.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

.

.

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Atatürk başkan Beşiktaş şampiyon

Bundan epey bir zaman önce hükümet kurma görevi Süleyman Demirel'e verilir. Demirel, seçimden mağrur edayla ayrılan diğer partilerin kapısını aşındırır ama bir sonuç alamaz. Önünde iki seçenek kalmıştır. Ya köşke çıkacak görevi iade edecektir ya da hiç hazzetmediği halde Necmettin Erbakan'ın Milli Selamet Partisi ile koalisyon için görüşecektir. Seçim arefesinde birbirine demediğini bırakmayan iki lider, dışarıdan son derece çetin ve zorlu görünen bir pazarlığa girecektir. Adalet bakanı kimden çıkacak, hazine kimin emanetinde olacak? Sorular sorular sorular... Süleyman Demirel ayağına kadar gelen iktidar fırsatını kaçırmak istemez. Erbakan'ın kurmaylarından randevu alınır ve görüşme tarihi belirlenir. Kamuoyunun gözü, kulağı bu yapılacak toplantıdadır artık. Herkes toplantının sonucunu merakla beklemektedir. Önce Erbakan ve kurmayları gelir görüşmenin yapılacağı mekana. Geniş bir toplantı odasına evraklar çıkartılır, adeta silahlar mevzilenir. Günler süren çalışmaların sonuç raporları ve stratejisi artık hazır durumdadır. Kısa bir süre sonra Süleyman Demirel ve saz arkadaşları da basın ordusunu adeta yararak güç bela içeri girer. Necmettin Erbakan ayağa kalkar, erken gelmenin uyanıklığıyla ev sahibi gibi davranır. Demirel bitkindir, bir haftadır hükümet kurmak için koşuşturmuştur. selamlaşmanın ardından hiç beklenmedik bir şey olur. Süleyman Demirel Erbakan'a çok yorgun olduğunu, biraz uyuyup dinlenmek istediğini söyler. Nasıl olsa bu koalisyonun kurulacağını belirtir, müsaade isteyerek içerideki odadaki kanepeye kıvrılır ve uyur. Yaklaşık iki saat boyunca Erbakan, toplantı masasında boş boş oturarak bekler. Dışarıdaki basın ordusu merkez bürolarına hararetli tartışmalar, pazarlıklarla ilgili haberler geçmektedir. Demirel uyanır, üstüne başına çeki düzen verir ve Erbakan ile Demirel gülümseyen suratlarla basının karşısına çıkar. Koalisyon kurulur ve Türkiye Demirel'in tatlı düşleri eşliğinde yoluna devam etmeye çalışır... Şimdi diyeceksiniz ki, Türk siayset tarihinin Beşiktaşla, futbolla ne alakası var? Çok alakası var kardeşim. Bir kere şunu iyi idrak edelim, sistemsizliği sistem haline getirmiş bir ülkeyiz. Ülkenin en üst kademesinde bulunmuş olan, memleketin kaderini belirleyecek toplantıyı uykuyla geçiren liderlerin volta attığı bugün dahi söz sahibi olduğu bu garip gureba düzende futbol kulüplerinin yönetim kademesinden kurumsallaşma, sistemleşme, görev paylaşımı, adilane düzen beklemek en hafif tabirle saflık olur. Evet, çoğumuz kabul ediyoruz. Yıldırım Demirören bu kulübü iyi yönetemiyor. Yıllardır akla hayale gelmeyecek düzeyde hatalar yaptı ve yapmaya da devam edecek gibi görünüyor. Demirören'in karşısına bir alternatif çıkabilme ihtimali bile içimizde bir hoşluk yaratıyor ona da kabulüm. Peki, yıllardır dilden dile dolaşan İbrahim Altınsay bizim o hep düşünü kurduğumuz alternatif midir? Hiç sanmıyorum... Bizim en büyük şansımız da şanssızlığımız da Süleyman Seba gibi bir başkana tanık olmamızdır. Böyle efsane bir ismin ardından kim gelse eksik kalacak zaten. Seba dönemi sonrasında kulübün iç dinamiklerinden haberdar, yöneticilik geçmişi bulunan bir Serdar Bilgili açıkçası ciddi bir umut kaynağıydı. Gençti, enerjikti, konuşması, oturması, kalkması, adabı yerindeydi. Seba sonrası karşısına aday olarak çıkan rol model Hasan Arat'tı. O dönemlerde virüs gibi camianın içine yayılan devrimci zihniyet felaket derecede Serdar Bilgili'yi destekliyordu. Hasan Arat Seba'nın prensi olarak lanse edildi. Seba sanki çok kötü bir başkanmış gibi, Beşiktaş köhnemiş bir dükkana dönüşmüş gibi bir hava yaratıldı. Tribünlerdeki gencecik çocuklar maşa gibi kullanıldı. Spor basınındaki yeniyetme, Babıali tedrisatından geçmemiş isimler yakın çevrelerinin çıkarları hususunda adeta köpek gibi havlatıldı. Değişen futbol düzeninden girildi, endüstrileşen futbol zıkkımından çıkıldı ve sadece 2 yıl daha görevde kalmak istediğini deklare eden koca çınar Süleyman Seba küstürülerek, yıldırılarak başkanlıktan indirildi. Seba'nın genel kuruldaki veda konuşması bir ibret vesikasıdır. Hala okumamış genç arkadaşlarımız varsa tavsiyemdir internette kısa bir araştırma yapsınlar okusunlar. Çanlar artık çalmaya başladı mı durdurmak mümkün olmaz. Genel kurul sonrası göreve gelen Serdar Bilgili'nin açıklamalarını iyi hatırlayın. Sistemden bahsetti, kurumsallaşmadan bahsetti, profesyonel yönetimin altını çizdi. İdealist olmak iyi, hoş ama bir de işin ülke gerçekleri vardı. Türk futbolunda bugün dahil biz kurumsallaştık diyen bir tane yönetici çıkarsa gide ronu ıslak hortumla döverim. Gelir belli, gider belli arkadaş. Havuz var, sponsor var başka da bir halt yok. Süleyman Seba bunu 20 yıl öncesinden görmüş. Kendi yağında kavrulan kulüp oksimoronunu çok önceden keşfetmiş. Düşünebiliyor musunuz, şimdiki Nevzat Demir Tesisleri'nin zamanında arsası daha Beşiktaş'a devredilmeden beş yıl önce Seba Ankara yollarını aşındırmaya başlıyor. O dönem için değersiz topraktan ötesi görülmeyen bir arsa için Seba bütün mesaisini ortaya koyuyor. Çünkü biliyor, bu devran böyle gitmeyecek. Beşiktaş'ın ciddi gelir kapılarına ihtiyacı var. Taşınmaz malları olmalı, kira gelirleri olmalı. Bütün bu savruk futbol düzeninin içinde kurtuluşun tek yolu özkaynak sağlamlığından geçiyor. Şimdi sistemden, kurumsal yapıdan bahseden Serdar Bilgili'den bahsedelim. Süleyman Seba'nın kendi cebinden ödediği tren paralarıyla 5 yıl boyunca arşınladığı Ankara yollarının bir meyvesi olarak bugün iftiharla işletilen tesisler nasıl bitirildi? Nevzat Demir çıkarıp babalar gibi o paraları vermese biz bugün o tesislerden bahsedebilir miydik? Etsek bile bu gururun aynısını yaşayabilir miydik? Adama sormazlar mı o zaman hani kurumsallaşma, hani profesyonel idare? Serdar Bilgili göreve geldi, aradan altı ay geçti her şeyi anladı. Nejat Eczacıbaşı'nın çok hoş bir sözü vardır. Türkiye'de şirketleri babalar kurar, oğullar süründürür, torunlar batırır. Türk iş dünyasının %99'u KOBİ'dir ve halen tamamına yakını aile şirketidir. Finansal analizler, stratejik planlar esamesi okunmayan safsata konumundadır. Futbol kulübü yöneticiliği uzaydan gelmiyor nihayetinde. Bu adamların hepsi küçük yaştan beri ticaretin, sanayinin içinde yetişmiş adamlar. O geleneksel yapıyı kulüp yöneticiliğinde sürdürmeleri de o yüzden pek de anormal değil açıkçası. Bilgili, sıkışan kulüp mali yapısında ideallerini gerçekleştirememiş olmanın da etkisiyle altı ay sonrasında geleneksel yapıya geri dönmek zorunda kaldı. Transfer sözlerine sünger çekildi, Hüsnü Güreli'nin mali zekasına bağımlı kalan ve yine kişilerin gücü ve tahakkümü üzerinden yürüyen bir kulüp olarak yola devam edildi. Futbolcuların altı aylık alacaklarını ödeyebilmek adına Nihat, takımın en çok ihtiyaç duyduğu dönemde Real Sociedad'a satıldı. Kokain davasından haftada bir Almanya'ya giden Daum'a tahammül edildi. Birçok futbolcunun maaşları düşürüldü, amatör branşların bir kısmına kepenk indirildi. Bu tabloya baktığımız zaman aslında 100. yılda gelen şampiyonluk çok eğreti duruyor. Mantıklı düşünüldüğünde şampiyonluğun kazanılması çok zor. İşte o noktada da Beşiktaş yönetiminin karşısına tarihi bir fırsat çıkıyor. Mircea Lucescu, şampiyon yaptığı takımdan kovuluyor. Olmayacak şey ama burası Türkiye, oluyor. Lucescu tam da Beşiktaş'ın aradığı adam. Elindeki imkanlara göre hareket etmesini bilen, kıt kaynaklardan muazzam şeyler yaratan bir adam. Beşiktaş'ın maddi ve manevi çöküş yaşadığı bir sezon sonunda Lucescu görevinin başına geçiyor ve hala tadı damağımızda kalan harika bir şampiyonlukla bizi selamlıyor. 100. yıl sonrası yaşanan sendromdan uzun uzun bahsetmeye gerek yok. O dönem ne kadar adi ve şerefsiz bir oyununun döndüğünü pekala hepimiz biliyoruz. Fakat o dönemle ilgili bir başkan portresini oluşturan iki olay yaşandı. Birincisi, Beşiktaş ligin ikinci yarısında adeta düdüklerle dövülürken, itin götüne sokulurken 100 yılı devirmiş bir camianın pasifize kalışıdır. Yine türlü oyunlarla hakkı gasp edilen bir Beşiktaş maçından sonra, ertesi günün gazetesinde sabah dörtte çekilen bir fotoğrafta koskoca Beşiktaş kulübü başkanını manken sevgilisiyle gece kulübünde zevkten dört köşe olmuş dansını görmek ölümden beterdir. Ben yemeden içmeden kesilmişim, şampiyonluk değil umurumda olan. Herkesin gözü önünde çok adi, şerefsiz bir kumpas dönüyor ve taraftarı olduğum kulüp sadece seyretmekle yetiniyor. Ölümden beter, aradan kaç sene geçti hala hatırladıkça çok sinirleniyorum. Bir diğer hadise ise Başkanın istifası. İnönü'deki Fenerbahçe maçından sonra şeref tribününün etrafındaki taraftarlardan galiz küfürler yiyen Serdar Bilgili istifa etti. Sebep neydi? Bu küfürler sadece şahsıma ve aileme yönelik değildir. Bu küfürler Beşiktaş başkanlık makamına yapılmıştır. Alkışlıyorum seni Serdar Bilgili, aferin bravo ama sormak lazım. Şeref tribününün etrafına nemalanan o güruhu kim yarattı? Localı, purolu, sterilize(!) seyirci hayali değil midir o lümpen profili yaratan? Beşiktaş'ın kalbi kapalıyı paramparça eden, paraya endeksli tribünler, müşteri odaklı şark kurnazlıkları bu sonucu hazırlamadı mı? Al işte, o makama küfreden tüccar zihniyetli , parasının karşılığını bekleyen taraftar halet-i ruhiyesi Bilgili'yi koltuğundan etti. Kazanılan şampiyonlukla beraber bozuk para gibi harcanan güven kredisi, altı ayda adamı afallatan gerçekleri bir anda unutturdu. Sözüm ona tribünler temizlenecek, Beşiktaş Avrupa standartlarını yakalayacaktı. Şimdi burada duralım. Bilgili'nin istifası ve Demirören'in başkan olması. Burada bir gariplik var. Bu olaylar yaşanmadan evvel, her şey süt liman giderken "tesislerdeki çimlendirmeden haberdar edilmedik" gibi güdük bir sebeple istifasını sunan Demirören ve bacanağı Kıvanç Oktay değil miydi? İstifalarını gelen büyük tepkiler sonucunda geri çekenler bu adamlar değil miydi? O dönemi iyi hatırlayın, Demirören ve Oktay'a çok büyk bir tepki vardı. Peki ne oldu da bu adamlar başkanlığı devralabildi? Cevabı çok basit. Yıldırım Demirören hiçbir şey vaat etmedi. Tek bir şey söyledi. Para para para... O para lafı nasıl koyduysa ağırlığını, dört adaylı başkanlık yarışından Demirören'i galip çıkardı. Bugün bu yazıyı yazmamın asıl sebebi olan İbrahim Altınsay'ın Fikret Orman'ın listesinde "yönetici adayı" olarak bulunduğu bir seçim yarışında kazandı Demirören. Ve şimdi Altınsay'ın başkanlığını konuşuyoruz. Bu biraz da Altınsay'ın başkanlığından ne beklediğimizle alakalı. "Yahu Demirören gitsin de yerine taştan yumuşak olsun kim gelirse gelsin" zihniyetiyle değerlendiriyorsak amenna. Diyecek tek kelimem yok. Aptalca bir bakış açısı olsa da bu argüman üzerinden bir tartışma yaratmak mümkün değil. Ama şunu konuşabiliriz. İbrahim Altınsay bugüne kadar ortaya koyduğu vitriniyle güzel bir adam olduğunun sinyallerini veriyor. Naif adam olmak, sterilize bir görüntü vermek bizim başkanlık kriterimiz midir? Ya da daha kestirmeden gidelim. Bu özellikler Beşiktaş'ın ne işine yarar? Yüz milyon satır yazdım ama aslında kısaca şunu anlatmak istedim. Türk futbolunda kurumsal, profesyonel, saat gibi işleyen bir kulüp yönetimi kurmak imkansızdır. Çünkü bu genlerimizde yok, çünkü bunu oluşturmak sadece bize bağlı değil. Hal böyleyken, İbrahim Altınsay meziyetindeki adamların Beşiktaş'ın başına geçmesi de yeni bir umut, heyecan olarak ortaya konmamalı. Çünkü bugün Demirören istifa etse yerine Altınsay gelse yine aynı kişilere bağlı düzen devam etmek zorunda kalacak. Delgado'nun üçüncü taksidi için yönetimden bir cengaver elini taşın altına sokacak, Tello'nun maaş zam farkı için bilmem ne bankasından kredi çekilecek. Keşke her şey hayallerimizdeki gibi olsa. Keşke Altınsay gelse ve bir dokunuşta her şeyi düzeltse. Ama mümkün değil. Önümüz karanlık hem de çok karanlık efendiler. Kurtuluş ızdıraptadır bir bakıma ama gidişat yolun ucunu az buçuk gösteriyor. Ne kadar cefa çekilirse çekilsin, bu futbol düzeni bizi yine aynı noktaya götürecek. Süleyman Seba bu ülkede sadece bir tane bulunan bir çınar. Testereyle girdik biz o ağacın dibine. Şimdi ya Masumiyet'teki Bekir gibi başımızı eğip usul usul yürüyeceğiz bu yolda ya da iki elimizi göğe açıp Atatürk'ümüzün gelip bizi kurtarmasını bekleyeceğiz...

22 Yorum:

MuratE. dedi ki...

helal olsun be!

son aylarda Beşiktaş'la ilgili böylesine güzel bir yazı okuduğumu hatırlamıyorum.

eline yüreğine sağlık gerçekten.

gece gece bir solukta okudum. teşekkürler bu mükemmel yazı için!

sembolist dedi ki...

Harika bir yazı..
Altınsay gibi bir 'aklın' klüb başkanlığını alması demek, 'zapoya-sivoka-Nihata' dünyaları vermemek demektir.

Bu yorum yazar tarafından silindi.

vaov ...
JOKOND ha ...
eline emeğine diline sağlık kardeş ...
katılmasam da kötümserliğine bir soluktan hallice bitirdim enfes yazını ...
sadece 2 yorumla hakkın verilmez , sen bu yorumumu 100 say ...
ve devam et yazmaya ...
ısrarla takip edeceğim seni ...
sevgiler ...

Gürcan Ulusoy dedi ki...

ziyadesiyle moral bozucu bir yazı. ya atatürk ya mevcut düzen deniyor ki burada aslında iki ihtimalden de değil, tek ihtimalden söz ediyor; mevcut düzen.

ama ben ve benim gibi altınsay'ı destekleyen kitlenin daha farklı bir amacı olmalı.

ben bilgilinin istifası sonrası yapılan seçimi anımsıyorum. demirören'in başkan olduğu gün hayatımın en kötü günlerinden biriydi. oyları bölerek demirören'in başkanlığına zemin hazırlamış olsa da erol kaynar'ı desteklemiştim kendi adıma.

ama şunu da anlamadım; demirören'in bir elin parmaklarını geçmeyen seçim vaatleri arasında kapalının kalbini geri vermek yok muydu? şimdi buradan hareketle demirören'e endüstriyel futbola karşı duruşu olan, daha fazla parası olanın daha çok beşiktaşlı olduğu düzene karşı duruşu olan bir adam diyebilir miyiz?

şahsım adına, altınsay'ın başkanlığı beni ikinci planda ilgilendiriyor. önemli olan aday olması. seçimde para konuşurmuş... konuşsun canım düne kadar konuşan ne ise, bugün de o konuşsun.

bugün beşiktaş'ın akil adamları zaten beşiktaş'ın geleceğiyle ilgili kara tablolar çiziyorlar. kulübün mali yapısının normal düzeye gelmesi süresince yaşanacak sıkıntıları ortaya koyuyorlar.

zaten ben paralı başkan değil, tam da parasız başkan istiyorum. kulüp nasıl dönecek? dönmesin o zaman.

biz altınsay'ı beşiktaş'ı şampiyon yapsın diye desteklemiyoruz. beşiktaş beşiktaş olsun diye destekliyoruz.

camia, tribün buna tahammül gösterir mi? göstermez elbette ama umurumda değil.

bugün beşiktaş'ın vefa/karşıyaka olma ihtimalleri üzerinde yazıp çizen insanlar var. o hale bile geleceksek, kulüp batmaya doğru gidiyorsa biz de 30 yıl sonra bugünleri soran çocuklarımıza dönüp iki kelam edebilir diye düşünüyorum.

biz elimizden geleni yapmıştık, kazanamadık diyebilmek istiyorum.

Adsız dedi ki...

Yazı genel anlamda güzel bir yazı. Özellikle bizim camianın aleyhte gelişen olaylara karşı olan pasif tutumu üzerine biraz daha detaylı şeyler yazılırsa -hatta ayrı bir yazı bile olabilir- çok daha iyi olacak.

Bu konudan bağımsız olarak bir zamandır gündeme getirmek istediğim bir konu var. Kusura bakmayın konuyu değiştiriyorum ama:

http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=1+ekim+2003+chelsea+be%C5%9Fikta%C5%9F+ma%C3%A7%C4%B1%2F%40parma+maniac
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=2002-2003+s%C3%BCper+lig+%C5%9Fampiyonu+be%C5%9Fikta%C5%9F%2F%40parma+maniac
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=10+may%C4%B1s+2003+adanaspor+be%C5%9Fikta%C5%9F+ma%C3%A7%C4%B1%2F%40parma+maniac
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=9+mart+2003+trabzonspor+be%C5%9Fikta%C5%9F+ma%C3%A7%C4%B1%2F%40parma+maniac
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=12+aralik+2002+dynamo+kiev+be%C5%9Fikta%C5%9F+ma%C3%A7%C4%B1%2F%40parma+maniac
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=28+kas%C4%B1m+2002+be%C5%9Fikta%C5%9F+dynamo+kiev+ma%C3%A7%C4%B1%2F%40parma+maniac

Siz bu Beşiktaş düşmanına bu blogta niye link veriyorsunuz ki? Ayrıca bunu email olarak değil de buraya yorum olarak yazmamın sebebi de birçok Beşiktaş blogunda bu kendini bilmezin bloguna link verildiğini görmüş olmam. Sanırım kimlere bloglarınızda yer verdiğinizin farkında değilsiniz.

Sesimi duyan var mı?

stalker dedi ki...

altınsay, sebanın endüstriyel versiyonu olarak tanımlanabilir. bu anlamda göründüğü kadar "saf" da değil. iş dünyasında belli bir başarı yakalamış bir adam ve oralara gelip, tutunmak, (türk filmlerindeki namuslu fabrikatör tiplemesine inanıyorsanız başka tabii) piyasanın kurallarına göre oynamakla olur. köşe yazıları, televizyondaki yorumları en fazla, beşiktaş geleneğinde koruyabileceği, unutulan değerleri geri getirebileceğine işaret eder. başkanlık, yöneticilik ise bambaşkadır. çok sevdiğimiz, övdüğümüz sebanın, halının altına süpürmeyi seçtiğimiz bir sürü icraatı vardır, yaşı yetmeyen, büyüklerine sorsun. altınsayı da böyle saf, naif görmek, addetmek onu çok hafife almaktır. iktidarın kuralıdır, iktidar tatlıdır. başa gelen, oyunu kuralına göre oynar. altınsayın da bundan geri kalacağını düşünmüyorum. pr bilgisiyle, bjknin vizyonunu piyasaya göre ayarlayabiilecek bir yapıda görüyorum ben kendisini. bu anlamda temelde piyasanın gereklerini yerine getirecek, ancak beşiktaş geleneğini de düştüğü kuyulardan, dipten alıp yukarılara taşıyacaktır. o arada yine kaybedeceğimiz şeyler oalcaktır, ama şimdiye kadar katlandıklarımızın yanında esamesi okunmayacaktır.

ceyhun dedi ki...

bazen toplum ve genel anlayış düzelmiyorsa onları düzeltecek ve yıllar boyunca unutulmayacak insanlar çıkabiliyor. ibrahim altınsay süleyman seba ağırlığında bir insan olmasa da sadece duruşu ve bilgisiyle, 100. yıldaki şampiyonluğa katkısı ve beşiktaşı sömürenlere karşı sesini çıkarabilmesiyle bile başkanlığı hakediyor. bu adam bu düzeni değiştiremez anlayışıysa bir tahminden ibaret tabi ki, olasılığı yüksek bir tahminden.
fakat iyiyi denemek daha onurlu değil midir isyan etmeyerek kaderine boyun eğmekten?

menderes mete dedi ki...

Türk insanına zorla kabul ettirilmek istenen tarihi bir yanlıştır bu yazının sonucu.Bir kişinin hakimiyetinde ve iradesinde kalıp yanlışlara ses çıkarmasın,sisteme ayak uydursun diyenlerin bir oyunudur bu tarz söylemler.Tarih boyunca hp böyledir Türkler diye okullarda öğretilen koca bir yalandır.Halbuki en büyük başkaldırışları yapmıştır tarih boyunca.Sistem böyle ne yapalım dememiştir aslında.Demirören kalsa da gitsede geleninde gideninde işi zordur bundan sonra.Jessie demiş zaten olması gerekeni.Her sene şampiyon olmuyoruz zaten tek istediğimiz şampiyonlukta değil.Başkana bankalara borcu varmış diye aday çıkartılmamaya çalışılması çözüm üretememe kabızlığıdır.6 sene bekleyen bir taraftar gurubu bir 6 sene daha bekler.

Jokond dedi ki...

şimdi yazdığım bu yazıdan çıkara çıkara bu sonucu mu çıkarttın arkadaşım? senin yazdıklarınla benim yazdıklarımın ne alakası var? aday çıkartılmamaya çalışmak? e yuh artık...

menderes mete dedi ki...

Senin bir aday çıkarttırmamaya çalıştığını söylemedim.Bu sistem böyle gelmiş böyle gider anlayışının sonucu budur.Bu ülkede her alanda bu anlayış yerleştirilmeye çalışılıyor.Bu ülkede ne doğru ki başka şeylerde olsun diye diye tabiki hiçbişey düzelmez.Benim kızdığım şey bu işte.En büyük karamsarlık budur.Kabullenmektir.

İbrahim Altınsay ya da herhangi biri, tek beklediğim Beşiktaş'ın eski farklı yerine geçebilmesi. Nostalji özlemi değil bu, Beşiktaş'ın olması gerektiği yerde görme isteği. Bugün Beşiktaşlının aklında şampiyon olmaktan çok Beşiktaş olabilmek varsa aradığımız özellikler buna ilişkin olmalı. Ki o Beşiktaş geleneği kurumsallaşmaya yatkın bir gelenektir. kulübü her şeyin ötesinde tutar, prensiplerin dışına çıkana Beşiktaş'a yakışmayan işlerin altına imza koyanlara kim olursa olsun prim vermez. Beşiktaş yeni Seba'sını arıyor şimdilik. Ardından yeni Sebalara gerek kalmayacak devrin başlaması için.

theotheo dedi ki...

palavra masal anlatmayın, yok beşiktaş'ın şöyle olması böyle olması. ulan şampiyon olamayınca hepiniz ana avrat küfrü basıyorsunuz işte olay bundan ibaret.

jokond bana şunun cevabını ver?

bu takıma mafyayı sokan kimdir? mafyayı temizleyen kimdir?

Jokond dedi ki...

sevgili theotheo,
ben seninle o konuda tartışmaya girersem kırıcı olurum, ağır şeyler yazarım. boşver hiç girmeyelim...

theotheo dedi ki...

seba beşiktaş kimliğine en büyük zararı veren başkandır. son senelerinde yarattığı enkazın yanında, kulübe alaaddin çakıcı gibi köpeklerin köpeklerini sokmuştur, ondan sora mitçilerin yeğenleri çocukları beşiktaş kulübünde müdürlük yapmaya başlamıştır.

beşiktaş tertemiz bir takım olmuştur, her sene şampiyon olacak halimiz yok. mustafa denizli gitmelidir.

ard dedi ki...

theotheo'ya ek olarak;
seba'nın kulübe verdiği en önemli zarar özellikle 90'ların başında futbolda yaşanan değişimlerin farkına varamamış olmasıdır.bu sebepten ötürü o dönemde gerekli yatırımları yap(a)mayarak beşiktaş'ın üçüncü büyüklüğe düşüşünün önündeki taşları bilmeden de olsa dizmeye başlamıştır.
ibrahim altınsay'ın müritleri bence oldukça anlamsız bir şekilde camiada çoğalıyor.bir kez daha soruyorum;kendisi yöneticilik döneminde ne gibi olumlu hamleler yapmıştır da kendisine beşiktaş başkanlığı layık görülüyor?
naylon kongre üyelerine ne tepki vermiştir mesela "futbol bilgesi" altınsay...

theotheo dedi ki...

bugün çömezlerin demirören'e attığı suç aslen seba'nın suçudur.

demirören hatalıdır vs. ben o formanın arkasında kızılay'ı gördükten sonra demirören helal başkan derim.

ibrahim altınsay'da bi bok anlamadığı premier ligi yorumlasın.

delgado dedi ki...

@sıyrılıp gelen

şu yazıyı okusaydın bari be abicim... bak hala 90lar diyor değişim diyor. vah vah.

ard dedi ki...

fenerbahçe ve galatasaray'ın 91-99 arasında ne yaptıklarıyla karşılaştırılınca demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

ian dedi ki...

fener'le galatasaray'la bilmemne yarışına girmeyen, altyapıya önem veren, tribüne kulak veren bir başkan lazım bu takıma.. farklıyız diyoruzya hani, işte o farkı ortaya koyan bir yönetim/zihniyet lazım.. kirlenmiş futbol dünyası, mafya ilişkileri falan pek kafam basmıyor bu konulara..

yazı neymiş muhabbet nereye gitmiş , altınsayın yöneticiliğindeki katkısı sorgulanmış,sebaya bok atılmış,premier lige dönsünmüş,mustafa denizli gitmeliymiş,demirören kızılay için helallik almış .....

okuduğunu anlamak ile alakalı bir yazı bekliyorum ben ... ciddiyim ...

not : demirörenin kızılay reklamı mecburiyettendir ve ona helal diyeni ülkerin tarikat tayfası okur üfler çarpar !

ard dedi ki...

ben altınsay'ın yöneticilik katkısını sorguluyorum izninizle.kendisi bize 2 senedir "kurtarıcı başkan" olarak lanse ediliyor.ben de kendi halinde bir beşiktaşlı ibrahim altınsay'ı bu şekilde lanse edenlere gerekçelerini soruyorum.bilmiyorum buna hakkımız var mı?
serdar bilgili döneminde kulübün üye yapısının değiştirilmesi ve üye olamayacak insanları beşiktaş'a üye yapılması kulübün tarhinde yaşadığı en büyük rezaletlerinden birisidir.
altınsay'ın da bu rezaletin başrolünde olan yönetimde yer alması çok çok büyük bir defodur.
yoksa "ben bir futbol dilencisiyim" gibi süslü cümle kurmak,londra'da oynayan takımların stadlarına hangi metro istasyonu aracılığıyla gidilebileceği gibi detayları malümatfuruşça aktarmak pek birşey ifade etmiyor benim gözümde.

Yorum Gönder

Ara