.

.

.
Ekşi Beşiktaş. Blogger tarafından desteklenmektedir.

.

.

9 Haziran 2015 Salı

Son 25 Yılda Üç Büyükler ve Beşiktaş



Kısa bir süre önce radikal.blog için bir inceleme hazırlamıştım. O yazıyı oluşturma amacım Beşiktaş’ın geride kalma halinin ne zaman başladığını ve ‘gerçekte’ son 25 yılda diğer büyükler arasında nerede durduğumuzu verilerle ortaya koymaktı. Gerçekte deme sebebim ise hem iyi hem kötüyü abartmayı o kadar seviyoruz ki durum bazen “20 yıldır derbi kazanamıyoruz” noktasına gidiyor. Şimdi burası için yazıyı biraz daha kısaltıyorum ve biraz da düzenliyorum. Bir de o yazıda takımların ekonomik güçleri ile ilgili de bir bölüm vardı. Orayı da çıkartmayı uygun görüyorum; zira o bölümü geliştirilerek kendi başına bir yazı haline dönüştüreceğim. Yazıyla ilgili bir sorun şu; oluşturduğum sırada bu sezon tamamlanmamıştı ve son 25 yıl ile kastım 1990 ile başlayan süreçti. Açıkçası bu yılı eklemek için tüm tabloları ve verileri yeniden güncellemek gerekeceğinden o işe girmedim. Zaten hepimiz bu yılın tablosuna hakimiz.

Özellikle 80’lerin sonu 90’ların başında çocuk olan ve futbola ilgi duyanlar için Beşiktaş’ın son 10 yıldaki şampiyonluk yarışından genelde uzak hali bir hayli şaşırtıcı görünüyor olsa gerek. Özellikle tuttuğu takım Beşiktaş olanlar için bu durum aynı zamanda can acıtıcı da oluyor. Peki, bu döngü ne zaman başladı? Biz ne zamandır bu bence anlamsız ‘3. Büyük’ tartışmalarının içinde kaldık ve nasıl bunların dışına çıkabiliriz?

Böyle bir incelemede parametre olarak nelerin alınacağı da önemli bir konu. Başarının kriteri sadece şampiyonluk olarak görülebilir ve basitçe bunun üzerinden bir analiz çıkarılabilir ama bu eksik kalacaktır. Mademki tartışmaların önemli ekseni ‘büyüklük’, derbiler, yarışın içinde kalmak da önemli. Ben de buna göre göstergeler oluşturdum. Bu göstergelerin başında elbette şampiyonluk gelse de, ilk ikide yer alma, ilk üçte yer alma, ligi tamamladığı sıranın ortalaması ve derbi maçları da analizimde yer tutuyor. Her analizin belirli sınırlılıkları vardır. Bu analizin ilk sınırlılığı doğal olarak temel alan parametrelerin yukarıda sayıldığı kadar olması. Diğer bir sınırlılık da zaman aralığı. Ben analizi matematiksel açıdan kolay yapmak ve yılları daha iyi bölümlemek için 25 yıllık bir zamanı ele aldım. Böylelikle 90’lar, 2000’ler ve 2010’lu yıllar şeklinde üç farklı analiz grubu ortaya çıktı. Bunda modern futbol tabir edeceğimiz olgunun kabaca 90’lar ile başladığı varsayımı da etkili oldu.

90’lar

90’lu yıllar başta Beşiktaş’ın fırtına gibi başladığı daha sonra aynı fırtınanın renk değiştirerek sarı kırmızı olduğu yıllar. Bu on yıllık dönem içerisinde Beşiktaş’ın ortalama sıralaması, 2,3.lük iken Galatasaray’da bu rakam 2,1; Fenerbahçe’de ise 2,9 olarak kendini gösteriyor. Şampiyonluk sayıları yine aynı sıra ile 4-5-1 şeklinde. Beşiktaş’ın bu süre zarfında ilk iki dışında kaldığı üç sezon var. Bunların ikisinde ilk üç dışında kalmış. Galatasaray ise 4 kez ilk iki dışında kalmış; bunların ikisinde ilk üç dışında. Fenerbahçe ise 5 kez ilk iki yarışına dahil olamamış. Bunlarında üçünde daha da geride kalmış. Derbi müsabakalarına baktığımızda ise Beşiktaş ve Galatasaray’ın 55’er puan topladığı; Fenerbahçe’nin ise iki takımın yalnızca üç puan geride kaldığı görülüyor. Bu durum derbilere göre yorum yapmanın bu on yıllık zaman dilimi için anlamlı olmayacağını gösteriyor. 3 büyükler arasındaki maçlara baktığımızda ise sonuçların şimdilerde biraz arkaik kalan “Beşiktaş Fenerbahçe’yi yener; Fenerbahçe Galatasaray’ı; Galatasaray da Beşiktaş’ı” ezberine uygun olduğunu gösteriyor.

Bu döneme baktığımızda Galatasaray’ın Beşiktaş’tan bir tık iyi olduğu; Fenerbahçe’nin ise diğer iki takımdan belirgin bir şekilde geride olduğu görülebilir.

2000’ler

Beşiktaş için aşağıya gidişin keskin olduğu yıllar. 2 şampiyonluk görece kabul edilebilir olsa da ilk ikide yalnızca 4 sezonun olması bir hayli düşündürücü. Aynı dönemde Galatasaray ve Fenerbahçe’nin 4’er şampiyonluğu var. Sırasıyla ilk iki sayıları ise 6 ve 7. Her üç takım da bu dönemde 8 kez ilk üçte yer almış. Yani ilk üçte kimin yer aldığına ilişkin belirgin bir durum var. 90’lardan pek de bir farklılık yok. Ama şampiyonluk ve ilk ikide kimin olduğuna baktığımızda Beşiktaş’ın diğer iki takımdan bir biçimde arkada kaldığı görülüyor. Zaten sıralama ortalamasına baktığımızda da diğer iki takım 2,4. sırada iken Beşiktaş 2,6. olarak yer bulmuş kendine. Sıralamada Beşiktaş’ın diğer takımlara bu kadar yakın olmasının sebebi ise diğerlerinin yaşadığı 6 gibi derecelerin olmaması. Derbilere baktığımızda ise çok başka bir profil çıkıyor. Fenerbahçe 76 puan toplayarak diğer iki takıma ağır bir üstünlük kurmuş. Beşiktaş 46 Galatasaray ise 51 puanda kalmış. Beşiktaş ve Galatasaray arasındaki fark anlamlı bir sonuç çıkarmayacak kadar az. Fenerbahçe ise bu alanda epey başarılı olmuş.

Bu on yıllık süreçte bir önceki dönemden farklı olarak Beşiktaş’ın şampiyonluk ve sıralamada biraz geride kaldığımız ancak derbileri de işin içine kattığımızda ‘üçüncü büyük’ gibi bir söylemin asla uygun olmadığı bir dönem görüyoruz. Şampiyonluk sayısında olmasa da diğer parametrelere bakıldığında Fenerbahçe’nin Galatasaray’a üstünlük kurduğu da görülüyor.

2010’lu Yıllar

‘Üçüncü büyük’  söyleminin mantalitesini kabul etmediğimi ve önemli olduğunu düşünmediğimi daha önce belirtmiştim. Ancak özellikle 90 sonrası doğan kuşak için bu söylem önemli bir etkide bulunuyor. Yine tartışılır da olsa “şerefli ikincilik” söylemi bizim kuşak için bir şekilde geçer akçe olabilse de taraftar sayısını belirli bir oranda tutmak, gerektiğinde bir lobi gücüne sahip olmak için ‘Üçüncü büyük’ yaklaşımı kırılmalıdır. Ancak bu söyleme en büyük güç veren dönem ise 2010’lu yıllar olmuştur. 5 sezonun 3’ünde ilk üçe giremeyerek; ilk ikide hiç yer alamayarak bir hayli başarısız bir dönem geçirdiğimiz açık. Önceki 20 yılda yalnızca dört kez ilk üç dışında kalırken 5 yılda üç kez ilk üç dışında kalmak gerçekten çok düşündürücü. Aynı dönem içerisinde Galatasaray’ın ve Fenerbahçe’nin 2’şer şampiyonluğu var. Fenerbahçe ilk ikiden hiç çıkmamış. Galatasaray’ın 8.lik gibi bir faciası var. Ama onun dışında yarışın 3 sezon içinde kalmış; birinde de 3. Olmuş. Bu dönem ortalama sıralamamız 3,8. Galatasaray; 3 , Fenerbahçe ise 1,8. Derbilerde ise Beşiktaş 20 puan toplarken Galatasaray 27 Fenerbahçe 33 puan toplamış. 5 yıllık bir süre için önemli farklar. Bir önceki 10 yılda olduğu gibi Fenerbahçe baskınlığını sürdürürken Beşiktaş biraz daha arkada kalmış.

Bu süre zarfında Beşiktaş’ın ciddi bir ekonomik buhran geçirmesi, şike davası ve toplamda 2 kez Avrupa’ya gidememesi gerekçe gösterilebilir ancak daha buhran öncesinde daha başarısız olduğumuz ve kriz sonrası en kötü 3. olduğumuz da görülüyor. Yani Beşiktaş’ı 3, hatta daha arka sıralara götüren açıkça kötü yönetim.

25 Yılın Genel Analizi ve Öne Çıkan Çarpıcı Veriler

25 yıllık sürece baktığımızda Beşiktaş’ın çok iyi başlayıp çok kötü bitirdiği bir dönem olduğunu görüyoruz. Özellikle 1995 sonrasında yalnızca iki şampiyonluk kazanılmış olması bir hayli zayıf bir istatistik. Sıralamada ise 25 yılın ortalamasında Beşiktaş’ın 2,72.; Galatasaray’ın 2,40.; Fenerbahçe’nin ise 2,44. olduğu görüyoruz. Aynı dönem içerisinde ilk ikide yer alma sırasıyla 11, 16 ve 18; ilk üçte yer alma ise yine aynı sırayla 16-20-20. Bu haliyle bakıldığında Fenerbahçe ve Galatasaray arasında anlam taşımayacak kadar küçük bir fark olduğu; Beşiktaş’ın ise bu iki rakipten yalnızca bir tık geride olduğu düşünülebilir. Ancak Beşiktaş’ın trendine baktığımızda durum o kadar parlak görülmüyor. Bunu kırabilecek yıl olan bu senenin de olumlu bir şekilde sonlanmayacağı da açık. (sonlanmadı)  Bu 25 yıllık süreçte bazı ön plana çıkan hususlar ise;

- Üç takım da ilk 4 sıradan nadiren uzaklaşmış. Beşiktaş 2, diğer iki takım ise 3’er kez. Ama daha ilginci 2000’li yıllar ile Fenerbahçe ve Beşiktaş birer kez ilk dördün dışında kalırken Galatasaray toplamda başarılı olduğu bu dönemde 3 kez ilk 4 dışında kalmış.
 - Galatasaray’ın 8.’liği bu dönemdeki en düşük derece. 
 - Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin başarı/başarısızlığı belirli bir trende bağlı iken Galatasaray bu konuda çok düzensiz.

25 yılın derbilerinde ise durum yukarıdaki tablodan biraz farklı. Beşiktaş derbilerde 121 puan toplamış. Galatasaray 133, Fenerbahçe ise 161.  Yani Beşiktaş ve Galatasaray arasında küçük bir fark varken Fenerbahçe rakiplerine hatırı sayılır bir fark atmış. Beşiktaş her iki rakibine de toplamda mağlup olmuş ama ikisine de büyük farklarla değil (9 ve 18). Ancak Fenerbahçe’nin Galatasaray’a attığı fark bir hayli fazla (30).

Derbilerde ön plana çıkan temel husus Fenerbahçe’nin hâkimiyeti. Bunun araştırmaya değer bir konu olduğu düşünüyorum. Diğer göze çarpan hususlar ise;

- 4 maçı da kaybeden tek takım Galatasaray (1991/1992) (Not: artık değil).
 - 4 maçını da berabere bitiren hiç olmamış.
 - 4 maçı da kazanan tek takım Beşiktaş (2002/2003).
 - Beşiktaş 3 kez, Galatarasay 2 kez, Fenerbahçe ise tam 7 kez 4 maçtan üçünü kazanmış

BUGÜN

Beşiktaş’ın Kırılma Noktası Yıldırım Demirören ve Fikret Orman

90’lı yılların başlarında çok başarılı olan Beşiktaş’ın zamanla arkalara düştüğü yukarıda detaylı bir şekilde görülüyor.  2004 yılına kadar şampiyon olamadığı yılların dahi yarısında genelde yarışın ortağı olan bir Beşiktaş vardı. Tüm derbilerin kazanıldığı ve oynanan futbolla da göz dolduran 100. yıl şampiyonluğunun ardından muhtemelen birçok insan Beşiktaş için eski güzel günlerin yeniden başladığını düşünmüştür. Ancak meşhur Samsunspor maçı sonrası krize giren sezon sonunda başkan değişikliğine gidilmişti. Yeni başkan seçilen Yıldırım Demirören önemli bir kırılma noktası oldu. Demirören dönemine baktığımızda ise gerçekten bir felaket görüyoruz. Beşiktaş bu 8 yalnızca bir şampiyonluk ve bir de 2.lik derecesi elde etmiş. İlk üçe dahi giremediği tam 4 sezon geçirmiş. Bu dönem içerisinde 2009 şampiyonluğu önemli bir fırsat doğurmuştu. Rakiplerine görece daha zayıf bir kadro ile gelen şampiyonluk sonrası yapılacak 2 şey vardı. Birkaç yıl şampiyon olamasan da baskı yemeyeceğini düşünerek gerçek bir yapılanmaya girilebilir ve tedricen kadro kalitesi yükseltilebilirdi. Gelir-gider dengesi makul seviyelere oturtulabilirdi. Ya da çok iyi takviyelerle şampiyonluğun en büyük favorisi olunabilirdi. İkinci yol tercih edildi ama paranın çok kötü kullanılması ile başarısız bir sezon geçirildi. Tabata, İsmail ve Nihat için harcanan yaklaşık 20 milyon Euro ve daha sonra çok canımızı acıtacak kadar maliyete ulaşan Ferrari transferleri Beşiktaş’ın 25 yılındaki gerçek felaket döneminin başlangıcı oldu. Harcanan korkunç paraların ne ekonomik ne de sportif karşılığı olmaması Beşiktaş’ı yıkıma götürdü ve detaylarından burada bahsetmeye gerek olunmayan “Büyük Buhran”ımız başladı. (Başladı diyorum zira Fikret Orman yönetiminin borçları yapılandırmak vb. çok olumlu hareketleri olsa da borçların yüksekliği gösteriyor ki Beşiktaş hala ekonomik krizde ve halen tünelin ucundaki ışık görülmedi. Vodafone Arena inşaatının tamamlanması hem ekonomik hem de sportif açıdan fark yaratabilir. Ancak yılan hikâyesine dönen bitiş tarihi hayal kurmayı engelliyor.) Demirören döneminde harcanan onca paraya rağmen gelmeyen başarılar bir sonraki yönetim üzerinde de hem ekonomik hem de sportif başarı baskısı kurdu. Sadece yanlış transfer değil aynı zamanda kötü yönetim sonucu (Del Bosque, Ferrari davaları vb.) ortaya çıkan borçlar kulübün adeta belini büktü. Yönetimi devralan Fikret Orman’ın önünde adeta savaştan çıkmış bir kulüp vardı. Bir Almanya ya da Japonya olamayacağımız açıktı ama yine de doğru planlamayla bu kriz fırsata çevrilebilirdi. Taraftarların bir bölümü için büyük umut kaynağı olan İbrahim Altınsay bu iş için biçilmiş kaftan gibi duruyordu. Ancak olmadı, olamadı. Altınsay’ın istifası aslında Fikret Orman’ın ilk sezonunun nasıl geçeceğini anlatıyordu: yeniden yapılanma yerine elden geldiğince yarışmacı takım. Bu anlayışın geleceği yer limitliydi. Ve transferlerde tam isabet gerektiriyordu. Transfer bakımından bu yıl iyi bir sınav veren Fikret Orman’ın ilk iki yılda yaptığı Dentinho, Gökhan Süzen, Sezer, Kerim Frei gibi transferlerde olan ise Demirören dönemi gibi kaynakların çarçur edilmesinden başkası değildi. Tek fark daha az kaynak harcandı. (Aynı dönemde düşük maliyetlere alınan Oğuzhan, Olcay gibi iyi sonuç veren transferler de var). Daha sonra bir sportif direktörlük konusu devreye girdi. Önder Özen’in doğru isim olmasından bağımsız olarak doğru bir proje olması bizleri heyecanlandırdı. Ancak bu proje de heba edildi. Sonuç itibariyle yaşanan yıkımın ardından halen toparlanamayan ne zaman toparlanacağı da belirli olmayan bir takıma dönüştük.

YARIN

Bir önceki bölümü bitiren cümle umutsuzluk dolu. Oysa ben her zaman küçücük bir ihtimal bile olsa onun peşinden koşmak isteyen bir yapıya sahibim. O nedenle kara gelecek edebiyatı yapmak istemem. Kulübün borçları bir hayli artmış olsa da bu kara bulutların birkaç yıla dağılması da mümkün. Birkaç seferdir fırsatları heba ediyoruz. Çok ama çok kötü bir yönetimden bayrağı devralan Fikret Orman şanssız olduğu kadar da şanslı. Zira ne kadar olumsuz şey yapsa da selefinden öyle bir tablo devraldı ki yine de insanın savunası geliyor. Ancak yeniden yapılanma fırsatlarının heba edilmesi, “Feda” denilen ve aslında çok doğru olan programa kendisinin tamamıyla uymaması; günü kurtarmak ya da yarınları kazanmak arasında ikisini tercih etmeyip arada bir yerde kalmasıyla eleştirilmeyi hak eden bir hayli yönü de var. Şu üç yıl en azından gösterdi ki Fikret Orman yeniden yapılanmacı/planlamacı bir anlayışa sahip değil. O zaman başarılı olmasının tek yolu var transferlerde çok yüksek yüzde oranı tutturmak, stadı bir an önce bitirmek ve camiayı bütünleştirerek bir lobi gücü oluşturmak. Ben her şeye rağmen kimsenin elini taşın altına koymadığı bir dönemde çabasını takdir ediyorum. Ancak elbette biraz da somut başarılar görmeyi umuyorum.
Tabii bugün ve yarını konuşurken takımlar arası ekonomik güç dengesine tekrar bakmak gerekiyor. Futbolda para önemli. Elbette tek önemli değişken değil. Ekonomik gücün az olmasına rağmen başarı mümkün. Ancak bunun şartı daha kısıtlı olan paranın çok daha verimli kullanılması. Tabii bunlar da yeterli olmaz. Zira futbol sadece sahada oynanmaz. Burada illegal hususları kastetmiyorum. Örneğin hakem hataları meselesi sadece bize özgü değildir. Dominant olduğu dönemde Manchester United ya da NBA’de LA Lakers lehine çok hata yapılırdı. Hakemler bir atmosfer içerisinde. Ve hepsinin çok karakterli insanlar olmasını beklemek zor. Her yerde olduğu gibi bu camiada da çürük elmalar var. Onların etkilendiği şeyleri değiştirmedikten sonra kritik maçlarda doğranacağımız açık. Bu faktörler arasında biri de saygı kazanmak. Bunun için aslında Avrupa Kupası iyi bir fırsattı. En azından adı olan bir "çeyrek final" yaşayabilseydik başka şeyler konuşuyor olabilirdik. Bir diğer konu doğru yerde doğru zamanda kuvvetli itiraz. Hem saha içi hem saha dışı. %100’lük penaltın verilmiyorsa bunu hakeme hissettireceksin ki aynı maçta ikincisi olduğunda çalabilsin o düdüğü.

Taraftar olarak biz bir şey değiştirmek istiyorsak birlik olmalıyız; ortak hareket edecek platform bulmalıyız. Kişisel çıkarı asla gözetmeyen ama belirli bir güce sahip bir platform oluşturmamız bir diğer opsiyon olarak kendini gösteriyor. Ancak camia olarak bu işlere şimdilik uzağız.
Bakalım hangi yollara yöneleceğiz ve ne kadar isabet bulacağız bu hamlelerde...

TABLOLAR
Tablo 1 1990-2014 arasında Lig Sıralamaları












Tablo 2 İlk İkide Yer Alma














Tablo 3 İlk Üçte Yer Alma










Tablo 4 Şampiyonluk










Tablo 5 Derbilerde Alınan Toplam Puanlar













Tablo 6 Derbilerdeki Karşılıklı Sonuçlar

a) Beşiktaş-Galatasaray










b) Beşiktaş - Fenerbahçe










c) Fenerbahçe - Galatasaray














19 Yorum:

planck dedi ki...

emeğine sağlık..

raison dedi ki...

Yazıda genel olarak dile getirdiğin şeylere, özellikle bugün ve yarın başlığı altındaki sentezine katılıyorum. Fazla tartışmadığımız ama çok önemli konulara parmak basmışsın. Tebrik ederim.

Yazıdaki istatistikler 90 lar ve devamında onar yıllık olarak bölünmüş. Yazının bir bölümünde daha sonra ekonomik güçlere de değineceğim demişsin. Öncelikle ekonomi bölümüne değinip bununla bağlantılı olarak yıllara ayrılabilseydi daha sağlıklı verilere ulaşabilirdi.

Futbolun ekonomisiyle ilgili yani daha sonra değineceğin yazıyla ilgili peşinen konuşayım. Tabi tartışmaya açık, yazınla da bağlantılı kendi yorumlarımı belirteyim.

Sadece iyi oyun, doğru oyun değil aynı zamanda İyi futbolcuyla gelecek şampiyonluk futbolda her zaman genel geçer kural oldu. Nispeten zayıf kadrolara sahip olduğumuz, rakiplerimizden fazlasıyla geri kaldığımız, ekonomik yönden de güçlü olmadığımız 70 li yıllarda Serpil Hamdi Tüzün, dönemin başkanını da ikna ederek alt yapıda ileride bizi şampiyonluğa ulaştıracak hamlelerde bulundu. Bu kısa vadeli bir proje değildi ve meyvelerini 80 li yıllarda ancak yiyebildik.

Alt yapıya dayalı uzun vadeli bu gelişim ve devamında gelecek başarı sadece bizim ulaştığımız bir yöntem değil aynı şekilde Trabzon unda başarıya ulaştığı bir yöntemdi. Bizim 90 ların başındaki efsane dönemimiz sadece Seba’nın Gordon inadı değil Serpil Hamdi Tüzün projesinin de bir başarısı.

Dananın kuyruğu daha sonra kopuyor. 90 yıllar özel televizyonların yayın hayatına girdiği, kulüplerin geçmiş yıllara göre daha fazla ekonomik güce ulaştığı dönem. 92-93 sezonunda kulüpler ilk defa özel kanallarla anlaşma yapıyor, 96-97 sezonunda ise havuz sistemi geliyor ve hem ülkedeki futbol ekonomisi fazlasıyla büyüyor, hem de Anadolu kulüpleri belli bir güce kavuşarak ligi büyük takımlar için daha zorlu hale getiriyor.

Bizdeki sıkıntı yani Seba dönemi, maalesef 90 ların ortasından itibaren şekillenen yeni lige ayak uyduramadı. Çünkü başarı için
1)Lobi
2)Kaliteli yerli ve yabancı oyuncu
3)Bunları bir araya getiren doğru oyun gerektiriyordu.

1-Sermayenin büyük paralarla futbola girmesi FB ve GS den daha az müşteriye (taraftara) sahip olan bizi fazlasıyla vurdu. Artık geçmiş dönemde Sebanın güçlü ilişkileri sayesinde lobi sağlama dönemi bitti. Bunun yerine zirve yarışında daha çok seyirci sağlayan zirve yarışları futbol sermayesi tarafından zorunlu kılındı.

2- Seba döneminde Seba’nın kaliteli teknik direktörlerle çalışmasında bir tavizi olmadı ama asla kaliteli yerli ve yabancıoyuncu havuzu oluşturulamadı. Gelen paranın kaliteye çevrilmesi gerekiyordu çünkü artık alt yapıya dayalı büyüme modeli kolay kolay gerçekleşemezdi.

3-95 yılına kadar sarkık liberolu 3 lü savunma ve adam adama savunmadan, 95-96 sezonunda Parreira lı Fener, bir sezon sonra Terimli GS ve Toshack lı Beşiktaş alan savunmasına dayalı 4 lü defansa geçtiler. Bu ilk hamleyi yapan Fener, 96 da Mehmet Ağar gibi gladyo ile kol kola birleşerek lobisini sağlamlaştıran Terim ise yukarıdaki 3 bileşeni birleştirerek 4 lü savunma ve alan savunmasını kaliteli ve potansiyeli olan yerli ve yabancı oyuncularla birleştirerek ligi dört yıl domine etti.

2000 yıllarda Aziz Yıldırımın stat hamlesi rakiplerine hem ekonomik yönden hem de başarı yönünden fark atmasına neden oldu. Fenerin statının bitmesi ve güçlü sponsorluk anlaşmalı ligin yeni kaderiydi artık.

Biz ise Seba’nın gitmesiyle endüstriyel futbola ayak uydurabileceğimiz sandık. Seba gitti. Sonrasında Futbol AŞ kurarak, halka açılarak büyüdüğümüz zannettik. Oysa sürdürülebilir gelir kaynağı yaratamadık. Kurduğumuz kısıtlı kadrolar ve büyük beklenti arasında sıkışıp kalarak faturaları teknik direktörlere kestik. GS ise stadını tamamlayıp belli ölçülerde borsada şurada burada katakulli yaparak son dört yıl şampiyonlar ligine katılma başarısı gösterdi.

raison dedi ki...


İşimiz zor. Üçüncü büyük müyüz? Şu halimizle maalesef üçüncü büyüğüz. Ekonomimiz, kadro kalitemiz, hatta yıllarca zirve yarışından uzak kalışımızla zihniyetimiz üçüncü büyük.

Üçüncü olmamız değil, zirve yarışının ne olduğunu, nasıl yapılması gerektiğini camia olarak bilmeyişimiz bizi üçüncü yapan. Ligin son haftalarında Tolga Özkalfa nın Bülent Yıldırımın bizlere yaptığı muamele bir büyük takıma yapılacak muamele değil olsa olsa Anadolu takımına yapılacak bir muameledir. Asıl tehlike buna verilen tepkisizlik, bir Anadolu takımı kıvamındaki tepkisizlik, kabullenmişliktir. Büyük takım lobisi gücü olan, olmasa da bunu yaratan, yaratmaya çalışan bir kulüptür oysa. Dünyanın her yerinde.

Ligi üç büyüklü bir lig haline getirebilir miyiz? Zor ama akıllıca davranabilirsek en erken iki üç yıl sonra.

alper dedi ki...

yaw çok uğraşmışsın ama okumadım. sidik yarıştırmaktan bi bıkmadınız.

Barreto dedi ki...

Güzel çalışma emeğine sağlık. Herkes doğru şeylere değinmiş. Şunu ilave edeyim. Beşiktaş'ın 2004-2012 arası tecrübe ettiği yönetim trajedisini FB/GS yaşasaydı bizden daha beter duruma düşerdi. Beşiktaş 8 yıl böyle yönetilebildiğine göre kimse Beşiktaş'ın özel olduğunu falan düşünmesin, kutsallık atfetmesin, çocukken gönlümüzü kaptırmışız bir kere yapacak bir şey yok. (Yok Beşiktaşlılık şöyle bir şey, yok böyle bir şey falan hepsi hamasi boş laflar. Küfürün en alasını eden, takımı destekleyeceğine kendine arabesk okuyup tribünde eğlenen bir taraftar, gerçek taraftar olamaz.)
Biz aslında 1970'lerden beri 3. büyüğüz. O kısım ayrı bir hikaye. Dikkatinize bir kaç rakam sunayım.

Transfermarkt takım değerleri(milyon €)
BJK-FB-GS
2006 78-90-63
2007 55-81-60
2008 71-85-74
2009 71-91-91
2010 105-113-145
2011 149-152-138
2012 114-125-122
2013 101-177-168
2014 118-143-178
2015 114-115-136
Ort 97,6-117,2-117,5

Barreto dedi ki...

Transfermarkt net bonservis harcamaları (milyon €)
BJK-FB-GS
2006 0-9-4
2007 12-13-4
2008 5-8-10
2009 16-20-5
2010 23-28-14
2011 10-23-7
2012 12-5-2
2013 3-30-27
2014 12-25-40
2015 14-eksi6-12
Ort 10,7-15,5-12,5

Barreto dedi ki...

Ligde topladığı puan
BJK-FB-GS
2006 54-81-83
2007 61-70-56
2008 73-73-79
2009 71-61-61
2010 64-74-64
2011 54-82-46
2012 55-68-77
2013 58-61-71
2014 62-74-65
2015 69-74-77
Ort 62,1-71,8-67,9

Barreto dedi ki...

Biraz son dört yıla odaklanalım. GS'nin yeni stadına taşındığı, FB'nin 3 Temmuz a sardığı, BJK'nin feda-heba döenmine girdiği.

Takım değeri BJK-FB-GS
2012 114-125-122
2013 101-177-168
2014 118-143-178
2015 114-115-136
Ort 111,8-140,0-151,0

Net Bonservis BJK-FB-GS
2012 12-5-2
2013 3-30-27
2014 12-25-40
2015 14-eksi6-12
Ort 10,3-13,5-20,3

Lig puanları BJK-FB-GS
2012 55-68-77
2013 58-61-71
2014 62-74-65
2015 69-74-77
Ort 61,0-69,3-72,5


Barreto dedi ki...

Son dört senenin rakamları felaket değil mi?
Sonuç: Şu durumda Beşiktaş 3. büyük bile değil. İki Büyük var, bir de diğerleri. Beşiktaş diğerlerinin en iyisi. Yani ecnebice best of the rest.

EC dedi ki...

Tesekkurler detayli yazi icin... eline saglik..

Futbol a donen meblaglarin cilgilasmasi, siyasetin toplum kontrolu icin onemli bir arac gormesi husularini da girersen.. taraftar sayin kadar destek yada kostek lafi da eklenebilir.. 3 Temmuz da asil yapilmaya calisilan ( FB yi ele gecirme) cok belli olmasin diye de yanina meyve tabagi zihniyetinde BJK nin eklenmesini gorduk.. simdi kivirmalar kivirmalar topu okyanus otesine atmalar.. FB camiasinin birlikteligine ve basarili/basarisiz tartismasi disinda Aziz Yildirim ve kulube sahip cikisina saygi duyuyorum.. bizim taraftarlari da bolduler.. bir sizin bizim gibi aklindan gonlunden geceni burada dokerek desarj olan melankolikler.. digger Carsi Grubu adi altinda zaman zaman yonetimle ters dustugunde BJK nin de ustune cikabilmeye ugrasan bir olusum ve sonuncusu da ekmegini yedigi siyasetin emir ve buyruklarina amade 1453 culer..
tum bu eksen ve tartisma cercevesinde diyecegim...

Ulen Demiroren keske dogmasaymissin!!! Allah Belani Versin DEMIROREN!

hala da TFF nin basinda kalacak gibi de duruyor.. Besiktas a verdikleri sifir.. goturdukleri ise biz melankoliklerin her gece efkari..gozundeki yasi ve gelecegi..

Armagan dedi ki...

Başarılardan çok güzel futbola ve sahadaki duruşa bakarım.Evet romantik taraftar diye aşağılanan bu algının, salt başarı odaklı olmaması nedeniyle dışlanması olağan böyle bir dönemde.Ama ben demiyorum sadece güzel oynayalım sonuca bakmayalım, sürekli gelişim ve istikrar bu olayın mottosu aslında.

Evet tablo son 4-5 yıla bakınca çok karamsar.Ancak biz saydığım güzel futbol ve gelişim açısından özellikle Bilic'le birlikte iyi bir trend yakaladık ve bu genel gidişatı kırmak açısından fırsat elimize geçti.Bu sene değerlendiremedik veya izin vermediler diyeyim ancak bunu 1-2 sene daha sürdürebilirsek bu sefer o fırsatı başarıya dönüştürüp akışın yönünü değiştirme şansı bulabileceğiz.

Peki yarın yüksek ihtimalle açıklanacak olan Şenol Güneş buna uygun bir aday mıdır,yani en azından Bilic'in bulunduğu çizgide kalıp belli aşama katedilmesine yardımcı olabilecek mi.İşte buraya bir soru işareti(Şimdilik gözüken kanatlar konusunda düşüncelerimle paralel bakış açısına sahip olduğu ama takım sadece isimlerden oluşmuyor,kurduğu düzen-oynatacağı futbol nasıl olacak, o kadar bilgim yok).

ekozu1903 dedi ki...

Hayırlı uğurlu olsun...

http://www.bjk.com.tr/tr/haber/62854/besiktasimiza_hos_geldin_senol_gunes.html

cochise dedi ki...

@planck, ec
Eyvallah

@alper
Kardeş amaç sidik yarıştırmak değil; zaten okusan o olmadığını anlardın. Ben zaten 3. Büyük meselesini takmıyorum; benim için tek büyük Beşiktaş ama mevzuu o değil. Yazının derdi 25 yılın bir özetini çıkarmak. Blog’da sadece tartışma, yorum olmasın; bilgi de olsun, geri dönüp baktığımızda ‘neydik ne olduk’a dair de bir şeyler olsun.

@raison,
Açıkçası yazdıkların ve Barreto’nun eklemelerinden sonra ekonomik güçleri kıyaslayan yeni bir yazıyı şimdilik erteliyorum. Çok tekrar olacak. Buraya yorum olarak ekleyeceğim. (Gelecekte başka verilerle tekrar yazıya dönüşebilir) Zira yazdıklarınızla yakın şeyler düşünüyorum. Ancak bence üçüncü büyüklük meselesi ile ilgili en büyük sorun; ekonomi, kadro kalitesi değil. Asıl dert son dediğin camia olarak zirve yarışını nasıl yapmamız gerektiğini bilememek, kenetlenememek ve o tepkisizlik halleri. Ama eski konumu almak zor değil. Temel husus iyi yönetim, doğru yönetim. Borges’ten alıntı yaparak “Yetkililerin bilgili, bilgilerin yetkili” olacağı yeni bir düzen kurmak. En basitinden bir menajerlik şirketinin ajanının scout ekibinde yer almayacağı bir düzen kurmak. Çok kolay değil ama çok zor da değil.

@barreto
Bence transfermarkt değerleri hiç ölçü değil; çok sanal bir veri ve kolaylıkla değişebiliyor. Bazı şeyleri anlatsa da ekonomik değer kıyaslarken çok anlamlı değil. Ekonomik gücü kıyaslayacaksak bonservis harcaması ve yıllık ücretlerin toplamı yeterli iki veri. Bonservisle ilgili sorun ise net harcamayı mı yoksa kadrodaki oyunculara yapılmış harcamaya mı kullanacağız. Senin yaptığın gibi yıllara dayalı bir şey oluşturacaksak net’i kullanmak mantıklı. Ama sadece bu yıla bakacaksak; takımların bu yılını kıyaslayacaksak; teknik direktörün ya da ya da takımın başarı başarısızlığını tartışacaksak bence o yıl kadroda bulunan oyunculara ödenen bonservis daha anlamlı diye düşünüyorum. Tek yoruma sığmayacağı için diğer yorumda buna ilişkin değerlendirmemi yapıştıracağım.

cochise dedi ki...

Takımlar arası ekonomik gücü karşılaştırmak için yalnızca şu anda aktif olarak takımda bulunan oyunculara ödenen bonservisleri ele alıyorum. Aslında yıllık ücretleri katmadan bu analiz eksik kalsa da tüm oyuncuların yıllık ücretine ulaşabileceğim bir kanal olmadığı için mecburen bu şekilde ele almak zorunda kaldım. Örneğin NBA’de tüm oyuncuların yıllık ücretlerine ulaşmak bir tık uzakta. Ancak bizde bırakın yıllık ücretleri, sakatlık listelerini bile günlük tutan bilgi kaynakları yok. Bu kadar büyük bir ekonomik sektör için önemli bir eksiklik; hatta ayıp.

Bonservis için daha fazla para harcayan takımlarda bu kıyaslama daha makul iken Başakşehir gibi genelde ‘free’ oyuncu alan takımların aslında gerçek gücünü değerlendiremiyoruz. Ancak yine de hayali transfermarkt değerleri arasında karşılaştırma yapmaktansa gerçekten ödenmiş ücretler üzerinden karşılaştırma yapmak çok daha gerçekçi. Aşağıdaki listede ilk 6 sırada bitirecek takım ile küme düşmeyi garantileyen üç takım takım bulunuyor. Ayrıca Beşiktaş’ın Avrupa Ligi’nde eleyen Brugge ile Beşiktaş’ın elediği Liverpool’a ilişkin rakamlar da var. Liverpool’a ilişkin miktar tüm takımın bonservis ücreti değil yalnızca 26 Şubat 2015 tarihinde sahaya giren ve kısmen ‘yedek kadro’ diye küçümsenen 14 oyuncuyu kapsıyor.
Liste incelendiğinde Beşiktaş’ın kadrosundaki oyuncular için ödediği bonservis ücretlerinin ligdeki önemli rakiplerinin çok gerisinde olduğu görülüyor. Özellikle Fenerbahçe ile arasındaki fark iki kattan da fazla. Galatasaray da Fenerbahçe’nin biraz gerisinde kalsa da yaklaşık 30 milyon Euro daha fazla bütçe kullanmış. Trabzonspor ile Beşiktaş arasında ise bir hayli az fark var. Ligin en heyecan verici futbolunu oynayan Bursaspor ve en iyi savunma yapan takımı olan Başakşehir ise çok cüzi rakamlara çok iyi takımlar oluşturmuş. Küme düşen takımların pek de para harcayamamış olduğu görülse özellikle Başakşehir doğru yönetimle az paralara neler yapabileceğinin en iyi kanıtı. Bizi saf dışı bırakan Brugge de yine Bursaspor kadar olmasa da cüzi miktarlara bir takım oluşturmuş. Elediğimiz Liverpool’un 14 oyuncusu ise neredeyse Fenerbahçe ve Galatasaray’ın toplam bonservis bütçesine eşit. Bu da Premier League ile ülkemiz arasındaki farkı gözler önüne seriyor.

cochise dedi ki...

Takımların Kadrolarındaki Oyunculara Ödenmiş Bonservis Ücretleri (Milyon Euro)

BJK: 48

FB: 98

GS: 79

Trabzonspor: 40

Bursaspor: 10

Başakşehir: 6

Karabükspor: 6

Kayseri Erciyesspor: 4

Balıkesirspor 1

Barreto dedi ki...

Bu son veri de önemli bir gösterge elbette. Futbol giderek daha fazla piyasa ve para etkisi altında kalmaya başladı. Şahsen transfermarkt'ın takım değerlerini karşılaştırmalı analiz için yararlı buluyorum. Sorun şu ki bu değerler aslında sanal dolayısıyla hemen nakte çevrilebilir değil. Fakat yine de kıyaslama için değerli buluyorum.

İngilizlerin ve Avrupalıların yaptığı araştırmalarda çok maaş ödeyen daha fazla puan toplar tarzında bir sonuca ulaşılmıştır. (linkler aşağıda) Çok bonservis ödeyenden ziyade çok maaş ödeyen daha başarılı oluyor. Maaş ile başarı arasında korelasyon daha yüksek çıkmıştı.

Nitekim Premier league'e göz atarsanız United, City ve Chelsea'nın yıllık toplam maaş ödemesi olarak 190-210 milyon pound bandında olduğunu, Arsenal'in ise 160 milyon ile bir seviye altta kaldığını ve Arsenal'in görece daha az maaş ödediği son 10 yılda şampiyon olamadığını görürsünüz.

Türkiye'ye dönelim. BJK kabaca 30, FB/GS ise 45 milyon € maaş bütçesine sahip. Trabzon'da 20-25 dolayındadır. Diğer kulüpler de en fazla 10 civarındadır. Beşiktaş bu sezon 35'te tutacak maaş bütçesini. FB/GS de 45 dolayında olacaktır yine. Bunun anlamı FB/GS de 3-4 tane Jose Sosa/Mehmet Topal düzeyinde ekstra oyuncu olabileceğidir. Hem sahada hem şirkette hem kulüpte çok iyi yönetilmeden arayı kapatmamız imkansız.

Bir an için Beşiktaş'ın maas bütçesini 45'e çıkarabildiğimizi düşünelim. Maaş olarak 2 milyonluk sağ bek, 2 milyonluk stoper, 3 milyonluk kanat ve 3 milyonluk kaleci aldığını varsayalım, FB / GS den daha pazulu bir takım olacağımız muhakkak. Ama tabi gidip Pektemek'e 1,5 - 1,7 verince hesap kitap şaşıyor.

analiz linkleri
https://www.bsports.com/statsinsights/football/pay-follow-performance-english-premier-league-vice-versa#.VYAloPntlHw

http://www.economist.com/news/britain/21601873-good-managers-matter-not-much-money-does-everything-play

Barreto dedi ki...

Ekonomistteki kısa makale/analiz harika. Şiddetle tavsiye ederim.

cochise dedi ki...

@barreto
Dostum iki makale içinde sağolasın. Okuması çok keyifli oldu. Keşke bizde de sığ goygoyların içinden çıkıp şöyle şeylerle uğraşan gazeteciler olsa. İşin komiği gönüllü olarak bizim gibi insanalr bu işten para kazananalrdan daha fazla araştırma/inceleme yapıp kafa yoruyoruz bu tip mevzuulara.

Bonservis konusunda haklısın; yıllık ücret olmayınca o da tek başına çok yeterli değil. Aslında gerçek bir kıyaslama bonservis artı yıllık ücret üzerinden puan ve sıralamaya bakmak olurdu. Hatta 1 puan için kaç para ödeniyor gibi bir sıralama çok lezzetli olurdu ama yıllık ücretleri tek tek çıkaracak kadar vaktimiz yok. Bu işten para kazanananların ise derdi değil bu tip hususlar...

Barreto dedi ki...

@cochise

Aynı fikirdeyim. Zavallı Türk futbolu!

Yorum Gönder

Ara