.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

.

.

26 Aralık 2009 Cumartesi

Gündoğdu

Tribün bazen adamı kendisiyle inatlaştırıyor. Gün içerisinde ofiste otururken camdan dışarı bakıp, ulan akşam maç var bu yağmur nerden çıktı diyorsunuz. Yapacak birşeyiniz yok, o maça gideceksiniz. Daha öncede ıslandınız Beşiktaş için, bugün de ıslanacaksınız. Mesai saatinin bitmesiyle İstanbul’da cuma iş çıkış saatinde hemde yağmurlu havada gıdım ilerlemeyen trafikte bir şekilde Beşiktaş’a ulaşmanız lazım. Otobüs, minibüs, taksi, metro, füniküler, vapur, motor neyse. Ona bin, ondan in, karşıya geç, semtte uğrayayım, iki tek atalım, maç saati, Dolmabahçe yolu. Be mübarek az dur iki dakka bizde insanız yahu. Al işte ne ayakkabı kaldı ne çorap. Daha stadyuma varamadan pantolon sırılsıklam, ayaklar su içinde, hava buz gibi, ve hala yağıyor. Bir isyan duyuluyor bazen birisinden “lan olm deli mi s…i bizi ne işimiz var bu havada?” Ben gene kapalının giriş kapısına kadar iyi idare etmiştim. Yani idare dediğim en azından ayağıma su henüz teşrif etmemişti. Ama o yokuştan aşağı güldür güldür akan suyun üzerinden kapının önünde milleti “yavaş olun bekleyin bakalım” diye oyalayan polis memurunun yüzünden atlayamadığımdan, topuklarımın üzerine basa basa geçeyim demiş bulundum. Ama elbette su benim planlarıma uyma lüksünde bulunmayıp ayaklarıma giriverdi. Hay anasını diye adım attığımız kapalı alttaki bu ilk sürprizin ardından, içeri girmek için geç kaldığımız fark ettik. İnsanlar kapalı altın yarısını anca örten çatının yağmur almayan kısımlarına doluvermişlerdi. Tribal Enfexion ve Kaba Şimşek’le beraber önce yeni açığa yakın tarafı denedik, komple doluydu. Eski açık tarafına doğru gittik, orada en üstte tam merdivenin yanında iki adet boş koltuk bulduk. 10 dakika sonra orada beş kişi maç izlemeye başlayacaktık. Takımlar sahaya çıkmadan önce, solumuzda kalan eski açık tribünündekiler artık isyan bayrağını çekmişlerdi. “Yönetim bizi kapalıya al” diyor başka bir şey demiyorlardı. Bir ara Çarşı’ya doğru dönüp destek istediler ama sesleri o hengamede kayboldu gitti. Kimsede gelip kapı falan açmadı. Bu arada yardımsever Beşiktaş taraftarları kendi imkanlarını sonuna kadar kullanmaya başlamışlardı. Kapalı alt tribünün en üst sırasından ellerini uzatanlar, kapalı üstün en altındakilerden muhakkak bir cevap alıyorlardı. Koldan, monttan, yakadan, paçadan tuta çeke durmadan üst tribüne taraftar transfer oluyordu. Özel güvenlik görevlileri merdivenlerden sorumlu oldukları için! müdehale etmiyorlardı. Zaten kimsede onları dinleyecek durumda değildi. Maçın başlamasından hemen evvel Yuki The Zorba, The Rasco ve Jessie perişan bir halde geldiler. Bizim koltuklar insan istifi olduğu için alt sıralara doğru meçhule giden bir yolda gözden kayboldular. Şakır şakır yağmur yağıyordu. Maç gösterişli olmayan bir üçlüyle başladı. Havanın tribünleri direkt etkilediği ilk dakikalarda belli oluyordu. İnsanlar stada oldukça geç giriş yaptıkları için atmosfer oluşmamıştı. Bunun yanına birde sahanın gölden hallica vaziyeti eklenince, taraftarların çoğu olacakları izlemeye dalıp tezahüratı falan unuttular. O esnada etrafımızda yapması gerekeni yapan tek bir kişi vardı, üzerine yüklendiği sorumluluğu başarıyla taşıyan güvenlik görevlisi “arkadaşlar merdivenleri boşaltalım” diyordu. Boşaltalım dediği merdivenlerde yağmur yememek için insan istifi bir şekilde onlarca kişi vardı. Çoğu dönüp bakma zahmetinde bile bulunmadı. Zaten o arkadaşı bir dahada gören olmadı. İlk yarı sahada neolup bittiğini idrak edelim derken akıllarda kalan belkide tek tezahürat “Allah allah allah allah saldır Beşiktaş, gollerin yağmur gibi gelsin Beşiktaş” tezahüratıydı. Şimdi hatırlayacaksınız bu tezahüratın konsepti uzun süre sonra ilk defa İnönü’de oynanan ve kazanırsak maç fazlasıyla lider olacağımız Diyarbakırspor maçında duyuldu. “….saldır Beşiktaş, liderliğe az kaldı saldır Beşiktaş” şeklinde epey bir müddet söylendi. Daha sonra CSKA Moskova maçında golü yedikten sonra ikinci yarının başında “...saldır Beşiktaş, ümitler tükenmedi saldır Beşiktaş” şekline evrildi, ve elbette nihayet o maçın son yarım saatinde “…saldır Beşiktaş, UEFA’yı s…. et saldır Beşiktaş” şekline geldi. Bütün bu versiyonlarının arasında en çok tutulup, herkes tarafından en yüksek sesle söyleneni de işte bu sonuncusuydu. Çünkü bu tezahüratın içinde birden çok şey vardı. Bir defa yaratıcılık vardı, anında çıkmıştı, öncesinde söylenen ümitler tükenmedi saldır Beşiktaş’ta ki gibi bir hedef koyup, o hedefe ulaşmak için saldır demiyordu, bu tezahürat taraftarın ne olursa olsun hedefi olsun olmasın takımın istekli, hücuma yönelik oynaması arzusunu gösteriyordu. Akıllardaki gönüllerdeki Beşiktaş’ı istiyordu. Takımdaki yabancı oyuncuların ne kadarını anladığı ise pekte umurumuzda değildi. Bu arada Bursaspor ile süregelen gerginliğin artık tribünde giderek bir şaka halini aldığıda belirgindi. 6. ve 16. dakikalarda adet yerini bulsun diye bir iki tezahürat yapıldı ama, bundan beslenme niyetinde olanları tatmin edecek bir şey yoktu. Ve Bursaspor maçının ilk yarısı bittiğinde yağmur da İnönü’yü geçici bir süre terk ediyordu. Devre arasında Jessie sırılsıklam olan çoraplarını ayakkabısından azad ediyor, kapalı tribünün bir yerine hatıra olarak bırakıyordu. Bu arada kapalı tribüne geçmek için Eski açık tribünün asma kilitli kapısını tel gibi alet edevatlarla açmaya çalışan yaratıcı Beşiktaş taraftarı bu sefer amacına ulaşamıyordu. İkinci yarıyı izlemek için yağmurun dinmesini fırsat bilip bende alt sıralara indim. 1-0 mağlup olarak sahaya çıkan takım “Bütün takım el ele hep beraber tribüne” tezahüratlarıyla karşılandı. Ve ikinci yarı “Allah allah allah allah saldır Beşiktaş, yağmur durdu sen durma saldır Beşiktaş” tezahüratıyla başladı. Tam önümüzdeki kaleye hücum eden Beşiktaş ilk yarıdakinden farklı bir görüntü çiziyordu. Ayağa paslar, indirilen topların olduğu yerde biten Beşiktaş’lılar ve Sercan’ın karşı karşıya kaçırdığı pozisyon golün geleceğini haber veriyordu. Tribünlerde golün kokusunu almıştı ve kapalının desibeli artmaya başladı. Herşey hazırdı ve gol geldi. O rezil havada, ıslak donmuş halimizde bütün bu eziyete belkide sadece bunun için katlanıyorduk işte. Gol sevincimizin ardından işimizin daha bitmediğini bildiğimizden kesmeden devam ettik. “..yağmur durdu sen durma saldır Beşiktaş” ve “oooo iki gelsin iki, iki gelsin iki s….m böyle işi” tezahüratları kapalıdan yükselirken Beşiktaş yüklenmeye devam ediyordu. Ve nihayet bir penaltı ile maçı 1-0’dan 2-1’e getirmiştik. Artık hava soğuk değildi, biz hiç ıslanmamıştık. Öne geçmenin keyfini içlerinde omuz omuzanında bulunduğu birkaç tezahüratla taçlandırdık. Dakikalar geçmeye başlamıştı. Tribündeki eğlence puan durumununda etkisiyle yerini gerginliğe bırakmıştı. Takımın oynadığı futbol son 20 dakikanın zor geçeceğini gösteriyordu. Münferit olarak “yaslanmayın be, çıkın ileri çıkın ileri” diye bağıranların sesleri duyulmaya başlamıştı. İkinci yarıda durum 1-0 iken Sercan’ın kaçırdığı golden sonra oyun dönmüştü ama aynısının Bobo 3. Golü kaçırdığında bizim başımıza geleceğine inanmak istemiyorduk. Tribündeki tansiyon iyice artmıştı ve tezahürat artık sadece kutudan geliyordu. Bursaspor beraberlik golünü attığında havanın tekrar soğuk olduğunu farkettik. Dakikalar 85-90 arasındaydı ve saatler Gündoğdu’yu işaret ediyordu. Ancak yumruklar havaya sesleri homurtuların arasında kaynayıp giderken, Bursaspor galibiyet golünü atıyordu. Tribün artık pek çok kişinin hayal kırıklığına, üzüntüye ve özellikle mağlubiyetin Bursaspor karşısında gelmiş olmasından dolayı kızgınlığına ev sahipliği yapıyordu. Maç sonunda sahada Bursaspor’un galibiyetini kümelenip zıplayarak kutlaması, “Yeter Yıldırım Demirören yeter” haykırışları, Zapotocnhy’nin formasını çıkartıp numaralı tribünde birisine atması, “formayı alanın a…. s….” tezahüratları, birisinin o formayı alanın elinden alıp aşağıya atması, hırsından koltukları tekmeleyenler, “Ulan Bursa’da şampiyonluğu ilan etmezsek..” diyenler, Mustafa Denizli’nin ne yaptığını anlamaya çalışanlar eşliğinde bir maçı daha bitirmiştik. Hava artık hiç olmadığı kadar soğumuştu ve yağmur tekrar yağmaya başlamıştı. Stadyumdan iskelelerin oraya ellerim ceplerimde, moralim bozuk ve ıslana ıslana yürüdüm. Bu maç Gündoğdu’yu söyleyememiştik onun için ayrı üzüntülüydüm. İnanılmaz hava şartlarına rağmen Beşiktaş’ımızı yalnız bırakmamıştık, içimi bir tek o ısıtıyordu.

1 Yorum:

sozcelyk dedi ki...

kapalı imana geldi allah allah allah allah tezahüratları duyulmaya başladı dedik , her haykırdığımızda golü kalemizde gördük , aynı kartal gol gol gol ve akabinde kalemizde gördğümüz goller gibi..

bi de demirören in gitmesi sportif bşarıdan kat be kat daha önemli , belki bu maç demirören in gidişine birazcık da olsa katkıda bulunmuştur , tabata yı oynatmayan denizli de bir beşiktaşlı olarak demirören in ayağını kaydırmak istiyo olabilir

teşekkürler simplex..

Yorum Gönder

Ara