.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

Ekşi Beşiktaş Altyapı / Simao Sabrosa: Haziran - Temmuz 2009 Champions Dergisi Söyleşisi

Kişisel dergi arşivimden bloga aktardığım söyleşilerde sırada Beşiktaşımın yeni transferi Simao Sabrosa var. Frikik ve penaltı uzmanı, eskilerin deyimiyle top cambazı olan Simao'nun Atletico'da oynadığı dönemde Champions dergisinde yayınlanan söyleşisini okurken aklınızın bir köşesine Quaresma'nın kariyerini getirmenizde fayda var. Size kolaylık olsun diye ben söyleşideki soruların altına bazı notlar düştüm.

Kariyerin Sporting'da görkemli bir şekilde başlamıştı - sonra da 19 yaşında Barcelona'yla anlaştın. Bu senin için ne anlama geliyordu?

Harika bir anlaşma. Bana pek çok şey öğreten deneyimli koçlarla çalıştım ve Altın Top sahibi Rivaldo, Figo ve Guardiola gibi isimlerin yanında oynadım - sadece idman yaparak dahi çok şey öğrenebileceğiniz oyuncular. Benim için iki güzel yıldı.

Camp Nou'yla ilgili nasıl anıların var?

Olumlu...ama hiç kupa kazanamadım. İstediğim maçlarda oynama fırsatı bulamadım ve bu nedenle başka bir kulübe geçmeye karar verdim.

Not: Simao'nun Barcelona'daki en güzel anısı sanıyorum Figo'nun Real Madrid formasıyla Camp Nou'ya döndüğü ilk maçta takımının ikinci golünü attığı andır. Bu golün videosunu aşağıda bulabilirsiniz.



Sporting mi, Benfica mı - Hangisi kariyerine en büyük etkiyi yaptı?

Sporting'de her gün örnek bir profesyonel olmak için bana yardım eden insanlarla çalışıyordum. Sonunda kendimi Benfica'da ispat ettim; ama Sporting'de antrenman yaptığım yılları hiç unutmadım.

Not: Meşhur Sporting altyapısının Figo, C.Ronaldo, Nani ve Quaresma gibi marka kanat oyuncularından birisi de Simao. Bütün bu isimlerin ikinci durağının dünya devleri olması (Barcelona, ManU) da Sporting altyapısının ne kadar iyi çalıştığını gösteriyor. İyi çalışmanın olmazsa olmaz koşullarından birisi de insanların birbirleriyle iyi ilişkiler kurması. Simao'nun kariyerini yeniden ayağa kaldırdığı Benfica'nın önüne Spoting'i koyması da altyapıda ne kadar iyi anılara sahip olduğunu gösteriyor. Ama Barcelona'lılara bu kanat oyuncularıyla ilgili anılarını sormasanız daha iyi olur:)


Bir gün İspanya'ya döneceğini biliyor muydun?

Barcelona'da işler her zaman iyi değildi, bazen eve keyifsiz dönerdim. Benfica'da neşem geri geldi, baskı altındayken bile. Ve futbolda her zaman baskı vardır. Kulübünüze zirveye çıkmak için yardım ederken; İspanya'da, İngiltere'de ve büyük turnuvalarda oynayacağınıza dair düşünce her zaman aklınızdadır...İspanya'ya dönüşüm muhteşem oldu. La Liga bu dönemde çok fazla gelişti. Eskiden o kadar iyi olmayan kulüpler artık en iyilerle birlikte oradalar. Belki çok iyi tanınmıyorlar; ancak Barcelona, Real Madrid ve Atletico ile oynarken problem yaşamıyorlar.

İspanya ligi, Portekiz ligi ve Şampiyonlar Ligi arasında nasıl bir fark var?

İspanya'daki lig kalitesi Portekiz'in çok üzerinde - ve (İspanya'da) daha fazla destek var ki bu da oyuncular için teşvik edici bir durum. Portekiz ligi kaliteyi artırmak adına 16 takıma indirildi. Şampiyonlar Ligi ise en iyi oyuncuların ve takımların olmak istediği yer.

Attığın bütün goller içinde en beğendiğin hangisi?

Maçın öneminden ötürü Benfica forması ile Şampiyonlar Ligi'nde Liverpool'a attığım golü söyleyeceğim. Mutluluktan çılgına dönmüştüm! Harika maç ve güzel bir gol. Bu golü hiç bir zaman unutmayacağım; çünkü son 16 turunda deplasmanda son şampiyon Liverpool ile oynuyorduk ve bu gol bizi çeyrek finale çıkardı.

Not: Simao'nun en beğendiği golünü aşağıdaki videoda görebilirsiniz.



İdmanlarda en çok ne üstüne çalışıyorsun?

Her şey üstüne. Oyununuzun her yönüyle ilgili çalışmanız gerekir. Topu alma, kontrol ve sonrasında şut atma üzerine çalışmayı seviyorum.

Seni antrenmanda en çok etkileyen oyuncular hangileri oldu?

Xavi ve Iniesta gerçekten harikalar. Rivaldo da öyle. Ben antrenmanı bitirmek istediğimde o hep çalışmaya devam etmek isterdi. Bunlar aklınızda kalıyor çünkü onlar hiç bir zaman tatmin olmuyorlar. Rivaldo'dan çok şey öğrendim; çünkü onun için çalıştığı kadarı hiç bir zaman yeterli değildi, her zaman devam etmek isterdi.

Not: Simao'nun Barcelona forması giydiği yıllarda Xavi de A takımda forma giymeye başlamıştı; ancak Simao'nun o dönem 16 yaşında olan Iniesta'nın adını söylemesini Guardiola'nın Xavi'ye o dönemde söylediği "Sen beni takımdan çıkaracaksın; ama Iniesta da seni takımdan çıkaracak" sözleriyle birleştirince Iniesta'nın küçük yaşlardan itibaren kulüpte bir fenomen haline geldiğini düşünmeye başladım.


Kariyerin bitmeden önce Portekiz'e dönmeyi düşünüyor musun?

Bunun üzerine düşünmedim; ama bir gün Benfica'ya dönmek isterim.

Not: Portekiz'e dönmene gerek yok Simao'cuğum, bak senin için bütün Portekiz'i Beşiktaş'a getirdik.

Çocuklar için açtığın futbol okulları var. Kariyerin bittikten sonra futbolun içinde yer almaya devam edecek misin?

Biz profesyoneller çocuklar için örnek teşkil ediyoruz, bu nedenle onlara yardım etmeliyiz. Ben de böyle bir yardım aldım. Lizbon'dayken gençlerle konuşmak için okula (futbol okulu) giderdim. Bana özel bir golü nasıl attığımı sorarlardı. İdollerinden biriyle sohbet etmek onlar için çok iyi.
Çevirisi için Yaz Helvası'na teşekkür ederiz.
20 Mayıs 2011 Cuma

Manuel Fernandes Takımda Kalıyor

Beşiktaş Valencia kulübüyle görüşmelere başladığını borsaya bildirdi. Transfer ve borsa ilişkisi biraz kulağı tersten tutmaya benzer. Önce anlaşılır sonra görüşmeye başlandığı bildirilir. Görüşmeye başlandığı bildirilmişse ve niyet kamuoyunu yanıltmak değilse, o transfer gerçekleşmiştir.

Guti ile Ernst'in iyi özelliklerini birleştirince Xavi
Guti ile Ernst'in kötü özelliklerini birleştirince Uğur İnceman
Guti ile Ernst'in yetenek ortalamasını alınca Fernandes...

Hayırlı olsun...

Neyin Peşindesin Ertuğrul?

Bursaspor Teknik Direktörü Ertuğrul Sağlam basına verdiği mülakatta, hiç de üzerine vazife olmayan işlere girdi. Basın mensupları kendisine Gençlerbirliği ile oynayacakları maç ile ilgili görüşlerini ve ligin geneli hakkındaki fikirlerini sorduğunda, fırsat bu fırsat diyerek Beşiktaş'a salladı Ertuğrul. Yabancı oyuncularımızın ülkelerine gönderilmelerini, Gaziantep maçını önemsemememizi, bu maça A2 ağırlıklı bir kadroyla çıkma ihtimalimizi diline doladı ve üçüncülük yarışına girdiği Antep'e kaybedeceğimizi ima etti.
Bursaspor şu anda ligin üçüncüsü, önünde oynayacağı bir maç var ve o maçı kazanırsa zaten ligi üçüncü bitirecek. Yani tüm ipler kendi ellerinde. Beşiktaş'ın ya da Antep'in ne yaptığı onları sıralamadaki yerleri açısından zerre kadar ilgilendirmiyor aslında ama Ertuğrul efendi bir şeylerin acısını bu yolla çıkarmaya niyetli belli ki. Bir Beşiktaş taraftarı olarak takımımın ligde oynayacağı en iddiasız maça bile tam kadro çıkmasını isteyebilirim. Yabancı oyuncuların ülkelerine gönderilmesini eleştirebilir, bu maça A2 destekli bir kadroyla çıkacak teknik yönetimime kızabilirim. Tüm bunların futbol rekabeti içinde doğru olup olmadığını bile tartışabiliriz hatta, amenna. Lakin burada çok önemli bir nokta var, onu da şöyle izah etmeye çalışayım; Bursaspor ve Beşiktaş camiaları, taraftarları yıllardır bir nefret sarmalı içinde dönüp duruyor. Deplasman maçlarına taraftar götürülemiyor, bunun ilk denendiği sene döner bıçakları, sallamalar havalarda uçuşuyor. Yaralanan insanlar, tutuklamalar, kör şiddet gırla. Son olayın üzerindense yalnızca iki hafta geçti ve Bursaspor camiası hala yaşananların nefretiyle dolu.
Bu ortam içinde Bursaspor'un teknik direktörü çıkıp Beşiktaş'ın kadro tercihini eleştiriyor. Mealen diyor ki; "Beşiktaş maçı kaybedecek ve biz de kazanamazsak üçüncü sırayı kaybetmiş olacağız. Bu durumda Beşiktaş üçüncülüğümüze mal olacak bir hareket yapıyor" Güzel kardeşim, bu iki camia birbiriyle kanlı bıçaklı hale gelmiş, neredeyse insanlar öldürülecek durumda, 2 hafta önceki rezillikten sonra senin 20 taraftarın cezaevine gönderilmiş ve insanlar barut fıçısı. Sen hangi akılla, hangi izanla, hangi sağduyuyla, hangi insanlıkla çıkıp diyorsun ki "Beşiktaş bizim üçüncülüğümüze mal olacak bir iş yapıyor" Yapmak istediğin şey ne? Bu kadar nefret yetmedi mi? Daha fazla insanın birbirine düşman olmasını, kan dökmesini mi istiyorsun? Bu memlekette her zaman taraftar haksızdır. Şiddeti o üretir, vandallığı o yapar ve günah keçisi de odur. Hiç bir zaman yukarı bakılmaz, yöneticilerin/hocaların/basının neler söylediği, nasıl bir nefret ve düşmanlık dili ürettiği umursanmaz. Kupa finalinden sonra, bazılarının adam gibi adam dediği mahalle kabadayısı Abdullah Avcı'nın "Havaalanındaki maç berabere bitmedi" diyen açıklamasını dinledik ve ne kadar adam olduğunu bir kez daha anladık. Şimdi de bir başka adam gibi adam Ertuğrul Sağlam'ın çapını görüyoruz işte.
Bu insanlar böylesi nefret söylemleri üretmeye, hedef göstermeye, tahrik etmeye devam ederlerse, hiç kimsenin çıkıp "ama taraftarlarda çok bik bikbik" diye konuşmaya hakkı olmayacak...

Büyüklük Budur

Dün İnönü Stadyumu'nda geçen hafta Ankaragücü maçına gitmek için Manisa'dan yola çıkan ve yolda trafik kazası geçirip hayatını kaybeden iki Fenerbahçe taraftarı için açılmış bir pankart.

Deplasman tribününde gördüğünde "Koyduk mu?" çekmek, ama yeri geldiğinde de, Manisa'dan İstanbul'a gelecek kadar takımına sevdalı iki kişi için sarı lacivert harflerle pankart açabilmek...

Not: Fotoğraf www.hurriyet.com.tr'den alınmıştır.
19 Mayıs 2011 Perşembe

Tebrikler Hamit



Türk Spor Camiasının paylaşamadığı, bazen yüceltip bazen burun kıvırdığı Hamit Altıntop bugün Real Madrid'le anlaşma imzaladı. Kendisini gönülden tebrik ediyor, ileride Beşiktaşımıza da bir gün bekliyoruz.

Bundan sonra umarız futbola yeni başlıyormuşçasına hırsla çalışır, formayı kapar ve Hamit Altıntop'u, bilmeyenlere tanıtır. Kendisine "Yedeğin yedeği" diyen çıkacaktır," iki maç oynar sonra satılır" diyen de çıkacaktır... Ama biliyoruz ki bunların hiç bir anlamı yok. Eğer Mourinho varsa ilk önce çalışman gerek. "E yetenek??" demeyin, yeteneksiz adamın Mourinho'nun Real Madridi'nde ne işi var? Diarra gibi Hamit de çalışacak, kendini gösterecek ve oynayacak. Bizi yanıltma Hamit.

Öpüyoruz.

Fernandes Çıkmazı


Maruzatım var benim.

Biz devre arasında Manuel Fernandes'i kiraladık. Tabii doğal olarak "Eee, Avrupa Kupası'nda oynamayacaksa niye kiraladık ki?" sorusu gündeme geldi. O zaman tek mantıklı cevap "Sene sonunda satın almadan önce denemiş oluruz" idi.

Ama denemedik. Kendisi Aurelio ve Guti'den fırsat bulamadı pek. O aralar oynadığı birkaç maçta da form tutamadığı için klişe tabirle "vasat" görüntü çizdi, ama kalitesi belliydi kendisinin.

Sonra sene sonuna doğru kendisini hatırlayıp oynatmaya başladık. Bu sefer baktık ki, adam gayet güzel oynuyor topunu. Eh, alınsın dedik haliyle. Yaptığımız anlaşmaya baktık, bonservis bedeli 8 milyon Euro yazıyor.

Ee, şimdi Fernandes gider, kalır, orası teknik heyetin takdiridir. Yalnız bir laf var ki ortada dönen, hiçbir anlam veremiyorum:

"Bonservisi pahalı, fiyatta anlaşmaya çalışıyoruz."

Bu ne demek yahu? Sen bu adamlarla "Beğenirsek 8 milyon Euro'ya alırız" diye anlaşma yapmışsın, şimdi mi pahalı geldi?

Hem madem ilk baştaki anlaşmanın bir değeri yoktu, bu adamı ne Avrupa'da ne ligde doğru dürüst kullanmayacaksak, niye aldık? Niye maaş ödedik boşuna?

Bize zorla mı verdiler yahu bu adamı?


18 Mayıs 2011 Çarşamba

Keşke Hiç Dönmeseydin

Nihat Kahveci'nin ikinci Beşiktaş macerası çok büyük ihtimalle sona erdi. Konyaspor maçında saha içinde Quaresma ile kapışan, saha dışında da Turgay Demir'in üstüne zıplamaya çalışan Nihat, o günün hemen ardından Türkiye'den ayrılacağını açıklamıştı zaten. Bugün basında yer alan haberler de sözleşme feshi konusunda kulüple anlaştığını ve Beşiktaş'la ilişkisinin kesildiğini söylüyor.
Nihat'ın Toschak döneminde A takıma yükselmesiyle başlayan, özkaynak düzeninin simge oyuncularından biri haline gelmesiyle devam eden, İspanya'daki muhteşem yıllarıyla zirve yapan kariyerinin Beşiktaş'a dönüşüyle büyük düşüş göstereceği birçok kişinin malumuydu zaten. Ağır sakatlıklar yaşamış, formsuzluğun zirvesinde bulunan, üstüne Fatih Terim egolarıyla donatılıp saha içinde ona buna fırça atan bir fenomene dönüşen Nihat hakkında homurdanmalar da çok kısa süre sonra başlamıştı. Aldığı para, bonservis bedeli, gol atamadığı ve berbat oynadığı maçlar derken, geçirdiği ilk sezonun ardından birçok taraftarın üstünü çizdiği ve hatta nefret ettiği bir topçuya dönüştü Beşiktaş'ın çocuğu. Üstüne yeni bir sezon başladı. Hala ona güvenenler olsa da, Nihat bıraktığı yerden devam etti ve sahada yokları oynamayı sürdürdü. O kötüleştikçe taraftar üstüne gitti, taraftar üstüne gittikçe o daha da agresifleşti, o daha da agresifleştikçe bir şeylerin patlak vereceği anlaşılmaya başlandı ve en nihayetinde bir şeyler patlak verdi. Kavga, küfür, atılamayan goller, alınan yüksek ücret, homurdanan taraftar birleşti ve Nihat'ın ikinci dönemi (çok büyük ihtimalle) sona erdi.
Şimdi 8 numaranın ikinci Beşiktaş seferine zorlandığı günleri hatırlayınca bu sonuca pek de şaşıramıyorum aslında. Şampiyonlukla biten bir sezonun ardından süksenini sürdürmek isteyen yönetimimiz Mehmet Topuz'a Beşiktaş forması giydirip kanal kanal yeni transferini anlatıyordu hatırlarsınız. Sonra devreye Aziz Yıldırım girdi. Uçağına karanlık abileri doldurdu, Kayseri'ye gitti, Topuz'u bizim yöneticilerin elinden aldığı gibi kendi kullandığı arabasına oturtup İstanbul'a döndü. Fiyakası çizilen, şampiyonlukla kazandığı krediyi basiretsizlikle bir anda yeniden sıfırlayan, formayı giydirdiği topçuyu bile ezeli rakibine kaptıran yönetimimizin acilen bir şey yapması gerekiyordu. Taraftarın çok sevdiği, Topuz rezaletini unutturacak, geçmişte yaptıklarıyla camiaya heyecan getirecek biri lazımdı şimdi. Bu adamın yaşadığı çok büyük sakatlıkların ve bir türlü geri dönememesinin bir önemi yoktu. Formsuzluğunun ve isteksizliğinin de bir önemi yoktu. 7 yıl önce 23 yaşındayken ve formunun zirvesindeyken 5 milyon euroya satılan Nihat'a, 30 yaşına ve artık onu taşımakta zorlanan dizlerine rağmen daha fazla para vermek farzdı artık. O para verildi, Nihat'a reddemeyeceği bir maddi teklif sunuldu. Yaşadığı 7 yılın ardından evine dönmeyi 3. görüşmenin sonunda istediğine karar veren ve üst düzey ligde artık tutunamayacağını da gören Nihat ikna edildi ve taraftarın önüne sunuldu. Topuz travmasıyla yazı zehir edilen taraftar Nihat'a sarılacaktı artık. İspanya'da iki kez şampiyonluğu direkten dönmüş, golleri lebleli gibi sıralamış, San Sebastian'da neredeyse efsaneye dönmüş bu adamdan beklentiler de büyük olacaktı elbette.
İşte o beklentiler ağır geldi Nihat'a. Formsuzluğunu bir türlü üstünden atamadı, artık kronikleşen sakatlıklardan bir türlü kurtulamadı, gol atamadıkça aldığı ücreti konuşan yazarlardan bir türlü kurtulamadı, kötü oynadıkça kendisini yuhlayan taraftarın baskısından bir türlü sıyrılamadı ve bugüne gelindi. Beşiktaş efsanesi olarak anılabilecek bir topçu, gözlerimizin önünde küfür edilen, nefret edilen bir haine dönüştü. Şimdi 2 sene önceye dönüyorum da, söyleyebildiğim tek şey keşke hiç dönmeseydin oluyor....
17 Mayıs 2011 Salı

Buna Hakkın Var Mı Başkan?

Milliyet Gazetesi bugünkü sayısında Aykut Kocaman'ın sezon sonunda sportif direktörlüğe dönme kararı aldığı hakkında bir haber yayınladı.


Fenerbahçe resmi sitesinin yanıtı gecikmedi; 



Fenerbahçe resmi sitesinin ilgili metninde Beşiktaş başkanını ve dolayısıyla Beşiktaş kulübünü ilgilendiren, ufak ama mide bulandırıcı bir de detay var. 

Deniyor ki; 

"Milliyet Gazetesi'nin el değiştirmesinin ardından spor sayfalarında yapılan haberler konusunda taraftarlarımızı da dikkatli olmaya davet ediyoruz."
---
Bunun olacağı belliydi.

Beşiktaş kulübünü, kendi şahsi iş ortaklıkların, girişimlerin neticesinde zan altında bırakmaya hakkınız var mı sayın başkanım?

Düşük Profilli Teknik Direktörlük

Cevat Güler geçtiğimiz aylarda katıldığı bir televizyon programında aynen şunlar söylemişti; "Biz o dönem teknik direktörlüğe başlarken oturduk, uzman kişilerin görüşlerini aldık ve yapacağım teknik direktörlük tipinin düşük profilli mi, yüksek profilli mi olacağına karar verdik... Ortaya çıkan fikir, oyuncuların kendilerini ispat etme ve sorumluluk duygularının ortaya çıkması adına, düşük profilli bir teknik direktörlük yapmamın uygun olacağıydı..." 

Malum, Galatasaray o sene, son 6 hafta bu düşük profilli teknik direktörlük tipinin başarıyla uygulanması sonucu şampiyon oldu. Tam da hesaplandığı, planlandığı gibi, oyuncular insiyatif aldılar, olası başarıyı kimseyle paylaşmayacak olmanın azmi ile, ne koşuyorlarsa daha fazla koştular, mücadele ettiler, birlik oldular ve şampiyon oldular. 

Tayfur Havutçu, planlı veya değil, futbolculuk hayatında da, yardımcılık döneminde de hep düşük profilli tavırlar sergiledi. Basın toplantılarında kendine güveni olmayan, futbolcularla teknik direktör-futbolcu ilişkisi kurmaktan öte, abi-kardeş ilişkisi kurmayı tercih eden, konuşmayı fazla sevmeyen, ön planda olmamayı tercih eden bir tarz.


Beşiktaş yönetimi belli ki, takımdaki yıldızları temel alarak bir karar vermiş. O yıldızların disiplin, taktik, sistem gibi bazı değerler içerisinde boğulmalarındansa, onlara sorumluluk verip, kendi işlerini kendilerinin görmelerini tercih etmiş. Arzulanan, teknik direktörlük pozisyonununda sorun çıkarmayan, futbolculara güven ve sorumluluk veren bir yapı. 


Bu düşüncenin de şüphesiz en uygun adamı Tayfur Havutçu. Zira 5 ay önce göreve başladığında üzerinde var olan "yönetimin adamı" algısı, 5 ay sonunda değişmiş sayılmaz. Bu 5 aylık sürede Tayfur Havutçu'nun takıma kattığı ekstra bir oyuncu veya bir oyun düşüncesi olduğunu söylemek de fazla iyimserlik olur. Zaten kendisinden beklenilen veya talep edilen, böylesi bir şey değildi. Kendisine biçilmiş görevi kusursuza yakın şekilde uyguladı ki yönetim sözleşme uzatma kararı aldı. 

Peki, düşük profilli teknik direktörlük tipi uzun vadede olumlu kazanımlar bırakabilir mi? Burası soru işareti. Quaresma'nın, Simao'nun veya Guti'nin saha içinde alacağı sorumluluk ve insiyatif işler kötü gitmeye başlarsa ters tepebilir mi? İşte o gün, "bütün sorumluluk bende" diyebilecek, masaya yumruğunu vuracak, gerekirse en önemli adamına da ceza verebilecek birine ihtiyaç duyulabilir mi? En kritik maçta, en düşünülmeyen adamı sahaya çıkarıp o günkü maçın tüm gidişatını değiştirmek gereksinimi olabilir mi? Biz buna halk dilinde Denizli Tavşanı diyoruz...

Dün yapılan tercih esasında teknik direktör tercihi değildi. Teknik direktörlük biçiminin tercihiydi. Schuster gibi yüksel profilli, yüksek egolu, yeri geldiğinde takım kaptanına da acımayacak, bazen sorun da yaratabilecek bir adam mı, yoksa Tayfur Havutçu gibi sıkça geri adım atacak, problem çıkmaması adına verilebilecek tüm tavizleri verecek, başarıda bile geri planda olacak, oyuncularla abi-kardeş ilişkisi kuracak bir teknik adam mı?

Beşiktaş tercihini düşük profilli teknik direktörlükten yana kullandı. Tayfur Havutçu, bu tip bir teknik direktörlük için biçilmiş kaftandır. Peki Beşiktaş'ın ihtiyacı olan, düşük profilli bir teknik direktör müydü, işte o da bir başka yazının konusu...

Puan Tablosu Yalan Söylemez

Bugün itibariyle Beşiktaş lig liderinin 29 puan arkasında kalmış durumda. 8-10 haftadır futbolun tadını almak adına oturduk Fenerbahçe ve Trabzonspor'un maçlarını da takip eder olduk. Bu sene elimizde kalan, Ziraat Türkiye Kupası oldu. O kupada da, kupaya devam etmek istemeyen Trabzonspor'u, kalitesi belli olan Gaziantepspor ve İstanbul Büyükşehir Belediyespor'u geçmiştik. Yani elimizde doğru dürüst bir sportif başarı yok. Unutmayalım, mevcut Beşiktaş kadrosu İBB'yi bile normal sürede veya uzatmalarda yenme başarısını gösteremedi. Kendimizi kandırmayalım, son derece başarısız bir sezon yaşanıldı. 

Haftaya dananın kuyruğu kopacak. Fenerbahçe mi Trabzonspor mu şampiyon olacak, belli olacak. Bu duruma, "bana ne..." , "kim şampiyon olursa olsun..." diye bakabilirsiniz, orası öyle. Lakin futbolun heyecanını yaşayan, her hafta hop oturup hop kalkan, kalpleri küt küt atan onlar. Sivas'la giriştiğimiz şampiyonluk yarışını hatırlasanıza...

Biz son 15 haftadır bu heyecanın içinde değiliz. O oynasın, bu oynasın, o oynamasın vs diyerek oyuncu izleme komitesi kıvamındayız. Artık galibiyetle mağlubiyetin fark etmediği, bitse de kurtulsak maçları... Formaya saygıdan izlenilen ve oynanılan maçlar. 

Taraftar bu sürede o kadar sıkıldı ki, Almeida'nın kupa töreninde yaptığı sempatik hareketler bile camianın tekrar hareketlenmesi için tetikleyici unsurlardan biri olabildi. Taraftar sevmeye o kadar aç ki, en ufak hareketten bile heyecan ve mutluluk üretmeye çalışıyor. Bu da sezonun kısırlığını ortaya koyuyor.

İşte tam da bu sırada Forlan haberi geçildi. Taraftar forumları çöktü, geçen seneki durumumuza döndük. Yine belli haber siteleri hit rekorları kıracak, yine her kafadan bir ses çıkacak, yine Recai Kocaman'lar türeyecek, yine Beşiktaş geleneğine pek de uymayan imza törenleri, havaalanında karşılama törenleri yapılacak, forma satışları, kombineler, dünya kulübü, Mendes, Forlan, Neymar, Fabiano ve hatta Maicon. 

Futbolda transferin bir çok sebebi vardır. Bu sebepler arasında taraftarı heyecanlandırmanın da yeri vardır. Bazen -evet- sadece tribün için de transfer yapılır. Lakin Beşiktaş'ın transferlerinde sanki biraz ayar kaçıyor. 

Sezon sonu Almeida'nın takımdan ayrılacağı konuşuluyor. Bobo zaten ayrıldı. Acaba Beşiktaş, durmadan her sene 4-5 yabancısını değiştiren, bu sayede taraftar nazarında kredi alan, bunun karşılığını sahada vermeyen ama sezon sonu geldiğinde -hatta gelmeden- yeni transfer isimleriyle forum kitleyen bir kulübe mi dönüşmekte? Bunun hesabı doğru yapılmalı.

Bugün itibariyle Beşiktaş taraftarına şu mesaj veriliyor; "Onlar şampiyonluk turu atıyor, biz de size Forlan'ı alıyoruz, mutlu olun!" 

Bu bizi tatmin edecek mi? Beşiktaş taraftarı transfer mi yoksa iyi oyun ve başarı mı istiyor? 

Hafta içinde Forlan transferi açıklanacak, tam 1 sene sonra 35 puan fark yediğimizde "yeni" Forlan adı medyaya sızdırılacak ve sezonun günah keçisi yine Erhan Güven, Nobre, Aurelio olacak ise, ben bu işte yokum. 

29 puan fark yemiş takımın taraftarı, transferle caka satamaz. Oturur, susar, alkışlamak geliyorsa içinden, şampiyon olanı alkışlar. Yönetim kurulu da 29 puan fark yemiş bir takımın yönetim kurulu olarak biraz utanır, biraz sıkılır, biraz "biz nerede yanlış yaptık?" diye düşünür. 

Guti tek başına ülkeden ayrılırken, yeni transferimiz Forlan'ı binlerce kişiyle karşılarız. O esnada takım 29 puan fark yemiş, kimin umurunda?

---

Beşiktaş basketbolda ligi Banvit ve Karşıyaka gibi takımların da altında kalarak normal sezonu 6. sırada tamamladı. İlk turda da Galatasaray'a 3-0 süpürüldü. Olin Edirne ve Antalya Büyükşehir Belediye'nin üzerinde yer almaksa, başarı... 

Neden kimse isyan etmiyor? Çünkü o, Forlan'ı aldı... Pardon Iverson'ı...

Basketbolda da dünya takımı olacak, Amerika'dan maçlarımız yayınlanacaktı, pardon!

3 hafta sonra şampiyonluk kupası Ömer Onan'ın elinde yükselince patlatırsınız yeni transferi. Biz de kitleriz forumları... 

---

Beşiktaş'ta transferlere sevinen, havalara uçan, hayal eden adama -samimi söylüyorum- artık acıyorum. Beşiktaş'ın meselesi asla transfer olmadı. Forlan da muhteşem bir isim. Lakin ayrı konu. 

Birileri bu transfer meselesiyle, taraftarın aşkını sömürüyor. Bu transferler -artık- Beşiktaş için yapılmıyor. Yazık benim taraftarıma, duygularına, aşkına...

Oysa taraftarın bakacağı tek bir gösterge vardır, o da puan durumudur. 

Zira Guti'li, Quaresma'lı, Simao'lu ama 29 puan fark yemiş takım "büyük değildir" Cisse'li, Tello'lu, Yusuf'lu ama şampiyon olan takım... 

Ara