.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

.

.

24 Şubat 2009 Salı

Zanaatkarlar ve Sanatçılar

“22 adamın bir top peşinde koşmasından ne anlıyorsunuz?” repliği bir dönem Pazar gecelerinin neşesiydi, hangi kanal izlenecek tartışmalarının eşliğinde. Tabii sonra evlerdeki televizyon sayısı arttı da bu tartışmalar bitti ancak zaman bu sözleri sarf eden tüm anneleri, ablaları, yani bayanları haklı çıkardı ve futbol git gide sadece top peşinde koşan adamların sporu haline geldi. Öyle kuru kuruya koşmak da yetmez, aynı zamanda güçlü olmak, alan daraltmak lazım. E bir yandan da kas sistemi bu, güç oranında estetik azalıyor. Bakıyoruz sahada koşan, alan daraltan bir dolu adam var ama aralarında bir adet çilingir yoksa hepsi sıradanlaşıp, birbirlerini oyalıyorlar sanki, keçi boynuzu mübarek… CM 01-02 türk gençliğinin kanına girmiş, Avrupa liglerinden futbol NTVve TV8 sayesinde evlerimize yeni yeni teşrif etmiş, Fatih Terim İtalya’da ‘risoltante importante’ demeyi öğrenirken, 10 numaraların altın devriydi işte. Sadece 10 numara ile kısıtlamayalım, ince bilekli, kıvrak zekalı ya da oyunu başka türlü oynayan adamlar kastım. Zidane, Figo, Rui Costa, Del Piero, Nedved almış yürümüş, Totti ismi merak uyandırmış, Aimar rekor ücretle İspanya’ya gelmiş, Riquelme, D’alessendro gibi nice isim CM sayesinde kafalara kazınmış, Türk futbolunda Hagi-Sergen tartışması yapılan yıllar işte. Herkes onların ayağına bakıyor, mutluluğun formülü çok açık, bir 10 numara bir de Hakan Şükür tipi forvet deniliyordu, ta ki Jose Mourinho ortalarda belirip, 4-6-0 oynayacak kadar densizleşene dek. Bu süreçte dünya futbolunun gidişi arz-talep dengesinden dolayı ince adamların alttan çıkmasına izin vermez oldu. Halbuki daha 7-8 yıl önce futbolun sanatçıları addedilmişlerdi. Onlar sanatçıysa, geriye kalanlar ne oluyor? Tabii ki zanaatkar. Zanaatkar ortaya somut iş koyar.Erbaplığı ne üzerine ise, o konuda istenileni verir. Sanatçının ortaya koyduğu ise biraz soyuttur, ihtiyaç olanı değil kendi istediğini üretir, üretilenden kimin ne aldığı ise kişiye göre değişir. Abuk bir örnek olacak ama Nobre masa yapsa, Sivok koltukları halleder, Ernst güzel bir halı dokur ortaya ama duvara tabloyu asacak olan ancak Delgado’dur. O tablodan herkes aynı keyfi almaz, kimi sever kimi “bu ne be” der, hele salon bomboşsa duvardaki tablo dam üstünde saksağan gibi durur ama bir evi de o tablonun güzelliği zengin gösterir. Her neyse, lafı fazla uzattım yine. Bunca laf kalabalığının aslında tek nedeni Delgado’yu sahada görmeyi özlememdir. Gelsin artık kaptan tsubasa. Sonunda güçlenmiş orta sahanın önünde, bir sağda, bir solda, bir ortada Tello ile değişmeli olarak oynasın, Del Bosque’nin Real Madrid taktiği (Zidane-Makalele-Helguera-Figo) bu sefer Mustafa Denizli’nin Beşiktaş taktiği olsun..

3 Yorum:

Adsız dedi ki...

enteresan işler yapıyorsun freak.. yatmadan önce bi kontrol edeyim dedim. chelsea 4-3-3 oynamıyormu. 4 6 0 da neymiş. drogba santrafor değil mi ? delgado mu tabata mı ? güneş sisteminde hayat var mı ? avrupa birliğine girmeden gümrük birliğine girilir mi ? yıldırım demirören beşiktaşın ergenekonu mu ?. bunlar delgado dan daha önemli..

ahaha:)

bi ara oynadı çelsi valla 4-6-0, şimdiden bahsetmiyorum...

Bellamy. dedi ki...

yusuf ve serdar özkan'a haftalar boyunca maruz kalınca insan hakkaten matias'ı özlüyor.. arkasında ernst'le çok daha faydalı olacak inşalah..

Yorum Gönder

Ara