.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

.

.

3 Ekim 2009 Cumartesi

Üç Renk: Siyah

Yeni bir konu anlatmaya başlayan öğretmenlerin çoğunun derse girizgâhları birbirine benzer, artık konu her ne ise, öğrencilere tek tek o konunun ne hatırlattığını sormakla başlanır derse. Bizim konumuz yeni değil ama hadi ben de geri kalmayayım ve sorayım, Beşiktaş deyince aklınıza ne geliyor? Son yıllarda benim aklıma travmadan başka bir şey gelmiyor pek. Teknik, taktik, ekonomik sorunlar futbolun olmazsa olmazı zaten de, işin psikolojik kısmını aşmak, işte en zor olanı.

Terapi için şöyle uzanıp, geçmişe gidersek eğer travmanın kaynağını bulmakta çok zorlanmayız. (Tabii ki bütün cümleler “bence” ortak çarpanıyla…) 25 Ocak 2004’te malum Samsun maçı ile başladı her şey. 90’ların başından sonra pek parlak bir dönem geçirmese de Beşiktaş, kendi değerlerinin ve gücünün bilincinde olarak girdi yeni yüz yılına. Ancak bir milat sayılacak olan Samsun maçı ve sonrasında yaşananlar ile erozyon başladı. Güven bunalımına giren camia, futboldaki ve kulüpteki her unsura şüphe ile yaklaşmaya başladı. Şüphe herkesi potansiyel suçlu yaptı ve potansiyel suçlular da yeni şüphelere neden oldu. Bu şüphelerin bir kısmı ile tekrar yüzleşelim isterseniz;

1- *Serdar Bilgili’nin kişisel çıkarları için şampiyonluğu sattığı iddiası, (Koskoca camiada ilk defa bir başkan böyle bir itham ile karşı karşıya kaldı.)

2- *Futbol Şubesi Sorumlusu Yıldırım Demirören’in, yönetimden ayrıldıktan sonra akrabası Haluk Ulusoy ile birlikte Bilgili’ye ve dolayısıyla Beşiktaş’a operasyon yaptığı iddiası,

3- Beşiktaş takımının o sezon sonunda bazı maçları sattığı iddiası, (Beşiktaş ismi ile ilk defa yan yana gelen bir başka itham.)

4- *Bazı Beşiktaş taraftarlarının Serdar Bilgili’yi göndermek için kışkırtıcı hareketlerde bulunduğu iddiası, (Taraftar da sonunda nasibini alıyordu şüphe yumağından.)

5- *Medyadaki bazı yazarların, bazı isimler için kalemşörlük yaptığı iddiası. (Beşiktaş kültüründe olmayan bir başka mefhumla da tanışmış olduk böylece.)

Bu gibi şüphelere bir de zaten “Olağan Şüpheliler” federasyon, hakemler, Aziz Yıldırım gibi unsurlar eklenince, Beşiktaş taraftarının bugüne yansıyan psikolojisi daha net ortaya çıkıyor. Beşiktaş taraftarı kimseye inancı kalmamış, kendi takımına güvenini kaybetmiş, artık hataya inanmayan, dolayısı ile hatalı değil suçlu arayan hasta bir profil çiziyor. Her baktığı yerde varlığından bile emin olmadığı Keyser Soze’nin suretini görüyor.

Serdar Bilgili sonrası altı yıllık Demirören döneminde bu süreç tüm hızıyla sürdü. Şüphelere yenileri eklendi. Cordoba’nın maç sattığı iddiası, Demirören’in Beşiktaş’ı satın almak için kendine borçlandırdığı iddiası, Beşiktaş başkanının Gaziantepspor başkanı ile özel ilişkileri yüzünden fahiş fiyatlarla futbolcu transfer etmesi, Çarşı’nın başkanın güdümünde olduğu vs… Ortalama bir Beşiktaşlıya düşen ise sanal platformlarda “Cadı Avı” yapmak oldu.

Gelinen noktada ne Beşiktaş başkanlık makamının bir saygınlığı kaldı, ne de Beşiktaş yönetim kurulunun. Saygınlık konusunu tam olarak açıklamak için Mehmet Topuz krizinin patlak verdiği dönemde Sayın Demirören’in Ahmet Çakar ile olan telefon görüşmesine gitmek yeterli olacaktır. O gece o programı izleyenler neler yaşandığı iyi hatırlayacaktır. Orada içerikten daha önemli olan şey ne yazık ki; Ahmet Çakar normal şartlar altında büyük takımların başkanlarına söyleyemeyeceği sözleri, Beşiktaş başkanına karşı sarf etmekten hiç çekinmedi. Çünkü karşısında ağırlığı olan, saygın bir başkan yoktu. Hitabet yeteneğinin olmaması, tez canlılıkla sözler verip, bu sözleri yerine getirememesi onu bu duruma getirmişti.

Yaptığı hatalara tek tek baktığımızda, hepsini bir şekilde açıklamak mümkün. Ancak bu kadar çok hatanın bir arada yapılması için, murphy yasalarının tüm acımasızlığını sadece Beşiktaş’a gösterdiğine de inanmak lazım. Bir zamanlar beni de içine alan paranoya kuşağı yüzünden, ben de Yıldırım Demirören’in iyi niyetinden şüphe ediyordum. Şu an için ise Demiören’in başkanlığa dair iyi niyetten başka iyi bir şey taşımadığı kanaatindeyim. Liderlik, sükûnet, hitabet yeteneği, kararlılık, ağır başlılık ve en önemlisi çevresinde iş bölümü iyi yapılmış bir ekip kurup, onları idare etmek… Bu gibi özelliklerin hiç birisine haiz olmaması, artık geleceğe dair Yıldırım Demirören ile birlikte umutlu bakma ihtimalini ortadan kaldırıyor. Şu aşamadan sonra, yapacağı en iyi niyetli, hatta en doğru hamleler bile, kalabalıkların inançsızlığından dolayı doğru bir şekilde sonuçlanamaz. Futbolda başarı yönetim, teknik ekip, futbolcular ve en önemlisi taraftarlarla bütünleşmenin sayesinde geliyorsa, bugün bütünleşmenin önündeki en büyük engel ne yazık ki Yıldırım Demirören’dir.

Fakat tüm bunlara karşın, Yıldırım Demirören olmazsa her şeyin birden düzeleceğini zannetmek biraz saflık olur. İşte daha iki gün evvel Sayın Başkan yumurtalı saldırıya uğradı ve dolayısıyla Beşiktaş başkanlık makamı bir yara daha almış oldu. Asıl önemlisi, bu saldırı hemen Cadı Avcı’larınca Murat Aksu ile ilişkilendirildi ve potansiyel bir Beşiktaş başkanı daha şüphe yağmurundan ilk damlasını almış oldu ne yazık ki.

Ocak 2010’dan sonra siyah’ın beyaz’a dönmesi için en önemli koşul, hiçbir şüpheye mahal vermeyecek bir yönetim kurulunun göreve başlaması ve artık camianın her molekülünün komplo teorilerinden, kötümserlikten arındırılmasıdır. Ondan sonrası zaten kendiliğinden gelecektir.

9 Yorum:

gnyz dedi ki...

İnsanların demirörene sabredecek bir dakikaları bile yokken sen tutmuşsun ocaktaki kongreyi marta atmışsın :)
Önce serdar bilgiliyi sonrada demiröreni 2 kere başkan seçen, demirörenin karşısına aday dahi çıkaramayan, demirörenin 5 senedir yaptıklarına sessiz kalan(istisnalar hariç) kongre üyeleri önümüzdeki seçimde ergün gürsoyu başkan seçse şaşırmam

o kadar dayandınız, bir üç ay daha dayanın:)

BI fenerli yada galatasarayli bize baskan olsa bu kadar zarar veremezdi... Hani foyam ortaya cikar diyerekten arada dogru isler yapardi, bir insan bu kadarmi beceriksiz olur, bu kadarmi kifayetsiz olur...

Yazı çok güzel. Teşekkürler. Lakin Atilla Gökçe yazmıştı ya bir yazısında "zengin babanın hoyrat oğlu" diye. Hoyratlık Demirören'i anlatan en güzel sıfat. İkincisi ise pişkinlik. Del Bosque'ye ödenen milyonlarca euro'dan sonraki umursamaz tavrı bende nefretten başka bir şey uyandırmıyor. Böyle halk takımı mı olur kardeşim? Hakikaten felç geliyor, artık söyleyecek söz kalmadı.

Unknown dedi ki...

yumurta atanlar için murat aksunun adamları yorumları yapılmıştır ve mutlaka da yapılacaktır. çünkü onun bu işi yaptırabileceği ihtimali var. bugün bir haberde çıktığı doğru ise hikmet çetin beşiktaş başkanlığı için biçilmiş kaftandır. bu tiop haberler asla ve asla hikmet çetinle özdeşleştirilemez...

yunus dedi ki...

Hikmet çetin süper olurdu.

marpione dedi ki...

hikmet çetin ne anlar ki spor kulubü yönetmekten?

Hikmet Çetin spor kulübü yönetmekten anlamak zorunda da değil. Beşiktaş'ın ihtiyacı olan sportif başarıdan biraz daha önde olarak tekrar saygınlığını kazanmaktır. Hikmet Çetin eminim ki çevresinde iyi ir ekip kurarak iyi bir iş bölümü yapacaktır.
Ha tabi Hikmet Çetin gelirse Nato'nun ABD'nin adamı diyenler de çıkacaktır.

Unknown dedi ki...

marpione;

hikmet çetin spor klubü yönetmemiştir belki ama adam bu ülkenin en saygın (eski) bakanlarından birisidir bana göre. ismi geçen başkan adayları arasında "beşiktaşlılık duruşu" dediğimiz olguya sahip tek isimdir bence.

bu kadar saygın bir insanın altında eminim ki hüsnü güreli de çalışabilir; ibrahim altınsay da...

zaten amaç klubü yönetmekten öte yönetim kurulunu iyi krup onların iyi yönetmesini sağlamaktır bence...

Yorum Gönder

Ara