.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

.

.

6 Şubat 2010 Cumartesi

Gidenlerden...

"Beşiktaş tribünü farklıdır..." Bunu binlerce defa gururla söylemiş bir insanım ben... Bu farkı ortaya koymanın en kolay yolu şampiyonlukların gelmediği senelerdeki tavırdır, performanstır... Şampiyonluğa yaklaşamadığı sezonlarda bile pahalı biletlere rağmen en yüksek doluluk oranına oynayan takımdı Beşiktaş...
Beşiktaş tribününü tribün yapan adamlar ise kısıtlıdır... Maalesef böyle. Bunu da en iyi şekilde Olimpiyat Stadı telaşesinde, İzmir'deki Kupa Finali seferlerinde görürsünüz... Fenerliler kendilerine ait olan yeri Beşiktaşlılardan 2 saat önce doldururlar; dahası bir sürü Fenerli kendi tribününe bilet bulamadığından, Beşiktaş tribününden bilet alır... Nitekim internet satışlarını hatırlarsanız, Fenerlilerin ucuz biletleri üç gün önceden biter İzmir seferlerinde, Beşiktaşlılarınki ise gişeye gelir... O yüzden her konu açıldığında söylerim; Beşiktaş'ı Beşiktaş semti dışına çıkaramazsınız... Bunu "Beşiktaş semt takımı mı ulan" diye anlayacaklara bir şey demiyorum artık, antrparantez... Fakat Beşiktaş gidip, Olimpiyat Stadı'nda iki sene oynasın, bakın bakalım Trabzonspor kadar kalıyor muyuz bu işin içinde...
Neticede, gidip Digiturk'un kayıtlarına bakarsanız, İnönü çevresindekiler dışındaki Kartal Yuvası gelirlerini incelerseniz; BJK dergisinin satış rakamlarına ve detaylarına bakarsanız göreceğiniz tek bir şey var. Beşiktaş'ı İstanbul'dan ve semtten uzaklaştırırsanız, kriptonit görmüş Superman'e çevirirsiniz... Bunun sebepleri var...
Anadolu'da yaşadığınızı varsayalım... Hatta İstanbul olsa ne fark eder, o da olsun... Futbola ilgi duyan bir çocuk oldunuz muhtemelen. Burada şunu belirtmek lazım, futbol takımına doğrudan bağlanacak, şehrine geldiğinde koşa koşa gidecek, ürünlerini alacak, parası yoksa idmana gidip, demirlerin arkasından hayran olduğu takımda oynayan futbolcuları izlemekten zevk alacak insandan bahsediyorum... Nitekim yukarıda dediğim şeyin temelinde olan profil budur... Kulüplerin yaşaması için maçına gitmeyen, maçını izlemeyen, ilgi uyandırmayan, para kazandırmayan taraftara ihtiyacı yoktur... Hepimiz evimizde oturup "Ah ne seviyorum Beşiktaş'ı" dersek, Digiturk almazsak, formaya para vermezsek, tribünde "0" taraftar olursa; kulüp bir sene içerisinde kongre üyelerinden toplayacağı yaklaşık 600,000 TL tutarındaki aidata mahkum olacaktır... Böyle bir futbol kulübü de elbette ki aynı hayatı yaşayamaz...
Yukarıdaki varsayımlarla yola çıkarsak, futbol takımı seçerken temelde üç tane kriteriniz var o zaman... Seçerken diyorum... Nitekim, kimse inanmasa da çocuklar futbol takımını seçerler. Baban istediği kadar seni Beşiktaşlı yapmaya uğraşsın, eğer aşağıdaki kriterlerden birini bile tutturamazsan Beşiktaşlı olmazsın... Net...
Birincisi rekabet güdüsü... Sonuçta futbol bu dünyada rekabeti en güzel yansıtan sporlardan biri. İspanya'da 500 Milyon Euro'ya kurduğunuz takım 1 Milyon Euro'luk kasaba takımına yenilebilirken, daha güzel bir spor olabilir mi? Kazanmak ve başarmak sözcükleri sizinle özdeşleşmemişse, sürekli kazanan bir takımın taraftarı olmaktan daha kolay ne var bu güce muktedir olmak için? Pazartesi günü üç kuruş maaşla çalıştığın işyerinde "nasıl da kazandığını" anlatmaktan daha güzel ne olabilir... Baban, abin, amcan rakip takımı tutarken, onlara gidip, "nasıl kazandığını" tartışmak keyifli olmaz mı? O yüzden konu rekabet güdüsü ise beş yüz kilometre mesafede yaşayan bir insan için stadyumun, taraftar profilinin, tezahüratların hepsinin öncesinde sportif başarı gelir... Buraya kendi şehrini, semtini tutan taraftarları da koymamız gerekiyor, nitekim rekabet güdüsü "hep kazanmak istemek"le açıklanamaz... Kazanmanın tadını sonuna kadar çıkarabilecek adam Aydın'da yaşayan ve Fenerbahçe'yi 6-1 yendiklerinde kendinden geçme hakkını elde eden Aydınspor taraftarıdır... Bugün Aydınspor derseniz, size "küme düşme hikayesini" değil, Feneri nasıl 5'lik 6'lık yaptıklarını anlatacaktır...
İkinci kriter hayranlık duyulan bir unsur... Örneğin, Nouma'ya hayran olduğu için takımlarını bırakıp Beşiktaş maçlarını izlemeye gelen, Nouma formaları alan kızlar tanıdım ben... Keza İlhan Mansız için de... Babasına hayran olup, onun tuttuğu takımı tutan insanlar; Çarşı'ya bayılıp, Beşiktaşlı olanlar, Süleyman Seba karakterini Beşiktaş'la özdeşleştirip Beşiktaş'ı sevenler; Hagi'nin ayaklarına hakimiyetini görüp, UEFA Kupası evvelinde de Galatasaraylı olanlar uzağımızda olan örnekler mi? O zaman futbol takımını tutmak zaten irrasyonel ve duygusal bir durumsa, hayranlık da en az rekabet kadar yadsınamaz bir yerde durmakta bizler için...
Üçüncü kriter ise karakter ve/veya mizac... Benim gözümde bu en az etkili olan kriter de olabilir, en etkili olan da... O yüzden biraz karmaşık... Nitekim, Türkiye'de takım tutan taraftarların genelde yukarıdaki iki unsurdan dolayı ayrıldığına dair bir anlayış vardır... Oysa, futbol muhabbeti başladığında bana direkt olarak "Beşiktaşlı mısın" diyen o kadar çok insan tanıdım ki... "Sende Fenerbahçeli tipi var" dediğiniz insanları da düşünün... O yüzdendir ki on dakikalık muhebbetle karşımdakinin hangi takımı tuttuğunu sık sık bulabileceğimi düşünürüm. Özellikle de Beşiktaşlıysa... Nedeni de şu, benim gözlemlediğim kadarıyla; "Beşiktaşlıyım çünkü karakterime uygun olan bu" diyecek insan sayısı parmakla sayılacak kadar az... Nitekim, çocuklukta kendi karakterinize hakim olmanız olanaksız ve dediğim gibi, takımınızı çok büyük istisnalar dışında çocukken seçersiniz... Öte yandan, tuttuğunuz futbol takımının mizacınıza etkisi hayatınızda futbolun tuttuğu yerle eşdeğer... Her gün futbol konuşan bir Fenerbahçelinin bugün medyada lanse edilen Fenerbahçe karakterinden bir şeyler almaması olanaksız benim gözümde. Kısaca özetlemek gerekirse, tavuk yumurta ilişkisine dönüyor bu hikaye... Benim fikrime göre, tuttuğunuz takım sizin karakterinizi etkiliyor; karakterinizin takım seçiminizi etkilemesi ise takım tutma yaşınızla doğru orantılı olarak büyüyen bir ihtimal gibi... O yüzden benim en gurur duyduğum cümlelerden biri de şudur: "Fenerbahçeliyim ama bazen niye Beşiktaşlı olmadım diye düşünüyorum, sanki bana daha çok uyuyor gibi..." İşte bu sözü söyleten takımınızın yaydığı havadır, karakterdir...
Gelelim Beşiktaş için zurnanın zırt dediği yere... Ben aileme hayranlığım nedeniyle Beşiktaşlı başladım bu hayata... Ardından ablalarımın elleriyle diktiği şampiyonluk bayrağını küçümseyen Fenerbahçeli kuzenim yüzünden rekabet güdüm tetiklendi ve biraz daha bağlandım siyah beyaza... Arkasından Ali Tanrıyar çıkıp "Galatasaray'ı sevmeyen ölsün" dediğinde; çocuk aklımla ailemi kaybedebileceğimi düşünüp, gözlerim dolu dolu "niye ölsün ki, niye" deyip, bu beddua eden adama kızıp, daha da bağlandım Beşiktaş'a... Sonra gelen şampiyonluk serisi işi kolaylaştırdı... Arkasından tribünlerden eve dönmez oldum... Semt, dolu dolu heyecanlar, o tribünleri farklı kılan etten-kemikten direkler... Hayranlıklarla dolu yıllar... Artık Beşiktaş bende, ben de Beşiktaş'tayım, bu kolay değişecek bir şey değil... Değişmesin de zaten. Memleketten binlerce kilometre uzakta, şirketimin tepesindeki adam gelip, "Sen Beşiktaş taraftarıydın değil mi" dediğine göre, peşimi de bırakacak değil... O yüzden ben de onu bırakamayacağım... Burası kesin. Ancak, yarın çocuğumu Beşiktaşlı yapabilmek için seçtiğim ve ona sunacağım sebepler birer birer azalmaya, cazibesini yitirmeye başlarken buna sessiz kalmak, buna karşın aksiyon alamamak çok acı... Kongre üyesi olsan ne yazar ki? Memleketi kurtarmak için de oy vermiyor muyuz zaten?
Futbol büyük paralarla tanıştıktan sonra artık eski Çarşı yok, bunu anlamak güç değil. Kafanı çevirip baktığında görüyorsun zaten... Çarşı yoksa, o olağanüstü atmosfer de yok... Seba zaten uzun zamandır yok, akil adamlar kenardan izliyorlar... Takımda dört dörtlük adam zaten olamaz ama, sevilesi çok adam var neyse ki... Holosko, Toraman, Ernst, Fink, Sivok, Ekrem, Nihat gibi... Yine de eksikleri çok hepsinin... Maalesef herhangi bir Galatasaraylı'nın Arda'ya duyabileceği karşılıksız sevgiyi yaşayacağımız topçumuz yok şu anda... Nihat da ıslıklandığına göre, maalesef yok... Stadımız güzel ama hem TV'de hem stadda maç izleyen için konforsuz... Beşiktaş'ı tutmak için birinci sebep olmaktan uzak fakat Beşiktaşlı için aşkın ta kendisi çoğu zaman... Seba dedim ama, bugünkü başkandan ve yönetimden bahsetmeyeyim... Seba'nın otoriter dede imajıyla yanında tuttuğu yöneticiler bu defa bugünün başkanının yanında... O günlerde radyoaktif madde misali bir ayda yarılanan yönetim kadrosunun benzeri bugün kulübün başında... Medyaya baksam popüler değil, aksine daha dün şampiyon olmuş camia adeta sürünmekte... Rekabet desen, yıllardır derbilerde problemin büyük, Avrupa'da başarı yok... Şampiyonluk on yılda zorla 2 kere... Ben Anadolu'da yaşasam niye Beşiktaş'ı tutayım ki? Beşiktaş'ın temsil ettiği değerleri iyi kötü temsil eden şehrimin takımını tutarım daha iyi... Üstelik risk büyüdüğünden, kazandığımda alacağım getiri de daha fazla... Ben bugün çocuk olsam, neden Beşiktaş'ı tutayım peki? Bana bugünden sebepler sıralayabilir misiniz? Ben yapamam, yapamıyorum.. Bulamıyorum... İlkesizce yönetilen bu kulüpte işlerin böyle yürümesi durumunda yarını düşünmek beni çileden çıkarıyor...
Gidenlerden diye başlık attık... Sebebini sonda söyleyelim... Ben Beşiktaş vedası yapmıyorum... Sadece uzaklaşıyorum Beşiktaş'tan... Kilometre olarak... Sevdiğimden, ailemden uzaklara gittiğim gibi, onlardan uzakta kalmakta zorlandığım gibi, Beşiktaş'tan uzaklaşmakta da zorlanıyorum...
İş hayatı yolunda gittiğinden, İtalya'daki merkezimize transfer oldum... Bir kaç yıl burada yaşayacağım... Dolayısıyla beni artık daha ziyade Avrupa deplasmanlarından yazarken göreceksiniz muhtemelen... İçerideki maçlar için ise, TV başındaki taraftarlardan biriyim artık... Elbette elimden gelen maçları yakalamaya çalışacağım, hala kombinem varken o başka bir şey... Ancak, hayatımda Beşiktaş'ın ağırlığı, öncesinde her gün içinde olduğum güzel semte olan uzaklığım doğrultusunda azalacak...
Ekşi Beşiktaş'ı kuran, büyüten, tutturan adam Jessie'ydi... Bu işin lokomotifi oldu... Bundan sonrasında muhtemelen bir kaç kişi kalacağız burada bir şeyler karalayan; bilemiyorum... Dolayısıyla yavaşlayacağız...
Ben ne yazarım bilmiyorum ama içimden Beşiktaş yazmak gelmiyor bir süre... Beşiktaş yazmak istemediğim bugünde bile on sayfa Beşiktaş yazdım, o da ayrı konu tabii... Bugün canlı izleyeceğim Paris Saint Germain - Lorient maçını yazarım belki... Sonrasında uzun süreli misafirliğim süresince ikisine de kombine almayı planladığım Milan'ın ve Inter'in maçlarını yazarım elbette... Keyfimiz yerine gelince, başlarız Beşiktaş yazmaya yeniden... Umarım keyfimiz de yerine gelir...

14 Yorum:

Atakum RAC dedi ki...

konu dışı olarak, yazımla ilgili ufak bir aydınlatma yapmak istiyorum.

Türkçe'de antiparantez diye bir kelime yoktur. Zaten paranteze karşı manasına gelir ki, bunun da kelimenin kullanım amacıyla pek bir alakası yoktur.

Kelimenin doğrusu ''antrparantez''dir.
Antre, yani giriş anlamı taşıyan bir kelime önü eki kullanılarak oluşturulmuş bir kelimedir.

Yuki kardeşime, bu güzel yazısının içerisinde doğrusunu bilme ve onu kullanması açısından minik bir bilgi vermek istedim.

sağlıkla..

yuki the zorba dedi ki...

Teşekkür ederim...

Tereddütte kaldım kullanırken, tekrar okumadan gönderince böyle olmuş... Düzeltiyorum...

Atakum RAC dedi ki...

Rica ederim.

Ben de sana yurtdışındaki çalışma hayatında kolaylıklar ve başarılar diliyorum.

Umarım Beşikatş'ımızın uğurlu bir ''Reha Erus''u olur çıkarsın :]

saygılar, sevgiler..

delgado dedi ki...

çalışma hayatında başarılar dilerim.

Su blog'da son zamanlarda okudugum en guzel yazi (no offense).

Artık Juventus-Beşikaş atkısı alacağız desene :)

Gurbette iyi şanslar dostum , umarım herşey yolunda olur ... Selametle ...

Not : Dün akşam 10 saniye boyunca gözlerimi yaşartan bir tezahürat duyuldu bilmem farkettin mi?

EN BÜYÜK BEŞİKTAŞ BAŞKA BÜYÜK YOK !

Solyanım dedi ki...

yolu yok çekicez abicim. İsyan etmenin faydası yok, kaderimiz böyle. Yol belli. :))

yuki the zorba dedi ki...

Teşekkürler herkese... @t2, istediğin atkı olsun, biliyorsun... :)

Azwraith dedi ki...

Bahsettiğin konuda şöyle bir düşüncem var:

Ben hangi takımlısın diye sorulduğunda Altay diyen bir insanım. Boynunda Altay atkısı olmadan dolaşamayan, Altay'lı 3 kişiyi görünce Büyük Altay diye bağırmadan duramayan, Göztepeli görünce küfürünü eksik etmeyenlerdenim, ki biz İzmir gibi bir şehirde yaşamamıza rağmen, içimizdeki İrlandalılardan çok daha az bir popülasyona sahibiz.

Diyeceğim şudur ki, Beşiktaş, Beşiktaş'ın takımıdır. Beşiktaş'lı olanlar hisseder bu aşkı, ya da kendini Beşiktaş'la özdeşleştiren semtler. "Çimentepe Altay'ındır, Altay Çimentepe'nindir" pankartı gibi.

Bu nedenle Beşiktaş dışarda destek bulmamalı, bu mantıklı değil zaten. Kayseri deplasmanında Galatasaray'ın Kayseri'den daha çok seyircisi varsa, ben öyle ligin ...

Yerel futbol, yerel takımı desteklemek çok önemli sağlıklı liglerin kurulabilmesi için. Beşiktaş'ı Beşiktaş yapan, ikinci takımımı Beşiktaş yapan da budur, Beşiktaş'ın duruşudur. Çarşı'dan çıkıp Dolmabahçe'de yürüyebilmek, kapılarda siyah beyaz çekebilmektir Beşiktaş.

İtalya'daki hayatında başarılar dilerim...

el nino dedi ki...

Hocam merakımdan soruyorum. Hangi fakülteden mezun oldunuz, ne işle meşgulsünüz? Fransa, İtalya deyince canım çekti :))

ian dedi ki...

"gidenlerden" başlıklı güzel bir yazı, güzel tespitler. benim ekleyeceğim şu; çocuklara beşiktaşlı olmak için geçerli nedenler verebilmek için, "geride kalanlar"ın üzerine düşen görevler var. bazılarına doğruları yaptırabilmek için eleştirmek. mesnetsizce değil ama, mantık kuralları içinde. zaten o bazıları orada olduğu sürece, taraftar her türlü daha mantıklı olur ya neyse. gidenlere, geri döndüklerinde daha güzel bir beşiktaş verebilmek için, elimizden ne geliyorsa işte.

Unknown dedi ki...

süper yazı eline sağlık valla. bunu yazabilen beşiktaş'lıdır zaten.

adophis dedi ki...

kusura bakmayın konu ile alakasız ama blogun sağ üst köşesindeki tori amos resmi ne ayak?

yuki the zorba dedi ki...

Yorumlara teşekkürler, işler yoğun kusura bakmayın...

@el nino
Ben boğaziçi Uluslararası ticaret mezunuyum... Uzmanlığım da Finans... Dolayısıyla, birbirini tetikliyor işte...

Yorum Gönder

Ara