.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

.

.

4 Şubat 2010 Perşembe

Bu Bir Veda Yazısı Değildir

Peki ya nedir?
Bu bir izana davet yazısıdır. Bu bir dürüstlüğe davet yazısıdır. Bu bir fair-play yazısıdır. (Bu yüzden biraz da dağınık olacaktır, kusura bakmayınız.)
Türkiye milletine duygusal iki kelam ettiğinde gözler yaşarır, birden tanımadığı etmediği insan için yas tutmaya başlar, o yüzdendir ki TV'de hala daha 70'lerin Yeşilçam'ı çakması diziler dönmektedir, haber bültenlerinde Requiem For A Dream'in fon müziği kullanılmaktadır falan filan. İçimden tüm bu durumu sömürüp duygusal bir şeyler yazmak geldi, ama zaman onun zamanı değil.
Ben Beşiktaşlıyım. 5 yaşından beri Beşiktaşlıyım, hikayemi de daha önce anlattım. Türkiye'de ilkamet ederken, kiminin tabiriyle, kolpa Beşiktaşlıydım. Hiç maça gitmeyen, lig maçlarından sadece derbileri ve Avrupa mücadelelerini canlı izleyen, Beşiktaş hakkında çıkan haberleri okuyan, üzerine çok da kafa yormayan, galibiyete sevinen mağlubiyete üzülen cinsten bir Beşiktaşlı.
Sonra üniversite eğitimi için yurtdışına çıktım. Millet genelde din ya da milliyete sarılır bu hallerde, ben daha algısı açık bir adam olduğumdan -hadi hatır kalmasın, liboş diyelim- bu değerler bana çok uzakta idi. Fakat kimliğimi tanımlamama yardımcı olan şey Beşiktaş oldu. Haftasonları sabahın köründe maç kovalar, oda arkadaşlarımı çığlıklarımla korkutur, Beşiktaş üzerine gittikçe daha da fazla kafa yorar hale geldim. Şimdi burada olmamın sebebi de bu.
Altını çizmek istediğim nokta şu: Demirören'in başkanlığı ile benim Beşiktaşk'ımın başlaması aynı döneme denk gelir. O yüzden hiçbir zaman kendimi nostaljik hissetmedim, "ah Seba, sen olsaydın şimdi", "ah nerede o eski günler, böyle miydi be!" falan demedim. Ama bu halimle, 6 sene önceki Beşiktaş ile şu anki Beşiktaş'ın farkını görebiliyor, nereden nereye gelindiğini tam anlamıyla, hiç araya geçmişi ve hayalciliği sokmadan idrak edebiliyorum. Kararımı etkileyen sadece "veriler" var, sağdan soldan duyduklarım değil. Uzak olduğum kadar, uzak olduğum için yakınım.
Şimdi, içinde bulunduğumuz halden memnun değilim. Benimle beraber birçok insan daha memnun değil. Bu insanların, gerek yaşları, gerek maddi durumları, gerek ikametleri, gerek çevresizlikleri sebebiyle kongrede söz hakları yok. Bu insanlar, Demirören'in tabiriyle "Beşiktaş'ın sahibi" değiller. Ve bu insanlar bir şekilde tepki göstermek istiyor. Bu tepki medyada, sebebiyle beraber, yer aldı. Her şey açık, hiçbir şok faktörü yok.
İşte tam da bu noktada "Beyler ihanet etmeyin, takım bozulur, bebe işi, dayak yersiniz" falan türü söylemleri Beşiktaş'a ihanet olarak görüyorum ben. Bir insanın, bu "masum" protestoyu durdurmak için çaba göstermesi benim garibime gidiyor. Anlamıyorum, staddan 1000 kişi çıksa ne olur? Bu birilerini niye rahatsız eder? Oradan bir kaç kişi çıkınca, zaten iyi oynamayan Beşiktaş'ın mağlubiyetinin tek sebebi bu mu olacaktır? Bu protestonun getirebileceği hiçbir olumluluk yok mudur?
Benim için Beşiktaş'ın şampiyonluk potasından önce Beşiktaş'ın statüsü, Beşiktaş'ın imajı var. Belki 3 sene sonra yeni yönetim bu görüşlerimi değiştirecektir, belki de Demirören hatalarından ders alacaktır, bilemem. Ama 6 yıldır "hadi bu sefer" deniyor, 6 yıldır hatalardan ders çıkarılıyor, 6 yıldır sürekli kötüye gidiş var. Benim 3 yıl daha gösterecek "boş beleş" sabrım yok, ha, bir kaç ay sonra olumlu sinyaller olur, o zaman değişirim, gayet algım açıktır. Ama şu an benim hiç inancım yok. İnançsızlığım sebebiyle de suçlanamam. Alen Markaryan demiş ya yazısında "Önce bir inanın" diye, işte o noktada ben "Neye inanayım?" diyorum. "İnanmam için hangi sebep var?" Benim AB reformlarının bir gün yapılacağına inancım Demirören'e inancımdan fazla artık.
Üniversitede alanım haricinde bir kaç şey daha öğrendim, onlar da doğru bilgi ile hareket etmek, duygu ile karar vermemek, bir durumu her mümkün açıdan analiz etmek idi. (Eh, en ufak bir fikir hırsızlığında (plagiarism) okuldan atılma riskiniz varsa, her bilginin kaynağını yazmak zorundaysanız böyle oluyorsunuz.) Bu yüzden de hicivbaz olup çıktım; zira bakıyorum her yerde yalan dolan var, eh, herkesi ciddiye alıp laf anlatmaya çalıştığında genelde hayal kırıklığı oluyor, ben de artık dalgamı geçiyorum -bence- hak edenle. Ama bu sefer bu yazıyı tüm ciddiyetimle, ve de tüm iyi niyetimle yazıyorum. Nerede durduğumu, neden orada olduğumu açıklamaya çalışıyor, beni ya da temsil ettiğim düşünceyi insanların gözlüklerini çıkarıp idrak etmesini temenni ediyorum.
Benim için Beşiktaş önemli. Ama insanlar nasıl şimdi takıma dönüyorsa, benim de 6 yıl önceki halime dönmem kolay olacaktır. Bırakamam sandığım bağımlılıklarımdan kurtuldum son bir yıldır, bunu da yaparız, zor olmaz.
Burada boş boş "hepimiz kardeşiz" türküleri çığıracak halim yok, çünkü yok öyle bir şey. Ama lütfen, şu hassas zamanlarda, biraz daha izan, biraz daha dürüstlük, şeffaflık, anlayış, tolerans. Biraz daha akıl. Zor mu? Değil bence.
Şu günler şöyle geçsin, sonrasına bakarız. Gene Nobre-Bobo kavgası yaparız, söz.

6 Yorum:

Kalten dedi ki...

Kişisel bir yorum olacak hâliyle ama tamamen aynı yollardan geçmiş biri olarak bu yazıda fazlasıyla kendimi buldum.

Dersler için 11'de kalkmayan biri olarak Pazar sabahı NJ saati ile 7.30'a saat kurup TR saatiyle 3'teki maçı izlemek ve iğrenç internet bağlantısı + burak yılmaz yüzünden mouse'ı kırmak gibi enstantaneler de az yaşanmadı :)

Abi ne mouse'lar, ne ekranlar feda oldu :)

Burak Yilmaz'in bana tek yasattigi mutluluk 2-3'luk Trabzon maciydi. Kalktigima kalkacagima pisman oldugum macti o, adam sayesinde tat geldi. Adasim olmasindan dolayi bir sempati besleyeyim diyorum ama gene yok, olmuyor yani.

Kalten dedi ki...

Bi dakka ya, Shelbyl yoksa sen BT misin???

Bülent Timurlenk değil!

Abi ben de BT'yim de, Bulent Timurlenk onu kaptigi icin kullanamiyorum :)

Meraklisi icin not: Kalten ile tanidik ciktik. Dunya kucuk.

besiktAsiruh dedi ki...

6 yıl denendiğinden bahsetmişsin yazı da... Bu nokta da sadece şunu söylüyorum, eğer ki bir okul da olmuş olsa başkan, atılırdı! Bu kadar basit. Ama eğitimciden eğitimciye değişiyormuş demekki. Bizim kongre eğitimcileri başkan'dan da tembel. Herşeyi bir kenara bırak ben olsam diyorum (oldum da) bir sınıfı en fazla 2 sene okursun, 2. sene geçersin sınıfını. Ama bakıyoruz ki ne bizim eğitimciler müfredat değiştirmiş, ne de bizim başkan'ın kafası değişmiş. 2. Döneme bakıp görebilirsiniz. 3. Dönem nedir allah aşkına ya? Bir de protesto edeceklere bebe işi yakıştırması yapmıyorlar mı? Deli oluyorum... Siz okulunuz da koca kafaların peşinden gittiniz mi? Dürüst olun bakalım...

Yorum Gönder

Ara