.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

.

.

20 Kasım 2009 Cuma

Siyah Beyaz Yürüdüm

İlkokuldaki ilk 2 senem, Beşiktaşım'dan nemalandığım ve menfaat sağladığım yegane dönem olarak zihnimdedir. Küçüktüm, kafam az çalışıyor; derslerde aldığım "yıldızlı" beşleri, Beşiktaşım'la harman edip sonsuz bir popülerite kazanıyordum. MAF veya Kolej Takımı dönemi dediğimiz olmasına karşın, babaerkil ailelerin çocukları olarak bütün çocuklar babalarının renkli takımlarını tutuyorlardı. Çok memnundum, ancak memnuniyetim Beşiktaşım'ı paylaşamamdan ötürü değil, Beşiktaş'ın sağladığı popüleriteyi tek başına taşımak istememden kaynaklanıyordu; küçüktüm, kafam az çalışıyordu. 5 yaşımda başladım yürümeye... Bu topraklara gelen tek gerçek "Sir" Gordon Milne ülkesine, Ali Kayseri'ye, Metin Van'a, Feyyaz inanılır gibi değil ama Fener'e gidiyordu. Oktay, Ertuğrul, Sergen sevgisi gidenleri unutturmuyordu ama kalbimi büyütüyordu, Beşiktaş'ı bireylerine üstüne kat ve kat koyarak daha çok sevmeyi öğretiyordu. Beşiktaş güzelken, ben hakeza daha da güzel oluyordum. Nitekim, Beşiktaş'ın zirveye pençe attığı 94-95 sezonu şöbiyet tadında geçiyor, istediğim tüm hedeflere-şampiyonluk dahil- ulaşıyordum. Rıza kupayı kaldırırken, ben ilk kez bir şampiyonluğu tadına vara vara yaşıyordum. Ortaokul-lise hayatım olması gerekenin hep daha altında geçti. Derslerdeki "Metin-Ali-Feyyaz" dönemim bitiyordu artık, son 3 haftaya kadar şampiyonluk yarışını zoraki kovalayan Beşiktaş gibi, hep mansiyon ödülleriyle yetiniyordum. Bir darbe de Sergen'den geliyordu bu sırada, bir gece yarısı TV'de sarı-siyah formayla görüyor; kendimi odama kapatıyordum. Amcam yanıma geliyor, "Sergen'in kafası iyiymiş, şimdi çıktı vazgeçtim dedi" yalanını katıksız yutuyordum. Belki de hayatta en çok "keşke gerçek olsaydı" dediğim yalan... Birileri gidiyor, yerlerine hep daha kötüleri geliyordu ne yazık ki. Siyah beyaz yürüyordum, ama taraftar demenin ne olduğunu bilmeden... Allen Road'da Shorunmu'nun güleç yüzü 6 gole karşın gülümseye devam ederken, Pascal'ın ırkçı bir dangalağa attığı yumruk oluyordu bana bu kez mansiyon... ÖSS'den sonra yaptığım tercihler %100 İstanbul'dan oluşuyordu. Doğrudur, bir kızı seviyordum ve onun buraya geleceğini biliyordum, onunla aynı şehirde olmayı çok istiyor ve onu neredeyse Beşiktaş'ı sevdiğim kadar seviyordum ama; İstanbul benim için sadece Beşiktaş demekti. Siyah beyaz yürürken birçok kez kaldığım gibi bu kez koca şehirde tek başımaydım Kuştepe'deki kaydımdan sonra, bir şekilde 30M'yi buldum ve semte indim. Sonrasında da galonlarca çay içeceğim "çınaraltı"nda içtiğim birkaç bardak çay sonrasında, daha önce hiç görmediğim mabedimin yerini sordum ve tarife uygun olarak yürümeye başladım. 2 yanı ağaçlar ve yüksek duvarlarla örülü o yolda büyük bir keyifle yürüdüm. Yürürken; ailemi, Bafra'yı, sevdiğim kızı ve dostlarımı, ama en çok Beşiktaşım'ı düşündüm. O gün oynanacak Antep maçı için ben ve arkadaşlarım için 3 bilet aldım. Maç saati geldiğinde, mabede ilk adımları atıp çim kokusunu buram buram içime çektim, sevdiğimi kişileştirdiğim adamlar beyaz formalarıyla sahaya çıktıklarında gerçekleşti büyük vuslat... Siyah beyaz yürüyedururken, güzel bir adamın güzel şarkısı çıkmaz oldu kulağımdan. Kulağımda kulaklık, kendime itiraf etmesem de klip çeker tadında yürüdüm Sinanpaşa'dan mabede... Yaşadığım kayıpları ve kazançların muhasebesini ettim her adımda, çıkan farkı kafamdaki hesapla karşılaştırdım, her defasında mutabık kaldım hayalimdeki hayatla. Ya hayallerim pek yüksek değildi ya da yaşadığım hayatın kalitesi fazlaca yüksekti... Birçok hüsranı barındıran 25 yıl geride kalmışken, kalitenin çok da yüksek olmadığını farkettim. 25 yıl bana bir dolu anı, bir anlık kırgınlığın dahi yaşanmadı güzel bir aile, ama ille siyahı bol bir siyah beyaz aşk getirmişti. Sevdiğim kızlara da sanki bir ritüelmişçesine yürüttüm o yolu ve ritüeli her defasında Dolmabahçe'de çay içme bahanesiyle tamamladım. Sırtımı verdim mabede ve ondan aldım gücümü, cesaretimi, nasıl da salt sevdiğimi anlattım her defasında... Sırtımda mabet varken, hiçbir kez zor olmadı seni seviyorum demek, zaten mabedin yanında yalan konuşacak değildim ya... "Ben de" diye cevap verenlere inandım hemen, onlar da yalan konuşamazlardı güya saftirik mantığımda. Ama o mabet, sadece bizim için mabetti, onlara yalan serbestti... Ve onlar dediklerimin hepsi gittiler birkaç ay içinde, ben tek kaldım, tek de olsam, yine yürüdüm, siyah beyaz yürüdüm...

14 Yorum:

okka dedi ki...

bir nostaliji havası başladı blogda.
maflar segenler,şifolar,ertuğrullar havada uçuşmaya başladı.
haydi şu feneri yeneledim de 6 ocak 1990 gününe dönelim..

GOKHAN dedi ki...

Yalanmış anladık aşklar sevgiler...

dominic molise dedi ki...

.o))
dolmabahce'de yuruyuse ben de goturdum tum sevgililerimi, itiraf ediyorum. onlara sevdigimi soyleyemedim cunku hic bir yerde soyleyemiyorum zaten ama evet, ben de her sevgilimle o gorkemli agaclarin altinda yurudum. 3point, umarim bundan sonrakiler hic olmazsa mabede saygidan sozlerinde dururlar diyeyim, guzel dileklerimle yazimi noktalayayim.

ben de klibini çektiğin şarkıyı merak ettim :)

threepoint dedi ki...

@sy :)

yürüdüm==> feridun düzağaç

Gökhan dedi ki...

@ threepoint

kuştepe dediğine göre sen de bilgi den mezunsun heralde ?

One Shot dedi ki...

olmadı şimdi ama. gecmişte bize evlat acısı gibi koyan ne varsa yazmışsın. gece gece "hotel california" dinlemeye mecbur oldum yazı yuzunden. ama iyi de oldu. alpayın gidişinde banyoya girip ağlamışlıgımı, feyyazın fenere gidişinin bana bıraktıgı şaşkınlıgı, van'da verilmeyen penaltıyı, fevzinin ayagının altından topu kacırdıgında sınıf arkadaşlarımı öldürmek istememi unutmuştum daha dogrusu unutmaya calısmıştım. ama anlamdaki ben bu ülkede ne zaman van kelimesi kullanılsa aklıma gelen ilk şey o verilmeyen penaltıdır. üstünden ne kadar zaman gecerse gecsin sergen denildiğinde hep yasanmamış mutluluklar gelir.
ama şimdiki acılarımız banyoya girip ağlanacak acılar değil. şimdi ki acılarımız elimizden geleni ardımıza koymamamız gereken acılar. şimdi acıyı yaşama değil bitirme zamanı.

threepoint dedi ki...

evet gökhan, hangi bölüm sen?

Gökhan dedi ki...

uluslararası finans benim,2.sınıftayım.
senin hangi bölümdü?

threepoint dedi ki...

2 yıl önce mezun oldum, bankacılık ve finansta master yapıyorum bir yandan da çalışıyoruz işte. orala dikkat et ;)

Gökhan dedi ki...

daha oral ın dersine girmek kısmet olmadı,şimdilik asaf la idare ediyoruz :)

Bende bugün o yolda yanlız ve siyah-beyaz yürüycem eski açıkta tek başıma izliycem maçı :)

alper dedi ki...

güzel yazı.eline sağlık.
yazıyı okurken aklıma geldi.sergeni sarı-siyah forma ile farmakoloji finaline çalışırken görmüştüm ilk.ve yurt kantininde elimdeki çay bardağı yere düşmüştü.sonrasında bir sigara yakış ve kulaklığımdaki walkmende yükselen müslüm babanın sesi.aldana aldana öğrendim artık..

threepoint dedi ki...

@alper
teşekkürler adaş. bana en çok ertuğrul-erman takası koymuştu :S

Yorum Gönder

Ara