.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

.

.

18 Eylül 2010 Cumartesi

Gündoğdu

Beşiktaş - CSKA Sofya
16 Eylül 2010
Avrupa ligi kura çekiminde belki de ilk defa hepimizin içine yatan, bizleri sevindiren bir gruba düşmüştük. Bunun sadece şansla alakalı olduğunu sananlar da olabilir ama bana kalırsa birazda “zar, bilene gelir” misali, oynadığı futbolla Avrupa’da bir yerlere gelebilecek bir takım haline gelen Beşiktaş bu grubu da haketmişti. Son lig maçında Quaresma olmadan atılan 4 gol yüzleri güldürüyor, maçın hafta içi olmasına rağmen saat 22.05’te başlaması maç öncesi Kazanı ve Büyük Beşiktaş Çarşısı’nın önündeki meydanı doldurmaya yetiyordu.
Bu maç için şehir dışından gelicek arkadaşlarımızla semtte buluştuğumuzda hızla tüketilmeye başlanan biralar ve elden ele gezen bir şişe ne idüğü belirsiz bir içki vardı. Şimdi bu alkol hadisesinde belli sakatlıklar var, tartışılıyor, haklı olunan noktalar da yok değil. Maalesef ağzıyla içemeyen arkadaşlar oluyor, o konuya da değinirim ama senin benim gibi işi tadında bırakanlar için, ve özellikle şehir dışından maçlara ara sıra gelebilenler için semtte içip maça yürümek tribün kültürünün bir parçası oldu. Tribün, tat alabiliyorsanız eğlenceli bir şey. Kazan’da çakırkeyif olup bağıra bağıra hep birlikte tezahürat yapmak, köyiçinde bütün sokağın rakı kadehlerini kaldırarak şarkı söylemesi, şairlerde yayıla yayıla siyah poşetleri boş bira kutularıyla doldururken geçen zaman hep eğlenceli şeyler. Bunu aynı çatı aldında olduğunuzda birşeyler paylaşabildiğiniz, istisnasız hepinizin bir ortak noktası olan Beşiktaşlı insanlarla yapmak daha da keyifli. Anlatıldığı zaman yaşayamayanların imrendiği, ve gelebildikleri ilk maçta hemen o atmosferi yaşamak istedikleri bir kültür bu. E tabi bizde misafirlerimizi kırmadık, hep birlikte güzelce vakit geçirdik.
Dolmabahçe yolu, kazandan hareket eden grubun caddeye çıkması ve meşaleleri yakmasıyla hareketlendi. Biz de o hengame atlatıldıktan sonra yavaş yavaş ilerlemeye başladık. Herkesin dilinde Quaresma yokmuş, Schuster Fenerbahçe maçına saklıyormuş muhabbeti dönüyordu. CSKA’nın bizim kalemimiz bir takım olmadğını biliyorduk ama işte Beşiktaşlı olmanın getirdiği bir rahatsızlık herkeste vardı. Gelen misafir arkadaşlarımız, buradaki bir grupla birlikte yeni açık tribününe geçtiler, ben kapalı alta girdim. Kapalı üst tribünden bir arkadaşla maçtan önce konuşmuştuk, girince onu aradım, sağolsun bir el attı hop asansörü yapıp yukarı çıkıverdim. Maçtan önce kapalı üstten tribün şöyleydi;
Sopalı bayraklar harıl harıl tribüne dağıtılıyordu. O sıra stad mikrofonundan bayrak ve flamaların saat 10’da açılıp 5 dakika açık kalacağına dair bir bilgi geldi. Maç öncesi stad hoparlörlerinden yapılan bu duyurular organizasyon açısından önemli gerçekten. Yoksa internetten veya kulaktan dolma bilgilerle istenilen tam yapılamayabiliyor. Bütün tribünü ilgilendiren aktivitelerde bu tarz uygulamalar daha sık olmalı.
Bu sene diğer maçlarda olduğu gibi bu maçtada İnönü yükünü almıştı. Takım ısınmaya çıkar çıkmaz gene ilk olarak Necip Uysal diye bağırıldı. Tabi o ilk 11’de olmadığı için sahada değildi. Daha sonra sıradan tribüne çağırmalar başladı. Bu arada CSKA taraftarları da kendilerine ayrılan deplasman tribünü kısmını %70 gibi doldurmuşlardı. Tribünün konspeti kırmızı ağırlıklıydı. Pankartlarından en dikkat çekici olanı da “Red or Dead”di. Bizim tribünün efsane pankartlarından olan “Siyah Beyaz Ölüm Yaşam”ı çağrıştırıyordu. Bulgarlar arada gaza gelip seslerini duyurmaya çalışıyorlardı ama tabi her bağırışlarında klasik karşılıklı hareket çekmeler ve “F..k you CSKA” tezahüratları ile bastırılıyordu.
Takımlar sahaya çıkmadan hemen önce saat 22.00 olmuş ve dağıtılan sopalı bayraklar açılmıştı. Gerçekten güzel görünüyordu. Tam önümde kocaman bir tanesi açık olduğu için o manzaranın fotoğrafını çekemedim ama gerçekten görülmeye değerdi. Hemen her biri farklı bir yazı ve imaj içeriyordu. Aralarında hayvan barınaklarına değinen sosyal mesajlı olan bile vardı. Spreyle el emeği göz nuru yapılmış bu bayraklar ile fabrikasyon hazırlanmış brandalar arasında çok fark var. Forza sprey!
Artık bayrakların toplanma vakti gelmişti ve galiba bu hengamede kapalı tribün santrayı kaçırdı. Evet bildiğin santrayı kaçırdık. Santrayla omuz omuza diye bağırılırken bir baktık ne santra kalmış ne bişey. Eh ne yapalım diyerek gecikmeli de olsa giriverdik omuz omuzaya ve startı verdik. İlk yarı tribün gene fena değildi denebilir, golü beklerken yapılan kartal gol gol’ler vs.. idare ederdi. Ama artık herkes golü beklediğinden stres giderek arttı. Genel olarak takımın ilk yarı performansı da kötü olunca etraftan söylenmeler başladı. Özellikle Hilbert ilk yarıda bir takım nahoş beyanatların öznesi olmadı desem yalan olur. Tabi CSKA’nın hiç atak yapmaya niyeti olmadığı belli olduğu için sadece atacağımız golü bekliyorduk.
Devre arasında kapalı üstte hemen önümüzde bitmeyen bir arbede yaşandı. Ağızlar burunlar kırıldı bu sefer. Bir tarafın yanında 10 yaşında çocuklar vardı, onlara yazık oldu. Ağlamaktan bitap düştü garipler. Gene Ayhan abi geldi olayların içine, taraflara müdehale etti ama gerginliğin tamamen dinmesi epey sürdü. Bu arada ikinci devre başladı ve tribün olarak sıfırı çektik resmen. Kapalının %70i işi gücü bıraktı maça daldı. Herkes bir golü bekliyordu ve o gol gelmedikçe o istenilen tezahüratlar bir türlü giremiyordu. Burada eleştiri getirebileceğim bir nokta ise ikinci yarının ortalarında herkes uyurken kutudan çıkan tezahürat seçimleriydi. Bir türlü kıvamı yakalayıp milleti uykusundan uyandırmayı beceremediler. Tersine bol tekrarlı, milletin 2-3 defa söyleyip sıkıldığı marşları dakikalarca döndürdüler. Ve hal böyle olunca da sıkıntı bir türlü geçmedi. Ta ki Ernst’in maç sonuna denk gelen golüne kadar.
Sadece kapalı tribün değil, bütün İnönü’nün 90 dakikadır beklediği işte bu goldü. Maçın sonunda gelmesiyle birlikte ortalık tam anlamıyla yıkılmaya başladı. CSKA tarafına yapılan “koyduk mu?” tezahüratı ve akıllara hemencecik geliveren Fenerbahçe maçı ilk sıralarda yerlerini aldılar. Bu arada maç bitmişti tabi ama kimsenin umurunda değildi. Niyeti bozmuş dale cavaseye giriyorduk. Önce kapalı alt üst başladık. Yeni açıkta sıranın kendilerine geleceğini bildiğinden çıkmıyordu. Hareketleri sıradan geçip yeni açığa pası attık ve bu sefer karşılıklı başladık. Gene alkışlar yapıldı, formalar çıkartılıp sallandı. Tribün beklediği patlamayı saat 00.00’da yapabilmişti nihayet. Maç sonu gerginliği yüzünden girilemeyen Gündoğdu’da adına yaraşır bir şekilde yeni günün ilk dakikalarında artık iyice azalmış olan tribünün inatçı kalanlarıyla söylendi. Yumruklar havada, akıllar Kadıköydeydi.

2 Yorum:

kafsinkaf dedi ki...

eline sağlık böyle çok güzel yazmışsın gerçekten böyle yazılar çok güzel oluyor

sihroje dedi ki...

eyvallah , maçı tv'den izledik tribünü de sen anlattın , hoş oldum.

Yorum Gönder

Ara