.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

.

.

1 Aralık 2009 Salı

Sweet November ve Old Trafford...

Manchester rüyası ve Londra denilen buzdolabında geçirilen üç günün ardından TV'de uykulu gözlerle izlenen Sivas galibiyeti sonrası 13 saatlik uyku... Kara geçecek Kasım, muhteşem bir finalle sona erdi... 5 maçta 12 puan. Ernst o gün ishal olmasa sonrasındaki 12 gelir miydi, ya da 15'e koşar mıydık bilinmez... Paralel evrene gidip, görüp onu yazmak lazım...
Manchester'da yaşadığım şey benim için hala rüya gibi... Fotoğraflara falan bakıp, kendimi inandırmaya çalışıyorum... Buna benzer bir şeyi şampiyonluğu yaşadığımız 89-90 sezonunun final maçı olan Beşiktaş - Fenerbahçe maçında yaşamıştım... Şampiyonluğu alışımıza canlı canlı tanıklık edince, TV ekranında, Kutu Kutu'yu sunarken Cenk Koray'ın ağzından değil de çıplak gözlerle görünce, şampiyonluğa inanmam da zorlaşmıştı... Aradan neredeyse 20 sene geçmiş ama bu galibiyet öyle bir şey oldu ki, çocukluğun o salak-saflığına tutuluverdik işte...
Maça dair yazılacak çok şey var. Esasında bunların büyük kısmını da yazmıştım. Ancak maalesef teknolojinin ve google'ın hainliği nedeniyle olsa gerek, bir türlü gönderemediğim mailler Gmail'in draftlarından da silindiğinden yazdıklarımın uçup gittiğiyle kaldım maalesef... Kalanları hala sıcak olduğunu hissederken yazalım...
Uçağın sis sebebiyle geciktiğini bloga yazmıştım... Uçakta benim artık uzak şehirlerdeki galibiyetlerle eşleştirdiğim efsane bir ismin olduğunu da... Ali Gültiken tıpkı İzmir'deki Fenerbahçe maçında ve Denizli'deki şampiyonluk maçında olduğu gibi yine benimle aynı uçaktaydı... Bu sefer kendisini Ali'yle birlikte uğurlu addettiğim rahmetli İlker Ateş yoktu maalesef... Onun yokluğunda, hem sisi hem de Ali'yi bir arada görünce, maç gününe kadar hafiften bastıran ateş vücudumu esir aldı, fena şekilde heyecanlandım...
Sis hafif kalkınca uçağımız da kalkmaya niyetlendi nihayet... Uçakta tanıdık bildik simaları gördüğüm gibi, üzerine eski bir Beşiktaşlı yöneticinin oğluyla evlenen eski asistanımla da karşılaştık... Böylece uçak iyiden iyiye her koltuğunda alakalı ya da alakasız geçmişe dair hikayeler barındıran insanlarla doldu...
Kahvaltının üzerine her hangi bir alkolik kapalı insanı gibi, şarap içme kararı aldık... Şarap şişesindeki şahin resmini (resim hemen üstte, şahin bu değil mi?) kartal olarak yorumlayıp, bunun da bize uğur getireceğine kız arkadaşımla kani olduk elbette!
Manchester'dan bahsetmek lazım biraz... Şehrin kendisine ait olan nüfus 450-500 bin arasında imiş, Wikipedia öyle diyor. Greater Manchester olarak inceler ve Manchester'a bağlı olan çevredeki ilçeleri de içerisine alırsak, 2 Milyon civarı bir nüfus çıkıyor ortaya... Şehir, havaalanı ve sokakları şehir merkezindeki 450 bin nüfusu fazlasıyla doğruluyor... Bu şehirden Manchester United'ın, Manchester City'nin çıkmasına da haliyle hayret ediveriyorsunuz... Havaalanı bizim indiğimiz saatlerde sadece maç için gelen konukları ağırlıyormuşçasına tenha! Abartmıyorum, körüklere yanaşmış ya 4 ya da 5 uçak var havaalanında. Trabzon'a gidemedim ama gidenlerin söylediği, "Spor kulübü şehrin önüne geçmiş" hikayesi burada da gözlemleniyor...
Her medeni memlekette olduğu gibi, şehrin içine kadar giren trenler olduğundan, havaalanından doğrudan trene biniyoruz... Piccadilly denen yerden de otele taksi yapacağız. Tren şahane, 15-20 dakikada varıyor merkeze. Merkezden bindiğimiz taksinin şöförü tabii ki Pakistanlı, ve nasıl oluyorsa İtalyan olduğumuzu düşünüyor! Türk olduğumuzu söylerken, hemen Türkçe bir şeyler de mırıldanmaya başlıyor. Hatta bir ara Türkçe konuşmaya çalışıyoruz, o konuşuyor ama ben anlamıyorum, ben konuşunca da o anlamıyor, pes ediyoruz... Meğer Türkiye'de üç ay yaşamış kendisi... Maçtan bahsedince, kendinden emin şekilde "Kazanırsınız" diyor... Siirt Köy Hizmetleri'yle oynayacağımızı beyan ettiğim İstanbul taksicisiyle konuşmaya başladığımı zannedip, ben de kaptırıyorum, "Eski gücünde değil zaten Manchester, yeneriz tabii, iyi takımız biz"... Sonra uyanıp, "Hala dünyanın en iyilerinden" falan desem de, genç de kendini kaptırdığından toparlayamıyoruz...
Stada gidiş için Google Earth'e güveniyoruz... Görünen o ki, yanıldık! Earth'e göre yürünebilir görünen mesafe soğuk Manchester'ın giderek tenhalaşan sokaklarında mantıklı görünmüyor... Yolun yarısını geçtikten sonra trenle devam etme kararı alıyoruz... Trene tam binerken arka vagondakilerin üstümdeki yağmurluğu görünce fırlayıp Beşiktaş tezahüratları yapmaları eşsiz bir hatıra, yazılmalı... Görüntü itibariyle gürültülü bir gece yaşayacağımız açık!
Stada yakın köşelerde lisanslı olmayan ürünler satanlar var. Yüzde bin kurumsal kulüplerin bile başında korsan derdi olması ilginç... Trenden indikten sonra yaklaşık 15 dakikalık yürüyüş yolunun büyük bölümünde evler dışında hiç bir şey yok! Bir kriket sahası ve karşısında yer alan muhasebe bürosu falan derken, bir kavşakla birlikte stadın varlığından haberdar oluyoruz...
Kavşağı geçince, sağlı sollu yemek mekanları ortaya çıkıyor. Bunlardan birine girip, madem İngiliz topraklarındayız deyip, Fish&Chips sipariş ediyoruz... Mekanın duvarları imzalı/imzasız ManU efsanelerinin fotoğraflarıyla dolu. Daha ziyade al ve git tarzı çalıştıklarından ortam olarak ilgisi olmasa da, resimler sayesinde yarattıkları havayla Turgut'un Yeri'ni anımsattığını söyleyebilirim... Mekanda İngilizlerle bir arada yiyip içiyoruz ve heyecanla stada doğru yürümeye devam ediyoruz...
Bizim yerimiz South Stand'de... Tribüne yaklaşırken gördüğüm"Hoşgeldiniz" tabelasını maç sonrası oradan alma hayalleri kuruyorum... Sonra bu hayaller "at" dedikleri dinazordan bozma dev yaratıklara binmiş polisleri görünce uçup gidecek elbette...
Önce Manchester United mağazasına giriyoruz... Şehrin içinde herhangi bir mağaza görmedim. Londra'da da gözüme çarpmadı. Bizdeki gibi bir "Retailer" mentalitesinde, daha doğrusu bir LCW, bir Kiğılı gibi "her yerde dükkan açayım, rakibim varsa ben de var olayım" mantığında düşünmemişler... Satışlar maç günü ve online satılanlarla fazlasıyla güçlü görünüyor zaten... İçerisi dev bir Carrefour gibi, onlarca kasada sıra bekleme ihtimali sunmuyorlar. Çeşitlilik ve ürün kalitesi bizimkinin zaten üzerinde, Fenerium'a da parmak ısırttıracak seviyede... Fiyatlar da tabii...
Mağazadayken, blogumuzun İngiltere'de yaşayan okuyucularından Hayyam'la karşılaşıyoruz. Biletlerin bittiğini, karaborsaya düştüğünü söylüyor. Bu elinde bileti olan ve dolu bir deplasman tribünü isteyen bizler için güzel haber...
Stada geçiyoruz. Üzerimizi köpekler kokluyor... Problemsiz bir giriş... İçeride sadece bizim blok için hizmet verecek büyükçe bir büfe var. Dolaplarında görünen biralar ise, Şampiyonlar Ligi sebebiyle (ya da bizim taraftardan korktuklarından) süs muamelesi görüyor. Craven Cottage'da tribüne birayla çıkılamıyordu. Burada da muhtemelen aynı kural söz konusu olmalı.
Stad yaşlı... Bunu hissediyorsunuz. Hele tribün zıplayarak tezahürat yaparken yerlerin zangır zungur sallanması neredeyse ürkütücü! Ali Sami Yen'in "eski" eski açığında her golden sonra titreyen tribünü anımsatıyor...
İçeride bizi bekleyenler var. Kale arkasından Fener için Opera'nın en can alıcı mısrasını barındıran bir pankart açıyorlar. Biz de haliyle fotoğraflarını çekiyoruz... Neyse ki bunun ötesinde kimsenin aklında Fenerbahçe maçı yok! Herkes buraya konsantre, ama olur da kaybedersek lige dönüşün yolu Cumartesi'den yapılmış gibi... Bir de Manchester tribününde Fenerbahçe forması, bayrağı açanlar var. Ya gündemi takip etmekten aciz İngilizler, ya da Fenerbahçeliler... Başka izahı yok!
Kadroları öğreniyoruz... Aynı dakikalarda Wolfsburg'un 1-0 önde olduğu haberini internete bağlanamadığımızdan İstanbul'dan alıyoruz... Bu durumda beraberlik muhteşem sonuç, tek farklı yenilgi kabul edilebilir, keyfimizi bozmaz bir durum! Tribün kalabalıklaşıyor, Ali Gültiken geliyor, herkes fotoğraflar çektirme telaşında... Beşiktaş'ın tribünü ikiye bölünmüş görünüyor. Biri zaten bize verileceği açıklanan bölüm. Diğeri ise, bize göre daha içeride ve anladığım kadarıyla yönetimin misafirlerini, sponsorları barındıran ekibi içeriyor. Reha Muhtar vs. de orada... Biz yerimizi tribün yapmak isteyen Londra Çarşı'ya bırakıp, daha sola, tribün sınırlarına geçiyoruz. Görüşümüz şimdi daha iyi, İngilizlere de 1 metre mesafedeyiz. Dilekler belli; lütfen bu adamlardan gol yemeyelim!
CSKA kazanıyor. Tribünde hüzün hakim artık. Gerçekçi seviyede de ümit söz konusu. ManU'yu takip edenleri, örneğin beni de şaşırtacak Gibson ya da Wellbeck sahada. Geri kalan ekip için ise "genç takım" diyemeyecek kadar iyi biliyorum Manchester'ı... Yavaş yavaş stad dolmaya başlıyor. Ama gerçekten yavaş yavaş... Saat 19.45'te başlayacak maç için saat 19.55'te dolmuş tribünlerden bahsedebiliriz. Sonradan Craven Cottage'da tecrübe ettim, tuvalete git, yemeğini al, yerine geç otur 20 dakika sürüyor. Gecikmeler normal... Tam bu sıralarda Londra'da Arsenal - Standart Liege maçını izleyip gelen Jessie de stada varıyor... Sonradan öğrendik ki yukarıda görüldüğü gibi TV kameralarına yakalanmış... En alttaki resimde de bizi yakalamış Reuters...
Benim için o ana kadar maçın en anlamlı anları geldi işte... Şampiyonlar Ligi müziği eşliğinde Beşiktaş'ım sahada... Gözlerim doluyor, bir an "futbol ulan bu, ne oluyor sanki" diyecek oluyorum. Sonra o düşünceyi silip atıyor kalbim ve aklım... Şampiyonu bu görüntü içinde resimliyorum... Ne büyük keyif burada olmak!
Maç öncesi atacağımız bir golün yaratacağı sevinç patlamasının hayallerini kurarken, 90 dakikanın bari yarısında heyecan yaşasak, kaybedeceksek de ikinci yarının sonlarına doğru, tipik ManU golüyle kaybetsek derken, Tello golü yazıveriyor... İstatistikte yazan 20 küsur şutun 13-14 tanesine üçer dörder bacak uzatılıyor, şutlar sürekli bloke ediliyor. İngiliz tribünündeki ölüm sessizliğine 1000 tane Türk bağıra çağıra meydan okuyoruz. Ismarlama bir maç oluyor adeta! Gücünü sergileyen Manchester United ve bu maçı almadan gitmemeye kararlı Beşiktaş... Takım yaslanıyor, Rüştü inanılmaz şeyler yapıyor ve kazanıyoruz... Ama Evra'nın düştüğü o an! İnanılmaz... Öyle bir şey ki o! İşte o an saçlarımın bir kısmını daha beyazlatmaya yetiyor... Hakem elini uzatıp koşuyor, aut göstermiyor, sanki penaltı da göstermiyor, nedir bu?... Hala o sahneyi tasvir edemiyorum ama o da geçiyor... Ne kadar uzun sürdü anlatamam... Marc Batta'nın diyetini başka bir Fransız ödedi diyorum kendi kendime... Sonradan gördüm ki penaltı da fazla iddialı olurmuş...
Maç bitiyor... Bizi bekleyen bir Olimpiyat Stadı ızdırabı söz konusu... Varsın olsun... 2 saatte otele ancak varıyoruz şehre yakın sayılabilecek stadyumdan! 75000 kişiden neredeyse yarısının stadı erkenden terk etmesinin sebebini o zaman anlıyoruz elbette... Peki o 2 saat dert mi bizim için?
Ertesi gün bütün İngilizlerin elinde gazeteler, ilk haber hep Beşiktaş'ın 23 maçtır yenilmeyen ManU'yu nasıl yendiği... Herkes bunu okuyor, ne büyük keyif! Kişi başına süt tüketimi, dondurma tüketimi gibi istatistikler tutulur... Okuyarak tüketilen harf üzerine bir istatistik olsa, memleketimi bine katlayacak adamların ellerinde gazeteler, başlıklarda Beşiktaş... "Young Turks beaten by Turkish Champions"... Cumartesi günü takside, Craven Cottage'da Beşiktaş'a saygı duyduklarını söyleyenler, 10 kişilik Manchester'ı geçen sene nasıl yendiklerini, bizimkine benzer gururla anlatanlar...
Bu maçın neticesinde şunu söyleyebilirim ki, yarın Beşiktaş'la eşleşecek İngilizler ilginç istatistiğimize bakıp kafalarını toparlamaya çalışacaklar! 8-0'ı konuştukları kadar, Old Trafford ve Stamford Bridge zaferlerimizi de hatırlayacaklar... Önemli olan da buydu zaten...
Bir de maç öncesi Wolfsburg kaybedince, Jessie'ye dönüp, "Biz Beşiktaş'sak, bu akşam kazanırız. Unutulmaz şahane bir galibiyet olur. Sonra da gideriz CSKA'ya 1-0 önde oluruz. Turu atlamamıza yeter skor olur. İşte o an ya biz ya Wolsburg golü yer, eleniriz. Biz Beşiktaş olduğumuza göre, en kötü senaryo neyse o gerçek olur o zaman" dedim... Uzak olsun bu berbat senaryonun sonrası diyorum. Kazanalım ve çıkalım!

24 Yorum:

tathar dedi ki...

yuki'cim çok güzel bir gezi ve yazı olmuş,hoş geldin ayrıca "talisman is working!" :))

yuki the zorba dedi ki...

Hahaha soracaktım soramadım. Tahmin etmeliydim...

tebrikler, tee oralara gidip tek postla yırtamazsınız ama, gerisini bekleriz.

bi de "young turks beaten by turkish champions" << (bkz: ingilizlerden türkler diye bahseden türkler)

gitmiş kadar olduk. her deplasmana parası neyse aramızda toplayıp gönderiyoruz seni yuki.

sertano dedi ki...

fena halde kıskandım sizi.
(fotoya bakınca ilk düşündüğüm: hemen sol-önünüzdeki mençıstırlı amcanın beresini alsaydınız :))

yazının sonundaki senaryo benim de aklımdan geçiyor.
ne diyelim... şaşırtsın, sevindirsin beşiktaşım bu sefer...

SirEvo dedi ki...

Ellerine sağlık keyifli bir yazı olmuş.
Kasım cidden bizim için müthiş geçti. Umarım Mayıs'a kadar bu istikrarı bozmayız..

yalnız Jessie'in üzerinde ne bir atkı ne bir forma hiç yakıstıramadım cık cık cık :)

unutmadan, bizim şöhretler'in yerini tutmaz oradaki mekanlar :)

Gürcan Ulusoy dedi ki...

Atkimi ve formami yanimdaki annem ve babama vermistim.

Hoşgeldin Yuki ;

Bu maçı ve seni ölümsüz kılmak adına maçtan önce bahsi geçen muhabbeti (aramızda) stadın hemen altındaki shop ile temasa geçip veleddalin amin mi ? Evet de lütfen !

Bir daha söyle ?
Bir Daha ...
Bir Daha ...
Ben de Seniiiii sevgilimmmm ...

Adsız dedi ki...

@yuki

fazla atkı alırım diyordun sanırım, elinde fazla atkı varsa ben de talibim, ne zaman nerde nasıl olursa kabulüm...

Jokond dedi ki...

jessie ne o öyle turist gibi gitmişsin maça? hiç yakıştıramadım cık cık cık:)

Herkes bagirirken, mutluluklari belliyken Jessie'nin suratinin bir karis olmasi da ayri bir olay. I.ne Fenerli n'olcak!

alper dedi ki...

Güzel yazı tebrik ederim.Ama o son senaryo kısmı aynen benimde kafamda.Lan Beşikatşlı olmak böyle senaryo kurmak mı demek yoksa birazda.bence biz 1-0 önde oluruz ve Peruzzi gibi Wolfe golü yer.Kahrımdan ölürüm o zaman.

delgado dedi ki...

yok canim tam aksine. o senaryonun gercek olmasi halinde bunu normal karsilamayacak tek bir bjkli tanimiyorum.

marpione dedi ki...

Biz adamları "welcome to hell" diye karşılıyoruz adamlar sırf tek maç için tabela yaptırmışlar, üstelik siyah beyaz (tesadüf olabilir tabi). Keşke alabilseydin bunu yuki. çok acaip bir hatıra olurdu yalnız o atlı polisler yakalasaydı işlerin sonunu düşünmek bile istemem :)

hayyam dedi ki...

Yuki tebrikler gercekten cok guzel bir yazi olmus.
Macta bende tribundeydim ve mactan once yuki ile de tanistik. O gun beni galbiyetimiz kadar duygulandiran olay Jessie'nin anne ve babasinin tezahuratlara katilip en az benim kadar bagirmalaridir. Golden ve bitis dudugunden sonraki sevincleri inanilmaz keyif vericiydi. Bu arada acikca soyleyeyim Jessie bir ara maca dalmisti ama amca ve teyze bizle beraber uclu cekiyordu:))

hayyam dedi ki...

Manchester-Besiktas karsilasmasi ocesi Ibrahim Altinsay ile yapmis oldugum kisa soyleside http://seviyoruzbuoyunu.blogspot.com/
adresimizde mevcuttur.

maç bitiminde kısa bir an beşiktaş tribünlerini gösterdi televizyon. jessie hemen gözüme çarpıverdi :)) "heeeey" diye bağrıyo muydu ne :))

jeankier dedi ki...

Yuki Hoca, seninle birlikte o maçta olan yazarımızın çok kısa da olsa İbrahim Altınsay röportajı (sayılırsa artık :))

http://seviyoruzbuoyunu.blogspot.com/2009/12/ibrahim-altinsayla-manchester-yolunda.html

yuki the zorba dedi ki...

@Hayyam
Abi sen de Fulham maçındaymışsın! Ben de maç çıkışı tribünde İbrahim Altınsay'la karşılaştım. Bir iki konuştuk, ondan sonra çıktım. Bilsem beraber giderdik yahu!

@t2
Senden ses çıkmasa Moloztash'a verecektim atkıyı. Neyse, maç neticesi itibariyle Tribal'e verdiğim fiyattan 10,000 Pound'a veriyorum atkıyı. Sevgiler

@Abdullah
Ya sadece 3 tane almıştım. Birini kendime, birini tribale, birini de t2'ye artık...

@natura horror vacui
Garanti Bankası, Boğaziçi Ünv. Şubesi, Hesap No: XXXXXXX adımı verirsen verirler :)

yuki;

mail adresim tersmanyel@gmail.com

ben bir mail attım eksibeşiktaş mail boxa konuyla alakalı . ilgilenirsen sevinirim . teşekkürler şimdiden ...

hayyam dedi ki...

@Yuki,
Super olurdu valla, artik baska bir zamana diyelim. Hatta ben mactan 1 saat felan once stad cevresindeydim, sanirim goremedim...

Yorum Gönder

Ara