.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

18 Eylül 2010 Cumartesi

Gündoğdu

Beşiktaş - CSKA Sofya
16 Eylül 2010
Avrupa ligi kura çekiminde belki de ilk defa hepimizin içine yatan, bizleri sevindiren bir gruba düşmüştük. Bunun sadece şansla alakalı olduğunu sananlar da olabilir ama bana kalırsa birazda “zar, bilene gelir” misali, oynadığı futbolla Avrupa’da bir yerlere gelebilecek bir takım haline gelen Beşiktaş bu grubu da haketmişti. Son lig maçında Quaresma olmadan atılan 4 gol yüzleri güldürüyor, maçın hafta içi olmasına rağmen saat 22.05’te başlaması maç öncesi Kazanı ve Büyük Beşiktaş Çarşısı’nın önündeki meydanı doldurmaya yetiyordu.
Bu maç için şehir dışından gelicek arkadaşlarımızla semtte buluştuğumuzda hızla tüketilmeye başlanan biralar ve elden ele gezen bir şişe ne idüğü belirsiz bir içki vardı. Şimdi bu alkol hadisesinde belli sakatlıklar var, tartışılıyor, haklı olunan noktalar da yok değil. Maalesef ağzıyla içemeyen arkadaşlar oluyor, o konuya da değinirim ama senin benim gibi işi tadında bırakanlar için, ve özellikle şehir dışından maçlara ara sıra gelebilenler için semtte içip maça yürümek tribün kültürünün bir parçası oldu. Tribün, tat alabiliyorsanız eğlenceli bir şey. Kazan’da çakırkeyif olup bağıra bağıra hep birlikte tezahürat yapmak, köyiçinde bütün sokağın rakı kadehlerini kaldırarak şarkı söylemesi, şairlerde yayıla yayıla siyah poşetleri boş bira kutularıyla doldururken geçen zaman hep eğlenceli şeyler. Bunu aynı çatı aldında olduğunuzda birşeyler paylaşabildiğiniz, istisnasız hepinizin bir ortak noktası olan Beşiktaşlı insanlarla yapmak daha da keyifli. Anlatıldığı zaman yaşayamayanların imrendiği, ve gelebildikleri ilk maçta hemen o atmosferi yaşamak istedikleri bir kültür bu. E tabi bizde misafirlerimizi kırmadık, hep birlikte güzelce vakit geçirdik.
Dolmabahçe yolu, kazandan hareket eden grubun caddeye çıkması ve meşaleleri yakmasıyla hareketlendi. Biz de o hengame atlatıldıktan sonra yavaş yavaş ilerlemeye başladık. Herkesin dilinde Quaresma yokmuş, Schuster Fenerbahçe maçına saklıyormuş muhabbeti dönüyordu. CSKA’nın bizim kalemimiz bir takım olmadğını biliyorduk ama işte Beşiktaşlı olmanın getirdiği bir rahatsızlık herkeste vardı. Gelen misafir arkadaşlarımız, buradaki bir grupla birlikte yeni açık tribününe geçtiler, ben kapalı alta girdim. Kapalı üst tribünden bir arkadaşla maçtan önce konuşmuştuk, girince onu aradım, sağolsun bir el attı hop asansörü yapıp yukarı çıkıverdim. Maçtan önce kapalı üstten tribün şöyleydi;
Sopalı bayraklar harıl harıl tribüne dağıtılıyordu. O sıra stad mikrofonundan bayrak ve flamaların saat 10’da açılıp 5 dakika açık kalacağına dair bir bilgi geldi. Maç öncesi stad hoparlörlerinden yapılan bu duyurular organizasyon açısından önemli gerçekten. Yoksa internetten veya kulaktan dolma bilgilerle istenilen tam yapılamayabiliyor. Bütün tribünü ilgilendiren aktivitelerde bu tarz uygulamalar daha sık olmalı.
Bu sene diğer maçlarda olduğu gibi bu maçtada İnönü yükünü almıştı. Takım ısınmaya çıkar çıkmaz gene ilk olarak Necip Uysal diye bağırıldı. Tabi o ilk 11’de olmadığı için sahada değildi. Daha sonra sıradan tribüne çağırmalar başladı. Bu arada CSKA taraftarları da kendilerine ayrılan deplasman tribünü kısmını %70 gibi doldurmuşlardı. Tribünün konspeti kırmızı ağırlıklıydı. Pankartlarından en dikkat çekici olanı da “Red or Dead”di. Bizim tribünün efsane pankartlarından olan “Siyah Beyaz Ölüm Yaşam”ı çağrıştırıyordu. Bulgarlar arada gaza gelip seslerini duyurmaya çalışıyorlardı ama tabi her bağırışlarında klasik karşılıklı hareket çekmeler ve “F..k you CSKA” tezahüratları ile bastırılıyordu.
Takımlar sahaya çıkmadan hemen önce saat 22.00 olmuş ve dağıtılan sopalı bayraklar açılmıştı. Gerçekten güzel görünüyordu. Tam önümde kocaman bir tanesi açık olduğu için o manzaranın fotoğrafını çekemedim ama gerçekten görülmeye değerdi. Hemen her biri farklı bir yazı ve imaj içeriyordu. Aralarında hayvan barınaklarına değinen sosyal mesajlı olan bile vardı. Spreyle el emeği göz nuru yapılmış bu bayraklar ile fabrikasyon hazırlanmış brandalar arasında çok fark var. Forza sprey!
Artık bayrakların toplanma vakti gelmişti ve galiba bu hengamede kapalı tribün santrayı kaçırdı. Evet bildiğin santrayı kaçırdık. Santrayla omuz omuza diye bağırılırken bir baktık ne santra kalmış ne bişey. Eh ne yapalım diyerek gecikmeli de olsa giriverdik omuz omuzaya ve startı verdik. İlk yarı tribün gene fena değildi denebilir, golü beklerken yapılan kartal gol gol’ler vs.. idare ederdi. Ama artık herkes golü beklediğinden stres giderek arttı. Genel olarak takımın ilk yarı performansı da kötü olunca etraftan söylenmeler başladı. Özellikle Hilbert ilk yarıda bir takım nahoş beyanatların öznesi olmadı desem yalan olur. Tabi CSKA’nın hiç atak yapmaya niyeti olmadığı belli olduğu için sadece atacağımız golü bekliyorduk.
Devre arasında kapalı üstte hemen önümüzde bitmeyen bir arbede yaşandı. Ağızlar burunlar kırıldı bu sefer. Bir tarafın yanında 10 yaşında çocuklar vardı, onlara yazık oldu. Ağlamaktan bitap düştü garipler. Gene Ayhan abi geldi olayların içine, taraflara müdehale etti ama gerginliğin tamamen dinmesi epey sürdü. Bu arada ikinci devre başladı ve tribün olarak sıfırı çektik resmen. Kapalının %70i işi gücü bıraktı maça daldı. Herkes bir golü bekliyordu ve o gol gelmedikçe o istenilen tezahüratlar bir türlü giremiyordu. Burada eleştiri getirebileceğim bir nokta ise ikinci yarının ortalarında herkes uyurken kutudan çıkan tezahürat seçimleriydi. Bir türlü kıvamı yakalayıp milleti uykusundan uyandırmayı beceremediler. Tersine bol tekrarlı, milletin 2-3 defa söyleyip sıkıldığı marşları dakikalarca döndürdüler. Ve hal böyle olunca da sıkıntı bir türlü geçmedi. Ta ki Ernst’in maç sonuna denk gelen golüne kadar.
Sadece kapalı tribün değil, bütün İnönü’nün 90 dakikadır beklediği işte bu goldü. Maçın sonunda gelmesiyle birlikte ortalık tam anlamıyla yıkılmaya başladı. CSKA tarafına yapılan “koyduk mu?” tezahüratı ve akıllara hemencecik geliveren Fenerbahçe maçı ilk sıralarda yerlerini aldılar. Bu arada maç bitmişti tabi ama kimsenin umurunda değildi. Niyeti bozmuş dale cavaseye giriyorduk. Önce kapalı alt üst başladık. Yeni açıkta sıranın kendilerine geleceğini bildiğinden çıkmıyordu. Hareketleri sıradan geçip yeni açığa pası attık ve bu sefer karşılıklı başladık. Gene alkışlar yapıldı, formalar çıkartılıp sallandı. Tribün beklediği patlamayı saat 00.00’da yapabilmişti nihayet. Maç sonu gerginliği yüzünden girilemeyen Gündoğdu’da adına yaraşır bir şekilde yeni günün ilk dakikalarında artık iyice azalmış olan tribünün inatçı kalanlarıyla söylendi. Yumruklar havada, akıllar Kadıköydeydi.
17 Eylül 2010 Cuma

Dans et şampiyon

dans et şampiyon, kimsesizler yurdundaki yalnız çocuklar için dans et... çocuklar için aç ortalarını... kiralarını ödeyemeyen işsizler için dans et, şu renklinin işini bitir... meyhanelerdeki ayyaşlar için dans et şampiyon, kanserden geberen yoksul hastalar için, kefaletleri ödenmeyen sefil mahkümlar için, herkesin terkettiği eroinmanlar için, kocaları olmayan gencecik hamile kızlar için... dans et şampiyon, savaş onlar için! bu renklinin işini bitir, savunmasını dağıt hepsinin... düşkünler yurdundaki zavallılar için, emeklilik maaşı alamayan yaşlılar için, pis bir sokakta müşteri bekleyen yaşlı ve yorgun orospular için... meyhanelerde oturmuş demlenen bütün yalnız kalpler için... bilardo salonlarındaki yalnızlar için, sokak köşelerindeki yalnızlar için, dans et şampiyon, savaş onlar için... temizlik işçileri için gelişine salla şutlarını; hava limanlarında, otobüs duraklarında, benzin istasyonlarında yerleri süpüren küçük insanlar için... savaş onlar için şampiyon! otellerde yatakları yapıp tuvaletleri temizleyen küçük odacı kızlar için dersini ver şu rakibin! seni yeniden hayata döndürenler barça değildi, chelsea değildi, inter değildi... beşiktaş tribünü hayata döndürdü seni... şimdi o tribünler adına savaş, hadi yavrum işini bitir şu kendini bilmezlerin... bu saha ikinize fazla, hadi bitir işini, takım dizilişini paramparça et... yoksullar adına şampiyon, yoksullar adına! dans et şampiyon, hadi oğlum, dans et! Not: Muhammed Ali Clay'in antrenörü Drew Bundini Brown tarafından George Foreman ile yapacağı maç öncesi yapılan konuşmadan uyarlanmıştır.

4 - Hele - HöyHöy

Dün staddan gördüğüm kadarıyla - zaten herkesin de bahsettiği gibi - 2 farklı Beşiktaş izledik. Bu iki farklı Beşiktaş'ı değerlendirmek gerekirse herhalde 2. yarıdaki Beşiktaş "abi işte bu yeaa" diyeceği Beşiktaştır diye düşünüyorum. Rotasyon, bugün ben futbol izliyorum diyen herkesin kullandığı bir kelimedir. Anlamı da zor değildir zaten. - Hep Rotasyondan abi - Haa tamam o zaman Defanstaki rotasyona alıştık, çok rahatsız etmiyor hem takımı hem tribünü. Zapo'nun tribünlerle barışması sonucunda hele iyice benimsedi artık taraftar Ferrari'nin olmama ihtimalini de. Ama orta sahadaki rotasyonun ölçüsü, takımın dengesini bozabilecek nitelikte olabiliyor. Çift önliberoya alışmış bir orta sahayı tamamen Ernst'e teslim ederek çıktı Beşiktaş sahaya. Tabata'nın artan formu da bunda etken oldu tabi. Fakat, Tabata artan formunu sonradan oyuna girip oyuna hareket getirmesine borçlu belki de. İlk 11'de sahaya çıkınca ne yapacağını kime nasıl yardım edeceğini şaşırmış durumdaydı ilk yarı. Sağda Hilbert, Solda Holosko - özellikle Holosko - genç takımdan A takıma alınmış teoride futbol bilgisi olan ama pratiğe henüz dökmeye hazır olmayan futbolcular gibiydiler. Orta sahadaki bütün bu olumsuzluklara rağmen pozisyonlar bulmamız tek olumlu şeydi ilk yarıda. İkinci yarıda ise, başlıkta yazdığım, 4 - Hele - HöyHöy taktiğine döndük. 4'lü savunma yerinde(Çoğu zaman!) onun önünde herkesin yer yerde olabildiği bir orta saha. Hilbert'i genelde solda gördük ama ortayı doldurma çabası da vardı bir yandan. Ernst'i Guti'nin önünde gördük kimi zaman, Guti oyun kurarken, Bobo-Nobre aynı şekilde çapraz koşular yaptı devamlı. Quaresma girdi, solda başladı top almak için ortaya çok geldi. Israrla sağdan oynadı ama takım. Hilbert yer değiştirmeye, tabiri caizse "akmaya" başlayınca Tabata biraz daha rahatladı. Takım bir hareketlendi. Bu 4-Hele-HöyHöy taktiği zannediyorum ki "Nasıl olsa gol atarız abi yeaa" rahatlığını yaratan etken sanırım takım üzerinde. Hele bir de gol gecikirse o Hele - HöyHöy kısmı tam bir karnaval oluyor. Geçen sene bu tam tersiydi mesela. Hele - HöyHöy - 1 - 1 filandı. O da "Nasıl olsa yemeyiz abi yeaa" dedirtiyordu taraftarlara. Diyeceğim şudur ki, Hele - HöyHöy güzel hoş da bunu artık bir "Sistem" haline getirmeliyiz. Ben baktığım zaman Hele - HöyHöy dememeliyim. (Bir sistem varsa ben anlamamış olabilirim iddialı değilim o konuda). İki senedir, nasıl olsa atarız/yemeyiz gibi rahatlıklar yerine ne oynadığımızı bilerek izleyen bir taraftar rahatlığı yaşamak istiyorum belki de. Ama şu da var şu anki hali, yani "nasıl olsa atarız yeaa" rahatlığını, "nasıl olsa yemeyiz yeaa" rahatlığına şahsi olarak tercih ederim. Yani benim izlediğim futboldan aldığım zevk o. Ha tabi golü önce biz yersek o rahatlık "nasıl olsa 2 tane atarız yeaa" olabiliyor mu onu da zaman gösterecek. Daha sezonun başı. Tabata, Hilbert'e ben tribünde çok kızdım oyun içinde. Ama eğer bir yuhlanma varsa - ki bu çok yansımadı bana tribünde, kapalı alkışladı en azından her ikisini de - bunun yanlış olduğunu düşünüyorum elbette. Biz daha 4. haftada "Sezonun en önemli maçı", "Bu maçta son şansını kullandı" insanlarından olmayalım. Hilbert'in iyi oynadığı maçları, Tabata'nın son iki haftadır formunu hatırlayalım. Sabırsızlık yapmayalım. Bir de maçın sabaha karşı oynanması nedeniyle, tüketilen alkolün oranı fazlaydı haliyle. Taraftar da performans olarak 4-Hele-HöyHöy'e yakındı. Her zaman ki "Sistemimizi" sahaya yansıtamadık tribün olarak.

Deplasman Tribünü: Fenerbahçe

Sezon başında fikstür çekildiğinde, benim gibi birçok Fenerbahçe taraftarı 5. haftada oynayacağımız Beşiktaş maçının atmosferi üzerine konuşmaya başladı. 2 maçlık saha kapatma cezasının bitişine denk gelen bir Beşiktaş maçının varlığı heyecan yaratmaya yetmişti o gün. Fakat bugün bakıldığında 13 gün önce satışa çıkan, 2 gündür de genel satışta olan biletlerin durumu hayal edilen atmosferin hangi aşamada olduğunu gösteriyor. Maça 3 gün kala henüz kale arkası biletlerinin bile satılamamış olması benim açımdan endişe verici. Pazar günü stadda dolu tribünlerle karşılaşacağımı bilsem de oradaki taraftarın maçtan beklentisinin ne olduğunu kestiremiyorum. Çünkü bu sefer sorunun bilet fiyatları olmadığı ortada.

Fenerbahçe taraftarı takıma küsmek için neden arayacak olursa bu sezon zorluk çekmeyecektir. Ama her ne kadar hedeflerin bir kısmından erken kopulmuş olsa da bana göre 4 hafta takıma küsmek için çok kısa bir süre. Önümüzde şu an Avrupa’dan kestirme yoldan elenmiş ve ligin ilk 4 haftasında 2 deplasman mağlubiyeti alan bir Fenerbahçe var. Karşımızda ise beklentilerin tavan yaptığı, başarısızlığına sürpriz olarak bakılacak bir kadro kurmuş ve kurduğu bu kadro ile taraftarı da arkasına almış bir Beşiktaş... Takımların mevcut durumlarını karşılaştırıp olası bir ters sonuçtan çekinen taraftarların varlığı ise aklıma getirmek istemeyeceğim bir ihtimal. Zira takıma desteğini olabildiğince erken tüketmiş bir taraftarın –varsa- bu tip bir çekincesini takıma yansıtması pek lezzetli sonuçlar doğurmayacaktır. Tabi işin bu yönü kısmen felaket tellalığı.

Biraz da iyi ihtimallerden bahsetmek gerek. Pazar gününden öncelikli beklentim, stada gelen taraftarın merdivenlerden çıkıp yeşil zemini gördüklerinde -en azından o günlük- mevcut sıkıntıları unutup günü yaşamaları. Derbilerin en sevdiğim ve bu haftalık en güvendiğim özelliği bu etkisidir. Hani futbolcuların “Önceliğimiz bu maç” şeklinde klasik demeçleri vardır ya, işte taraftar da maç günü dost sohbetlerine bu klişeyle başlamalı. Zira o gün sorulacak bir “ne olacak bu takımın hali?” sorusunun kimseye faydası olmaz. Zaten maç günü geldiğinde taraftar takımına güvenmek için neden ararsa bu konuda da zorluk çekmeyecektir. Kaldı ki çocukluk yıllarından beri gönül verilen takımı sevmek için neden bulmak, o takıma küsmek için neden bulmaktan çok daha zahmetsiz olacaktır. Yine de zorlanacaklar olursa ben 1-2 tane söyleyeyim, onlar arasından seçsinler.

Öncelikle her ne olursa olsun maç Kadıköy’de. Bana sorarsanız bu bile takıma güvenmek için tek başına yeterli nedendir. Bunun dışında Fenerbahçe’nin son yıllarda, özellikle bugünkü gibi sıkıntılı sayılabilecek dönemlerinde kurtarıcısı oldu bu maçlar. Bana göre kurtulacak bir durum yok henüz ama içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtulmak isteyen taraftarlar bunu da göz önünde bulundursun. Sıçrayış yapmak için 9. Haftayı beklemeyecek olmamız ise avantajımız. Ayrıca son bir hatırlatma, bu sefer Güiza yok...

Son olarak Beşiktaş’ın bu taraftan nasıl göründüğüne değinelim. Birçok kişi gibi bende de merak uyandıran bir takım oluşturdu Beşiktaş. Öyle ki bu sene İnönü Stadı’nda birkaç maça uğrama niyetindeyim. İlk karşılaşmanın Kadıköy’de olması benim için de iyi oldu. Beşiktaş bu sezona, eskiden alışık olduğumuz Fenerbahçe gibi başladı. Gerek transferleri gerekse beklentileriyle. Beşiktaş’ın şansı ise riskli sayılabilecek Quaresma transferinden verim alınması. Kadro ve sistem karşılaştırmasına girmeksizin maçtan ve mücadeleden keyif alacağımı tahmin ediyorum. Netice Fenerbahçe lehine olsun ama Beşiktaş’ın oyunu beni ilerleyen haftalarda İnönü’ye çeksin. Temennim budur.

Şu dakikadan itibaren taraftar olarak bizim yapacağımız totemleri eksiksiz hazırlayıp maç günü Kadıköy yollarına düşmek. Futbolcular ise bizim totemlerin gerçekliğini ispatlamak için gerekli mücadeleyi verecektir...
www.dimassimotalento.blogspot.com'a bu güzel yazısı için teşekkür ederiz...

Maç Yazısı: Beşiktaş - CSKA Sofya

Öncelikle baştan söyleyeyim: Maçları yurtdışında bulunduğum için yurtdışından izliyorum, o yüzden perspektifim TV ekranından gördüğümle sınırlı. Bu yüzden diziliş vs. üzerinde ayrıntılı yorum yapmam için ne teknik, ne de teknolojik kapasitem yeterli değil. Her zaman dediğim gibi, benim futbol değerlendirmem tamamen empirik bazlıdır, işe yaramış/yaramamış olguları kafamda bütünleştirir ve ona göre doğrularımı oluştururum. Maça gelirsek: Maçta iki adet Beşiktaş vardı. İlk yarıdaki Beşiktaş sahada kafası kesilmiş tavuk gibi dolaşırken ikinci yarıdaki Beşiktaş daha basit ve daha planlı oynamasının verimini aldı. Ayrıntılandıralım. Şu ana kadar Schuster, yabancı sınırı olmayan maçlarda azamiyetle Ernst - Guti (ya da saç baş yoldururcasına Delgado) ortasaha temelini denedi. Bu oyun planının temelinde yatan felsefe şu: Akışkanlık ve kontrol. Yani defans bloğu önde kurulacak, Guti azamiyetle oyun kurucu adam olacak ve en başta arkasında yerleşmiş Ernst ve önlerindeki çakma 10 numara ile sürekli yer değiştirerek dinamizm ve alan parsellemesi yaratacaklar. Bu sistemin anahtar kelimesi "dikine yer değiştirmeler". Bu sadece ortasaha yapısında da değil; kanatlarda da bek ile açık görünümündeki oyuncular sürekli yer değiştirmeliler. Ekrem - Hilbert ikilisini çok beğendiğimiz Helsinki maçının anahtarı da buydu. Uygulamadaki Sıkıntı Bu maçın ilk yarısında, bu sistem kesinlikle işlemedi. Ankaragücü maçını izlemediğim için, bu dizilişin daha önce orada denenip denenmediğini bilmiyorum, lakin hiç de efektif olmayan bir görüntümüz vardı. Bunun sebebi de görev tanımları, ya da oyuncuların kendi görevlerini kendi tanımlamalarıydı. Mesela Tabata kendi içinde hem Quaresma hem Guti hem de Ernst'i birleştirmeye çalışıyor, gerek sol kanat gerek forvet arkası gerekse ortasaha ikilisinde yer alıyor, koşuyor da koşuyordu. Lakin yer değiştirmeli olması gereken bu koşular yersiz hale gelince, verilen paslar boş alanlara gitmekteydi. Benzer bir sorun Holosko'da da vardı. Patlayıcılığını ve de yeteneğini yeniden keşfetmiş gibi duran Holosko, tabiri caizse gaza gelince, karar verme aşamasında berbat işler yapmaya başladı ve de Tabata'nın yarattığı alan kargaşasının bir benzerini de o yarattı. Bu durumun iki etkisi oldu: Bir, başarıları tamamen takım arkadaşlarının görevlerini söylendiği gibi ifa etmesine bağlı olan Hilbert ve Nobre gibi iki sistem adamı, inanılmaz derece atıl kaldılar. İki, ön blokun bu tavuk vaziyeti, Ernst ve Guti'nin kendilerini hücum bloğunun gerisine çekmelerine ve de dinamizmin kayboluşuna sebebiyet verdi. Bunlar yetmezmiş gibi, İbrahim Üzülmez ve Ekrem de dikine yer değiştirmeleri ve kanat bindirmeleri yapmaktan imtina etmek zorunda kalınca (çünkü onlar ileriye çıktıklarında yerlerine kimin bakacakları muamma oldu), hücumda hiçbir etkinlik gösteremedik. Devre Arasında Gelen Karatahta Müdahalesi Bu durumda Schuster'in iki şansı vardı: Ya Tabata ve Holosko'nun yerine, görevlerini daha etkili yapabilecek olan adamları almak (Guti ileri çekilip Ernst'in yanına Aurelio, ya da Holosko'nun yerine Quaresma/Bobo), ya da istemli ya da istemsiz garip bir halde teşkil etmiş oyun planını değiştirmek. Schuster bunların ikincisini yaptı. İkinci yarı başlar başlamaz, Hilbert, Holosko ve Tabata'nın görev alanının kati çizgilerle daraltıldığına, Ekrem ve İbrahim Üzülmez'in daha çok ileri çıkmasının teşvik edildiğine şahit olduk. Hilbert arkadan Ekrem desteği gelmesi ve yatay yer değiştirmelerinin minimize edilmesiyle yeniden doğdu, Nobre geçen seneki gibi "çok geriye gelip top alıyor yea!" eleştirisine maruz kalmaktan kurtuldu ve de gerek kanatlardan, gerek CSKA'nın seyrekleştirdiği orta alandan organize hücumlar geldi. Bundan sonraki oyuncu değişiklikleri de pastanın üstündeki kremaydı zaten. Sola sabitlenmiş, ve markete deterjan almaya yollasan pil ile dönecek kadar karar mekanizması defolu Holosko'nun pili de bitmeye başlayınca oranın ustası Quaresma girdi (ki onun varlığıyla bu yatay yer değiştirmeler anlamlı oluyor), daha sonra zaten oyunu tamamen yıktığımız yarısahada atıl kalmaya başlayacak Tabata'nın yerine Bobo dahil oldu ve daha da yüklenmeye başladık. Sonuç da geldi zaten. Maç Geyiği Bu maçın en güzel yanı, Beşiktaş'ın 90. dakikaya kadar "Ya merak etme hocam gol buluruz" hissiyatı vermesiydi. Bu mükemmel bir durum işte. Ama o zeminde top oynanmaz hocam, vallaha yazık sakatlık çıkacak. İlk yarı itibariyle Hilbert ve Nobre'ye fazlasıyla küfür bekliyordum, ama sanırım "sistem"in önemini kavramaya başlıyoruz ha? :) CSKA'daki Sayit Hoca Arnavut kökenli mi Türk kökenli mi acaba? Şu ana kadar oynadığımız her maçta "defansın arkasına sarkan zenci forvet" fenomenini yaşadık. Fenerbahçe maçında Dia oynamaz umarım, artık deja vu oluyor, rüyalarıma giriyor.
Bu maçtan sonra da "Defans çok öne kuruluyor, çizgi savunma" falan denecektir. Aldırmayın. Defans bu kadar öne kurulmasa bu oyunu oynayamayız zaten.
Tribünler Fenerbahçe maçına iyi bilenmiş, golün gelmesiyle birlikte büyük bir deşarj yaşandı. Gel haftasonu gel.

Hedefteki futbolcu İbrahim Toraman' a Kitleniyoruz

Tıklanma manyağı Milliyet'te bir manşet : "Fenerbahçe taraftarı bu futbolcuya özel hazırlanıyor"... Hazırlandıkları adam da İbrahim Toraman. Nedeni geçen seneki Bursa maçı. Hani Fenerbahçe' nin rakibini yense kazanacağı şampiyonluğu kendi elleriyle Bursa' ya teslim ettiği hafta oynanan... Efsane internet sitesi Antu' nun yangıncılığını ve yancılığını yapmak da Milliyet' e düşmüş... Kimse "bunun haber değeri var, biz var olan kampanyayı duyurduk" falan diyerek olayı savunmasın. Bunun adı provokasyondur. Bunun adı çakallıktır. Bunun adı şark kurnazlığıdır.
Tık şampiyonu Milliyet Internet' in (çok) sorumlularını göreve çağırıyoruz. Aşırı tıklanmaktan eskiyen internet sitelerine bir darbe de biz vurmayalım diye linki bu satırlarda vermiyoruz.

Galip Gelebilecek En Zayıf Kadro

Beşiktaş'ın önünde iki ciddi sınav var. Bu sınavlara bakış açısı, maç sonlarını ciddi anlamda şekillendirecek. CSKA maçını en üst seviye olarak nitelendirip tam takım sahada mı olacaksınız, yoksa CSKA'dan feragat edip Fenerbahçe'ye mi hazırlanacaksınız... Rotasyon yapacaksanız büyüklüğü ne olacak, Beşiktaş as takımdan kim veya kimler oynamazsa CSKA'yı yenemez? Bugünün soruları bunlar.

Beşiktaş'ı iyi takip eden tüm sporseverler bilirler ki, Beşiktaş camiası için Fenerbahçe-Galatasaray deplasmanlarının özel bir anlamı vardır. Beşiktaş'ın o sezonki gücü hakkında en detaylı bilgiyi bu maçlar verirler. Fenerbahçe'ye yenilir yine şampiyon olabilirsiniz, örnekleri çoktur. Oysa Fenerbahçe'yi yenmeniz çok daha başka bir eşiği atladığınızın ifadesidir.

Kabul edelim ki, Beşiktaş'ın bu iki takımla yaptığı deplasman maçları oyun ve oyuncu kalitesinden öte, başka futbol değerleriyle oynanıyor. Eli ayağı düzgün takımlar kurmanız, deplasmanda Fenerbahçe galibiyeti almanıza çoğu zaman el vermiyor. Psikolojiniz sağlam olacak, geri adım atmayacaksınız, direneceksiniz, büyük ölçüde hakeme karşı da oynayacaksınız. Maruz kaldığınız, kalacağınız sportif linçe nasıl karşılık verebildiğiniz, sizin o sezondaki koşu mesafenizi ortaya koyar. Fenerbahçe ve Galatasaray'a deplasmanda yenilmemiş, birini de yenmiş bir Beşiktaş'ın Fenerbahçe veya Galatasaray'ın arkasında kalması dikkate alınmayacak kadar küçük bir ihtimaldir.

Fenerbahçe deplasmanlarının önemi bu ise, bu maçı sezonun en önemli maçı olarak nitelendirmemizde sakınca yoktur. Zira bu maçtan alınacak galibiyet, Beşiktaş camiası gibi kırılgan bir camia için saha sonuçları ne olursa olsun bir 2 aylık sürede maksimum destek verilmesine olanak sağlayacaktır. Diğer yandan şampiyonluktaki önemli bir rakibinin kucağına patlamaya hazır bir bomba bırakacağı, Fenerbahçe'nin o günden sonra kolay kolay toparlanamayacağı da ortadadır. Beşiktaş ligin bu döneminde, sezonun çok başı olmasına rağmen çok ciddi bir psikolojik üstünlük yakalama şansına erişti. Ne yapıp edip bu üstünlüğü almalı.

CSKA maçı da hiç şüphesiz önemli bir maç. Lakin bizim Şampiyonlar Ligi'nden alıştığımız Wolfsburg, Manchster United, CSKA Moskova gibi bir marka değil. Rakip olmak dolayısıyla heyecanlanılan bir takım değil. Beşiktaş o maçı kazansa da kaybetse de getiri-götürü 3 puandan öte olmayacak. Hatta kazanılsa bile Fenerbahçe maçı için moral olacağı bile şüpheli. CSKA Sofya maçı bittiği dakikadan itibaren unutulacak ve geride bırakılacak bir maç. Bu maçta alınacak yenilgi, moralleri bozmaya bile yetmez özetle.

Rotasyon seven Schuster'in belli oyuncular üzerinde rotasyona gideceği konuşuluyor. İbrahim Toraman, İsmail Köybaşı, Da Silva Bobo, Ricardo Quaresma'nın yedek kalacağı veya oynamayacağı...

Beşiktaş'ın oynatmaya fırsat bulamadığı bazı oyuncuları var. Bunların başında Michael Fink geliyor. Alman oyuncu Mehmet Aurelio'nun gelişiyle kadrodaki anlamını yitirmiş gibi görünüyor. Şu sıkışık maç trafiğinde CSKA Sofya gibi zorluk derecesi çok da yüksek olmayan bir rakibe karşı oynama şansı bulamazsa varlık anlamını tamamen yitirecek. Fink gibi şu şartlarda yılda 3 maç yapabilecek bir oyuncunun o 3 maçta da başarılı bir performans sergilemesi de çok düşük ihtimal. Lakin bu Schuster'in kadro planlaması ve Fink'i elde tuttu iseler, bugün oynatmak durumundalar.

Beşiktaş bu akşam galip gelebilecek en rotasyonlu kadroyu sahaya sürmeli. Önce Fenerbahçe maçının kadrosu belirlenmeli, o kadroda oynayanların büyük bir kısmı bugün sahada olmamalı. Özellikle Ernst ve Guti'nin yeşil çimlere girişi bile engellenmeli. Çünkü bu ikiliye pazar günü büyük iş düşecek. Kadıköy'de Ekrem Dağ oynayacak ise bugün Erhan Güven oynamalı. Kadıköy'de İsmail oynayacaksa bugün İbrahim aşındırmalı sol kanadı. Necip - Aurelio kantarında kim pazar günü için ağır basıyorsa yedek kulübesine geçmeli (Ben Kadıköy'de Aurelio'nun tecrübesini tercih ederim) Pazar günü Beşiktaş'ın golcüsü Bobo olacak ise, Bobo bugünü tribünde geçirmeli. Yabancı sınırı olmayan CSKA maçı Beşiktaş'ın atıl yabancıları; Tabata, Holosko, Zapotocny, Hilbert için oynama şansı olarak görülmeli.

Beşiktaş bu sezonki yürüyüşünde Fenerbahçe deplasmanını ön plana almalı. Zira Beşiktaş CSKA'ya yenilse bile Kadıköy'den getireceği moralle o UEFA grubundan da çıkar. Oysa CSKA galibiyeti bile, Kadıköy'de yaşanabilecek sarsıntıyı hafifletmez. Beşiktaş'ın UEFA yürüyüşü bile belli noktada Fenerbahçe deplasmanına bağlıdır.

Kadıköy deplasmanı Beşiktaş için üç puandan ötedir. Bir derbi maçından da ötedir. O deplasman öyle bir eşiktir ki Beşiktaş oradan sağ çıkarsa ligin sonuna kadar ligin favorisidir... CSKA Sofya maçının bu bilgiler ışığında planlanması gerekir...

Deplasman Tribünü: CSKA Sofya


Künye:
Şehir : Sofya (Bulgaristan)
Renkler : Kırmızı (ve Beyaz)
Kuruluş : 1948
Lig Şampiyonlukları: 1948, 1951, 1952, 1954, 1955, 1956, 1957, 1958, 1959, 1960, 1961, 1962, 1966, 1969, 1971, 1972, 1973, 1975, 1976, 1980, 1981, 1982, 1983, 1987, 1989, 1990, 1992, 1997, 2003, 2005, 2008
Bulgaristan Kupası: 1941, 1951, 1954, 1955, 1961, 1965, 1969, 1972, 1973, 1974, 1981, 1983, 1985, 1987, 1988, 1989, 1993, 1997, 1999, 2006

Diğer: Bulgaristan Süper Kupası : 1989, 2006, 2008
S.A. Cup : 1985, 1986, 1989, 1990

Taraftarlarına gore Bulgaristan’ın en başarılı takımı olan CSKA Sofya, 5 Mayıs 1948 yılında Septemvri ve Cavdar takımlarının bir araya getirilmesi ile Septemvri pri CDV adıyla kurularak, spor dünyasındaki yerini alır. Takımın 10 kişilik ilk yönetim kurulunda “komutanlar” ve Bulgaristan Savunma Bakanı yer alması, takımın profilini de belirleyecekti. 1947 senesinde Chavdar, Sofia 2 ligine çıkmış ve orduya bağlı bir takım iken, yoneticiler, kendi fikirlerine ve amaçlarına yakın başka bir takım ile bir araya gelmek isterler ve en sonunda Septemvri takımı birleşilecek takım olarak seçilir. Yeni kurulan takım ilk resmi maçını Bulgaristan’ın en eski takımı olan Slavia’ya karşı oynar ve müsabaka 1-1 berabere sonuçlanır. Aynı sene yapılan karşılaşmalar neticesinde Septemvri ulusal finallere kadar ulaşır ve son iki senenin şampiyonu Levski’ye ilk maçta 2-1 ile yenilmesine karşı, rövanş maçını 3-1 gibi net bir skorla kazanarak kupaya uzanır. 1951 ve 1952 yıllarında kırmızılılar Bulgaristan şampiyonluğu sevinci yaşarken 1951 yılında takım CDNA (Merkezi Bulgar Ordusu) adını alır. 1952 yılındaki üçüncü şampiyonluktan sonra, takımın taraftar profili de değişmeye başlar, artık sadece ordunun komutanlarının desteklediği bir takım değil, öğrencilerin, işçilerin, çiftçilerin ve memurların da sempati duyduğu futbol takımı haline gelir. Bu yıllarda kulüp, bir ilke de imza atarak, futbolcularının “en az ortaokul mezunu” olma şartını koyarak, elit bir sporcu yetiştirme uğraşına girer, ki bu gelenekten dolayı ilerki yıllarda futbolcularının bir çoğu Spor Akademisi öğrencilerinden oluşacaktır. Sofia’nın “kırmızılı futbolcularının” en büyük başarısı 1954-1962 arasında 9 kez arka arkaya Bulgaristan Ligi şampiyonu olmalarıdır. Bahsedilen başarılı seneler boyu CDNA (CSKA) takımı ilk taraftar grubunu kurmuş, Avrupa Şampiyonlar Kupasında Ajax, Liverpool ve Notingham Forest’a karşı galibiyetler elde etmiş ve Avrupa Kupalarında rastlanan en farklı skorlarından biri olan 8-1’i Dinamo Bukreş’ e karşı elde etmiştir.

1962 yılına gelindiğinde, kulüp CSKA Cherveno Zname adını alır ve 66 yılında müzesine bir kupa daha ilave eder. Takvimler 1968 yılına geldiğinde isim gene değişerek, CSKA Septemvriisko Zname’ye dönüşür ve bir şampiyonluk daha kazanılır. CSKA takımı hem içerde, hem de uluslararası alanda oldukça fazla başarılı maçlar çıkarır ki bu sebeple ülkenin en başarılı futbol takımı olarak değerlendirilmektedir futbol tarihçileri tarafından. 1979-80 sezonunda elde edilen 20. şampiyonluk sonrası, takım yöneticileri, genç futbolculara yönelirler ve CSKA takımı geleceğe yaptığı yatırımın meyvelerini, sonraki senelerde elde ettiği on şampiyonluk ile toplar. Bulgar şampiyonluğunu 31 defa kazanan CSKA takımı, ayrıca 1967 yılı ile 1981 yıllarında Şampiyon Kulüpler Kupasında yarı final ve bir kez de 1989’da Kupa Galipleri Kupasında yarı final oynar.
19 Haziran 1985 yılında Levski takımı ıle oynanan Bulgaristan Kupası maçında, her 2 takımın da oldukca sert oynaması, maç icinde sık sık kavgaların çıkması ve Levski’lilerin hakeme saldırması sonucu saha içi ve tribünlerde olaylar çıkar. CSKA’nın maçı kazanmasına rağmen, oyuncuların “yeşil sahalara yakışmayan”tavrı cok tepkı toplar. Bulgar Komunist Partisinin Merkezi Komitesinin aldığı karara göre 2 takım da liglerden ihraç edilir. CSKA’nın adı "CFKA Sredets” olurken Levski ise “Vitosha” ya dönüşür. Kostadin Yanchev, Borislav Mikhailov, Plamen Nikolov, Emil Spasov, Emil Velev ve Hristo Stoichkov gibi oyuncuların belirli periyod için maçlara katılması yasaklanır. 1988 senesinde CSKA' nın adı tekrar geri iade edilir. 90lı yıllarda elde edilen 3 şampiyonluktan sonra, en son 2005 ve 2008 senesinde şampiyon olan CSKA, Hintli Mital faciasından ders almayarak taraftarlarının protestolarına rağmen, modern futbolun pençesine düşerek Titan grubuna satılmıştır.

CSKA Sofya-Levski Sofya Derbisi:

Dünyanın önemli bütün derbilerinde olduğu gibi, Bulgaristan’da da kırmızı ile mavinin rekabeti yaşanmaktadır Sofia şehrinde. Her ne kadar bugünlerde tam olarak bu gerçeği yansıtmasa da geçmiş yıllarda CSKA taraftarları ülkenin “okumuş” ve varlıklı kesminden gelirken, Levski ise başkentin “varoşlarından” kendisine sempatizan buluyordu. Ama, şimdilerde her iki kulüp de ülkenin zengin-fakir, okumuş-cahil her sosyal kesiminden kendilerine yandaş bulmaktadır... Levski ismi, Bulgarları Osmanlılara karşı örgütleyen Bulgar ulusal kahramanı ve devrimcisi Vasil Levski’den gelmekteyken ve kulüp Bulgar Endüstri ve Enformasyon Bakanlığı tarafından yönetilirken, CSKA kulübu Bulgar Ordusunun Merkez Spor Kulübü olarak kurulmuştur. Derbiler ilk başlarda, takımların kendi stadlarında oynanırken, “sahalarımızda görmek istemediğimiz türden! “ olayların meydana gelmesi ile ortak “arena” olan Vasil Levski Ulusal Stadinda oynanmaya başlanılır. CSKA tribünleri Sector G de yer alırken, Levskiler ise Sector B’de bulunmaktadır, bu nedenle derbi maçlarda “ev sahibi” yoktur. Diğer lig ve kupa maçlarını ise Levski takımı, efsanevi golcüleri olan Georgi Asparuchov’un adını taşıyan stadda oynarken, taraftarlar ise bu stada Gerena adını takmaktadırlar stadın bulunduğu yörenin adından dolayı. Sofia’nın kırmızılıları da maçlarını 22 bin kapasiteli Bulgarska Armija (Bulgar Ordusu) stadında oynamaktadırlar ama stadın olumsuz şartlarından dolayı bu sene maçlar Vasil Levski Ulusal stadında oynanmaktadır. Levski Sofia taraftarları, başkentte sayıca %55e %45 olarak CSKA taraftarlarına göre fazladır ama ülke genelinde bu oranlar fazlasıyla CSKA lehine dönüşmektedir. Pek çok futbol yorumcusuna göre Sofia derbisi sadece Bulgaristan’ın en büyük derbisi değil, aynı zamanda Balkanların en çekişmeli ve “izlenesi” müsabakası olarak kabul edilmektedir.

Taraftar Grupları:
Bir telefon çağrısı ile bir ordu toplayabileceklerini” iddia eden CSKA Sofia takımının ülkenin her tarafında örgütlenmiş oldukça fazla sayıda taraftar grubu mevcuttur ama özellikle Vratsa, Vidin, Plovdiv, Ruse, Asenovgrad, Pernik ve Tırgovişte şehirlerinde, “sağlam” gruplar bulunmaktadır. Başkent Sofia’da ise NFC (Nacional Fan Club) –Ulusal Taraftar Kulübü- yer almakta ve grubun lideri çocukluk yıllarından beri tribünlerde yer alan Dimitar Angelov, nam-ı diğer Duche… Bunun dışında, USF adlı grup da yine Sofia’da kurulmuş ve takımın en sadık taraftar grubu olarak yer almaktadır. Birbirlerine oldukça bağlı taraftarlardan oluşan USF, CSKA takımını her alanda ve her yerde desteklemektedirler, bayanlar voleybol maçlarında bile kendilerini görmemek imkansızdır ki bu “takım aşklarından” dolayıdır ki kırmızılı taraftarların sempatisini de kazanmışlardır ve grup üyelerinin sayıları her geçen gün artmaktadır.


Bulgaristan’ın kırmızı beyazlı takımın diğer bir önemli taraftar grubu da SS Front adı ile kurulan ve dazlak kafaları ile tribünlerde ırkçılık propagandaları yapan taraftarlardan oluşmaktadır. Bu taraftarlar, “sapına” kadar Bulgar ve CSKA’lı oldukları için övünürken , kendilerine “bira iç, seviş ve savaş” sloganını rehber edinirler. Takımının iç ve deplasman bütün maçlarında yer alan SS Front üyeleri, tribünlere astıkları Nazi bayrakları ve verdikleri nazi selamları ile kendilerini belli ederler. Saha dışında da Yahudilere karşı yapmış oldukları saldırılar sonucu, CSKA takımının UEFA ile başını belaya sokmuşlar ve takım Avrupa kupalarından men edilme cezasi ile karşı karşıya gelmiştir. Bulgaristan hükümeti bu soruna el atmış, çeşitli alanlardan “dazlakları” temizlemiş fakat bu ırkçı taraftarlar futbol tribünlerinde hala görülmektedirler ve en büyük bölümü de SS Front grubu ile CSKA maçlarında yer almaktadır. CSKA Ulusal Taraftar Kulübünün de başkanı bu dazlaklar tarafından desteklenmektedir. SS Front grup üyeleri daha çok öğrenciler ve işsiz gençlerden meydana gelir ve “Her şeyden evvel Milliyetçilik gelmelidir” sloganını tribünlerde sık sık söymektedirler. Bu grubun özellikle Beşiktaş maçında “Türkiye Avrupa’da Değildir” ve "Yaşasın Bulgaristan" pankartları asma planları mevcut lakin stada bunları sokamama ihtimaline karşılık kartonlarla bu sloganları yazma alternatifi düşünülmektedir.
SS Front’tan önce tribünlerde yer alan ve bugün gücünü kaybeden başka “Nazist” grup ise Sofia, Vratsa ve Pernik şehirlerinden gelenen taraftarların meydana getirdiği Hooligans Army grubudur. Bu “tayfanın “adı daha önceleri “SkinHeads” olarak bilinirdi ve bütün CSKA tribününü özellikle Gamalı haçlardan oluşan Nazi sembolleri ile doldururlardı ama bunu kabullenmeyen taraftarların ve yöneticilerin “homurdanmaları” sonucu, taraftarların aldığı ortak karar ile bu “faşist” semboller ve tezahüratlar sona erdirildi ve grup kendisine Hooligans Army adını verdi fakat isminin değişmesi, düşüncelerini değiştirmedi grup üyelerinin. Bügün Holigans Army, CSKA Sofia tribünlerinin “kavga deyince akla gelecek” en önde grubudur SS Front ile ki rakip taraftarların karşılaşmak istemedikleri gruplardır bu ikisi. Birkaç sene evvel CSKA Sofia basketbol takımın patronu Yahudi bir işadamı olan Emil Koen’in ırkından dolayı Hooligans Army basket maçlarını boykot etmiş, “hatırısayılır abilerin” araya girmesi ve Koen’den takıma sadık kalacağı ve sporcuların paralarının aksatılmadan ödeneceği sözü alınarak bir “barış” sağlanmıştır. Hooligans Army grubuyla ilgili ilginç bir not ise, aralarında iki müzik grubunun bulunması: “Brannik” ve “Shame and Disgrace” grupları. Bu "sanatçılar" sadece müzisyen değil aynı zamanda Nazi ve Hooligan oldukları için, CSKA’nın ezeli düşmanı olan Levski ve Lokomotif Plovdiv maçları öncesinde ellerinde müzik aleti yerinde “emanet” almaktadırlar.
CSKA Sofya tribünlerine "takılan" bir diğer hooligan grup ise Torcida Plovdiv’dir. Sektor G’nin en “sayılan” ve takıma destekte sınır tanımayan grubu, iyi ve kötü günde takımın yanında yer alırken, deplase olmasıyla ünlüdür. 200 kadar Vidin’li gencin oluşturduğu Reds Vidin grubu da bir diğer önemli gruptur. Bu grubun en önemli özelliği, “babadan CSKA’li olmalarıdır” ki Vidin şehrinde CSKA sanki bir din gibidir. Komunism döneminde, şehrin ekonomik seviyesini “hallice” olduğu zamanlarda Sofia’ya bir tren dolusu taraftar gelirdi, özellikle Levski maçlarında sayı daha da artardı. Şimdilerde “parasal mevzular” Vidinlilerin belini bükmüş ama bu gençler hala “ineklerle”(Levski taraftarları böyle çağrılır CSKAlılarca) kapışmak için sabahın köründe başkent sokaklarında yerlerini almaktadırlar. Bunlarin yanında Red Infection ve Tırgovişte gibi ufak arkadaş grupları da vardır ki yurt içi ve yurt dışı deplasmanlara giderler, maç olmayan günlerde “biralı” toplantılar yaparken, CSKA için yapılacak showları tartışırlar. Liulin Boys ve NorthSide14 grupları da kırmızı-beyazlı tribünlerde "mevzu" konusunda yabana atılmayacak gruplardır…

Bulgaristan’ın bir çok şehrinde CSKA’yı destekleyen taraftar bulunduğu için Bulgaristan A Grupada deplasman maçlarında sıkıntı çekmeyen CSKA, yurt dışı deplasmanlarda da ülkenin Bulgaristan’a uzaklığı ve maçın önemine göre 500 ile 3000 arasında taraftarını arkasına alarak sahaya çıkmaktadır. Özellikle bu sene takımın sahibi Titan grubunun yönetimini ve bilet fiyatlarını beğenmediklerinden dolayı CSKA’lı taraftar grupları iç saha maçlarını boykot ederken, kendilerini deplasmanlara vermiş durumdalar. UEFA Avrupa Liginde Grupların belli olmasının hemen akabinde Türkiye’den Beşiktaş’la eşleştiklerini öğrenen kırmızı-beyazlı taraftarlar hemen organizasyon işine girdiler ve maça günler kala kulübün organize ettiği turlarla İstanbul’a gelecek taraftar sayısının şimdilik bin olduğu belirtilirken, taraftar gruplarının da otobüs kaldıracağı çeşitli forumlarda belirtilmektedir. Kulüp 500 euroya Beşiktaş maçı organizasyonu yaparken, taraftar derneklerinin konaklamasız maça gidiş-geliş organizasyonları 50 ile 100 euro arasında. Maç bileti fiyatlarının da 25 euro olduğu düşünüldüğünde ortaya çıkan rakam Bulgaristan'da ortalama bir maaş alan bir işçinin kazancının yarısına denk gelmesi bir çok istekli taraftarı da bu maceradan alıkoymuş durumda. Bunun yanında Bulgaristan’ın İstanbul’a yakınlığı sebebiyle bir çok "varlıklı" taraftarın kendi otomobilleriyle deplase yapmayı tercih edeceği beklenirken, Sofya-İstanbul tren seferlerinin de olması ve Sirkeci garının Beşiktaş İnönü stadına yakınlığı tren yolculuğunu daha cazip kılıyor. Daha önce Beşiktaş ve Galatasaray ile Avrupa Kupalarında karşılaşan CSKA Sofya, İstanbul’da oynadığı maçlarda hatırı sayılır bir taraftar kitlesi tarafından desteklenmişti hatırlanacağı üzere…
İstanbul’un başkent Sofya’ya yakınlığı değil sadece Bulgar taraftarları Beşiktaş maçına çeken, bunun yanında bir de Bulgarların, Türkler ve Yunanlılarla olan tarihi düşmanlıkları da milliyetçi CSKA taraftarlarının İnönü’ye gelmek istemesinin sebebi. Zaten bu iki ülke takımları ile karşılaşan Bulgar taraftarlar hemen “savaş baltalarını” çıkarmaktadırlar ve şimdiden Sofya’ya gelecek Beşiktaş taraftarlarını da “dikkatli olmaları” konusunda uyarmaktadırlar. Sofya’ya az sayıda gelen rakip taraftarlar sıkı polis korumasında takımını rahatça destekleme şansı bulabilirken, bu rakamın 400-500den fazla olması Bulgar polisine de sıkıntı yaratmakta ve Sofya sokaklarında “istenmeyen olayların” çıkması kaçınılmaz olmaktadır. Özellikle de bireysel olarak maça gidip, üzerinde rakip takım forması ya da atkısı ile Sofya turu yapmayı düşleyen rakip taraftarlar, alkollü CSKA’lı holiganların sık sık saldırılarına uğramaktadırlar metro çıkışlarında ya da otobüs duraklarında. İlk maçın İstanbul’da olması ve Beşiktaş taraftarı ile deplasmana gelen CSKA’lıların kapışması durumunda, Bulgaristan’da yapılacak olan karşılaşma Bulgar taraftarlar için bir futbol maçından öteye de geçecektir.

Beşiktaş’ın Quaresma ve Guti ile takviye edilen kadrosu ile kendi mütevazi takımlarını karşılaştıran kırmızı-beyazlı taraftarlar, İnönü’de pek şanslı olmayacaklarını da açıkça itiraf ederken, Bulgaristan ligine iyi başlamayan CSKA Sofya'nın, UEFA Avrupa Ligi ön elemelerinde şanslı kuralar çekip futbolda söz sahibi olmayan ülke takımlarıyla yaptığı maçları kazanıp gruplara çıktığının da farkındalar. Takımın yeni hocası Jovanovski de grupta Beşiktaş ve Porto’yu favori ilan ederken, takımın hocalığını kabul etmeden evvel iki amaç belirlediğini, birinin CSKA’yı UEFA Avrupa Liginde gruplara taşımak, diğerinin de Bulgar Ligi şampiyonluğu kazanmak olduğu ve ilk hedefi başardığını belirtmişti. Güçlerinin Beşiktaş ile sahada “kapışmaya” yetmeyeceğini bilen CSKA Sofya taraftar grupları da Sofya’da oynanacak olan karşılaşmada tribün desteği ile maçı çevirmenin planlarını yapmakta lakin almış oldukları iç saha maçlarını boykot etme kararları da onları başka bir çıkmaza sokmaktadır.
Bulgaristan’da Levski Sofya ve Lokomotiv Plovdiv ile “arası açık olan” CSKA Sofya taraftarının, geçen sene Bulgaristan B Grupaya düşen Botev Plovdiv ile arası oldukça iyiyken, yurt dışında ise Partizan, CSKA Moskova ve Steaua Bükreş ile “kardeşlik” diyalogları mevcut. CSKA’nın Levski ile yaptığı derbi mücadelelerine Romanya’dan gelen Steaua’lılar açtıkları pankartlarla dost bildikleri CSKA’ya desteklerini belirtmektedirler. Levski Sofya ile yapılan her maç öncesi Bulgar polisinin yoğun güvenlik önlemi almasına rağmen “mevzu” çıkarken, CSKA taraftarlarının Lokomotiv Plovdiv’i sevmemesinin nedeni Plovdivlilerin iç sahada oynadıkları bir maçta CSKA tribünündekilere taş ve ses bombalarıyla saldırmış olmalarıdır ki bir çok kadın ve çocuk bu olaylarda yaralanmıştı.

Son olarak CSKA Sofya’yı daha yakından tanımak için web sitelerini paylaşalım:
-Resmi site: www.cska.bg
Sabri Sofuoğlu
http://ultrasmovement.blogspot.com/

Ekşi Beşiktaş Notu: Bulgar ligi ve tribün grupları denince Sabri'den daha bir alternatif düşünülemezdi. Kendisine rica ettik, bize de yazdı. Ortaya benzersiz bir çalışma çıktı. Eline sağlık, teşekkürler...
12 Eylül 2010 Pazar

12 Dev Adam'dan Rol Çaldılar

Aşağıda yazdığım yazıyı sporyazarlari.com için yazmıştım. Ancak sebebini bilemediğim bir şekilde bugün yayına girmeyince blogda sizinle paylaşmak istedim...

12 Dev Adam’dan Rol Çaldılar

Trivelacıların Beşiktaşlı olanı tribünde, teknik direktör olanı Ankaragücü teknik heyetinde olunca, İnönü eşrafı endişesi ve merakı bol bir menüyle maç saatininin gelmesini bekledi.  Bu seneki deneyim hanesinde Quaresma’sız çözümler bulunmayan Beşiktaş, tek forvet – çift forvet sorunsalını adeta elinin tersiyle itip Nobre, Bobo ve Nihat’tan oluşan forvet üçlemesiyle rakip savunmanın üzerine çökmeyi hedeflemişti. Yıllar yılı Beşiktaş’ın oynadığı statik oyunda sorun yaşayan Bobo ve Nobre, Schuster’in hareketli hücumunda, gerekli özgür oyun iznini de kulübeden alınca, bambaşka oyuncular olarak taraftarın önüne çıktılar.

Beşiktaş artık kendi klasiğine aldığı, oyunu rakip alanda oynama prensibiyle maça başladı. Ferrari – İbrahim Toraman ve Fabian Ernst dışında tüm takım rakip kaleyi hedefleyen siyah beyazlılar,  pas yapıp organize olmaya çalışınca Ankaragücü savunmasından öte, İnönü Stadyumunun bozuk zeminiyle mücadele etmek durumunda kaldı. Gol de bozuk zemine nazire yaparcasına, sol kanattan İsmail Köybaşı’nın yaptığı güzel ortaya Bobo’nun net kafa vuruşuyla geldi.

Guti, Quaresma, Ernst, Ferrari gibi uluslararası oyunculara sahip olan Beşiktaş, öne geçtiği maçlarda psikolojik olarak rakibin galibiyet umudunu yerle bir ediyor. Geçtiğimiz hafta Karabükspor maçında da görüldüğü üzere, maç dengede bile gitse, oynayan isimlerin büyüklüğü rakip oyuncuların maçı döndürme inançlarına etkide bulunuyor. Maçı isimler oynamaz derler ya, o isimlerin varlığının oyuna etkisini yadsırsak psikoloji bilimine ihanet etmiş olmaz mıyız?

Benzerlerini Avrupa’nın üst düzey takımlarında görebildiğimiz hareketli, dikine de yer değiştiren, topu paylaşan, emeği paylaşan bu tarz bir futbol, itiraf etmeliyiz ki, uzun bir dönemdir Türk takımlarında bulmakta zorlandığımız futbol değerleri. Beşiktaş neyi planladığını, neyi umduğunu açık seçik ortaya koysa da pratikte işler maçın skoru kadar net değil. Ankaragücü’nün maçın her döneminde girebildiği gol pozisyonları pratikteki problemleri ortaya koymaya yetiyor. Maçın ilk 10 dakikasında Ankaragücü’nü 3 defa ofsayt pozisyonuda bırakan savunma düzeni Schuster’e bir şeyler anlatmalı. Rakibin ofsayta düşmesi, şüphesiz bir savunma başarısı da olsa, istatistiksel olarak kabul edilebilecek bir rakam değil. Zaten Beşiktaş oyunun devamında işleri biraz daha oturtunca ofsayt rakamları da daha makul saviyelere indi. Beşiktaş bu sene rakibe nasıl pozisyon vereceğini planlayarak oynuyor.  Gol yiyecekse de çalıştığı yerden yemek istiyor. Yarın bu golleri yiyecektir. Bugünkü gibi yemediği her maçı kazanacaktır. Mühim olan gün geçtikçe oturtulmak istenen oyun düzeninin mükemmelleştirilmesidir.

Günün öne çıkan oyuncusu geçen hafta olduğu gibi Mert Nobre oldu. Schuster, bir felsefe, bir anlayış kazandırmanın yanı sıra Nobre gibi bir değeri kazanmasıyla ofansif çözümlerine yeni bir alternatif daha yaratmış oldu. Mert Nobre, her ne kadar kendini tekrar ispatlamak zorunda hissetse de, temelde yeteneklerinin farkında olan bir sporcu. Sporun hangi alanında olursanız olun, yeteneğinizin, yapabileceklerinizin farkında olmanız önemlidir. Atamayacağınız pası, çalımı denemezseniz takımınızı top kaybı yapmaktan kurtarırsınız. Nobre bugüne kadar hep basit olanı tercih etti. Bu tercih, onu yıllar yılı düz, yeteneksiz, kısıtlı bir oyuncu olarak algılanmasını sağladı. Oysa bugün Nobre, yeteneklerinin o kadar da mücadele ile sınırlı olmadığını tekrar ispatladı. Golünü atmasaydı da ortaya çok değerli bir katkı koymuş olacaktı, ancak Türk futbolunun değerlendirmesindeki tek parametre olan “gol” istatistiğine de katkı yaparak performansını taçlandırdı.

Ankaragücü dağınık bir kulüp izlenimi vermeye devam ediyor. Geçtiğimiz sene 40 oyuncuyla idman yapan futbol takımının golcü olarak Meye ile maça başlaması çok iç açıcı bir görüntü değil. Ankaragücü ve Ankaraspor geçtiğimiz sezon başlarken ligin önemli kadrolara sahip iki takımıydı. Bugün o iki takım birleşmiş durumda. Lakin kadroya bakıyorsunuz, tek bir iyi takım bile göremiyorsunuz. Ankaragücü’nün temel problemi bu olsa gerek.

 Bugün Beşiktaş takımının temel meselesi 12 Dev Adam’ı izlemeyip Beşiktaş maçını tercih edenlere iyi birer hafta sonu hediyesi vermesiydi. Beşiktaş dünkü oyunuyla 12 Adam’dan rol çalabildiyse bugünkü işini layıkıyla yapmış demektir. Haftaya Fenerbaçe maçı başka bir maç olacak. Bugünkü futbol değerleri o gün için çok fazla şey anlatmayabilir. O da o gün konuşulur. Bugüne baktığımızda, Beşiktaş tahmin edilenden de hızlı ilerliyor demeliyiz...

İyi Polis Kötü Polis: Ankaragücü maçı

İYİ POLİS
-Bugün için söylenebilecek en iyimser şey, Beşiktaş'ın son oynadığı maçtan beş futbolcunun sakatlık veya rotasyon sebebiyle takımda olmamasına rağmen diğer oyuncularla birlikte hala aynı zevki verebilmesidir. Bugün maçı izleyen hiçbir Beşiktaşlı Quaresma'yı yana yakıla aramadı.
-Guti...Ne söylense hikaye. Tepeden tırnağa futbolcu, bir dünya yıldızı. İnönü'nün Meksika çölüne dönüştüğü şu sahada bu adamın narin ayaklarını izleyebilmek, üstünde anlı şanlı Beşiktaş formasını görebilmek lütuftan başka bir şey değil.
-Tabata, bu takımın rotasyonunda ne denli önemli bir oyuncu olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Kesinlikle bu yıl Beşiktaş'ın en önemli kozlarından biri olacak.
-Nobre'nin içine atom karınca kaçmış. Çalım atan, top süren ve hatta bazı dönemlerde oyun kurmaya çalışan bir Nobre'yi izlemek çok garip bir deneyimdi. Madem top sürebiliyordun, beş senedir niye yapmıyordun diye sorarlar adama.
-Bobo vasat oynadığı bir maçta bile iki gol attı bir o kadar da kaçırdı. Özellikle ilk kafa golündeki vuruş kalitesine şapka çıkarmak lazım.
-Futbol Federasyonu'nun adeta çıldırtmak için büyük çaba harcadığı Beşiktaş taraftarı takımını yine yalnız bırakmadı. Basketbol milli maçına, geç saate ve yüksek bilet fiyatlarına rağmen stadyuma koşan taraftarlara binlerce kez teşekkür etmek lazım.
KÖTÜ POLİS
-Ankaragücü iyi bir takım ama Ümit Özat çok fantastik bir teknik direktör. Oyun içinde sayabildiğim kadarıyla 6 futbolcunun yerini ve görevini değiştirdi. Daha maçın otuzuncu dakikasındayken bir anda kontrollü oyundan hücumcu kimliğe dönüşmek istedi. Ama bunu tecrübesizlikle yapmaya çalıştığı için takımın bütün kimyasını bozmuş oldu. Ümiz Özat bu şekilde hocalık kariyerini sürdürmeye çalışırsa iki ay içinde süper lig tecrübesine veda eder.
-Yüz kere yazıldı, çizildi yine yazalım. Bu sahayı bu hale getirenler bir numaralı Beşiktaş düşmanıdır. Bu haldeki sahada Kasımpaşa maçı oynatan zihniyetin köküne de kibrit suyu.
-Beşiktaş savunmayı orta sahada kuruyor lafı aldı başını gidiyor. Halbuki bunu ilk yapan Beşiktaş değil ve son da olmayacak. Asıl sorun bunu uygulama noktasında yapılan yanlışlar. Birincisi, ofsayt taktiğiyle bu iş yürümez. Hele ki Ferrari gibi aşırı çevik olmayan adamlarla, Zapo gibi çizgiyi kaçıran oyuncularla hiç olmaz. Mutlak suretle iki stoperin arasına Aurelio veya Ernst'in sabit koyulması gerekiyor. Necip yapı itibariyle bu yükü kaldıramayabilir ama eğer bu üçlü arasında bir rotasyon düşünülüyorsa bu Ernst ve Aurelio arasında olmalı. Necip sürekli oynayan ve hücum tarafına daha fazla destek veren adam olmalı. Aurelio oyuna girer girmez hemen savunmanın önüne geçti ve topun ileriye taşınmasına destek verdi. Bu bir reflekstir, tecrübeyle kazanılan bir yetenektir ve doğrudur. Ernst ile değişmeli bir şekilde pekala bu işi kotarabilirler.
-Schuster asli kalecisine karar vermek zorunda. Her hafta bir kaleciyle bu iş yürümez. Takımın her yerinde rotasyon yapılır ama kalede bu iş olmaz. Zira kaleci dediğin adam form grafiğiyle ancak ayakta kalabilir.
-Rotasyon iyi güzel ama bu işi kararında yapmak lazım. Alman teknik adam ligimizi çok hafife alıyor. Her maçta her yerde başka adamlar oynuyor. Ernst ve Q7 dışında sürekliliği olan futbolcu yok. Biraz daha hafiften gitmekte fayda var.
Dipnot: Fener maçı ne olur diye soranlar var. Başka bir derbi maçı olsaydı Allah bilir der geçerdim ama bu maçla ilgili söyleyebileceğim basit bir şey var. Son zamanların en gollü derbisi olur.

Tebrikler ve Teşekkürler!

Şampiyonluk yolundaki rakiplerden biri gene yenilmiş, Beşiktaş'ım gene kazanmış, Milli Takım destan yazmış...
Artık bayram hediyesi mi dersiniz, referandum öncesi tırlatmak üzere olan halka çok lazım bir moral desteği mi, yoksa inanç mı, azim mi, bilmiyorum... Ama şu video şurada dursun, kendimizi ne zaman kötü hissedersek gelip şu anı tekrar yaşayalım.
Bravo çocuklar, gerçekten bravo.

Ara