.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

19 Haziran 2010 Cumartesi

Özgür Basın Bunu Da Yazın

"ÇALIŞMADIĞI 2 yılın parasını alabilmek için küçüldükçe küçülen Daum, bugün ’sırat köprüsü’nden geçecek. 2000-01’de Leverkusen’i çalıştırırken kokain kullandığı ortaya çıkan ve Almanya’nın başına geçme şansını kaybeden Daum, aynı testi yine verecek! Nasıl mı? İşte detaylar." Yukarıdaki satırlar, bugün Milliyet, Hürriyet ve Vatan spor servisleri tarafından harfi harfine yayınlanmıştır. Bugün neden bu medyadan nefret ettiğimi bana tekrar hatırlattıkları için kendilerine teşekkür etmek istiyorum. http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/15073215.asp?gid=373 http://www.milliyet.com.tr/dauma-a-sac-ve-kan-testi-yapilacak/spor/sondakika/19.06.2010/1252839/default.htm http://haber.gazetevatan.com/dauma-kokain-testi/312072/5/Spor
18 Haziran 2010 Cuma

Quaresma Oley

Beşiktaş ile anlaşması Avrupa basınında dahi büyük yankı bulan Ricardo Quaresma, cuma günü Türkiye'ye geliyor. Futbolcuyu karşılamak için şimdiden hazırlıklara başlayan Beşiktaşlı taraftarların Atatürk Havalimanı'nda küçük çaplı bir izdiham yaratması beklendiğinden; bilinçli bir kısım taraftar tarafından, olası bir sakatlık ihtimaline karşı, futbolcu uçaktan iner inmez atkı, bere, elde ne varsa sarılıp aracına kadar o şekilde omuzlarda taşınacağı konuşuluyor.
Geçtiğimiz günlerde Beşiktaş'a imza attığı açıklanan Ricardo Quaresma'nın cuma günü yaklaşık bir buçuk saat rötar ile İstanbul'da olacak. Beşiktaş'a transferi ülke çapında büyük yankı uyandıran yıldız; Atatürk Havalimanı'nda transfer komitesi başkanı Serdar Adalı, transfer komitesi üyesi Cengiz Zülfikaroğlu ve bol miktarda Siyah-Beyazlı taraftar tarafından çiçeklerle karşılanacak.
Kendisine Beşiktaş şapkası ve kaşkolu taktıktan sonra yaşanacak Küçük Çaplı izdihamda zor anlar yaşaması beklenen Beşiktaş'ın çiçeği burnunda transferinin, daha sonra omuzlara alınması ve aracına kadar bu şekilde götürülmesi öngörülüyor. Yaklaşık iki bin kadar taraftarın, sürekli "Quaresma! Quaresma!" diye tezahüratlar yaparak Atatürk Havalimanı'nı bayram yerine çevireceği ve Yıldız futbolcu da el sallayarak taraftarları karşılayacağı da sızan haberler arasında.
Quaresma, havalimanında yapacağı açıklamada, taraftarların kendisini karşılamasıyla ilgili olarak "Fantastik bir ortam!" minvalinde bir şeyler söyledikten sonra, sözlerine "Daha önce de Türkiye'ye gelmiştim, ama şu an sanki hep buradaymışım gibi hissediyorum. Böyle bir atmosfere gelmekten dolayı mutluyum. Böyle bir ilgiyi beklemiyordum. Çok güzel günler yaşayacağız. Beşiktaş’ı defalarca televizyondan izledim. Takımım için elinden gelen her şeyi yapacağım" diye sürdüreceği konuşulurken; daha sonra kendisine gezdirilen tesislere hayran kalacağına ise neredeyse kesin gözüyle bakılıyor.
Ricardo Quaresma, Cumartesi günü sağlık kontrolünden geçirildikten sonra, BJK İnönü Stadı’nda saat 14.00’te basının ve taraftarın önünde sözleşme imzalayacak. Jöleli yıldızın sözleşmesi, Türkiye'ye gelen her futbolcunun sözleşmesine koyulan "Futbolcu, Türkiye ve kulüp bayraklarının aynı kadrajda bulunduğu bir yerin önünde gözleri bozuluncaya kadar fotoğraf çektirmek ve 'okey' işareti yapmak zorundadır" maddesi gereği, imza attıktan yaklaşık bir saat sonra yürürlüğe girecek.
Dördüncü haftadan itibaren ilk "koşmuyor" eleştirisini alacağı tahmin edilen portekizli yıldızın; olası bir gece gezmesinde kendisini "disiplinsizlik" ile suçlamak için ise spor yazarları adeta birbiriyle yarışıyor. İyimser bir kesim ise, henüz daha Türkiye'ye ayak basmadan hiçkimsenin haberi olmadığı 'trivela' gibi bir kelimeyi Türk futbolseverlerin aklına kazımayı başaran; okul, kıraathane demeden bir haftada en çok cümle içinde kullanılan kelime haline getiren ünlü futbolcunun; olumlu eleştiri de alabileceğini ihtimali üzerinde duruyor.

Büyük Başkan!

Fatih Demireli'ni tanıyor musunuz? Almanya'da çalışan bir spor muhabiri. Schuster ile yaptığı röportajda, Schuster'in Demirören ile 4 hafta önce görüştüğünü aktaran adam. Mehmet Çiftçi gibi sallama İspanyol gazetelerinden haber alan, İsmail Er gibi Kluivert'ı çocukluğundan Beşiktaşlı yapan birisi değil.
Demireli'nin tam özgeçmişini daha sonra borges'in kaleminden okuyabilirsiniz. Ben işin bizi ilgilendiren kısmı ile ilgileniyorum, onu alıntılıyorum:
Sonra Besiktas bir Alman teknik adamla anlasti. Bernd Schuster.. O transferi sonrasi Bundesliga.de'den kalma iliskilerini kullanip Schuster ile mail yoluyla bir röportaj yapti. Sorulari sordu, cevaplari sitede yayinladi, baska da bir sey yapmadi.. Bunu yani isini yaptigi icin bugün küfür yiyor, tehdit ediliyor ve daha da ötesi savunma yazisi icerisinde "annesinin takimi" diyerek Besiktas'i yüceltmesinden gaza gelen bir grup öküz anasiyla ilgili cümle kurma pesinde.. Dahasi.. ..Sadece isini yaptigi ve Schuster'den aldigi cevaplari sitede yayinladigi icin Besiktas yöneticileri tarafindan calistigi is yeri asagilaniyor, kendisi de yalanci, düzenbaz bir adam oluyor. NTV spor programi olan Spor Servisi , cok dogru bir sekilde röportaji yapan adami bulup programa cikariyor, gercegi daha da netlestirmek üzere adim atiyor, olan hem Fatih'e hem de Mehmet Demirkol-Fuat Akdag ikilisine oluyor.. Bu nasil bir mantiktir arkadasim?
Bir Beşiktaş yöneticisi, bir saygın spor kanalına konuk olup, buradaki en fanatik adamın etmeyeceği kalibrede laflar etti. Bugün hala daha Schuster sürecinde her şey yolunda gitmiş gibi haber yaptırılıyor.
Bizim Fenerbahçe, Galatasaray yöneticilerine yakıştırdığımız davranışları artık kendimizden de görüyoruz. İşin trajedisi ise şu: Bu lafları eden adam "Helal olsun Beşiktaş'ı ezdirmedi!" diye savunuluyor. Kendimize Müslümanız yani.
Bu kadar mı? Hayır.
Şeref Yalçın adlı ironi cazibesi bir yönetici, Haluk Yıldırım'a Akatlar'a girme cezası veriyor. Haluk'un suçu ne? Kendisine "başarısız oldu" diye eleştiri yönelten yöneticisine "e ama yani" demek en kibarından.
Beşiktaş Futbol Yatırımları Genel Müdürü Bülent Çağlar 1.5 ay içinde istifa ediyor. Niye? Kulüp onun istediği gibi bir mali denetim yap(a)madığı için.
Yani uzun lafın kısası, birileri bizim gözümüzün içine bakarak yalan söylüyor. Bir değil iki değil.
Ama bir dakika ya, Quaresma geliyor, Robinho yolda, Guti bitti. Beşiktaş'ı baltalamayın beyler! Büyük Başkan! Büyük Başkan! (Ve İnönü Stadı'ndan yükselir bu ses...)
17 Haziran 2010 Perşembe

Q7 Karşılama ve İmza Töreni

Karşılama: Cuma - 15.00 Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali
İmza Töreni: Cumartesi - 18:30 İnönü Stadı Havaalanında yaşanacak bilindik sıkıntıların (daha yumuşak bir kelime bulamadım) tekrardan boy gösterecek olmasından ötürü Quaresma’nın karşılanmasına ‘’ olsa da olur, olmasa da ... ‘’ gözüyle bakıyordum, ama Cumartesi günü saat 18:30’da İnönü’de gerçekleştirilecek imza töreninden ötürü de heves ve heyecanımızın kaybolmaması, dahası tribünleri dolduracak taraftar sayısına etki etmemesi adına ilk buluşmanın ve patlamanın İnönü’de yaşanmasından yanaydım. Bugün bile ‘’ yok yahu ne işim var törende ’’ diyen arkadaşlara denk geldiğim için 2 gün üst üste Quaresma için yollara düşecek olmanın tribündeki sayıya olumsuz yönde etki edeceğini düşünüyorum, ama diğer yandan havaalanındaki heyecan ve coşkunun ekran başındaki kitleye ‘’ lan keşke gitseymişiz ’’ dedirtip, Cumartesi günü için harekete geçirecek olmasına da güvenmiyor değilim. Ne diyelim ... Aylarca sabrettik, haftalarca uğraş verdik ve artık sonuna geldik. Kah yıllar sonra su ve elektriğe merhaba diyecek köylü gibi, kah okul yolunu 1 km kısaltacak tahta köprülerine kavuşacak öğrenciler gibi ... İşte böylesi bir heyecan ve bekleyiş hakim buralarda. Güzellikleri ile anılacak bir 2 gün geçirmemiz ve yaşatmamız dileğiyle. Şimdiden yolun açık olsun Quaresmacan. * Yönetimin imza töreni için binlerce meşale hazırlığında olduğu ve Quaresma'nın imzayı sağ dışla atacağı da sızan haberler arasında.

Alen'den-Haluk Yıldırım

Haluk'un tesislere girişi yasaklanmış. Yazıklar olsun... Bir daha Akatlar'a giden Fenerli olsun demem, diyemem... Ama gidesim hiç kalmadı. Altta yıllar önce Alen Markaryan'ın yazmış olduğu bir yazı var. Zamansız gelen ziyaretlerin en fetbazı, destursuz gecelerin en anlamsızı en madrabazıydı.. Ecel ismi verilen bu hayırsız, çatal yürekli bir gence takmıştı kafayı. Ölümle kol kola girmiş bu kanser bozuntusu, bu yiğit kardeşimizin lenflerine saldırıyordu. Amansız bir hastalığa yakalanan bu delikanlının, ayağına kadar gelen ecele bir çift kelamı vardı; "Ben istemeden, beni asla alamazsınız.." Ölümün karanlık suratına adeta tüküren, yaşamak sevincini asla yitirmeyen ve kanserin o cüzzamlı, o sinsi karakterine meydan okuyan bu kardeşimiz bir gerçeği daha ortaya çıkartıyordu. Yürek alır parayı.. Belki de Allah onu sevdiklerine bağışlamıştı. Ölüme karşı dimdik duruşu, tüm savaşların en görkemlisiydi.. Lakin bir savaştan çıkıp, başka bir savaşa gireceğini kim bilebilirdi ki? Zafer kutlamalarının en leylim zamanlarında, postacının eve getirdiği mektup ve onun içinden çıkan yazı savaşın başka bir cepheye kaydırıldığını gösteriyordu; "Sayın Haluk Yıldırım, kulübümüzle olan anlaşmanız feshedilmiştir. Kendinize kulüp bulunuz" cümleleri ahde vefanın anlam bütünlüğünü, gözlerinden akan iki çift damlaya teslim ediyordu. Oysa 10 seneye yakın hizmet ettiği camiadan bir teşekkür beklerdi. Yolları ayrılsa bile soğuk bir teşekkür kafi olabilirdi. Kanseri tokatlamanın keyfini yaşamadan, köşeye itilmenin filmini seyreden Haluk, onur savaşının ilk basamaklarını çıkıyordu. Senelerdir müessese takımlarının hegamonyasına tek başına dikilen Beşiktaş'la kesişti yolları Haluk'un.. Akatlar'daki ilk Ülker maçında onur mücadelesinin galip hali, salonu dolduran 4 bin Beşiktaş taraftarını kucaklarcasına açtığı kollarında gizliydi. Kadere ve terkedişmişliğe isyanın, çaresizliği kabul etmeyen haykırışların, Abdi İpekçi'deki son Ülker maçı bir ders niteliğindeydi. El Amin denilen basketbol sihirbazının skora itirazı, Haluk'un erken gelen ölüme itirazı gibiydi; "Ben istemeden bu maçı asla alamazsınız.." Bütün Ülker savunmasını darmadağın eden bu Pascal ruhlu adam, Haluk'a gönderilen o mektubun intikamını alıyordu. Basketbolda yıllarca yaşanan eziyet ve işkence, yani müessese kulüplerinin acımasız zulmü, elbet bir gün bitecektir. Nasıl ki Haluk kanser bitirimine avucunu yalatmıştır, Beşiktaş basketbol takımı da şampiyonluk mızrağını ligin en tepesine dikecektir. 27 Nisan 2005 Alen Markaryan
16 Haziran 2010 Çarşamba

Guti Yarışması sonuçlandı

Görmeyen var mı bilmiyorum, varsa onlar için tekrar kısa bir özet geçeyim. Quaresma Beşiktaş'a transfer olmadan önce 2010 yılı ocak ayında ismi Fenerbahçe ile anılmış. antu.com sitesinde büyük yankı uyandıran bu haber üzerine Fenerbahçeli arkadaşlarımız yorum üstüne yorum yazmışlar. Q7 gelirse şunu yaparım, bunu yaparım falan. Fakat bir ara ne olduysa forumda +18 olaylar dönmeye başlamış. Çıplak koşanlar, gezenler, kayanlar ardı ardına... -olursa karın üstünde çıplak kayarım -portekiz liginde tek başına maç alabilecek bir oyuncu iken, diğer liglerde pek boy gösteremedi. ha ama geliyo dersen yavaş yavaş soyunmaya başlarım? -quaresma gelirse ben almanyadan çıplak koşmaya hazırım -ben soyundum bekliyorum (koşmak için tabi ki) -çıplak koşmaya hazırlanınnnnnnn..... -iddia ediyorum q7 için çıplak koşarım diyen bir milyon kişi bulabilirim seksi fotoğrafları için tıklayınız Hazır elimizde şahane bir Guti dedikodusu varken gelin bu fırsatı kaçırmayalım. Guti gelirse ile başlayan ve akabinde en güzel iddiayı yorum olarak yazan taraftarı seçip yine her zamanki gibi burada yayınlayalım... Herkese bol şans... Not: Erotik olma şartı kaldırıldı, o konuda pek yaratıcı değilmişiz demek ki:) Yarışmayı kazanan iboay adlı arkadaşımız oldu. Kendisini tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz... İşte kazanan yorum:

"guti gelsin bogaziçi köprüsünde tanga giyip ogs den koşarak kaçak geçerim."

Sercan - Volkan - Ozan

Bursaspor’dan bir ya da iki oyuncu alacağımız –bana göre- kesin gibi. Gerek çıkan haberler, gerek Ertuğrul’un Holosko sevdası –ve Zapo’nun takıma oturması- gerekse de bizim Zapo ve Holosko ile bir şekilde yolları ayırma girişimlerimiz ve kontejan boşaltma arayışlarımız, son günlerde dillendirilen haberlerin er ya da geç bir şekilde gerçekleşeceğine işaret ediyor. Bu sadece Sercan olur veya Volkan ya da Ozan’dan birisi daha eklenir bilemiyorum, ama şu maliyet hesaplarına dair her kafadan bir ses çıkması cidden enteresan. Enteresan diyorum çünkü kimsenin (taraftar ve yönetimlerin) ortak bir noktada buluşamaması ve -isteklerde- uçurumların oluşması gibi tuhaf bir durum söz konusu. Şahsi fikrim, bu isimler için adam başı 5 milyon Euro’dan fazla verilmemesi yönünde. Hele ki Quaresma’nın 7.3 milyon €’ya geldiği bir ortamda, ama işte vakti zamanında transferlerde har vurup harman savurduğumuz için Holosko’nun gerçekten de ‘’ Burak + Koray + 5 milyon euro ’’ , Zapo’nun da ‘’ 4.5 milyon euro’’luk bir değeri olduğuna inanıyoruz. (Buna inanmayıp keriz yerine konulacağımızı düşünen ve sırf bu yüzden karşı çıkanlar da yok değil tabii) ( Zamanında Burak'tan kurtulmak adına kırk takla atmaya hazır olanların, şimdilerde maliyet hesaplarına Burak'ı da dahil edip ''ama o'nun da şu kadarlık bedeli vardı'' demelerine değinmek gelmiyor içimden. ) Halbuki 2 milyon Euro’ya aldığımız Gordon’u daha geçen hafta ‘’yeter ki kurtulalım’’ diyerekten 400.000 Euro’ya elden çıkardık, ama gelgelelim olası takasta koparılacak olası yaygara kadar gündeme gelmişliği yoktur bu transfer hikâyesinin. Bugün Bursaspor’a –sırf kazıklanmamak pahasına- hayır deyip, ilerleyen yıllarda Holosko ve Zapo’dan kâr elde etme telaşına düşersek, Zapo’nun akıbeti de –bana göre- Gordon’dan farksız olacaktır. Hee ne olur, 400 değil de 1.400'e satarız, ki aynı şey Holosko için de geçerli; İtalya ve Paraguay filelerini toplamda iki kez havalandırmadığı taktirde Holosko’dan da elle tutulur bir gelir elde edemeyeceğimiz çok açık. (ki grubun çıtır çerez ekibine karşı aldığı süreyi gördükten sonra, gelecek maçlara ve alacağı süreye dair fikrim de ancak 2 farklı geriye düşmeleri halinde yüzüne bakılacağı yönünde) Holosko ve Zapo’dan kurtulmak, hem yabancı transferi için kontejan açmak, hem de anlaşılması halinde ihtiyaç duyduğumuz bölgelerin, bu ligin kendi mevkilerindeki en başarılı ve genç yetenekleri ile doldurulması anlamına geliyor. Bir an formaları değiştirip elimizdeki Sercan’a karşılık, Holosko+Zapo teklifi ile kapımızın çalındığını düşündüğümüz vakit bile komik olmasa da yetersiz ve dengesiz bir teklif olduğunu görmek mümkün. O yüzden verilmesi gündemde olan bir miktar parayı normal karşılıyorum. Benim kabul edebileceğim max. hesap; Holosko + Zapo + 3 milyon Euro = Sercan Holosko + Zapo + 6-7 milyon Euro = Sercan + Ozan veya Volkan İddia edildiği gibi Guti transferi de gerçekleşirse, Beşiktaş tarihinin en komple kadrolarından birini kurmuş olacağız. O yüzden zarar edeceksek dahi, -eksikleri giderecek- kaliteli bir yerli santrafor ve kaliteli bir yerli kanat oyuncusu uğruna etmeye dünden razıyım. Hele ki elimizde vazgeçilmesi zor Sivok, Ferrari, Ernst, Quaresma, Bobo ve Schuster’in kendi getireceği 1 yabancı olduğunu varsayarsak. Ama yok 6 yabancı uğruna, zaman zaman Bobo'nun kesik yemesi, zaman zaman da Ekrem'in kanada kaydırılması veya Quaresma'nın tek başına takımı uçurup, sezon boyunca '' bir '' kanat ile idare etmenin sıkıntı yaratmayacağı düşünülüyorsa Holosko'ya karşılık '' Sercan + bir miktar para '' pişkinliğine de soyunabiliriz, nasılsa Adalı ve Zülfikaroğlu da fazlasıyla formdalar. Ekleme: Bu takımın bir kanadını Quaresma'ya emanet edip, diğer kanadında da geride bıraktığımız sezonun sorunları ile ''tekrardan'' boğuşacak olmamız, bize bu sözü edilen ve sıcak bakılmayan '' + milyon euro '' lardan çok daha pahalıya mâl olacaktır. * Sercan'ın yeni bir Ahmet Dursun olacağına inanıyorum.

Ricardo Quaresma

Dün gece, gene iş için gittiğim İzmir'den, gene zil zurna dönüyorum. (Uçağa binemediğimden, rahat ediyorum bu haliyle, uyuması falan kolay oluyor.) Otobüste hitman filmini açıyorum. Üçüncü kez, geçen iki sefer izlerken sızmışım, onu izleyeyim, tamamlayayım bari diyorum. Filmin yarısı ezberinde, sonraki yarısı hakkında hiçbir fikrim yok, çok da merak ediyorum;Kararlıyım bu sefer. İzlemeye başlıyorum, biraz sonrasında işte Quaresma var. Beşiktaş ile anlaşmış, Beşiktaş'ta oynayacakmış; heyecanlanıyorum. Sahada onu izliyorum, oyununu izliyorum, çalımlarını izliyorum, gollerini izliyorum. Her şey süper, o çok iyi oynuyor, mutlu; taraftar çok daha mutlu, vs... bunun gibi bişeyler, bişeyler daha... "Ulan bu adam ne güzel oldu ya!" diyorum. "Ne zamandır Beşiktaş'ta futbolcuların üstünlüğünü en başından kabul ettiği, tartışmasız bir 'lider' yoktu, bu herif geldi buna soyundu, yapıyor da" diyorum. İyi, güzel... Sonra işte "sayın yolcularımız, susurluğa geldik; gidin işeyin" anonsu giriyor araya, uyanıyorum. Hitmen falan kalmamış (haliyle), midem bok gibi olmuş, susamışım, başım dönüyor, hayvan gibiyim. Uykumdan da alıkonmuş. O sinirle de "hay amına koyim rüyaymış" diyorum. Sonra aşağı inerken otobüsten, aklıma geliyor. "eheh" diyorum, "o kadar da rüya değil"; rahatlıyorum gene.
Velhasıl, olmayacak şey değil yukarıdaki ihtimal. Hatta olması çok da muhtemel. Şimdi bu adam, ya oynayacak, ya oynamayacak. Başka ihtimal yok. "öyle şımarık", "böyle disiplinsiz", "pas vermiyor", "bencil" vb. de bir ton eleştiri alacak her iki ihtimalde de. bunlar da olacak. "biz demiştik" olacak, gidecek adam devre arasında "gerizekâlılığın olduğu yerde ben yokum" diyerek. Bu da ihtimal ve bu da çok muhtemel.
Burada esas gösterilmesi gereken bambaşka bir şey ama Beşiktaş taraftarının; gerek mevcut yönetime, gerekse müstakbel olacaklara. Quaresma transferi, şu açıdan milat Beşiktaş camiası için:
Bu adamı sevip sevmemek; isteyip istememek değil mevzu. "Biz böyle adamları getirdiğimizde, bonservis bizim kasamızdan çıkmıyor demek ki" bilincini oluşturacak kadar forma satması gerekiyor bu transferin, ki bundan sonra 'senin de' çok sevineceğin daha iyilerinin (daha iyi = daha disiplinlisi, daha efendisi? soyunup yanına yattığında elini sürmeyeni? ne bekliyorsun bilmiyorum bir futbolcudan) de yolunu açmış olacaksın bir forma alarak. O işe yarayacak. "world class" transfer piyasasına yönelteceksin transfer komitesini, ona teşvik edeceksin. O yüzden, bu herifin transferi, çok kötü oynayıp devre arasında gönderildiği kurguda bile uzun vadede Beşiktaş'ın çok çok lehine bir hamle gibi görünüyor. Yeter ki bonservisini kurtaracak veya az da olsa kâra geçirecek kadar forma satılmış olsun. Çok zor bir şey değil bu; en fazla 100,00 lira harcayarak, adamların vizyonunu genişletmek artık taraftarın elinde. Yönetimin yaptığı bu şahane muz ortayı iyi değerlendirip, topu ağlara göndermek gerekiyor diye düşünüyorum.

Holosko.. İyi ki Uzatılmış Sözleşmesi

Holosko'nun ligde ayrı, milli takımında ayrı performans gösteren oyunculardan çıkması çok üzdü beni. Bir Beşiktaş performansını düşünün, bir de Dünya Kupası.. Bizdeyken topla hep en dış bölgede buluşurdu (yani ofsaytı bozacak tüm rakipleri önünde, kör noktada değil), buna rağmen hep ofsayta düşerdi. Bakıyorum bugün Yeni Zelanda karşısında ofsayta düşmedi henüz, ideal bir hücumcu gibi; kontrollü. Baskı görünce sinerdi, bugün hiç sinmedi. Gol vuruşları bir hücumcuya göre inanılmaz aksıyordu, henüz gol de kaçırmadı. Golleri de yolda gözüküyor bu 'yeteneği' ve hırsıyla. Maç İnönü'de olsa dahi en büyük hayali kontratak yakalamaktı.. bugünse büyük bir takımın sağ ön oyuncusu gibi; içeri katediyor, çizgiye iniyor, rakiplerinin üstüne üstüne çalışıyor. Beşiktaş'ta İnönü deplasman farketmez uykuda gibi gezerdi, adamı vuvuzelalar da sindiremiyor şu anda. Kızgınım biraz tabi koca seneyi heba ettiği için.. ama bu D.K. performansıyla yolda gözüken Tottenham transferi ve gelecek olan bonservisi düşününce sakinleşiyorum. İyi ki sezonun bitmesine 3 ay kala 3 senelik imzayı basmışız.

Hayırlı Olsun

Şirketimiz Inter´in oyuncusu Ricardo Quaresma ile 3 yıllık (2012-2013 sezon sonuna kadar) sözleşme imzalamıştır. Sözleşme karşılığında oyuncuya 2010-2011 sezonu için 3.500.000.EUR‚ 2011-2012 sezonu için 3.750.000.EUR ve 2012-2013 sezonu için 3.750.000.EUR ödenecektir. Inter kulubüne ise futbolcunun sözleşme fesih bedeli olarak 7.300.000.EUR ödenecektir.

Bosman Kuralı

Ülkemizde bazı kavram ve kuralların sindirilmesi bazen çok güç olabiliyor. Anlaşılamayan, doğru yorumlanmayan 6+2 gibi kuralı gibi, Bosman kanunu da üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen anlaşılabilmiş değil. Genç oyuncu alalım, üç sene oynatır, maliyetinin üç katına satarız. Hesap güzel de, bugün itibariyle futbol piyasasının değişen şartları nedeniyle çarşıya uymuyor. Emre Belözoğlu ve Okan Buruk'un Inter'e transferlerini düşünün. Galatasaray bu oyunculardan tek kuruş kazanamadan gittiler. Hatta Inter, "bonservisiniz elinde gelin, yoksa gelmeyin" diye rest çekti. Serdar Özkan altyapımızın son ürünlerinden. Beşiktaş'a iki kuruş kazandırmadan gitti. İbrahim Kaş götürüsü getirisinden fazla olanlardan... Dönün Avrupa'ya... Arsenal "genç alalım, oynatır satarız" ekolünden. Mathieu Flamini'yi elinde tutamadı. Manchester City'nin transfer piyasasını allak bullak etmesinden ötürü Kolo Toure Arsenal yönetimine "Beni ya bu sene City'e görderin yoksa seneye bonservisim elimde giderim" resti çekti. Oysa Toure'nin 1 yıllık sözleşmesi vardı. Arsenal Toure'yi piyasa değerinin altında bir rakama elden çıkarmak zorunda kaldı. Dünya futbolunun prensipleri ve şartları gün geçtikçe değişiyor. Artık 23 yaşındaki bir oyuncuyla 28 yaşındaki oyuncu arasında transfer değeri olarak pek bir fark yok. Çünkü oyuncunun sizinle kontrata bağlı olarak oynayacağı süre belli. 23 yaşındaki oyuncu 26 yaşında, 28 yaşındaki oyuncu 31 yaşında elini kolunu sallayarak kulüpten ayrılabiliyor. Eğer siz 3 yıllık bir anlaşmaya imza atıyorsanız, oyuncunun yaşının ne önemi olabilir? Evet, siz de haklısınız. 26 yaşındaki oyuncunun piyasa değeri 31 yaşındakine oranla daha yüksektir. O zaman sözleşmesinin son senesine giren oyuncuyla ya kontrat uzatacaksınız ya da elden çıkarmaya çalışacaksınız. Bkz: Marouane Chamakh. Arsenal elindeki "sezon sonunda serbest kalır" kozuyla 1 sene boyunca Bordeaux yönetimiyle pazarlığa girdi. Şartlar oluşmayınca oyuncu bonservisi elinde geldi. Kaybeden Bordeaux oldu. Burada iki farklı yönetim üslubundan bahsedilebilir. Ya 2010 yılında sözleşme yaptığınız oyuncunun 2012'deki muhtemel transferini planlayacaksınız, ya da oyuncunun satışını düşünmeyip uzun vadeli bir ortaklık peşinde olacaksınız. John Carew'i düşünün. İlk yılının sonunda Türkiye'den ayrılmak istedi. Beşiktaş yönetimi olumlu karşılamasaydı kontratının sonuna kadar burada oynamak zorundaydı. Lakin o ihtimal gerçekleşseydi, büyük ihtimalle Carew bonservisi elinde olarak kulüpten ayrılacaktı. Beşiktaş kulübü o riski almayıp Carew'i göndermeyi tercih etti. Neticede Carew gelip 1 sene oynayıp Beşiktaş'a hiç bir değer kazandırmayan futbolcu olarak tarihe geçti. Öyleyse, Miroslaw Stoch'u alalım 2 sene sonra üç katına satarız demenin futbol piyasasının gerçekleriyle uzlaşır tarafı yok. 2 sene sonra sözleşmesinin bitmesine sadece 1 sene kalmış Stoch'un bonservisi elinde "istediği takıma" gitme şansı olmayacak mı? Stoch gerçekten hedefleri ve kapasitesi olan bir oyuncuysa, bu yolu tırmalamayacak mı? Artık genç oyuncu alalım, iyi paraya satarız devri kapanmıştır. Manchester City gibi bazı takımlar nedeniyle tüm piyasa şartları yerinden oynamıştır. Artık ne Arsenal'den oyuncu koparan City, ne Bordeaux'dan oyuncu koparan Arsenal, ne de Beşiktaş'tan oyuncu koparan Bordeaux eski piyasa şartlarıyla transfer süreçlerini yönetemezler. Kulüplerin transferdeki odaklanması gereken temel şey, oyuncunun kontrat süresince göstereceği performans olmalıdır. Son senesine kadar sözleşmesi yenilenmemiş Elano Türkiye'de kalır mı? Keita kalır mı? Gelmek için bu kadar nazlanan Quaresma kalır mı? Kalmaz! Dünya Kupası oynayıp kaçmak isteyen Keita -isterse 1-2 milyon euro da fazladan para bıraksın-, Galatasaray için başarılı bir transfer öznesi kabul edilebilir mi? Elano aynı şekilde. Türk takımları artık "parlatır satarız" mantığıyla transfer yapmamalıdırlar. Çünkü oyuncuları satın aldıkları yerler zaten Inter, Lyon, Manchester City, Chelsea gibi Avrupa'nın üst düzey kulüpleridir. Fenerbahçe Stoch'u parlatıp tekrar Chelsea'ye üç katına satamayacaksa alıp oynatmanın formülüne odaklanmalıdır.
13 Haziran 2010 Pazar

Almanya 4 - 0 Avustralya

I. Maç Öncesi shelbyl: Borges varken bize laf düşmez aslında, o yüzden kısa keseceğim. Almanya'nın en büyük soru işareti ortasaha ikilisinin nasıl oluşacağı ve nasıl bir performans göstereceği idi. Bu soru işaretinin çözüme ulaşacağı, ve de kupanın favorilerinden birinin seyri defterinin az çok dürüleceği bir karşılaşma olacak. Avustralya'nın en büyük olayı taş gibi orta sahaları. Bresciano, Grella, Cahill, Emerton, Culina. Lakin Viduka sonrası bir forvet yetersizliği, Avustralya'nın kupa geleceğini karartmakta. Almanların yaratıcı isimleri Özil ve Marin sayesinde bir şekilde gol atacağını, Avustralya'nın ise karşılık veremeyeceğini düşünüyorum. Ama mücadele seven futbol izleyicisi zevk alacaktır bu maçtan.
II. Maç Sonrası
shelbyl: Daha maç bitmedi ama ben şimdiden diyeyim diyeceğimi: Löw çok büyük hoca. Yani bu kadar soru işaretli Almanya'yı, kağıt üstünde oldukça dirençli gözüken Avustralya karşısında böyle bir futbolla sonuca ulaştırmak başarıdır. Hoş, Löw'e biraz da Schweinsteiger'den bir CM yaratan van Gaal asist yapmış oluyor, ama gene de...
Bu maçla ilgili de başka ne denir bilmiyorum. Ama Avustralya'ya üzüldüm, sempatik bir takımdı gözümde, fena oldu.

Sırbistan 0 - 1 Gana

I. Maç Öncesi shelbyl: Turnuvanın benim açımdan en ilgi çekici maçlarından birisi bu. İki adet çok başarılı genç jenerasyon yakalamış takımın mücadelesi, eminim ki en çok zevk veren karşılaşmalardan birisi olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken isimleri saymaya kalksam iki takımın ilk 11'ini yazmam gerekecek, o yüzden hiç o mevzuya girmiyorum bile. Benim için ibre Sırbistan'dan yana, zira geçen kupanın sürprizi Gana en önemli adamlarından Essiensiz ve Appiah'ın yanında da kocaman bir soru işareti var. Kronik forvet hattı problemleri de cabası. Şüphe götürmez bir şey güzel maç olacağı. İzleyin, izlettirin.
II. Maç Sonrası
shelbyl: İddaa kuponunu falan unuttum, şu maçı Sırbistan kazansa cidden üzülecektim. Sırbistanlılar futbol adına ortaya hiçbir şey koyamadılar açıkçası. Konsantrasyon eksikliği ile açıklanır sanırım bu ya da bilmediğimiz başka bir sorun var, ama hiçbir Sırbistanlı oyuncunun bu maçı kazanmak için en ufak isteği, azmi vs. gösterdiğini söyleyemeyiz. Basit hatalar da (kırmızı kart, elle müdahale ve penaltı) cabası, sanırsın ki Sırbistanlılar Gana'nın galibiyetine oynamışlar.
Gana'nın forvetsizliği devam ediyor. Ben bu kadar daha yeteneksiz ve de aynı anda bencil forvet elemanlarını daha bir arada görmedim. Bir tek Gyan Asamoah var ki o da zaten penaltı golünü attı. Gana teknik direktörüne tavsiyem forvet oyuncularına "takım çalışması" yaptırması. Birbirlerine karpuz atsınlar falan mesela.
Gana defansı sağlam durdu, ama maçın genelinde yıldızlaştı diyeceğimiz bir oyuncu yok. Kingson'ın dramıyla bir daha yüzleştik, elemana yazık ya, niye takım bulamıyor bu adam?
Almanya ve Avustralya'nın olduğu bir grupta Sırbistan işini imkansız derecesine getirmiş bulundu. Ama bu kadar rezil bir performanstan sonra kesinlikle yakınmaya hakları yok.
Bir Afrikalı takım kapıyı araladı, kısmet diğerlerinin başına.

Cezayir 0 - 1 Slovenya

I. Maç Öncesi shelbyl: Hava güzel olduğu takdirde kimsenin iplemeyeceği maçlardan birisi daha. İngiltere ve ABD'nin domine etmesi beklenen grupta ekstra faktör olmaya çalışacak iki takımın mücadelesi. Cezayir, Kerimlerinden keramet bekleyecek bugün. (Bu esprinin telif hakkı bana aittir, Star gazetesinde falan görürsem bozuşuruz.) Karim Matmour ve Karim Ziani takımın yıldızları. Slovenya ise İtalyan tezgahından geçmiş defansı, kalecisi Handanovic ve forvetteki tecrübeli Novakovic ile ön plana çıkıyor. Bundan gayrı ne desem boş. Beraberlik diye bağıran bir başka maç bu. Ama illa biri kazansın isterseniz, benim gönlüm Rusya ve Çek Cumhuriyeti gibi iki ekibi saf dışı edebilmiş Slovenya'dan yana olacaktır. eser gökulu: Nedense bu tip maçlar bana çok daha ilgi çekici geliyor. Sonuçta şu grup maçları dışında bir daha Cezayir'i canlı izleme fırsatım olur mu cidden bilmiyorum ama bulmuşken de burun kırın edip izlemeyeceksek kendi adıma söyleyeyim, futbola ihanet etmiş olurum. Zaten Dünya Kupası’nı bu denli güzel ve farklı kılan da Cezayir, Yeni Zelanda, Honduras hatta Kore gibi ekiplerin varlığı değildir midir ? O yüzdendir ki böylesi renkleri ve heyecanları yakalamışken, öğle vakti de olsa, temposuz geçmeye aday da olsa, eşi dostu kırıp deli gibi koşmalı peşinden. Her ne kadar kuponum ''Slovenya yenilmez'' diyorsa da, son 3 yılın Afrika şampiyonu Mısır’ı saf dışı bırakıp da bu noktalara gelmiş olmaları Cezayir'e saygı duymak adına fazlasıyla yeterli bir sebep. Onun dışında Fifa'nın yeni kural değişikliği ile Fransa Genç Milli takım oyuncularıyla harmanlanmış olmaları da şüphesiz ki Cezayir'e farklı bir hava katacaktır, ama işte eski havalarını bilmediğimiz için bu konuya ilişkin bir maç sonu değerlendirmesi de namümkün.

Ara