.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

.

.

27 Haziran 2009 Cumartesi

Beşiktaşlılık Kimliği

Konu aslında Jokond'un öncelikli ilgi alanına giriyor ama herkesin kendine has bir bakış açısı ve olup biteni algılama biçimi var. Bu bağlamda aynı şeyden bahsediyor olsak da bir başka şey söyleyebileceğime inanıyorum. Beşiktaşlılık nedir, Fenerbahçelilikten ne gibi farkları vardır veya bu farklar nelerdir demeyeceğim. Zira 4. yaşındaki çocuğa bile Beşiktaş şunların şunların takımıdır, Fenerbahçe bunu temsil eder, Galatasaray şudur diye anlatılır. Anlatılır da günümüzde bu farklar silikleşmeye başlamış mıdır ona bakmak lazım. Elbette Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray ve diğer takımları toplumdan bağımsız şekillerde kendini var eden kurumlar olduğunu söylemek imkansız. Günümüz toplumsal koşullarında toplumun ne kadar tektipleştirildiğini hepimiz yaşayarak görüyoruz. Kavramlar eğilip bükülüp bir araya getiriliyor. İbrahim Altınsay da "Bir gün herkes 4-3-3 oynayacak" isimli yazısında bunu çok hoş bir biçimde dile getirmişti. "Muhafazakar demokrat" , "Özgürlükçü dinci" gibi kavramların evlendiği bu dönemde Beşiktaş'ın diğer kulüplerle evlenmemesi ne kadar mümkün olabilir işte sorgulamamız gereken biraz da bu. Ben Altınsay'ın görüşünü aslında bir ileri götürüp "Bir gün herkes Fenerbahçe'li olacak" eleştirisine, zaten herkesin Fenerbahçelileşme sürecinde olduğunu söylüyorum. Burada aslında Fenerbahçe'liliğinde çizgilerini yitirip, ortaya çıkan sakat çocuğu tasvir etmeye gerek bile yok. Çünkü o ortaya çıkan şey, belli bir değeri, bir duruşu temsil eden bir şey değil. Fenerbahçe'lilerin de istediği aslında böyle bir şey olmasa gerek. Nihat Kahveci'nin imza töreninin stadyumda yapılıp yapılmaması konusunda bu tartışmanın filizlerini okuma fırsatına eriştik. Bazı Beşiktaş'lı arkadaşlar Beşiktaş'ın bir başka değerler bütününün takımı olduğunu, Fenerbahçeleşmek isteyen Beşiktaş'lıların da Fenerbahçe gibi çok net bir alternatifleri olduğunu ortaya koydular. Bazılarımızın içinde yaşatmaya devam ettikleri Beşiktaş'lılık hala çok net. Beşiktaş'lılığı konuşmak için sanki bir başka okuma biçimine ihtiyacımız var. Yıllar yılı anketler yapılır. Hangi takımın daha çok taraftarı var, ne kadarı üniversite mezunu diye başlar ve biter. Bu veriler üzerinde kimse de iki kelam etme cesareti gösteremez. O veriler o şekilde yayınlanır ve unutulur gider. Olay hangisinin daha çok taraftarı olduğunda değildir aslında. Hangisinin neye taraftar olduğudur sosyolojinin konusu. Araştırılmaya ve üzerinde konuşmaya gerek olan alan da o dur. Mesela benim en çok merak ettiğim istatistik, hangi illerde Beşiktaşlılık oranının yüksek olduğudur. Çünkü soracağım soru nettir; Neden? Neden ülke genelinde Beşiktaşlılık oranı bu iken, bu illerde bu ortalamanın üzerinde? Veya ortalamanın altında kalan illerde durum neden bu? Ancak buradan hareket ederek birinin diğerinden farkını ortaya koyabiliriz. Belki de tam da bu istatistik üzerinden Beşiktaş kulübünün bir çizgi ve yol haritası belirlemesini sağlayabiliriz. Bu insanları Beşiktaşlı yapan nedir? O ilde yaşayan bir devlet büyüğü mü, o ilde yaşanmış bir olay, bir anı mı? O şehrin sosyo kültürel, siyasi yapısı mı? Nedir? Hep söylenegelir... Beşiktaş halkın takımıdır diye. Solcuların takımı... Bu bir spor kulübü için iyi midir kötü müdür? Yol haritasında pusula olacak bir değer midir? Bilmiyorum. Konuşmak lazım. "Gel, kim olursan gel" mi denmelidir yoksa "ben bu yolda yürüyorum, gelen gelsin" mi? Son derece tartışmalı. Veya Beşiktaş gerçekten o değerlerin takımı mıdır? O veya bu görüşün desteklendiği mi yoksa her görüşün kendini ifade edebildiği bir platform mudur İnönü Stadyumu? Veya stadyumlar bu iş için mi var olmaktadırlar? Türkiye'de o-bu-şu stadyum ne kadar demokratiktir? Ne kadar iktidarın kontrolü altındadır? Tartışmalı. Burada bahsedilen iktidarın da siyasal iktidardan öte bir anlamı olduğu nettir. Bunları konuşmak yasak mıdır? Yanlış mıdır? Bunların konuşulmakta olduğu bir Beşiktaş forumu mevcut mudur? Değil midir? Değilse neden değildir? Bilemiyorum...

5 Yorum:

delgado dedi ki...

tam zamanında merak etmişsin.

forza'da dün başlık açılmıştı böyle bir anket hakkında.

http://forum.forzabesiktas.com/viewtopic.php?f=10&t=14304

en çok beşiktaşlı oranı balıkesir'deymiş. bilyoner.com'un anketi bu, orda daha detaylı bilgiler vardır sanıyorum..

izzy dedi ki...

beşiktaşlılık oranı en yüksek ilin balıkesir olması pek olası değil. bunu söylememdeki tek kıstasım şampiyonluk kutlamalarının sönük geçmesi gerçi. yine de bilemem eğer öyleyse mutlu olurum...

alper dedi ki...

ben bu beşiktaş halkın takımıdır yok efendim solcuların takımdır lafını duydum mu tiksinegelirim. halkın takımı ne demek? solcuların takımı ne demek? eğer beşiktaş halkın takımı ise eskişehirspor kimin takımı? halk beşiktaşlıysa trabzonspor taraftarları uzaylı mı? böyle makattan sallama tanımlamalar yerine bence taraftarın beşiktaş'ı nasıl konumlandırdığına bakmalı. benim çocukluğum, hangi takım taraftarı olacağıma karar verme evrem, rıza, samet, ulvi, metin, ali ve feyyaz'ların devrine denk gelir. tabi ki başlarında milne ve büyük başkan seba. o çağlar beşiktaş'ın fırtına gibi estiği şampiyonluklar kazandığı hiç olmazsa ikinci olduğu zamanlardı. ikincilikleri daha da önemliydi çünkü o ikinciliklere yapılan şerefli ikincilikler tanımlaması şerefsiz birinciliklerden çok daha fazla şeyler ifade ediyordu.

beşiktaş tarihinden bir kaç isim söyle deseniz baba hakkı'dan başlar, seba'yı söyler sonra metin ali feyyaz'lı dönemi sayarım. peki bu saydıklarımın ortak özellikleri nelerdir? ahlak, sportmenlik, terbiye. rıza'ydı sanırım, farklı biten bir trabzon maçından sonra kendisine uzatılan mikrofondan bütün dünyaya ne kadar yüksek bir karakterde olduğunu haykırıyordu. yine aynı dönemlerde beşiktaş'lı bir kaç futbolcunun ortak tuttukları bekar evlerindeki mütevazi yaşamları yansımıştı gazete sayfalarına. onlar rol modellerdi. ahlaklı, terbiyeli, sempatik, rakipleri tarafından bile saygı duyulan.

işte böyle. demem o ki onun takımı bunun takımı gibi gudik tanımlamalar yerine her taraftarın beşiktaş'ı nasıl konumlandırdığına bakmak lazım. yapılsın böyle bir çalışma, atıyorum 500 bin örneklemle konuşulsun, nasıl konumlandırdıkları öğrenilsin ondan sonra densin ki beşiktaş şunun takımı bunun takımı. ama o kadar kolay değil işte. sonuçta dinamik bir şey. ben onu futbolda asaletin, efendiliğin, ağır abiliğin, kardeşliğin takımı olarak konumlandırırım ilhan'la pascal'ı izleyerek büyüyen çocuk (gerçi onların dönemi çok kısaydı, çocukluk da kısa şimdi) hırsın, mücadelenin, azmin takımı olarak konumlandırır.

simplextablosu dedi ki...

Şimdi önce söylenegelen, kimlik olarak oturtulan bazı şeyleri tekrarlayalım;
1 - Galatasaray, fransız ekolünden gelen, aristokrat kökleri olan, dahada karikatürize edersek ukala, snop bir camiadır. Galatasaray lisesi ekolünü uzun yıllar sıkı bir disiplinle yürüttükleri için bazı çevreler tarafından hala benzer etiketlerle tanımlanırlar.
2- Fenerbahçe gücü, parayı yönetmesiyle, ne olursa olsun büyük ve başarılı olmak zorunda olduğu fikriyle anılan bir camia. En çok taraftar onlarda, en güçlü başkanlar onlarda, en acaip bağlantılar onlarda, en büyük en büyük büyük vs..
3- Beşiktaş ise bildiğimiz gibi halkın takımı olarak nitelenir. Mütevaziliği, ağırbaşlılığı, politik olarak tribünlerinin (bu konuda bi enteresan) sola yatkınlığı ile bazı değerlere sahip çıkmakla tanımlanmış bir camia.

Çoğu klişe olmakla birlikte bugün üç aşağı beş yukarı takımlar hakkında genel yargılar böyledir. Bunları o "takımlılık" kimliğine dönüştürdüğümüzde ise bir genelleme yapmak oldukça saçma oluyor aslında. Zaten işin temelinde 6 yaşındaki bir çocuğa -bak kardeşim bu camia bu, bu camia budur, seç birisini- denmediği için taraftar kimliği ile camia kimliği birbirinden bağımsız olarak işe başlıyor. Kalkıpta Niğde’nin bir ilçesinde doğmuş, ortaokuldan terk Galatasaraylı bir çocuğa frankofon yakıştırması yapmanın, hayatı boyunca alçakgönüllü yaşamış bir Fenerbahçeliye sen güce tapıyorsun demenin manasızlığını tartışmaya bile gerek yok aslında. Ama bu xli olmak hakkında söylenecek sözümüz yok demek değil. Bütün genellemeler yanlıştır penceresinden kafamızı biraz dışarıya çıkartalım bakalım.

Beşiktaşlılık zaman içinde kendi kendine garip bir hal aldı. Örneğin karşılaşmak istemediğimiz sorulardan birisini sorayım ben, Baba Hakkı Fenerbahçe maçında gol attıktan sonra elini şortunun içine götüren Nouma'yı görse ne yapardı? Biz Beşiktaşlı olmaklığımızı Baba Hakkı hikayeleriyle onurlandırmıyor muyuz? Onun bize kattığı değerleri yüceltmiyor muyuz? Peki bu Beşiktaşlılık ezeli rakibine gol attıktan sonra elini şortunun içerisine sokan futbolcuyu yere göğe koyamamak mı? Ona ceza veren yönetimi en ağır ithamlarla suçlamak mı? Süleyman Seba'nın nezakatiyle, ağırlığıyla gurur duyup Serdar Bilgili'nin 2003te Galatasaray maçı sonrası özür beyanatını "sen kim oluyorsun" diyerek eleştirmek mi? Yani Beşiktaşlılık tek bir kalıpta değil artık. Tek bir doğru kalıpta yok zaten. Herkesin doğrusu kendine. Ancak bu kalıbı şekillendirmek adına çok önemli bir yer var, adıda "tribün".

simplextablosu dedi ki...

Çarşı adını verdiğimiz, kuruluşunda yer alan isimlerin kendilerini sosyal demokrat olarak adlandırdığı bir oluşum var. 26 senedir İnönü kapalısındalar. Bence bugün Beşiktaş için hala halkın takımı, solcu camia deniyorsa Çarşı’nında bu söylemdeki rolünü küçümseyemeyiz . Elbette tribünde alenen politika yapılmaz ama tezahüratlarla, marşlarla, pankartlarla, tepkilerle farklılığını ortaya koymuş bir tribündür Beşiktaş kapalısı. Popülerleştikçe, medyada görülmeye başlandıkça daha çok eleştirilmiş, ama bunun gücünü kullanarak pek çok yardım kampanyasınada imza atmış bir gruptur. Takıma olan desteğini stadyumun akustik etkisi sayesindede yıllardır üst seviyelerde tutmasıda unutulmamalı. Bütün bunlar taraftar kimliğine etki eden şeyler. Tribünde Beşiktaşlılık denildiğinde sayılacak maddeler taraftarın takıma olan büyük sevgisi, acıların yenilmez savaşçısı, yaratıcı tribün organizasyonu vs. Ve bir çocuğun bir takımı tutmasını sağlayacak tribün güzelliklerinin hepsini yaşatabilecek Kazan’dan İnönü’ye kadar olan o maç atmosferi. Çarşı bütün bunların ortasında duruyor. Ve kendi içindeki çelişkilerinin çoğunu artık sayıca kontrol edilebilmenin çoktan ötesine geçmiş olmaları yüzüden yaşıyorlar. Bu kontrolün zorlaşması nedeniyle yaşananlara gelen eleştiriler ise çoğu zaman Beşiktaşlılık üzerinden belaltına yapılıyor. Beşiktaşlılık denildiğinde saydığımız özellikleri koskoca bir tribün grubundan beklemek biraz zor. Ama Çarşı’nında Forza Beşiktaş vasıtası ile tribün dinamikleri üzerinde yürüttüğü seçimlerin bizzat Beşiktaşlılık üzerinden eleştirilecek yanları var. Bu başka yazıların konusu.

Peki Beşiktaşlılık farklı mıdır? Buna ben objektif cevap veremem sanırım. Şimdi Fenerbahçelilik şöyledir Galatasaraylılık böyledir dersem yanlı davranmış olurum. Ama sosyal bir çevrede her takımın kimliğinin diğerlerinden farklı ama kendi içinde benzeşme gösterip oluşması kadar doğal bir şey yoktur sanırım. Bu kimliklerin hepsi kendisine göre iyidir. Önemli olan bunun diğerleri tarafından algılanış biçiminin nasıl olduğu. Beşiktaşlılık algısı Beşiktaşlılar için çok önemli mesela. Takımın başarılı olmasında bile önemli olduğunu düşünenler var. Bunun artık Yıldırım Demirören’in kibar haliyle heyecanlı yapısı yüzünden çok yara aldığını biliyoruz. Pek çok tercihi ve beyanatı hem bizler hem başkaları tarafından eleştiriliyor. Yöneticilerin asıl becerisininde bu olması gerekiyor işte. Hem –eğer hala olduğuna inanıyorsanız- Beşiktaşlılık kimliğinin gereklerini yerine getireceksiniz, hem kendinizi ezdirmeyeceksiniz, hem başarılı olacaksınız. Bu dengeyi kurmak gerekiyor. Başarılı olmanın yolu diğer özellikleri yoksaymaktan geçmemeli.

Yazı uzun oldu ama konu çok derin. Belkide Beşiktaş üzerinden tartışılabilecek en kapsamlı konu bu. O yüzden hakkını vermek lazım.

Yorum Gönder

Ara