyor elbette. Mesela, Jimnastik kulübü Beşiktaş’ın amatör branşlarının ne halde olduğunu sorgulamaman, her sene 50 kupa alan hentbolcuların en son ne zaman maaş aldığını sormaman gerekiyor. Bunu sorarsan romantiksin, salaksın. Kulübün stadının adına Tabata’nın bonservisinden daha azını öneren bir firmayı tezahüratınla kaçırdığın için suçlusun mesela sen, o para ele geçtiğinde 7.5 milyon dolara alınan Delgado’nun bedavaya gönderilmesi, Tabata’ya 7 milyon avro ödenmesi, Nobre’nin 2.5 milyon avro yıllık alması gibi faaliyetlere kullanılacağını söylediğinde bölücüsün, Beşiktaş sadece futbol değildir amatör branşlara biraz ilgi dediğinde hainsin, ismini satmaya çalıştığın stat patates tarlasına dönmüş dediğinde fesat adamsın. Çünkü önemli olan oyunu kuralına göre oynamak. Kendimize örnek aldığımız Avrupa’nın büyük kulüpleri gibi her şeyimizi sponsorlara, şirketlere emanet edip gerisine karışmadığımızda güllük gülistanlık olacak her şey. Biz de aynı yoldan yürümeliyiz işte. Bizi biz yapan tüm değerleri, farkımız budur dediğimiz tüm özellikleri, dededen alıp torunlara anlatacağımız tüm hikayeleri çöpe atıp herkesle aynı yoldan yürümeliyiz. Beşiktaş da herkese benzemeli, aynılaşmalı. Mümkünse kendisine bir Arap sahip aramalı, stadının adını bir havayolu şirketine satmaya çalışmalı, sponsorlarının katılmaktan başka çare bırakmadığı hazırlık turnuvalarında oynamalı, stadın ortasında konuşlanan eşkiyaları oradan atıp localarla çevirmeli tribünü, bilet fiyatlarına yüzde 100 zam yapmalı ki daha çok kazansın da daha çok yıldız alabilsin, fakir edebiyatını bırakmalı artık halkın değil zenginin takımı olmalı...

Artık Avrupa bu yolda yürüyor haklısınız, dünya buraya gidiyor çünkü dizginlenemez kapitalizm yeşil sahaları da her şeyiyle ele geçirmeden durmayacak. 100 yıllık kulüpleri 25 yaşındaki petrol zengini veletler oyuncak ediyor eline, dünyanın en iyi topçuları sakat da olsalar çıkıp sahaya oynamak zorunda kalıyorlar sponsorunun reklam anlaşması sebebiyle, göğsüne reklam almamak için her yolu deneyen kulüpler öyle bir darboğazın içine giriyor ki bir petrol şirketiyle anlaşıyor utana sıkıla, aşık olduğu renklere yıllarını vermiş insanlar maçları izlemeye stadlara gidemiyorlar artık emekli maaşları yetmediği için. Hatırlayın Looking for Eric’teki o muhteşem bar sahnesini, Manchester United’ı artık statta izleyemeyen postacılar ne diyorlardı orada, “Gücüm yetmiyor. Çocukları götürmeye gücüm yetmiyor. Otoparklar yalan söylemez! Bir bakın. Gidin de bir bakın. Maç günleri orada nasıl arabalar oluyor? Bizim almaya gücümüzün yetmeyeceği arabalar. Maça gidebilen kaç postacı tanıyorsun?” İşte ağzımız sulanarak izlediğimiz Premier Lig’deki örnek yapılanmanın gerçek sonuçlarından biri. 900 milyon dolar borca sahip, gerçek taraftarları stada gücü yetmediği için gidemeyen, ama birileri tarafından çok profesyonelce yönetilen bir dünya devi.

Bu dünyaya felaketten başka hiçbir şey getirmeyen kapitalizm ahlaksızca, kuralsızca, sınırsızca futbol sahalarına sızıyor ve çoğuna da sızdı. Tek hedefi para kazanmak, daha fazla kar etmek olan bir sistemin uygulayıcıları da aynı saikle yaşıyorlar doğal olarak. Beşiktaş tarihi, yapılan yeni formayı pazarlamak için kullanılacak yalan bir hikaye onlar için; Baba Hakkı, Marsilya’dan çalıntı damalı formalarına uyduracakları bir masalın aktörü, alt yapıdan yetişen pırlantalarımıza verdiğimiz değer, o pırlantanın piyasa koşullarındaki dolar karşılığı; yediğinden, içtiğinden artırıp takımını izlemeye çalışan taraftar, daha fazla tüketmesi, daha çok para ödemesi gereken bir müşteri...

Aynı torna tezgahından geçmemiş, herkesle aynılaşmamış bir Beşiktaş kültürü istiyorum ben. Tek doğrusu para kazanmak, ne şartla olursa olsun galip gelmek, tarihini-ruhunu pazarlamış, sermayenin eline oyuncak olmuş bir kulüp değil istediğim. Bu şartlarda bile anlatacak hikayesi olan, ruhunu hala koruyan, üç kuruş paraya adını sponsorlara satmayacak, taraftarını müşterileştirmemiş ve borsada bir kağıt parçasından daha fazla şey ifade eden bir kulüp istiyorum ben.
Her ne kadar bazıları aklınca dalga geçse de, Livorno’yu, ST.Pauli’yi, Celticli taraftar gruplarını, Liverpool’un Kop’unu, Athletic Bilbao’nun bir zamanlar reklamsız olan formasını, Barcelona-Franco savaşını birçok alanda aynılaşmayı reddettikleri için biliyor milyonlarca insan. O torna tezgahına girmeyin, herkesleşmeyin, pazarlık yapmayın ruh üzerine, beyazı kirletmeye çalışanların üstüne gözü kara gidin ve unutmayın ki gelecek gün bizimdir!

Robinho totemi

Ekşibeşiktaş ailesinde Robinho'yu koşulsuz, şartsız, canı gönülden takımına bekleyen tek kişi olarak sabaha karşı şu saatte totem yapmaya karar verdim. Bu totem Robinho'nun Beşiktaş'a gelmesi için buraya konmuştur. Altına girdiğiniz her türlü yorum totemi güçlendirecek ve gerçekleşmesini sağlayacaktır. Hadi beyler, hep beraber ellerimizi ağzımıza götürüyor ve glu glu dansımıza başlıyoruz!
29 Ağustos 2010 Pazar

Maç Geyiği: Karabükspor - Beşiktaş

- Normal şartlarda büyük takımın yaşlanmış oyuncusu şehrine geri döner ve yerine bir yeni oyuncu alınır. Bakıyorsun, Seriç Karabük'te, İbo Beşiktaş'ta. Acayip.

- Lige yeni çıkan her takımın "Lan bu herif nerede oynuyordu?" sorusunu sordurtmasına bayılıyorum.

- Zapo - Toraman ikilisini biz biliyorduk, Schuster de öğrendi. (mi acaba?)

- Tabata'yı günün yıldızı yapan, Sivok'u Karabük'e getirtmeyen, Nobre'ye çift haneli gol attırtmayan (demek ki 10 tek haneli, hımm), Cenk'in kurtarışını önce haftanın, sonra ayın, sonra sezonun, sonra da yüzyılın kurtarışı yapan spiker istemiyorum. (Kurtarış süperdi ona lafım yok.)

- Ofansif duran top organizasyonu çalıştığımız kadar defansif duran top organizasyonu çalışsak fena olmaz gibi geliyor bana.

- Nobre'nin grekoromen stili golü yakışmadı, penaltı ucuz... İlk yarıda aynısı İbo'nun başına gelmişti, karbon kopya oldu olaylar; ama Quaresma İbo'dan daha inandırıcı tabii.

- Beşiktaş'ın sağ açığı kim olsun yarışmasında Hilbert 1., Holosko 2., Tabata 3. sırada.

- Nobre ikinci yarının başında Delgado'nun yıllardır deneyip de atamadığı pası verdi lan. Delgado, maçı izliyorsan çok üzülme, ağlama.

- Emenike'nin ismi vasıtasıyla çok fena esprisi yapasım var ama kendimi tutuyorum.

- Bursaspor husumetinden sonra bir tane de kardeş takım edindik gailba bugün.

Ara