.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

.

.

10 Haziran 2010 Perşembe

Haydi İnönü’yü Yıkalım, Peki Ne Pahasına?

2009 Ocak'ta Serencebey icin yazdigim bir yazi... Uzerinden vakit gecti ama pek bir hareket yok... Biraz uzun, o yuzden isteyen "Bugün Beşiktaş taraftarı neyi istediğini çok iyi şekilde anlamak zorunda" kismindan da baslayarak ana fikri yakalayabilir...

Bugün, tribüne girmenin kuralları, hatta daha doğrusu kanunları vardır, tribüne kesici, delici, yaralayıcı madde sokamazsınız ya da sokmamalısınız. Alkol de sokamazsınız, taşkınlığa sebebiyet verebileceği için. Artık yanıcı maddelerden meşale de alınmıyor tribüne, o fantastik, tarifsiz güzelliğine rağmen, sahaya atılabilirliği olduğu için.

Futbolda taraftar olmanın da kuralları vardır. Taraftar takımına her halükarda destek olmalıdır mesela. Futbolcularına küfür etmemelidir, oyunun gidişatını, takımının geleceğini düşünmelidir. Sahaya yabancı madde attığında, ya da toplu şekilde küfür ettiğinde iki hafta sonra eve ya da bir kahvehane köşesine hapsolacağını da unutmamalıdır.

Bu ve buna benzer yüzlerce kuralın dengesini tutturmak ise en zorudur. Kuralların hepsine uyanlar artık taraftardan dahi sayılmıyor zaten. Vaktinde Roy Keane Manchester United taraftarını deplasmana gidenler ve Old Trafford’dakiler diye ikiye ayırıp, “Karidesli sandviçlerini ısırıp, ellerinde içkileriyle oturanlar sahada neler olduğunun farkında bile değil, oysa deplasmandaki taraftarlarımız olağanüstü” demeciyle Manchester United’dan kendisini uzaklaştıran ilk cümlesini kurmuş ve Old Trafford’u dolduran ve mükemmel görünen kalabalığın onun gözündeki değerini ortaya koymuştur. Roy Keane’in beğenmediği bu taraftar modelini bugün Boğaz’ın karşı yakasında gözlemleyebilirsiniz. Isıtılmış tribünlere düşen iki damla yağmur bile, arabayı otoparktan çıkarıp, maça gitme tercihini, sıcak evdeki televizyon kumandasına satmaya yetiveriyor onlar için.

Elimizde Old Trafford ve Saraçoğlu örnekleriyle birlikte beş yıl öncesine 25 Nisan 2004 tarihine dönelim. Sezon başında modernize edilen İnönü Stadı’nda o günün parasıyla yaklaşık 2000 Amerikan Doları karşılığı fiyatlandırıldığından kapalı tribüne kombine bilet alamamıştım. Fenerbahçe maçına epey bir para verip aldığım Kapalı’da en ön sırada ve ayakta maçı izlerken, açık tribünden yükselen şu tezahüratı hiç unutmadım: “Kapalı uyuma, şampiyonluk gidiyor”. Bu tezahürat o sezon içinden bir türlü çıkılamayan krizi, sonraki sezonda stadın renovasyonu sırasında kurulmuş Del Bosque’li takımın deplasmanlarda sürünürken lige adapte olamayışını ve hala süren tribün-futbolcu soğukluğunu anlatmaya yetiyor. İşte o 2003-2004 sezonunda Beşiktaş tribünleri bugün Saraçoğlu’nda yıllardır da Old Trafford’da koltukları işgal eden o taraftarları çekmek için modernize edildi. Stadın sadece Kapalı tribünü modernize edildi, kapasitesi azaltıldı, oturup maç izlemek için üretilmiş son derece kaliteli koltuklarla dolduruldu ve bugünün futboluna yakışır bir konfor seviyesine getirildi. Elbette düzeltilmesi imkansız altyapı bozuklukları, dar kapılar, içerisinde yol almak için adeta kulaç atmanız gereken yetersiz tuvaletler yine oradaydı. Ama en azından stada aldığınız taraftar profili yukarıda saydığımız o temel taraftarlık ve temel tribün kurallarına en üst düzeyde uyan adamları kapsıyordu. O dönemde üniversite öğrencisi olduğumdan bu fiyatlarla her maça Kapalı’ya gidemediysem de ben de bu gruba dahil sayılabilirim.

Öte yandan Beşiktaş Tribününün kendine has bir yapısı söz konusu. Bu yapı, kendini Asi Ruh’ta vucüda getiren, Beşiktaş – Dolmabahçe yürüyüşlerinde ortaya çıkan, hatta “Amca’ya, Dayı’ya inat Beşiktaşlı olmak” kavramını doğuran bir yapı. Özünde kurallara uymak olmayan bir şey bu. Zaten hayatın hiç bir yerinde doğruyu tanımlamak kolay değil ve doğruyu tanımlamak dahi bu kadar zorken, belirlenmiş doğrulardan yola çıkan kurallara sıkı sıkıya bağlanmak da bir o kadar imkansız. Örneğin bugün, İngiltere’de maçta sık sık ayağa kalktığınızda, şaka değil, evinize bu davranışı düzeltmeniz yönünde bir uyarı yazısı gelebiliyor. Ben bundan on yıl önce ilk kombine kartımı aldığımda, Kapalı’da “çök çök” seslerini her maç defalarca duyuyordum mesela. On yılda Kapalı’nın kuralları çok keskin şekilde değişti ve bugün ayakta olmayan kimse kalmadı artık! Peki bu tribün modernize edildiğinde, oturduğunuz yerde maç izlemeye alışabilecek misiniz? Bu sorulabilecek en doğru soru değil tabii, doğru soruya yazının sonuna doğru ulaşacağız.

Yeniden yukarıdaki kurallara dönelim. Bir Beşiktaş Gençlerbirliği kupa maçı, yanılmıyorsam. Kapalı’da kutu dediğimiz, benim o zaman göbek diye tanımladığım yerdeyiz. Tribün takımı çağırıyor her zamanki gibi, “Beşiktaş’ım elele”. Elele geliyorlar, hep bir ağızdan başlıyoruz: “Hepiniz O.. Ç..!” Hep bir ağızdan başlayan tezahürat, ikinci tekrarda sessizleşiyor, o tribüne çağırılanlardan örneğin biri Şifo Mehmet çünkü. Hayatımda yaşadığım en büyük şoklardan birini yaşıyorum ve o günden sonra göbekte maç izlememek için yemin ediyorum. Bu yapılan kurallarını da değil, tribün raconunu ayaklar altına alıp üzerinde tepinmektir. Ama Beşiktaş tribününden yadsınamaz bir gerçektir de. Beşiktaş tribünü takımının arkasında durmayı daha iyi öğrenirken bu yollardan da geçmiştir. O yüzdendir ki, Fenerbahçe üç maç kaybettiğinde soğuk havayı bahane etmeyen 8 bin kişiye oynarken, ligden kopan, UEFA kupası kovalayan Beşiktaş için İnönü ayazında 15 bin kişi sevdasını beklemektedir. Kapalı’yı o gün dolduran adamlar bugün stadda yok mu sanıyordunuz yoksa? Ya da Seba’yı gönderip, Ahmet Dursun’a sarılanlar başkaları mıydı?

Bugün Beşiktaş taraftarı neyi istediğini çok iyi şekilde anlamak zorunda.


Stadyumlar, hele ki var olan stadyumlarla aynı kapasitelere denk gelecek şekilde yenileniyorlarsa, bunun yapılma amacı kulüplerin maddi durumunu iyileştirmektir. Maddi durumu iyileştirmek en iyi şekliyle bugün Fenerbahçe yarın Galatasaray maçlarında tribünleri dolduran/dolduracak profildeki seyirciyi maça çekmekle gerçekleşir. Maç öncesi kendi tezahüratlarıyla değil, popüler şarkılarla eğlenen, çoluğunu, çocuğunu biletli şekilde stada sokup, numaralı koltuğuna oturup, gönül verdiği ve uğruna para harcamaya niyetli olduğu takımını izlemek için o stada gelecek insanlardır stadyum inşaatlarının sebebi. Bu insanlar, yazık ki tezahürat etmeyi öncelik olarak görmezler ve başarıyla beslenirler. Başarısızlık, ellerinde kombine kartları olsa bile o tribünden uzak kalmak için bir sebeptir. Bu taraftarlar verdikleri paranın karşılığını en iyi şekilde almak isterler. Çünkü, her ne kadar 2009 sezonunda pahalı bir hale geldiyse de 1947 model bir stada verilen kombine bilet parasının en az üç misli para vererek almışlardır o değerli koltuklarını. O yüzden sahayı en iyi görecek yerde olmak isterler. Bağıracak taraftarların da mümkünse stereo şekilde kale arkalarında yer almasını tercih ederler. Para onlarda olduğundan, artık bu kuralları koyacak olanlar da onlardır tabii. Eğer elinizde bir sezon için maç masrafına ayırdığınız 4000 TL yoksa, artık siz Kapalı, ya da o günler için “Kuzey” tribün taraftarı olamazsınız. Ofsaytları TV ekranına bakmadan çözmeyi, maça doğrudan etki etmeyi unutmalısınız, en fazla rakibin kalecisine sardırabilirsiniz artık. Baktınız paranız 75 TL’lik kale arkası tribün biletine de yetmedi, siz de karşı yakadaki rakibinizin taraftarının yaptığı gibi, gidemediğiniz, göremediğiniz ama anlattıkça ağzınızın suyunu akıtan ve sizi asla misafir edemeyecek muhteşem tribünü, koltuk arkasındaki LCD televizyonları anlatır durursunuz. Evinize alamadığınız Digiturk aboneliğinizle, stadda yaşatamadığınız futbol sevgisiyle çocuklarınıza da bize aşılandığı gibi Beşiktaş sevgisini aşılarsınız, emin olun. Ne de olsa elinizde medyanın Beşiktaş’a desteği kesilmeyen muhteşem gazeteleri ve televizyonları olacak! Zaten artık stada yürüyüş yolu Beşiktaş Semti’nden, ya da Çarşı’dan değil, Nişantaşı, Maçka üzerinden olacak, nitekim o koltukları alabilecek kodamanlardan olmayacaksınız... Hatta ne yürümesi, hepimizin hevesle beklediği muhteşem otoparka kadar arabanızla gelebileceğinize göre, stada yürüyüşler de bitti demektir. Sanırım sizler de anladınız, bugün kulübe üye yaklaşık 15 bin kişinin onda birinin katıldığı mali kongrelerle yönetilen kulübümüzü bu insanların taraftarlığına bırakıyoruz yeni projemizle... Sorumuza geldik bile, yenilenmiş stadyumda siz de bir koltuk sahibi olabilecek misiniz acaba, gerçek Beşiktaş aşıkları?

Bu sene itibariyle tam 19 yıldır maça gidiyorum. İnönü’de yüzlerce koltukta ve her tribünde oturma şerefine nail oldum, on yıldır da Kapalı tribündeyim. Stadyumun köhne halinin yarattığı sıkıntıları, son yıllarda çok daha iyi durumda olsa da giriş-çıkış problemlerini, içeride birşeyler yemenin, içmenin imkansızlığını, Kapalı alt katta 2. ve 16. sıralar arasındaki koltuklarda taç çizgilerinin görülmediğini, önünüzdeki koltuğa bastığında, sizin de koltuğa basarak ayakta durmak zorunda kaldığınızı biliyorum. Maça verdiğiniz para karşılığında daha iyisini elbette hak ettiğinizi de biliyorum. Ancak, verilen ilk projeyi, üstelik büyük çoğunluğu VIP, Basın tribünü olarak ayrılmış 40 bin kişilik küçük bir stadyum projesini körü körüne kabullenerek, o konforda bir stadın projelenen kapasitesiyle bilet fiyatlarının üçe, hatta dörde katlanacağını bilerek, tribünleri Roy Keane ve Manchester United örneğindeki karidesli sandviç yiyen sessiz küçük işadamlarına terk ederek bu sıkıntılar çözümlenemez. Gerçekçi, ekonomik ve tıpkı 2004 seçiminde başkan seçtiren demeçte olduğu gibi, Beşiktaş tribünlerini Beşiktaş’a aşık kişilere bırakacak bir projenin elbette her Beşiktaşlı gibi arkasında olacağız. O yüzden, yeni stada evet ama gündemdeki projeye hayır. Yirmi yıl sonra “Gündoğdu”yu, “her maça yeni tezahürat” kavramını, her ne kadar sıklıkla aksi yönlerde fikir sahibi olsak da tek eliyle bütün stadı kontrol eden “Alen”i, dolayısıyla farazi Ermeni sorununu bünyesinde çözmüş, her hareketiyle dünyanın şapka çıkardığı muhteşem tribünleri geçmişten hoş bir anı olarak kenara koymak Beşiktaş’a ve Beşiktaşlı olmaya ihanettir. Yukarıdaki sorunun yanıtını futbol ile ilişkilendirilmiş mükemmel bir Türk Filmi olan Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ın sonunda bulabilirsiniz. Amatör takımın yıldızı Serkan Esnafspor’un Profesyonel Lige yükselme maçında özellikle kötü oynayıp, takımın ruhunu ve benliğini kaybetmesini engellemeye çalışır, fakat başaramaz... Bir sonraki senede çim sahada maça çıkan Esnafspor’da geçen yılın tüm kadrosu tasfiye edilir, Serkan da kulübeye çakılı bir yedeğe dönüşür... Elbette Beşiktaş gibi bir marka büyük düşünmek zorundadır... Ancak bu kulüp her ne kadar Kongre Üyeleri tarafından yönetiliyorsa da, Beşiktaş Halkın Takımı’dır...Bu tribünleri ve bu aşkı yaralamadan, araya parayı koymadan hazırlanacak bir projeyle, Halkın Takımı Beşiktaş yarınlarına onu var eden geleneklerine bağlı şekilde ve güvenle bakacaktır.

3 Yorum:

sihroje dedi ki...

Ben stad modernleşse bile taraftar profilinin , özellikle kapalının yapısının çok da değişeceğini sanmıyorum.

Bugün bile kapalıdan ses çıkmadığı zaman , ara ara yeni açıktan " orası kapalı herkes ayağa" veya " kapalı kapalı sesin çıksın kapalı" türü uyarıları duyabiliyoruz. Ki bu uyarılar seyircilerin çoğunlukta olduğu yeni açıktan , taraftarlığın kitabını yazmış olan bir tribüne karşı yapılabiliyor.

Yarın yeni stad yapılırsa , Çarşı kale arkasına geçmek zorunda kalırsa,modern taraftarların yeni kapalıda rahat maç izleyebileceklerini zannetmiyorum. Bugün futbolcuya o..ç.. diyerek bu noktaya gelen taraftar , yarın oturarak maç izleyen topluluğu bir şekilde rahatsız edecektir. Veya bir grup kapalıda oranın atmosferini koruyacaktır. Şuan baktığımızda numaralı dışında oturup maç izleyen tribün yok. Yeni açığın çoğu da oturuyor ama orası sahaya uzak olduğu için ayakta maç seyeretmek anlamsız gelebiliyor insanlara.

Kaldı ki yeni yapılacak stadın kapalısı , şuanki kapalıdan çok farklı olmayacaktır. Girişler , tuvaletler yenilenecektir , belki koltuklar değişecektir ama Old traforddaki gibi karidesli sandiviç yiyecek restoran hiçbir zaman olmayacaktır.

carlito dedi ki...

takıma tribüne çağırıp o.ç. diye bağırılması küçük yaşta beni "travma" denen kavramla tanıştırmış olan, çok acı bir anımdır.. 11-12 yaşlarındaydım sanırım, g.birliği ile ligin 2. yarısının 2. maçıydı.. bir hafta önce şekerspor'a deplasmanda 2-0 yenilmeyi başarmış olan Beşiktaş için son derece soğuk ve yağmurlu bir havaya rağmen babamla birlikte eski açığın numaralı tarafındaydık.. (ki o dönem durduğumuz yer rakip tribündü, ama g.birliği taraftarı gelmediği için o tribünde bir avuç Beşiktaşlı'nın arasında biz de yer almıştık) takım maç için ısınırken kapalı takımı tribüne çağırdı.. babam çayını içip sahaya bile bakmazken, bense sanki önemli bir şeyler olacağını biliyormuş gibi gözlerimi kırpmadan karşıya bakıyordum, sonra olanlar oldu.. o hayal kırıklığını atlatmak için yıllarca bilinçaltımın derinliklerine ittim bu olayı.. (tekrar hatırlattığı için de yuki'ye teşekkürlerimi yolluyorum! :))

stad meselesine gelince.. yuki'nin çekincelerine de, sterkasur arkadaşımızın rahatlığına da kısmet katılmaktayım.. daha önce açıklanan proje İnönü'nün havasını değiştirecektir, bu kesin.. özellikle bizim gibi kesimlerin bu stada bilet alıp girmekte bile zorlanacağımız konusuna katılıyorum.. ama bu işin boğazın karşı yakasındaki adını hatırlayamadığım kulüpte olduğu kadar kolay olmayacağına da eminim ;) o kadar kolay olsaydı, 2003teki kapalının katledilmesi faciasından bir daha dönüş olmazdı.. ama kapalıyı o hale getirenlerin üzerinde öyle bir baskı oluşmuştu ki, yerine gelecek yönetimin bunu koz olarak kullanması bile sağlandı ve tribünler 1 sezon gibi kısa bir aranın ardından eski kimliğine kavuşabildi.. yani diyeceğim o ki, benim bildiğim Beşiktaş taraftarı, ne stadda ne başka bir her yerde, "halkın takımının halktan taraftarı" kimliğini kaybetmeyecektir.. Beşiktaş'ın da M.United gibi karidesli sandviç yiyen taraftar profiline dönüşeceğini umanlar fena halde yanılacaktır.. (bu karidese de taktık, sanki milli yiyeceğimiz :)) bizi anca köfte ekmek paklar ;))

Gürcan Ulusoy dedi ki...

devir değişiyor. dün, beşiktaşın kalbini geri vereceğim diyenler bugün başka şeyler söylemekteler.

Yorum Gönder

Ara